bugün

--spoiler--
tanım: insanın içinde biriktirdiği kırıklarını yazarak sızısını görmesine yardımcı olan duvardır. herkesin bir tane vardır.
--spoiler--

"her şey kuruluydu"

Her şey kuruluydu. Düzen, kendi içinde yaşayan bir sistem oluşturmuştu. Sonra birileri başka birileriyle sevişmiş, bizi de bu düzende yaşayan parçalar haline getirmişti. Ne seçmiştik, ne de böyle bir şansımız vardı. Bundan sonra verdikçe alacak, aldıkça daha çok mu verecektik; yoksa sadece merkantalist bir çerçevede maddesel çokluğumuzu mu düşünecektik? Sonsuz olasılıklar cümbüşünde fırsat eşitsizlikleriyle harmanlandık. Bizi farklı bireyler yapan sebep en çok da buydu.

insan doğmuştuk. insan olmaktı belki de yapabileceğimiz en iyi şey. Hayatımızın ezeliyetinde doğuşumuzu unutarak nefes aldık ve ruhumuzun neyden koparak var olduğunun hiç farkına varamayacaklardan olmamalıydık. Bizi anlamlı kılan, şu kalabalık yalnızlığımızda ve görkemli tablonun yaratılmışlığında, kirlenmeden sade bir renk olarak kalabilmekti. Hayatımızın parametreleriyle tepiştirerek fırsatlarımızı, hengamenin ortasında, vetiremizi bir adım ileri gidecek şekilde olumlu kılmaya çalıştık. Acılarla tecrübeleri sentezleyerek temayüllerimizi sevgiye odakladık. Vurdumduymaz karanlıkların çaresizliğinde, umudun gözlerinde gözlerimizi gördük. Seviştik günler geceler süren hasretlerimizde. Bir insanın belki de hiç erişemeyeceği o vuslata hazırladık kendimizi, kalkanımızı sevgiyle güçlendirerek. Sevgiyle büyüttükçe hasretimizi, nefreti gömdük.
Sevgiyle küçültmeye çalıştıkça engelleri, zorluğu gördük.
Aşmaya çalıştıkça bentleri, insan olduğumuzun farkına vardık.
insanlığımıza yenilince de, acıyla yeniden doğuşlarımızın çığlıklarıyla ürperttik zayıflıkları.
Hayatımızın kesişim kümelerinden onlarca "Ben" yarattık yitik ruhlara. Yitirmeleri yitirmekti kavli kararımız. Yoksunlukları aşındırarak farkına vardık neye ulaşmanın zor olduğunu ve neyin bize tepedeki asaletiyle gülümsediğini. Bunca acıya şefkatli bir gülümsemeydi, bezginliğini üzerimizden atan.

Büyüdükçe büyüdü "Ben" imiz. Hayatın her rengini yaşatarak içinde, sade kalabilmişti. Kirlenmeden "Ben" olabilmişti. Can doğmanın anlamsızlığını, can taşımanın değerini ve "Ben" yaratabilmenin emeğini kavrayabilmişti. Dünyaya bakan şey artık bir çift gözden çok öteydi. Kalbinin atışlarıyla dünyayı görmeyi, damarlarında akıttığı sevgiyle nefes almayı ve verdiği emeğiyle hak ettiği kadarını alabilmeyi özümsemişti!

Parçalanmış vücutlar gördü kalp atışlarımız. Ruhlarına uzak, ruhlarına yabancı. Benliğinden ayrılıp parçalanarak un ufak oluşlarına şahitlik etti. Yaralarını, süsleriyle gizlemeye çalışmalarına acıdı. Şehvetle doğanların günahla yok oluşlarını izledi. Birer birer tükenişlerine şahitlik etti. insanlığını hatırlatmak için nefsiyle beraber saf tutan ihtirasların, arzuların hışmına uğradı. Parçalanmış vücutlar gördü kalp atışlarımız. Ruhlarına uzak, ruhlarına yabancı.

Doğuşu, birbirinden kopuşu olan ruhlarımızın hasretine son vermeye yaklaştıkça, yolumuz tenhalaştı. Issız korkular, tenha çarelerimizin peşine düşmüştü. Birer birer yok etmek için var gücüyle kovaladı adımlarımızı. Hızlanan adımlarımızın telaşında ürkek bakışlarımız es geçti ışıltılarımızı. Varlığımıza anlam kattıkça birbirine yaklaşan ruhlarımız, birbirine en yaklaştığı bir zamanda ıskalıyordu karanlık yalnızlıklardaki ışıltılarımızı. Ezeliyetinde vuslatına adanmış benlikler birbirinden çekinik, birbirine ürkekti. Aynasında kaybettiği ikizine bakmaya korkuyordu.

Bu hikayenin her harfinde hissettim seni ve tenha çarelerinde kaybettim. Ben aynada seni gördüğümde sen gözlerimdeki ışıltıyı ıskaladın. Ben tepede seni bulduğumda sen daha oraya varmamıştın!!! zaman acımasızdı ve sen gidemeyecek kadar burada değildin. Hep vardın ama hiç yoktun. Hep kalacaktın ama benim olmayacaktın. Hep isteyecektin ama neler verebileceğimi hiç bilmeyecektin. Hep tahmin edecektin ama cevabı görmene imkan verecek fırsatım hiç olmayacaktı. Ben sevecektim ama sen sevilecektin. Sen sevmeleri düşünürken ben damarımda nefes almak için sana sakladığım sevgiyle beslenemeyecek kadar üşüyecektim. Sana en yakın sıcaklıklarda en soğuk hasretlerimi çekecektim. Tepede seni bulmamla başladı fırtınam. Aynadaki "Ben"in gözlerinden sana akan ışıltımı ıskalamanla koptu depremim. Senin bilinmezlerindi benim tenha çaresizliklerim. Issız korkular kovaladı tenha sokaklarımda. Bir "Ben" yarattım senin için her yıkıntımın altından, acıyla doğan sağlam parçalarımı birleştirerek. O sensin! Aynamdaki. Ruhumun diğer yarısı. Doğuşu kopuşuydu ruhlarımızın. Umutlarımızın doğuracağı çocuğa, yeniden doğuşa, vuslata hazırlanırken ezeliyetimizde; kimsesiz çarelerin şefkat yoksunu hıncında yarınımız.

Bu gidişim ıskalamaktan değil aynadaki seni. Bu gidişimdeki kaçışın sebebi, erken varış vuslatıma! Daha bakmadın aynaya. Görmedin beni. Dokunma! Dokunma ruhuma! Yokluğuna dayanamadığım ezeliyetimin varlığına dayanamam şimdi! Dokunamam sana! Dayanamazsın ateşime! Bakmadın aynaya, görmedin beni, anlayamazsın şimdi!

26-12-2007

Çarşamba

03:40

uğur yaman
"kahvenin kahpesi yeşile mezar"

Sökülürken fazlasını yitireceğimi düşünmüştüm ama bu kadarını tahmin edememiştim. Kolay sandığım birçok şey nasıl da düşüm oldu pembesinden yoksun. Nasıl da kirlendi gölgesini gününe katarak.

