bugün

sevdiği entry'ler

uludağ sözlükte kendimizi nasıl koruruz

Hesabı silerek.

yazarlar cinsel ihtiyaçlarını nasıl karşılıyor

Fatura ve kredi kartı borcu ödeyerek.

Ay başlarında bir posta banka geçiriyor, Ay ortası elektrik, su ne varsa.

türkiye nin en çok ihracat yaptığı ülkeler

almanya--->%9
ingiltere(uk)--->%6
abd--->%5
italya--->%5
ırak--->%5
fransa--->%4
ispanya--->%4
hollanda--->%3
israil--->%3
rusya--->%2
suudi arabistan--->%2
çin--->%2
belçika--->%2
romanya--->%2
polonya--->%2
bae--->%2
mısır--->%2
kanada--->%1
ukrayna--->%1
bulgaristan--->%1
iran--->%1
isveç--->%1
azerbaycan--->%1
katar--->%1
gürcistan--->%1
macaristan--->%1
isviçre--->%1
hindistan--->%1
libya--->%1
yunanistan--->%1
lübnan--->%1
özbekistan--->%1
avusturya--->%1
portekiz--->%1
çekya--->%1
suriye--->%1
güney kore--->%1
danimarka--->%1
cezayir--->%1
tunus--->%1
fas--->%1
slovenya--->%1

yukarıda görülen kaydadeğer ihracat yaptığımız ülkelerin toplam yüzdesi; yüzde 86.

toplam ihracatımızın da geri kalan yüzde 14'ünü dünyanın diğer ülkelerine yapıyoruz...

kaynak: türkiye'nin ihracat haritası;
https://www.trademap.org/...c2%7c1%7c%7c2%7c1%7c1%7c3

şimdi sevgili arkadaşlar...
gündemimiz ekonomi...
ekonomi ne yazık ki gündemimizden hiç düşmüyor.

dış ticaret açığımız var ve bu dış ticaret açığı da her gün bizi fakirleştiriyor.
katma değerli ürün üretip ihraç edip gelir elde edemiyoruz...

ve yukarıda yaptığım listede türkiye'nin en önemli ihracat yaptığı ülkelerin çoğuyla da papaz olmuş durumdayız.

ihracatımızın yüzde 9'unu gerçekleştirdiğimiz, türkiye'nin en büyük alıcısı almanya "bizi kıskanıyor" (!)...

ihracatımızın yüzde 5'ini gerçekleştirdiğimiz abd ile durumumuz karışık...

ihracatımızın yüzde 4'ünü yaptığımız fransa ile durumumuz ortada.

ihracatımızda yüzde 5 paya sahip ırak hükümeti sürekli bize ultimatom veriyor.

ihracatımızın yüzde 3'ünü gerçekleştirdiğimiz hollanda ile reisimiz küs.

eyyy israil dediğimiz israil, ihracatımızın yüzde 3'ünü yaptığımız ülkeymiş meğer. ama bizimkiler gidip bize 5 kuruş faydası olmayan filistin'in götünü yalıyorlar.

rusya ile bir dargın bir barışıkız. ayrıca rusya'dan yaptığımız ithalat, rusya'ya yaptığımız ihracattan kat be kat fazla.

ihracatımızda yüzde 2'şer paya sahip olan suudi arabistan, bae ve mısır'a bundan böyle ihracat yapmamız mucizelere bağlı. ama olsun, suudi arabistan milli gününü kutlamaya devam eder bizimkiler.

ve diğerleri...
ihracatımızda yüzde 1 paya sahip ülkelerin bir çoğuyla da ilişkilerimiz kırılgan...

ama ne yazık ki ülkeyi yöneten siyasi irade bu tabloları doğru okuyup dış ilişkileri geliştirecek somut adımlar atmıyor.

ihracatımızın yüzde 86'sını gerçekleştirdiğimiz ülkelerin yarısıyla aramız bozuk. birçoğu bizden mal almayı durdurmuş yahut azaltmış durumdalar.
ve bunun neticesi olarak ülke yokuş aşağı freni patlamış kamyon gibi gidiyor.