Ela gözlü dualarla beslediğim iyi niyetim nasıl da sömürüldü. Nasıl da renklerini çaldılar gözlerimin. Nasıl da yabancılaştı her şey. Sızısı benliğimde solo atarken inleyişlerimi duymadı bu sefer kimse. Duyduğum her ses ise yabancı geldi. Belki korkumdan, belki de kalbimin kırıklarından. Aralarından yeni umutlar sızdıramayacak kadar körü körüne ne kadar da bağlıymışım. Nasıl da safmışım. Ne kadar ahmakmışım hep iyi niyetler üretecek kadar… Beddua etmemek için dua etmek gerekmediğini can kırıklarımda yalın ayak dolaştığımda anladım. Ve işte o zaman kayboldun asıl.

Hor kullandığın ruhumdan bir canavar yarattığını sandım önce. Sevgiyle bakan gözleri yaşarttığımda hüznüme ekledim acılarını. Hüznümün kinlenmesinden korktum. Kabuk bağlaması ve kinimi de kabuğun içinde boğarak öldürmeyi, bir sabah uyandığımda her şeyden kurtulacağımı düşünerek avuttum kendimi. Bebek ölü doğdu! Yitişini göremedim olumsuzluklarımın. Dil yaralarının iltihapları uzak mesafelerden arsız kuşlarca tırmaladı kulağımı. Kabul etmesi ne kadar zor olsa da asıl o zaman tükendin.

Severken bile itiraf etmekten korktum önce kendime. Yeni bir güne merhaba diyemeyişim de bundandı. iyi de olsa kötü de olsa yeni bir merhabaya ne kadar da susamıştım oysa. Tekerrürler ve ihtimaller denizinde gömdüğüm sadece umutlarım değilmiş. Sonsuza dek kaybettiğimde anladım. Acınası heybetimin devasa gölgesinde soğudu dünyam. Üşüdü ruhum. Bu sefer giden olmadan uzaklaştı beklediğim. Biz dururken dünya döndü ve aldı götürdü. Her şey bir zamanlamaymış. iyi de olsa kötü de olsa sadece zamanlama. Öğrenmenin başka yolu olmadığını doğru yolu kaybettiğimde anladım.

Zaman hep acımasız. iyi de olsa kötü de olsa yaklaştığı şey sadece sonlar iken bitmesine izin vermediği tek şey gözyaşlarımdı.

Hıçkıra hıçkıra hüzünlenirken gülüyorum bazen. Ölümümden dönerkenki duyarsızlığın geliyor aklıma. Oysa nasıl da sakınırdım seni kendimden bile. Şimdi hepsi anlamsız birer boşluk. ince bir sızı kaldı o günden hatıra. Birkaç satır da yazı gözyaşlarına bulanmış mürekkebiyle. Kazanmak çok zormuş. Sen beni yitirdin, ben de ne olduğunu iyi de olsa kötü de olsa asla öğrenemeyeceğim bir şeyi yitirdim&. Kazanacağım yenilgi de olsa başrolünde olmayı çok isterdim. Muhtemel sonları yazdım, oynadım, ezberledim. Ama yeşile boyanmadı bu sefer. Kahvenin kahpesi, yeşilin katili oldu. Toprakların kahverengi olmasına şaşmamalı.

Öylesine yoruldum ki. 500 yaşında hasta bir ihtiyar gibi ölüme açım.

26.09.2008
13:07

uğur yaman
mersin'de ataş'ın da bulunduğu semt.
"ya rab"

Saçlarımı okşa ya Rab! Sevgilerden demet demet bahçelerimi yordu düşlerim. Renklerimi uzaklara saldığım karanlıklar ağırladı. Sözlerimi bir isyan faslında uyuşmuş ciğerler çoğalttı uykularında. Açamadım içimi yağmurlara. Geceler ağlattı. Geceler hırpaladı yüreğimi. Yüreğimi okşa ya Rab! Renklendir gecelerimi ve döndür sabaha. Biraz beyaz biraz da kırmızı kat. Günahlarımı affet ama affedebileceğin günahlar işlememe de izin ver. Hayat yenilerken kendini beni eksik bırakma. Beni Bensiz bırakma.

Heyecanlarım umrumda değil. Bağışladım hepsini. Hayat yenilerken kendini beni eksik bırakma. Beni sensiz bırakma. Sessiz uykularımda sokaklarımı doğan güneşle uyandır. Güneşimin doğmasına geç de olsa izin ver. Benden önce tanırken kendimi, senden sonra acılarımı kaldırabilme gücünü ver. Yalnızlığım gücüm. inleyişlerimi eksiltmeden dayanma kudreti ver. Senden sonra da Ben kalabilmeme izin ver. Ve beni bağışla tanrım. Gözyaşlarımı isyan sayma sakın. Ve içimde O'na daha fazla yer ver. Acısı umrumda değil, Sadece dayanma kudreti ver.

Geçmiş zamanlarıma sadakatim. Silmesine izin verme zamanın. Dalga geçseler de, kaçışlarıma yüzlerce sebep yaratsalar da her zamanki gibi pembe düşlerime umut ekmeme izin ver ya Rab! Zaman silmesin, silemesin. Varsın lekeleri olayım. Varsın suçlu, hatalı, yadırganası hataları ben olayım. Onur duymama izin ver ya Rab! Unutulmamaya değil ama unutmamaya izin ver.

Gözyaşlarım dinecekse sabah da olmasın. Sadece dayanma gücü ver. Çiçeklerim sevda yaşatmaya devam etsin cesetlerinden. Yaralı yüreğimi aşkın içinde canlı tut ya Rab! Yüreğimin beklemesinde bağılılığını sorgulatmadan ruhuna dokunmasına izin ver. Bırak inanayım. Bırak ben kalayım senle dolu olarak. Onlara da yer ver, onlara da can ver. Ruhumun taşan cümlelerinde virgüller saplansa da kalmalarına izin ver.

Akıp giderken cennetim, bahşettikleri cehennemlerinde sevmeme izin ver. Bırak günahlar bana, mutluluk onlara kalsın. Sonsuzluğumda içlerine uzayan dallarımı çiçeklerle donat. Bilmesinler. Beni acılara kat. Beni yalnızlığa kat ama onlara dokunma ya Rab! Günahlarımı yüreklerindeki aç kuyularına at. Ve bağışla insan olamadığım için. insan doğup insan kalamadığım için. Saçlarımı okşa ya Rab! Şefkati sende bulayım. Yaslandığımda korkmayıp, sevdiğimde ağır yüklerimi uzaklara götürmeyeyim. içimdesin.

Sevişirken yorulduğum yalnızlıklarımda beni bırak ya Rab! Peşlerinde kalayım. Sürünerek aşındırdığım izlerinde vaat ettikleri cennetlerinin hayalini kurayım yalan olduklarını bilsem de. Uzaktan bakarken hayallerime gülüşlerini duyayım. Sözlerim bırak yaralı kalsın ya Rab! Mutluluk bilmeyeyim. Yalnızlık aşktır artık. Gönlümün yatağında sabaha düşlerimle uyanayım. Tuzak yollarında çağırmaları yalan bilirim. Bırak tuzaklarına takılayım. Kanasın kapanda sıkışan ayaklarım. Çığlıklarımda bile yabancı ufuklara yolcu seslerini duyayım. Bulmak kolay olmasın kavuşma olasılığı olmasa da. Yalanlarına kanayım.

Onu anlatan aşklarımı masallarına mısra yaparken gözyaşlarımı sil ya Rab! Bittiği yerde yeniden başlasın masallarım. Zaman değişirken hüznümü düşlerine gam etme ya Rab! Gurbet limanlarımda yazımı mavi nazarlara yapıştır ya Rab! Kaybolan ben olayım çaresizliklerde. Bana dayanma gücü ver. Dünyasına açılan kapısında ellerimi tut ya Rab! Ağlatan aşklarımda yağmurum ol. Acılarımı içime yüklerken ruhumu okşa ya Rab! Çiçeklerle içine kanayayım. Demet demet sunayım. Beni aldatan şarkılarımda gecelerin bana gülmesine izin ver ya Rab! Elmas tanelerim düşerken hüznüme, saçlarımı okşayarak acılarımı gizlememe izin ver. Çiçeklerle kanayayım içine. Ve hep güçlü kalayım ölürken bile. Yeniden doğmama izin ver ya Rab! Acılarıma dokunma, içinde kalayım. Dayanma gücü ver.

Aykırı bakan inanışlarımda bana inanma gücü ver ruhumu sömürmeye niyetli yalanlara rağmen. Kahırlarımda aşklarımla doğmama izin ver. Anlatamadığım adımlarımda dışımı anlatan kırıklıklarımda anlayışlara yol verme. Yolu aldatma nöbetlerine kovalayıştı geceden beri. Aldanışlarıma izin ver. Aldatmalara değil. Gurbeti çürüt yeni acılar için vuslatı da uykulara bağışlayarak. Rüyalarımın korkularına izin ver ya Rab!

Zaman durduğunda hayretlerimde, ellerim tutulurken kilitlenerek heyecanımı doğur ya Rab! Sevgiyle elvedalara izin ver. Kapanan gözlerimde mavi geceleri özgür kılarak taçlandır pembe düşlerimi. Sevgiyle kanatlı acılarıma yol ver. Ardından koşsun ama yetişemesin. Vuslatı doluşudur zamanın. Bitişidir rüyanın. Düşlerimi öldürme ya Rab! Ahireti olmasın beklemeye müsebbip. Sabırsız bir sabırla insan kalmama izin ver zayıflığımı acılarıma sebep kılarak. Gidişi üşütürken, daha fazla hissetmek için yoksunluğunu, zamanı durdur ya Rab! Daha fazla onla dolayım bedenimle yaşamak zor gelirken. Ruhuma ışık ver. Acıma yol ver. Anlattıkça eskiyen yaşananları, yaşatarak canlı tut! Unutmama izin verme. Kendilerini severlerken, onları sevmeme engel olma ya Rab! Ben dünlerinde, onlar düşlerimde yaşasın. Bilmesinler. Bilmesinler ya Rab!

09.05.2008
05:12

uğur yaman
--spoiler--
canı acıtan şeylerin karalandığı duvardır.
--spoiler--

"ertelenmiş pişmanlığın"

"söylendiğinde pişmanlığının garantisiyle gönderilen her kelimeye bir cevap bulunurdu belki, kendine tercih ettiğin kör gidişinde bana da seçilebilir bir fırsat sunabilseydin.

Ama olmamalıydı. sen hep günahkar, bense hep itaatkar kalmalıydım. Bana biçtiğin rol bu idi kendince. Benim tercihlerim senin yanlışlarına takıldı. Doğrularım ise hiç umrunda olmadı "Ben" diye zihninde yer ettirdiğini iddia etsen de. Sen talihsiz adımlar çıkmazı idin, bense bir bilmece idim sana göre.

Oysa gizemi kaçmıştı değil mi? Köşe bucak sıkışmana neden olan tercihlerim, inkar bile edemeyeceğin kadar hırçınlaştırmıştı seni. Oysa niyetim sadece sana yardımcı olmaktı. "Ben" olamayıp yanında bir başkası olarak kalmaktansa, senin "Sen" kalabilip zarar görmemen için senden vazgeçmeyi göze alabilmiştim. Bir başkasına dönüşmeden ve her şey eskisini aratmadan.

Gitmek istemeyişimi anlamadın. Giden benken bile ardından bekleyebilenin olabilmiştim. Sen dolu-dizgin tüketirken umutlarımı, ben sana ağlayabilmiştim. Kahretmeden ve unutmadan. Uyuşturmadan. Yüzüme konuşma cesaretini gösteremeden ertelediğin pişmanlığın, umarım daha fazla acıtmaz canını. Umarım".

24.08.2008
06:05

uğur yaman
--spoiler--
adam olmak ağrısının düğümlendiği duvarlardır
--spoiler--

"adam olmak ağrısı"

nümude variyetlerin mudemmiri olan mütecebbir cehalet, nusafet misali bir rüzgar ile savrulmayı da beraberinde getirir. hileperdaz suretlerin yüreklere nakşedilmiş kabes iştigalleri, desiselerin meşgalesinde zuhur eden aldatmacalarını rebabi ustalığı ile oyalayabilir. ne rebabıdır müstemlekecisi, ne de rebabisidir nemalananı. gerçekleri bertafsil gören gözler, şüphesiz mahalakallah temaşaların gülüt maskelerinde nümude-i endam eden emarelerini görecektir.

selibinde dahi gizlenemeyen gerçekler, ahterşinas istidatı gerektirmeyen bir açıklıkla peyrevine ayan beyan arz-ı endam etmektedir. hicazetin temaşası, kilukale müsebbip beklentilerin yollarında, rehaverdi jengar lakırdılar hasıl etmemek üzere en'cam'ı bulmaktandır.

tarihe notu düşüle.