yukarıdaki listede aramızın en iyi olduğu nülkeler; azerbaycan, katar, ukrayna, gürcistan ve lübnan...
bunların hepsi yüzde 1'er paya sahip.
bu ülkelerin paylarını yüzde 2'ye çıkarmak bile mümkün değil, zira bu dost ülkelerin nüfusları, kapasiteleri, yapacakları ithalat bedeli belli...

elimizdeki tablo malesef bu.
ve bu durumda ülkeyi kim yönetirse yönetsin, türkiye'yi biraz olsun düzlüğe çıkarması için, bir parça rahat nefes alabilmemiz için bu ülkelerle, özellikle de ab ülkeleri ile aramızı düzeltmemiz, ilişkilerimizi normalleştirip, geliştirmemiz şart...

işte türkiye'nin dünya ülkeleri ile ilişkilerini düzenleyen, geliştiren, krizleri çözen diplomatları vardı eskiden.
birileri kendisine "şahsım" dedi, türkiye'yi dünyada temsil eden diplomatlara ise "monşer" diyerek yol verdi.

neticede dünya ile ilişkilerimiz ortada...

durumumuzu da yukarıda açıkladım.
bize acilen dolar lazım, o da bu gece lazım...

ha tabi kendini "yerli ve milli" zanneden birileri şimdi çıkıp, "biz bize yeteriz, ekmeği bu ülkelerden mi alıyoruz" diyecektir.

evet, ekmeği bu ülkelerden almıyoruz ama geçtiğimiz sene 2.3 milyar dolarlık buğday ithalatı yapmışız, bu ithalatın da yüzde 95'ini yukarıdaki ülkelerden yapmışız.
görsel

neyse...
görüldüğü gibi ekmeği dolarla almıyoruz, ama askıda ekmek kampanyası yapacak kadar da düşmüş durumdayız...

o halde gayrisini fütüvvet ehli olan(!) ümmetimiz bilir, bizler şahsım için amorf ehliyiz(!) ne de olsa...

ampulü lüzumsuzsa söndürmek farzdır...

türklerin müslümanlığa geçişi

hee hoşgörüyle he. biri gelecek 'din değiştir.' diyecek sende zaten düşünüp mantığa oturtup din seçiyorsun ya hemen hoşgörüyle 'ivit' diyeceksin.

saçmalamayın mk. okuyun azıcık. hepiniz mi imam hatip dasjdnbadjasnda

(bkz: 70 YIL SÜREN ARAP-TÜRK SAVAŞLARI)

Muhammet’in damadı Halife Ali’nin öldürülmesinden sonra Emevi hanedanlığı (661- 744) hilafeti devralmış ve bu dönemden başlayarak Araplar ile Türkler arasından 670’den 740 yılına kadar sürecek yoğun çatışmalar ve savaşlar süreci başlamıştır. Bu 70 yıllık süreci mercek altına aldığımızda, karşımıza yağmalanan Türk kentleri, katledilen, köle ve cariye olarak satılan Türklerden oluşan kanlı ve karanlık bir tablo karşımıza çıkar:

658 yılında Batı Göktürk devleti iç karışıklık ve Çin saldırıları sonucu yıkılmıştı. Doğu Göktürkleri ise o sırada Çin baskısı altındaydılar (630- 681). Bu nedenle, merkezi bir yetke ve dayanışmadan yoksun, birbirinden bağımsız başına buyruk site ve beylikler halinde “ (bkz: ipek Yolu)” üzerindeki korumasız zengin Türk kentleri islam ve cihat inancıyla güçlenen Araplar için kaçırılmaz bir fırsat ve av haline gelmişlerdi. O tarihlerde Türkmenistan (Aşkabat, Merv), Tacikistan-Özbekistan (Buhara, Semerkant, Taşkent, Baykent), Kırgızistan-Afganistan (Talukan) bölgeleri ile Maveraünnehir denilen Seyhun-Ceyhun (Siriderya-Amuderya) nehirleri havzasında yaşayan Türkler, alım, satım, takas ve ticari uğraşın yanı sıra madencilik (altın, demir, bakır) ile de uğraşıyorlardı. Özellikle adı “zengin kent” anlamına gelen Semerkant o devirde çok ünlüydü.