12 şubat 2009
01:38

uğur yaman
--spoiler--
bazı tarihleri yüreğimize oyduğumuz gibi oyduğumuz duvarlardır
--spoiler--

"2 temmuz"

bak sevgili, bugün 3. yılı. 3. yılı o kutsal mutluluğa merhaba deyişimizin. sen terk etsen de, ben sandık sandık biriktiriyorum özlemimi. bir anlamı olmayacak biliyorum senin için. sebep ve sonuçlar arasında gel-gitler yaşayıp kafa da patlatmıyorum artık. olanlar ile olması gerekenlere üzülmek her ne kadar elimde olmasa da, düşünmemeye çalışıyorum. ve ben hala seni unutamıyorum. enteresan ama benim için bile bir önemi var mı diye düşününce, içinden çıkamıyorum. ruhunla kutsanan ruhum, bana kayıtsız ruhuna eminim artık bir yabancı. ben sadece seni yaşıyorum. ne senden bir şey bekleyerek, ne de bir şey umut ederek. arzuladıklarım mucizevi bir şekilde sarılsa da bana, kabul edebileceğim bir şey değil artık. hep derdim ya, ben sadece onurlu kalabilmeye çalışıyorum.

bugün kepimi attım. sensiz. o da koydu. aynı güne gelmesi de enteresan. eksik olan sendin. ve tamamlayamayacak olan da. kirlendi bazı şeyler. çocuk gözlerle bakmayı özledim. ben küçükken babamın"her şey iyi olacak oğlum"demesini de. dağ gibi yüreği iki ayda öylesine yoruldu ki.

bugün 2 temmuz.

ne kadar da farklı hayal etmiştim oysa. boğazımda hala düğümünü çözemediğim ahlarım, eyvahlarım. ve ben boktan bir durumda bu güzel güne gözyaşlarımı katık ediyorum. erkeklik eğer söylendiği gibi ağlamamaksa, fahişelerden de beterim. ama dedim ya ben sadece onurlu kalabilmeye çalışıyorum. elimde kalmasına uğraşacağım yegane hazinem o. yitirmektense yok olmayı seçeceğim yegane hazinem o.

sağ ol, uzak ol, iyi ol. beni görmesin gözün, tutmasın elin. ama her şeye rağmen yaşanacak tek mutluluk varsa onu da benim yerime sen al. ben sadece onurlu kalabilmeyi istiyorum. gerisi tanrının lutfudur bana. affetsin beni. sızım kahretmelerime sebep olduğu için bağışlasın. bana onurumu eksik etmediği için ve 2 senemi seninle süslendirdiği için minnettarım o'na. acım bazen yükünü kaldırmakta zorlanacağım kadar ağır.

bugün 2 temmuz.

kaybettiğim tüm mutluluklar seninle olsun. canın sağ olsun.

2-3 temmuz 2008
??_03:35

uğur yaman
----------spoiler----------
babaya hasret piçliğimizi karaladığımız duvarlardır.
----------spoiler----------

"baba ve piç"

hiç okşanmamış, hiç öpülmemiş saçları vardı. kucağına oturtulmamış ve "oğlum" diye sevilmemişti. oysa belki bir gün koklanır diye hep en güzel kokan şampuanlarla yıkanmıştı. hep öpülüp koklanmaya hazırdı. hep masumdu, hep temizdi, hep sevilesiydi. yıllarını biriktirdiği köşelerinde kırıklarının sivrilerini saçlarına yol olmuş gidişlerden hep sakınmıştı. tevekkülsüz bir duaya acınası bir son hak etmemek için hep masum ve korunasıydı. hep sevilesiydi.

öpülesi saçlarını öpesi dudaklar günahla kirlendiğinde, yılların özlemiyle yanıp tutuşan hasretini bir sandığa kilitleyecek kadar da asildi. okşanası saçlarına dokunacak eller günahla yıkandığında, ukdelerini onurlu bir yaza saklayacak kadar da sadıktı. özlediği hep babasıydı. kollarında küçülttüğü dağ gibi adam değildi babası, sardığında çocuk gibi gözleri ışıldayan ama dili lal olmuş adam değildi babası; kucağında küçülüp kollarında sıkılmayı beklediği adamdı...

sağanak yağan sevgilerinden bir buket de şahsına münhasır bulabilmek arzusuyla yanmaktı piçliği. hayatının günlerinin 100'de !'i kadar karşılıklı akşam yemeği yiyememekti belki de... belki de çocukluğunun, beklenenle apartman kapısında karşılaşarak sabahları, yitirilmesinden hasıl olan bir hadiseydi. bir yanı özlemek, bir yanı beklemekti piçliğin. ikisi de hiç geçmedi. ikisi de hiç bitmedi.

en çok, değiştirilmiş bir cekette bulunan 2 sinema bileti dağlamıştı yüreğini piçliğin. piçliği hiç bu kadar piççe hissetmek olmamıştı. hiç bu kadar zoruna gitmemişti özlemlerin. babayla omuz omuza o sinemada oğul olmalıydı oysa... ruhunu kiralayıp etini satan bir kahpe değil. o sinemada oğulun saçları okşanmalıydı, oğulun yanakları öpülmeliydi.

zaman, çocukluğu da tüketirken evlatlığı tüketememişti. beklemek aynı beklemek, özlem aynı özlemdi. şaşılası şey, yaşanmamış şeyi özlemekti. hayatın cilvesi acımasız bir oyun oynarken, yüzleşmelere hazır hissedilemeyen beklenen gerçek, piçliği katmerlemeye niyetli cellat gibi adım atıyor; oğul yine her zamanki gibi dua ediyordu. hastanenin soğuk merdivenleri; özlemlere, dualara ve gerçeğe köprü kuran sessiz bir şahitti. kahrolası sebeplerle çıkılan taneleri, sadece alışıldık piçliğe razı inişlere şahit olması dualarıyla kim bilir kaç kere yorulmuştu... o en çok kahredilen piçliğe razı oluş da buydu.

piç kere piç olmaktansa baba ve piçi kalabilmek evladın dileği. lütfet ya rab!

29.12.2008
23:56

uğur yaman
---------------spoiler---------------
rüyalarımızı da kazıdığımız duvarlarımızdır.
---------------spoiler---------------

"pamuk tarlası rüyası"

ne kadar benciliz! bir dilencinin avuçlarında dindirilen vicdanımızla gelecek güzel günlere dualar ve sevaplar satın alırken, kendi güzelimize yatırım yaparken; o dilencinin yitik ezeliyetini düşünmeyiz bile. rahatlattığımız ve rahatlatmamız gereken bir şeylerimiz hep olmak zorunda değil mi? oysa ne hatırında kalacak bir iz, ne de beklediği bir umut hiç olamadık.

bu, masalın bir kesiti idi sadece. onlarca alakasız hikayenin ardı ardına sıralandığı ardışık kümenin bir kesiti. hikayenin bir bölümü de ardımda kalan bir şehirde geçiyor. parçalanmış hayatların dikimevidir belki de terminaller. bu düğümü orada çözüp, olması gerektiği gibi bağlamaya oradan başladım. yaptığım sadece anlamaktı, anlatmasına izin vermeden. belki de süslemeden anlatılmamışı anlamanın en doğru yoluydu seçtiğim. anlamak için anlattım, anlaması için yaşattım. sonra da hikayenin ortasında kendisine biçtiği role odaklandım. o, kendi oldukça, bana kalan sadece izlemekti. mekan değişti, zaman değişti, duygular değişti ama roller aynıydı. değişmesi için gerek var mıydı, belki de cevabı aranan sorulardan biri buydu.

dilenciyle aslında ikinci perdede, yani şimdi karşılaştık. karışıklığı severim. düzeltmeye çalıştıkça, konsantrasyonumu canlı tutarım. bunun için karıştırırım belki de. karıştırdıkça düzeltir, düzelttikçe yeniden bozarım. ama sanırım bu sefer, başkalarının bozduğu bir şeyi burada düzelttim. her şey olup biterken, kaçamak bakışlarla süzdüğüm gözlerinde, nefreti ararken şaşkınlığı buldum. iyiden de iyi, güzelden de güzeldi. sonrasında hikayenin geri kalanındaki tüm karakterleri, bu dikimevi masalı için yarattığımı fark ettim.

aslında hiç yoktular. olsalar bile bir şeyi değiştirmezdi. kesişim kümesinde paylaştığımız bir şey belki de hiç olmadı. onlarcasından ziyade, figürandan da figüran bir dilenciyi sahneden bu kadar göze sokuşumdaki isyan, nefret ve kurgudaki o ince ayar; aslında fark edilmişliklerin üzerlerindeki giysilerini çıkarıp, seksapelini göstermeden bir doktora soyunur gibi en sade haline kalışına bir hazırlıkmış.

sonrasında mekanlar değişti, mekanlar değişti. her şey akıp giderken, ruhuna giydirdiğin giysileri birer birer soyundun. gözlerindeki perdeleri kaldırırken, gözlerime de bir köprü kurdun. gün ışığıyla parlayan saçlarını gecenin mavisi karartamamıştı. ışıl ışıl ruhun taşıyordu gözlerinden. pamuk tarlasına düştüm sandım önce. alabildiğine beyazdı gördüğüm, mavisi ve hatta kahvesinden de sıyrılmış. renklerini süzüp yaratılmışlıklara akıtılmış. oysa yaratmadan olduğumuzmuş beyazı. tekrar hatırladım, tekrar anladım. pamuk tarlaları gördüm sandım önce; beyazı, diğer tüm renklerinden arınmış. oysa gördüğüm, aradığımmış. alabildiğine beyaz, alabildiğine beyaz... bizden öte, bizden ziyade...

06.10.2008
17:34

uğur yaman
---------------spoiler---------------
yakarışlarımıza şahit duvarlarımızdır.
---------------spoiler---------------

"dön gel"

bak sevgili neleri eskittik. neleri kaybettik, yitiremeden içimizde kalanları. nelere eyvallah dedik en olmayası zamanlarda. kışlara niyetli baharlarımız ve gözyaşlarımızla sulandı dev yalnızlığımız.

kahve gözlerinde kaldı gözlerim. ipek saçlarında saklandı nefesim. yüreğimin emanetinde korkular sarsar benliğimi. ziyan ömürlere nazar varlığım bağlanır sana. encamına dayanarak ayrılıkların, temiz sayfalarını renklendirmek ister deli deli. istiskal etmeden yaratılmışlığımı, sana koşuyorum amansız. yayla rüzgarı şefkatiyle okşuyorum bıraktıklarını.

kahrolası bir zamandı seni benden alan. tenimin, kemiğimin acziyetiyle ruhuma bakan... acımasızca bizi ağlatan... saatlerimin rengi karanlık bu puslu gidişte... koşup koşup ulaşamadığım bir bekleyişte... bir "sen" olamadım... bir "ben" kalamadım... derin bir çizgiydi içimize oyulan. ötesini yok sayıp benliğimize kazılan... şimdi yaşama vaktiydi oysa. süreksiz bir duraklamada virgüllere müptela olmuşuz. acıyla yoğrulup, yanlışlarda ısrar etmişiz. şimdi ellerim boşlukta. karanlık yalnızlığımda seni bekliyor. dön gel! neredeysen gel!

10.10.2007
01:15

uğur yaman
fidelcastro yazar kişisinin veya uğur yaman kimse onun duvarıdır.
---------------spoiler---------------
merhabaya niyetli arzularımıza şahit duvarlardır.
---------------spoiler---------------

"kır zincirlerini"

gidenin ardından uçsuz bucaksız bir el sallayıştı benimkisi. bilinmezliğe açılan kapıdan kırık kanatlarımla boşluğa bırakmışken kendimi, şefkatli bir dokunuştu ruhumu uyandıran ve yüreğimi okşayan… sızısı benliğimde solo atarken, yakarışlarımı bir sen duydun o karmaşada. çığlık çığlığa boğuştuğum hüznümü bir yangında bıraktın. yalvarışları bile kandıramadı aldanışların… bu bizim gecemizdi. ilk defa umutlarımı göklere böylesi ektim ve gözyaşlarımla suladım. mutluluktu parça parça kırıklarımı tamir eden… ilk defa böylesi inandım, ilk defa böylesi taptım yaratıcıya. senin varlığındı ateşler içinde yandığım cennetim. sızan tüm umutlarımızı topladım avuç avuç. bir anda unutmuştuk acı çekmenin yorgunluğunu. yaşamak mıydı böylesi güzel, yoksa seni bulmak mıydı ölesi derin…

kalbimizin kırıklarını topladık birer birer. sağlam kalan zerrelerini birleştirdik. harmanlayarak ruhumuzun hücrelerini, tek yürek olduk ebede intikal. ölesi masumiyet, ölesi mağrurluk ve ateşten gömlekti varlığımızı yorgan yapıp saran… içlerimizi döküp sel olduk katillerimize. yayla rüzgarı şefkatiyle okşarken duygularımızı, intikam hışmıyla yorduk bozgun aşkları. yenilgilerimizi yitirdik birer birer.

hasretlerin bulutunda kaybolan güneşimizin gölgesiyle uyuduk. çırılçıplak ve sımsıcak bir dokunuştu yüreğimizi öpen. sözlerin cümbüşüyle ayaklanan kalp atışlarımız, aynadaki bize ağlıyordu yatak döşek. sen miydin aynadaki yüz, yoksa ben miydim aynadaki iz? doğuşu, birbirinden kopuşu muydu ruhlarımızın? usanmadan aradığım bilinmezlik neydi? neden kayboldu içimdeki bu arama sevdası ansızın?

hayallerimizin denizinde göğe açılan bir kapıydı seni yaşamak… hep içimde sakladığım seni ilk defa gördüm. ilk defa böylesi asi, ilk defa böylesi özgürdün… ta derinlerimdeki mezarından dirildin, hesap sordun kahroluşlara. can verdin ruhuma ve yoldaş oldun yarınıma. şimdi hangi nankör geçmiş unutturur seni? hangi ebedi düşmanlık korkutur da, diken olup yarınıma vazgeçirir senden? hangi umarsız bedel yerini alma cüretini gösterebilir ve hangi acımasız engel buna göz yumabilir? hangisi söyle! sensiz azapların hasreti dağ olmuşken böyle deli deli, hangi intikam yıkabilir sana olan inancımı? yüreğimin namusu meydan okurken zamana, hangi aptal gerekçe ayırabilir seni benden? hangi mevsim koparır yapraklarını ve akıtır acısını gözlerimizden ?