632’de Muhammet’in ölümünden sonra Araplarda “halifelik” düzenine geçilmiş, sırasıyla Ebubekir, Ömer, Osman, Ali halife olmuşlardı. ilk kez Halife Osman (644-656) zamanında 2.700 kişilik bir Arap ordusu Fergana’ya kadar geldiyse de Türkler tarafından yok edilmişlerdi.


Halife Ömer (634-644) döneminde de Hazar Türkleri Bulan Han önderliğinde Arap istilasına tüm güçleriyle direnmişler, ancak Halife Hişam Bin Abdülmelik (724 – 743) döneminde çok kalabalık cihat orduları karşısında Müslümanlığı kabul etmek zorunda kalarak Araplarla barış yapmışlar (737), Araplar bölgeden çekildikten sonra tekrar eski Şaman dinlerine dönmüşlerdir!

Arap akınları Türkleri Müslümanlık’tan o kadar soğutmuş olmalı ki bir tepki olarak Hazar Türklerinde Yahudilik resmi devlet dini olarak kabul edilir (799). Hazar Türkleri VIII-IX. yüzyıllarda “ (bkz: hazar barış çağı/#22008206)” diye anılan bir çağın öncülüğünü üstlenirler. Bu dönem süresince dinsel hoşgörü gelişmiş, halkın çoğunluğu Şamanlığa bağlı kalırken kağan ve yönetici sınıf Yahudilik, tüccar sınıf ise Müslümanlığa geçmiştir. Bugün Kafkasya, Ukrayna ve Polonya’da yaşayan Yahudi Karaylar (Karayim Türkleri) bu soydandır.

(bkz: TÜRK KENTLERiNiN YAĞMALANMASI)

Emevi halifesi I. Muaviye (661-680) zamanında Horasan’ı (Doğu iran) ele geçiren ve burasını Türklere saldırı üssü olarak kullanan Araplar Ubeydullah Bin Ziyat komutasında 24.000 kişilik bir orduyla Buhara’yı kuşatır. Buhara Meliki Kibaç Hatun diğer Türk beylerinden yardım istese de yardım kendisine gelmez. Arap orduları terör estirip kenti yağmalayıp geri dönerler. Aynı yıl bu kere Osman’ın oğlu Sait komutasında bir ordu yeniden Horasan’dan Buhara’ya doğru yaklaşır. Kibaç Hatun bu kere barış antlaşması yapmak zorunda kalır. Araplar bunun üzerine Semerkant’a saldırır, kent baştan başa yağmalanır, binlerce Semerkantlı köle olarak satılmak üzere Horasan’a götürülür.

Halife Abdülmelik (685-705) döneminde Afganistan (Sicistan) seferi başlar. Bölgenin Türk hükümdarı Rutbil cihat ordularına direnir ve kanlı çatışmalar olur. 699 da Afganistan bölgesinden irili ufaklı bir çok kent Araplarca yağmalanır. Abdülmelik ölünce yerine geçen oğlu Halife Velit’in komutanlarından Kuteybe ibni Müslim Baykent ve Buhara’yı ele geçirir. Her iki kent baştan başa yağmalanır, Budist ve Zerdüşt heykellerinden taş olanlar kırılır, altın olanlar ganimet olarak alınır, direnenler kılıçtan geçirilir, kadın ve erkek binlerce kişi köle yapılır. Arap aileler Baykent’e yerleştirilir. Türk aileler evlerini Arap aileler ile paylaşmak zorunda bırakılır. islami kurallara uymayanlara, sünnet olmayanlara ağır cezalar verilir, her yere camiler inşa edilir, Cuma namazı zorunlu hale getirilir..

Şeriat ordularının amansız ilerleyişi karşısında Talukan (Kuzey Afganistan) kenti teslim olur. Buna rağmen Kuteybe’nin askerleri 40.000 kadar Türk’ü öldürüp sağ kalanları kent girişindeki ağaçlara asarlar. Aral Gölü’nün güneyinde bulunan Harzem bölgesini yakıp yıkıp halkı kılıçtan geçirirler. Bundan sonra Arap ordusu Semerkant üzerine yürür. Taşkent ve Fergana’dan yardım gönderilir, fakat birlikler Araplar tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler. Semerkant teslim olur.

Horasan’da ordusunu yeniden hazırlayan Kuteybe en son Kaşgar’a doğru yola çıkar Kaşgar günümüzde Çin’e bağlı Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde bir kenttir. O sırada Halife Velit ölmüş yerine Süleyman ibni Abdülmelik (715-717) geçmiştir. Bu yeni Halife ile arası iyi olmayan Kuteybe Kaşgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak yakalanıp öldürülür.

Yeni halife, Kuteybe’nin yerine Yezit ibni Muhellep’i sefere gönderir. Yezit’in ilk işi Hazar denizinin batısına, Dağıstan bölgesine saldırmak olur. Dağıstan Meliki Saltekin, Yezit’e karşı uzun süre dayanır. Sonunda Dağıstan düşer. Kent yağmalanır ve 14.000 kişi öldürülür. Yezit’in ordusu Hazar denizinin güney doğusunda bulunan Gürgan kentine yönelir. Günümüzde iran’a ait bir kent olan Gürgan (Gorgan) savaşmadan teslim olsa da 50.000 Türk acımasızca öldürülür.

717 yılından itibaren Arapların kendi aralarındaki çatışmalar nedeniyle islam ordularının saldırıları hız keser. Bunu fırsat bilen Sogdia (Özbekistan-Tacikistan) bölgesindeki Türgişler (Türkeşler) Araplara başkaldırır (720). Türgiş başbuğu Sulu Çor Müslümanlara karşı başlatılan isyanın liderliğini üstlenir . Türk ordusu karşı saldırıya geçerek 728 yılında Buhara’yı geri alır. Semerkant’ı Araplardan geri almak için kuşatır. Ancak, Araplara destek birliklerin gelmesiyle Türkler kuşatmayı kaldırmak zorunda kalır. 732’de Buhara’yı da terk ederek geri çekilirler. Sulu Çor yardımcısı tarafından bir komplo sonucu 737 yılında öldürülür. Sulu Çor’un öldürülmesinden sonra Türkler bir daha toparlanamazlar..

Bu arada Arap saldırıları hız kesmeye başlarken Müslümanlığı kabul eden Türklere ekonomik çıkarlar sağlanmakta, cizye olarak alınan vergiler düşürülmekte, çok daha yumuşak politikalar uygulanmaktadır. Halife Hişam Bin Abdülmelik döneminde Taşkent ve Fergana’da Arap ordularına teslim olduktan sonra savaşlar sona erer. Araplar Semerkant’a tamamen yerleşirler. Yurtlarını terk ederek giden Türklerin geri dönmeleri halinde vergi borçları affedilir, halkın kendiliğinden Müslüman olması teşvik edilmeye başlanır.

(bkz: TÜRKLER MÜSLÜMAN OLDUKTAN SONRA YAŞANANLAR)

Görüldüğü gibi islam’ın Türklere kabul ettirilmesi hiç de öyle güle oynaya olmamış 70 yıl kadar süren bu kanlı süreç sonunda Arap egemenliğine boyun eğen Türkler Müslüman olanlara sağlanan ayrıcalıkların da etkisiyle eski dinleri olan Şaman- Göktürk dinini terk etmeye başlamışlardır. Zaten bir süre sonra Abbasi devleti (750-1258) dönemi başlayacak, Türk savaşçılar Arap ordularına katılacaklardır.