bir zafer melodisi uzaklardan kulağıma çarpan. titrek titrek, adım adım yaklaşan. dinle! yeniden doğuşumuzu kutluyor kalp atışlarımız. kavuşmamızın şerefine göğüs kafesimizi dövüyor hazin hazin. son yolcu da bindi, sonsuzluğa açılan ebedi yolculuğumuzda. daha dün “elveda umutlarım” diyordum kan revan içinde ve bir bilinmezin pençesinde, şimdiyse sahnenin tam ortasında sana susuyorum.

zifir karanlıktı günlerimi sandık sandık saklayan ve beni aç susuz bir yalnızlığa mahkum eden. bir gece, bir deniz, bir de ay vardı yüreğimdeki fırtınada bana destek olan. ay ışığı denizde yürüdü, açıldı ufuklara ince bir yolda. adını oradan aldın. sen miydin umutlarıma giden yol, ya da umutlarım mıydı ufuklardan içime akan… içimize akıttığımız duygu yüklü gözyaşlarımızın pembe hayalleri, bir elmas gibi çıktı mabetlerimizden. diğer adın da bu olmalıydı. kaybettiğim yaşama arzularım yepyeni hayallerle çıktı gökyüzüne. bir yıldız gibi göz kırparken umutlarıma, sonsuza kayışıyla toplandı yıkıntılarım. enkazdan çıkan benliğimi sana topladım demet demet. kokusu sinsin ciğerlerine, içinde yaşasın bundan böyle.

ruhlarımızı kutsadık ruhlarımızla. sarmaş dolaş bir danstı yarına merhaba diyen ayinimiz. belki düşünü gördüğümüz, belki de yasını tuttuğumuz. varlığımız kanatlansın! çok uzak diyarlarda ve kimsenin bilmediği o ıssız yerde, ütopyamızı yaşatsın. içimizde coşturduğumuz düşler, "saklıkent"in incisi gibi gerçekliğe şahitlik etsin. riyakar dünyanın asil evlatlarıyız biz. damla damla biriktirip, birbirimize sunduk gerçeği. sabırla ektiğimiz deniz büyüdü. şimdi dalgalanma zamanı. belki yüzmeli serin sıcak, belki de bırakmalı arzuların koynuna. hasretlerin kışı döndü bahara. yazın sıcağını yaşamadık daha. baharı bile titretirken içimi, görmez gözüm köşe bucak enginliğini… hayali bile aklımı alır benden, sana götürür yeniden… merhaba engin deniz, merhaba düşlerim..! açın kollarınızı size geldim..!

14/09/2006

uğur yaman
---------------spoiler---------------
gözyaşlarımıza müsebbip aldanışların kandıramadığı duvarlarımızdır.
---------------spoiler---------------

"adanmış gözler aldanmış bir kalbin yanlışlarında boğulur"

bir kırılma noktasıydı onlarcasından farkı onlarca detayda gizli olan. sarmaşık gibi bedenimin içinde tırmalanıp durmak bilmeyen o hisler kümesini boğmalıydı... birileri buna gömmek demişti. gömdüğün şey içinde kaldığı sürece tırmalamamasını istemek bencillik miydi yoksa asıl bencillik tırmalamayıp anılarıyla unutulmasını ve verilmesi gereken değeri vermek istememek miydi?

ne kaldı ki geriye! varlıklarından habersiz onlarca şiir oraya buraya saçılmış. ağır yaralı mısralar, yanaklarımla yoldaş... ben’den öte bir ben gizlediğim ve benden ziyade bir ben, nefes aldığım...

duvarlarım! adını karaduvar koyduğum duvarlarım. görülmez duvarlarım üzerindekilerden. hislerimin resimlerini mısra mısra taşıyan duvarlarım... içine hapsederken bile anılarıyla okşayan, anılarıyla işkence eden duvarlarım... birkaç damla kan saçıldı gözüne ve bir ok daha saplandı yüzüne.

üç şehir, bin günah ve bir dua... haklı olan hangisi? masumiyet rolü kimde bu hikayede ? kim yazdı, kim oynadı ve kim rolünü sevdi? sorular sormak hep bana düştü geceden beri... cevaplamak da, söyletmeden, sorgulatmadan, geveze çenemi susturmadan konuşmak da bana düştü... oysa ne çok arzuladığım şeymiş susmak... susturulabilmek! ölesi masum ve ölesi derin dinginliğimde hissederek anlamayı kenara bırakarak dinlemek... insan gibi... sonsuzluğumu ardımda bırakıp ölümlü gibi dinlemek ve dolmak verdikleriyle...

tatlı bir nefese bir hayatı takas etmekti dileğim... saklı kentten ciğerime gönderilen mutluluğa hayatımı adamaktı düşlediğim. sonsuzluğumu ve ölümsüzlüğümü bile hiçe sayarak tekamüle yol vermekti... avuçlarının arasına sığdırabileceği kadar küçültmek ve gözlerinin ufkuna dar gelecek kadar adamaktı hayatımı! istiskali, anlamsızlığı seçimlerinin...

her adımda iki pişmanlık ve her pişmanlıkta en az iki seçim... tercihlerimi onlara bıraktığım bir geçim... şıklarda tek doğru "hiçbiri" seçeneği seçebilecekler için! "adamış gözler aldanmış gözlerin yanlışlarında boğulur..." işte hikayenin özeti... "tercih edilmemiş yanlışlar, adanmış bir hayat oldukça kabuldür..." işte bu da sebebi...

06.05.2008
23:11:53

uğur yaman
---------------spoiler---------------
kızgınlıklarımıza kucak açan duvarlarımızdır.
---------------spoiler---------------

"tapir"

tapir! yüklendiğin yoksunlukların ağırlığıyla boşluğa düşüyordun. hiç olamamıştın, hiç nefes alamamıştın. arzuların yitikti. sen bitiktin tapir! düşlerin bile olmamıştı, içinde kendini salacağın... hayal edecek bir kıvılcımın bile yoktu yanmaya dair. kimsesizdin, çaresizdin, kimliksizdin. tapir! yapayalnız sessizliklerin bileşim kümesiydin. fare tıkırtıları bile olmamıştı gecelerinde seni mutlu eden. sevilmemiştin, sevememiştin. hep ihanetlerle kavrulmuştu yüreğin. hep kaçmaya niyetlenmişti umutların. tapir! bir gel-git'in ortasında onurunu meze etmiştin boşalan şişelere. başlangıcı olamamıştın var oluşların. kahrolmuştun, yıkılmıştın... tapir! kimse sevmemişti seni. hep yalanlarla kandırmışlardı. koparmışlardı benliğini. hapsetmişlerdi kendilerine bir köle gibi. kendine güvenini yitirmiştin tapir! gözyaşlarının deniziyle yelken açmıştın umutsuzluklara. karamsar dünyanın ışığı yoktu. ihanetlere alışmıştı gururuna mendil satan aldanışlar. kalkamadın, var olamadın, doğamadın yeniden tapir! kendine düşman kesilmiştin. bir dalın bile yoktu tutunacak. bir dostun bile yoktu seni anlayacak. başını topraklara gömmüştün utancından.