Nitekim 751 yılında Talas Irmağı (Güney Kazakistan) kıyısında gerçekleşen bir savaşta ilk kez birleşik Arap – Türk orduları Çin ordusunu yenince bu başarı da Türklerin Müslüman olmasını hızlandırmış, Karlukların ardından Oğuzlar da islam’a geçmişlerdir. ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar’dan (840) sonra OğuzlarBüyük Selçuklu Devleti’ni (1040) kurmuşlardır.

(bkz: ARAPLARIN TÜRK EGEMENLiĞiNE GiRMESi)

Abbasi devletinin son dönemlerinde Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletinin dağılmasıyla Anadolu’da bir sürü Türk beyliği/devletçiği oluşmaya başlar. Bunlardan Osmanoğulları 1299 yılından itibaren güçlenmeye başlayarak hızla devlet olmaya yönelir ve Anadolu birliğini sağlar. Bu arada Abbasi hanedanlığının sona ermesiyle hilafet ve yönetim Memluk hanedanlığına geçmiş ve Memluklar (Mısır) Devleti (1259-1517) dönemi başlamıştır.

1453 yılında istanbul’un fethinden sonra Doğu Roma-Bizans’ın mirasına konan Osmanlı Devletinin güneye doğru genişlemesiyle Türk-Arap çatışmaları yeniden başlar. Ancak, bu kere Araplar Kahire yakınında Ridaniye’de çok ağır bir yenilgiye uğrar. Üç gün süren sokak savaşlarından sonra Kahire’nin düşmesiyle, Mısır Osmanlı topraklarına katılır. Yavuz Sultan Selim halifeliği Araplardan devralır (1517). Halifelik Osmanlı’nın yıkılışı (1922) ve hilafetin 1924 yılında kaldırılmasıyla sona erecektir.

(bkz: TÜRKLER NEDEN iSLAM’A DiRENDiLER)

Kuşkusuz, “Türkler madem Müslüman olacaklardı neden islam’a bu kadar çok direndiler? Neden bir türlü Müslüman olmak istemediler?” diye bir takım sorular akla gelebilir tabi ki. Bu bağlamda Türk töresine ve mitolojisine kısaca bir göz atarsak en azından teolojik açıdan bu soruları yanıtlamak mümkün olabilir. (islamiyet öncesi Türklerin inançları, devirden devire, zaman ve mekana göre müthiş bir çeşitlik ve değişkenlik gösterir.)

Her şeyden önce Türklerin bir peygamberi ve kutsal kitabı olmamasına rağmen Türk destanlarında, masallarında ve Anadolu’da yaşamakta olan bazı grupların (Yörükler, Türkmenler, Aleviler, Mevleviler vs) gelenek ve göreneklerinde Türk töresine özgü inançların izlerine hala rastlamak mümkündür. Türk töresi yüksek erdem, dürüstlük, mertlik, onur, kadına saygı ve sevgi, yaşlılara itibar ve hürmet ile hayvan ve doğa sevgisine dayanan bir yaşam birlikteliği olarak özetlenebilir. Kadın erkeğin yoldaşı, acundaşı, kutlu ailenin temel direğidir. Kadın ve erkek hep birlikte çoluk çocuk eğlenir, yemek yer, dans eder, saz çalar, şarkı söylerler.

Doğa, kırlar, dağlar, göller, ırmaklar, hayvanlar, insanlar ve onların tinleri (ruhları) hepsi birliktedir, birlikte yaşarlar. Acun ve insan uyum içindedir. Şaman, kam, ya da, ozan-büyücü (druide) toplumun tinsel (ruhsal) önderidir. Her şey, her zerre canlıdır, hayat doludur. insanlara can vermeden önce gökte kuşlar gibi yaşayan tin “soluk, nefes” anlamına da gelir. Ölüm soluğun kesilmesi, tinin tenden (bedenden) ayrılması olarak algılanır. insan tini genelde kuş simgesindedir.