tapir! bir sen yarattım yokluğundan. hayalkırırklıklarını aldım zavallı geçmişinin. acılar denizini kuruttum ansızın. dindirdim acılarını ve çekip aldım umutlarını işkencelerinden... onursuz yaşamını çekip çıkardım sarhoş bitişlerden. olmayan sabahlarına ışık oldum, inleyen gecelerine türkü oldum, umutsuz karamsarlığına beste oldum. tapir! bir sen yarattım sensizlikten. nefes aldın, yürüdün, kendine geldin! tapir! ilk defa kalp atışlarınla inlemişti dünyan. göğüs kafesini kalp atışlarına dövdürmüştüm. korku değildi bu çığlıklar. isyan değildi bağırışlar. mutluluğu öğrendin. acıyı unuttun.

tapir! ilk adımın nankörlük oldu. ikinci adımın ihanet. tapir! şimdi kime inat bu gidişin? sensiz ölür müyüm sandın? unuttun mu, bir sen yarattım hiçliğinden! bana acı verebilir mi okların? beni devirebilir mi var oluşunu bile kavrayamayan onursuzluğun? beni yok edebilir mi yalanların? tapir! gerçek kalamayacak kadar yalanladın yaratılmışlığını. şimdi bu sızlanışın yoksunluklarından. aldığın nefesin tatsızlığından. yüzdüğün ihanetlerin çaresizliğinden.

tapir! şimdi yine ağlıyorsun biliyorum. yalanların uçtu gerçek belirdi. çünkü gözyaşlarının denizi ıslattı ayaklarımı. oysa ben kahroluşunla yıkanmayacak kadar asilim. tapir! kirli benliğinle yaşamaya alıştın tekrar. süslü masken düştü artık. yaşamak için tek şansını ihanetinle kaybettin. nankörlüğünle bitirdin umutlarını. tapir! kanlı gözlerin hala dersini almadı. bir aldanış bekliyor benden. ölüme mecbursun sen. tapir! ölmek yeni bir başlangıçtı. öldürmüştüm acılarını. şimdi tekrar doğdular. ölmek uzak sana artık. bitimsiz bir ölüm seni kucaklayacak. sonsuz bir bekleyiş seni yutacak… tapir! ölmekle ölüm arasındaki sonsuz farkı anlayacaksın şimdi. tapir!

20.06.2008
cuma
16:11:15

uğur yaman
---------------spoiler---------------
içimizde kaybolup yeniden can bulduğumuz duvarlarımızdır.
---------------spoiler---------------

"kara delik"

nasıl da dipsiz bir kara delikmişim meğer. nicesi ayna olurken umutlara ve yansıtırken ışıltısını gözlerinden, ben dipsiz bir "kara delik"im. olmasını bekledikleri yarın olup da bulmayı beklediğim yerde ellerini boşluğa bırakan dipsiz bir "kara delik"im.

seçmeyi düne bırakıp, yarınında aradığını yaratmak zorluğunu kolaylaştıran sonsuzluğumun gücüyle büyüttüm ufkumu. anlamadıkları varlığım değildi. anlatamadığım yoklukları, acziyetleriyle suskun erdemliliklerini boğan yitişlerine kurban oldu. hırçınlaştıkça parçaladılar. sonra kuyruklu bir yıldız gibi kayboldular. yüreklerinin sağlam kalan her zerresini, gerçeklerin yüzleşme arzulu kararlılıklarından kaçarak inlettiler. acı dolu yakarışlarıyla inledi kalp kıvrımları.

ellerim boş... yüreğim kudurmuş ve ..... ve dudaklarım çatlaklarında biriken özleminde saklıyor seni şehvetle, etrafını aşındıran yoksunluklarından. gel desem gelir misin? doğar mı günümüz batmamacasına... sadece perdeyi örttüğümüzde olmayan sabahlarımızı arar mıyız, tenimizi yüzdürürken tenimizde... günümüzü besler miyiz sevgimizle, unutmadan... trigonometrik bir açılımı toparlar mıyız bir mezure gibi her sarıldığımızda, aynı noktada buluşmak için... kalp atışlarımıza dövdürür müyüz göğüs kafesimizi...

03.02.2008
pazar
02:59:23

uğur yaman
http://albastropos.blogcu.com/KaraDuvar
"Niçin"

Yanlış bir öyküde yalnız bir yaşam... Yalnızlıkta ölesiye ısrar ederek yanlışları kabullenmemek... Ölesiye sitem etmek tüm sevgilere... Bizi biz yapan yapı taşlarımıza sırt çevirmek... Yüzümüzü ardına çevirip deli taylar gibi koşmak... Belki de kaçmak yüzleşmelerden... Yenilmekten korkmak... Ya da sonunda kazanmak bile olsa hatasız olduğumuz varsayımına ters düşmemek... Her yükleme ağır başlı ama dik mazeretler yüklemek... Acılara acı acı gülmek... Soyutlamak kendini nefes alan dünyadan... Aşkla doğduğu halde aşkına inatlaşmak... Gururla kabuk tutmak... Hırslara yenilmek amansız... Birer birer yitirmek tüm kaleleri... Zafer planları yaparken yitirmek... Önce kendini, sonra değerlerini yitirmek hazin hazin... Acıklı bir öyküye başrol oyuncusu olmak bilmeden... Elimizdekilerin anlamını bilmemek... Mutlu bir şarkı güfteleme çabasında acı bir şarkıya konu olmak... Nefes alamamak yavaş yavaş... Tüm olumsuzluklarla birlikte yanlışlara daha fazla sarılmak... Gurur denizinde boğulmak... Güneşi ardına alıp gölgede kaybolmak... Bir üçgenin köşesine sıkışmak ya da bir çemberin etrafında dolanıp sürekli aynı noktaya varmak... Duygu sömürüsünün orta yerinde önce kendini sömürmek... Kurguya ve yalana önce kendini inandırmak... Sonra da dikine çıkmak yokuşu... Ucunda bir uçurum olduğunu bile bile hızla koşmak... Sonra da atladığında yaradılışına ters düşmek... Kanatsız bir ruhun tanrısına isyan etmek... Özünden şaşmak... Asi olmak... isyankar olmak... Popülist bir gidişin dönüş biletini kaybetmek... Neleri kaybettiğini anlayamamak... Kendine güvenememek... Savaşmak yerine isyanla dolu kaçışlara aldanmak... Ucuz yoldaşlar aramak kendine... Varlığına düşman olmak... Zirveyi hayal ederken en dipte olduğunu bile fark edememek... inadına inatlaşmak... Kendinle inatlaşmak...