Tin ortak, tenler farklıdır. Hayvan ruhları da insan ruhları gibi ölümsüzdür. Hayvanın ayrı, insanın ayrı evreni yoktur. Evren ve yaşam birliği vardır. Bu tümlük ve ortak acun düşüncesi, kaynağını “Kök Tengri” Gök Tanrı’dan alır. insan Gök’ün verdiği yaşam gücünü korumaya ve çoğaltmaya çalışır. Bu yaşam gücü veya yaşam ruhuna “ (bkz: Kut)” denir. Kut, “uğurlu, kutsal, şanlı” anlamlarına da gelir. (Kutlu olsun deriz) zannımca müslümanların kutlu olsun değil, hayırlı olsun takıntısı buradan gelmektedir.

Gök, gökyüzü, gökler sadece tinlerin yerleşkesi değil, yaşam gücü olan Kut’un da çıkış yeridir. Edilen dualarda para, pul, servet yerine Tanrı’dan daha çok Kutsal Tin olan Kut’u vermesi istenir. Uzun yaşamın kaynağı Kut’tur. Örneğin, toprağın çoraklaşması Kut’un kaybolması olarak yorumlanır. Geyiklerin, kurtların, hayvanların yavrulaması, doğum olayı, bereket, bolluk Kut’un gücüdür. Hristiyanlıktaki Kutsal Ruh (Ruhulkudüs) gibi Kut doğrudan Tanrı’dan gelir.

Gök Tanrı acunu, göklerdeki yıldızları, güneşi, ayı kapsayan bir varlıktır. Tengri sözcüğü hem somut gökleri, hem de soyut göklerin ruhunu betimler. “Kök Tengri” Gök Tanrı anlamına geldiği gibi “Mavi Gök” anlamına da gelir. Bu aynı zamanda insan soyunun, tüm canlı ve cansız varlıkların kök ve kökeninin “Gök Tanrı” olduğunun gizli bir imgesidir. Bu tanrı-acun-insan-canlılar tümlüğü ileriki yüzyıllarda -Platonizm’in de etkisiyle- Tasavvuf (Mistisizm, Gizemcilik) ve Sufi felsefesindeki “Varlık Birliği” (Vahdeti Vücut) inancının temellerini oluşturacaktır.

Gök Tanrı’nın yeryüzüne yansıması olan (bkz: Umay) bir bereket tanrıçasına özgü tüm özellikleri taşır. Ürünler, ekinler, hayvanlar ve yavruları, analar, gebeler, bebekler, çocuklar yeryüzü Tanrıçası Umay’ın koruması altındadır. insan ölünce göğe uçar. “Öldü” yerine “sunkar boldı” (sungur kuşu oldu), ya da, “uçuverdi” denir. Cennet’in adı “uçmag” dır. Kötülerin gittiği “tamag” denilen cehennemde suçlular cezaları bitene dek katran kazanlarına atılır.

(bkz: ŞAMAN KÜLTÜRÜNÜN MÜSLÜMANLIKLA DEĞiŞMESi)

Türkler Müslüman olmakla kendilerine yabancılaşmış, özgün Türk aile düzeni yıkılmış, kadını ikinci plana atan, feodal aşiret kurallarını ( (bkz: çok eşlilik), (bkz: kölelik), (bkz: ağır cezalar), (bkz: cihat), vs ) dayatan gelenek, görenek ve törelerine tamamen aykırı bir dinin boyunduruğu altına girmişlerdir. (bkz: Hacı Bektaş Veli), (bkz: Pir Sultan Abdal), (bkz: Ömer Hayyam), (bkz: Yunus Emre), (bkz: Mevlana) gibi düşünür, bilge ve önderler bu dinsel boyunduruğa kısmen de olsa direnmeye çalışmışlar, daha insancıl, daha sevecen ve evrensel bir inanç arayışına girişmişlerdir.

(bkz: BENGi TAŞLARDAKi YAZILAR)

Yüzyıllar öncesinin Türk yöneticilerinin halklarına yaptıkları uyarıların, çağrıların bugün bile geçerliğini korumakta olduğunu görmek ürpertici ve şaşırtıcıdır. Uçsuz bucaksız Orhun vadisinde, Yenisey-Yedisu bölgesinde, yükselen dev taş yazıtlarda sonsuzluğa yazılanların geleceğin, hatta bu günlerin bir öngörüsü gibi olduğunu söylemek pek bir abartı gibi görünmedi bana:

Anca kazganmış itmiş ilimiz törümüz erti. Türk Oguz begleri, budun eşiding. Üze tengri basmasar, asra yir telinmeser, Türk budun, ilirigin törürgin kim artatı ? Türk budun ertin, ökün! Küregürig ün üçün igidmiş bilge kağanırigın ertmiş barmış edgü ilirige kentü yarigıldığ, yablak kigürtüg. (Orhun Yazıtları, Doğu Yüzü: 22, 23)

meali: “Bizim onca çabayla kazanılmış, düzene konmuş ülkemiz, töremiz vardı. Ey Türk Oğuz beyleri, ey ulus işitin! Yukarıda gök yıkılmadıkça, aşağıda yer yarılmadıkça, ey Türk ulusu, senin yurdunu, senin töreni kim bozabilir? Ey Türk ulusu girdiğin o yoldan vazgeç, geri dön, pişman ol! Başıbozukluğundan dolayı, özgür ve bağımsız yaşadığın yurduna, Bilge kağanına ihanet ettin, kendini alçalttın.”

saygılar...

bilal in dünya etnospor başkanı olduğu yalanı

günaydın çokomeller...

şimdi muhtemelen mahkeme kararıyla sildirilecek olan bir gerçeği sunacağım...

mahkeme siler, moderasyon siler ama olsun. biz gerçeği buraya yazalım da, mahkeme istiyorsa yine de silsin.

efendim, dünya durdukça başımızda durası tayyip erdoğan bey'in oğlu bilal erdoğan'ın başkanı olduğu söylenen dünya etnospor federasyonu var biliyorsunuz.
görsel

etnospor etkinlikleri adı altında her sene müsabakalar düzenleniyor, bilal erdoğan burada "dünya etnospor konfederasyonu başkanı" adı altında gövde gösterisi yapıyor.
görsel

fakat bizim bilal'in etnospor federasyonu çakma etnospor federasyonuymuş iyi mi?
yani paralel bir federasyon kurmuşlar...

oysa ki unesco'nun tanıyıp kabul ettiği dünya etnospor federasyonu şu;


bilal'in paralel etnospor federasyonu ise şu;


gerçek etnospor federasyonunun başkanı alexey kylasov adlı bir rus. etnospor konfederasyonunun yönetiminde türkiye'den tek kişi bile yok.
görsel

unesco'nun tanıdığı resmi etnospor federasyonu da zaten bizim bilal'in paralel federasyonu için "fake" diye yazmış;
görsel

bilal'in paralel federasyonunun dünya etnospor konfederasyonu olduğuna dair ne bir uluslararası belge var ne de resmi bir yazı.

ama merkezi riga'da bulunan gerçek etnospor federasyonu kendi resmi sitelerinde gerçek ve tanınan bir federasyon olduklarına dair pek çok belge sunuyor.
görsel

gerçek etnospor federasyonu bizimkilere defalarca yazı göndermiş, türkiye'deki yetkililere durumu bildirmiş, "neden böyle paralelcilik yapıyorsunuz" diye sormuş, ama bizimkiler (muhtemelen ingiliççe bilmediklerinden) cevab vermemişler...

şimdi gerçekten insanın aklı almıyor.
böyle bir şeyde bile çakmacılık yapmanın ne gereği var.

dünya kadar paralar harcıyorsun, süper, ultra lüks organizasyonlar yapıyorsun. ama yaptığın bu şeylerin hiçbir geçerliliği, tanınırlığı, resmiyeti yok.

üstüne üstlük dünyaya rezil oluyorsun.

neden???

gel seni bir yere dünya başkanı yapalım dediniz, ama her konuda olduğunuz gibi bu konuda da liyakatsiz olduğunuz için bir yere başkan olamadınız, başkan olamayınca da "gidip biz de paralel federasyon kuralım" mı dediniz?

yahu sizin nerenize elimizi atsak elimizde kalıyorsunuz.

bir tane doğru, güvenilir, liyakatli işiniz yok mu sizin???

cevabı beklenen sorular

Neden vergilerimiz artık, yol, su, elektrik olarak bize geri dönmüyor?
A haber' de açıklanan ucuz et ve kıyma fiyatları hangi kasap ve marketlerde geçerli?
Kaçak elektrik kullanımından kaynaklanan faturayı neden biz ödemek zorundayız?
Kamil koç denen firma, neden her köy ve kasabanın otogarına girmek zorunda?
Kızılcıklar oldu mu, selelere doldu mu?
Söyle, buldun mu aradığın aşkı söyle?
Tişikkirler. iyi geceler.

kürdoların orospu çocuğu olması

Şerefsiz pkk'lı kürdoların oç olmasıdır.

Suriye'den kaçıp gelenler de hep kürdo, iyi bakın alayı kürdoca konuşuyor. Soysuz mk çocukları.

Hatay'ı yaktınız ya, ulan sizden 1 tane daha kalırsa yazıklar olsun bu vatana.

Bu ülkede pkk'yı savunan ne kadar kişi varsa hepsinin bacısını karısını sikeyim.

Edit: kürt demedim, kürdo dedim pkk'lı kürdolar dedik. iyi oku mk salağı. Sende pkk'lı isen senin de taa....

şaka maka 32 yaşına girecek olmak

yıllar önce yaşadığım durum. bir bakmışsın kırkı devirmişsin. çok da takılmayın bu duruma *

mansur yavaştan 928 mahalle köye ücretsiz internet

hazine garantili

dolar garantili

geçiş garantili

ama üzerinden kimsenin geçemediği yolların

faturasını milletin sırtına yıkıp

taayip yol yabdııııı

taaayip köbrü yabdıııı

diye anıranlar

mansur başkana itirza ediyor

lan sahtekarlar size hangi organımızla gülecez ?

senelerce benden toplanan paraları

akabe ne hakla bokçular vakfına verdi ?

anlatsanıza ??????

pavyon

özellikle ankara'da yaygın bir eğlence şekli.

Eski patronum sağolsun "pavyon" denilen mekanlara 3-4 kere girmişliğim var.

hayatımda gördüğüm en garip ortam olabilir, ki her türlü ortamda bulunmuşumdur.

"Çoluğunun çocuğunun rızkını yemek" denilen olayın gerçek olduğunu burda gördüm.

60 yaşında orta halli dayılar gidip tüm maaşlarını bir gecede orada ezebiliyorlar.

Ankara havası çalmaya başlıyor mesela, adamlar çıkıyorlar sahneye, çalışan kadınlarla dayamalı mayamalı oynuyorlar. Buna da hayvan gibi para veriyorlar. ismi dans parasıymış. taaa 6-7 sene önce 250-300 liraydı. tek şarkılık bu.

Rakımı içip patronla kaynatırken bir yandan da hayretlerle etrafı izliyordum. Her taraf karanlık, yüzlerce renkli hareketli ışık, etrafta 3 santim etekli, elinde içki olan konslar geziyor. Ama bakışlarından anlıyorsunuz ki o işin piçi olmuş, yemiş bitirmişler. köpekbalığı gibiler.

Bu arada ev araba tarla sattıran pavyon hatunları da gerçektir.

Garip bir bağımlılık sanırsam.

Ve "varoş" denilen kavramın para ile alakası olmadığını da anlıyorsunuz.

Adam ferrari ile geliyor, zaten locası hazır. Bir gecede 10k harcıyor belki. Garsonlara da 5k dağıtıyor.

Ama kıro her yerde kıro.