Peki niçin? Sonuçlarla uslanmayan deli gönlü inadına acıyla kertmek niçin? Yolunu seçme yetisinden uzak gidişini ders almalardan yoksun bırakmak niçin? Yitirmeleri yitirmek beklerken bizi, yitirmelere müptela olma gayreti niçin? Işık tutan dostlarımızı ahmak rüzgarlarda karartma gayretimiz niçin? Dirhem dirhem tüketerek umutlarımızı, kahpe aldanışlara kanışımız niçin? Kan kokusuna azılı yoksunluklara varlığımızı yem edişimiz niçin? içimizdeki çocuğu nefretle yüklemek niçin? Onu büyütmek bile aptallıkken, nefretle bir bilinmeze esir etmek de niçin? Esaretin koynuna hediye ettiğimiz benliğimizi kaybetmeye ısrarımız niçin? Çıkış yollarını dikenlerle dolduruşumuz niçin? Niçin sevmelere uzak kalışımız ve sevmelerden kaçışımız? Gelgitlerimiz niçin? Tek yürek bir birlik olmaktansa yalnız çoğunluğa kaçışımız niçin? Yüreğimizi unutuşumuz niçin? Her kalp atışındaki korkuşumuz ve celallenmemiz niçin?

Sevdikçe yaşamaz mı insan? O halde yaşadıkça sevmek yerine kin doluşumuz niçin? Koskoca dünyada bir başımıza acılar denizinde boğuluşumuz niçin? Bunca hatadan sonra gözyaşları döküşümüz niçin? Gururla kanatlı kibirimizi gözyaşıyla süslemek de niçin? Hakir gördüğümüz her cana sızı yaşatma arzusu da niçin? Acıyı var oluşumuzla değil, benliğimizle yaşamanın onurunu reddetmekle hak etmedik mi? O halde tertemiz insanlara bunu yükleme gayretimiz niçin? Niçin, kimin için?

07.08.2007
12:46:55
Uğur Yaman
"Kaç..?"

Kaç kahpe daha tanımalıyım umutlarımı karamsar bir şişeye meze yapabilmek için? Ve kaç iyimser tablo daha çizmeliyim ruhumun kanatlarından kopardığım onur yoncalarıyla?

Bir "Ben" yetecek mi hasretlerimi dize getirmeye? Fahişe aldanışlar inlerken günahların koynunda ve olmayan sabahlara, türküm yetecek mi elinden tutamadığım binlerce gidişi geri döndürmeye? Bir isyanım ürkütecek mi deli cesaretiyle kamçılanmış yenilgileri? Geciken sabahlarıma kaç şişeyi daha feda edeceğim, uyuşturmak için acılarımı? Kaç sabahı boğazlayacağım karanlık kuytularda? Kaç doğuşu öldüreceğim bir daha var olmayı denemeyeceğine inanmak isteyerek? Tutunamadığım kaç yoldaş ürkütecek beni? Arkama döndüğümde buharlaşan kaç damla gözyaşı kalacak yitirdiğim? Bekaretini kaybetmiş kaç onurun daha ardından ağlayacağım? Onurundan sıyrılmış kaç grur yeleğine daha savaş açacağım? Kaç cephe daha açacağım yitik ruhlara? Kaç nanköre indirirken gerçeğin sillesini, incineceğim solumdan ve vurulacağım sırtımdan? Kaç sayfa daha dökeceğim kalp kırıklarımdan sızan? Kaç parça daha toplayacağım yüreğimden kopan? Kangren olmuş zincirlerden kaç halka daha sökeceğim? Viladetine düşman kaç şiiri daha sızısıyla yaratacağım? Müktesebatı hazin kaç geçmişe daha rehber olacağım? Amaca haiz kaç sefere daha müessir olacağım? Muğlaklıkla beslenirken hainler, özünden şaşan kaç sapmaya daha sopa çalacağım?

Bu hazin hikayeye bir nokta koyamadık. Virgüllerle uzadı, ünlemlerle boyandı. Kendini kesme terimleriyle ilahlaştıran nice suretlere acıdık geceler boyu. Parantezler içinde düşündük, yüklemlerle karşı koyduk. Her daim bir özneydik. Bire on veremedik lakin yüzlerin ortasında yekpare durabildik. Kimi gün haykırdık, kimi gün ağladık. Gözyaşlarımızla sulandı izlerimiz. Bazı gün kemiklerimiz kırıldı. Yeniden dirildik. Ölmedik, göçmedik. Hep buradaydık...

25.07.2007
Çarşamba
15:40:58
Uğur Yaman
"ben seni seyrediyorum"

Zaman geçiyor. insanlar birbirlerinin kanını akıtıyor. Karanlığın koynundan, uzaklardan, cılız çığlıklar geliyor kulağıma. Sen uyuyorsun. Bense tüm hayranlığımla seni seyrediyorum. Ara ara öpüyorum yanaklarından, üşümüş kollarını okşuyorum ısıtmak ve sevmek gelgitlerinde.

Zaman geçiyor, insanlar birbirlerini öldürüyor, sen uyuyorsun. Bense tüm hayranlığımla yatağımda boylu boyunca uzanmış Kadınım'ı izliyorum. Sarı-siyah saçları dağılmış yastığıma. Kapalı gözlerinin düşlerinde kim bilir hangi yarına yolcu... Ölesiye meraklarım kurcalıyor pembe düşlerini. Her olasılığa bir renk seçiyor umarsızca. Düşlerimin boynunda hala dudağının izi... Sen farkında olmadan aralıyorum düşlerinin kapısını. Bir gelecek zaman diliminde buluyorum kendimi. Bir oda, içerisi eşyalarla dolu. Tam senin zevkinle döşeli. Senin evin olduğu besbelli. Ben buradayım, ya sen neredesin? Anlamsızca bakıyorum duvarlara. Bir anda ne olarak bu odada olduğumu sorgularken, konsolun üzerinde mum ışığında bir yemekte çekilmiş fotoğraflarımız çarpıyor gözüme. içim rahatlarken utanıyorum kendimden. Sonra içeriden o her duyduğumda yüreğimi okşayan sesini duyuyorum. Bana sesleniyorsun. Yanına gitmek için kapıyı aralıyorum. Sesine doğru adımlarımı atarken ne ile karşılaşacağımın heyecanı sarıyor içimi. Altın saçlı bir bebekle oynuyorsun. Kollarının arasında kayboluşu, ufaklığından değil sanki. Beni de içinde kaybettiğin sevgi denizin gibi bir berraklık var. O korkusuz, o sevimli, o masum bebeği bana uzatırken gözlerinin kahve ışıltısı kamaştırıyor ruhumun tüm ayrıntılarını. O anda o küçük kalbin ikimizden bir parça olduğunu anlıyorum. Kalp atışlarımın tüm vücudumu inletişini duyuyorum. Sade bir düşün engin ufuklarında olmanın hazzını yaşıyorum. Altın saçlı bebeğin ışıltısıyla doğuyor sanki yeni bir gün.

O anda düşlerin buğusu kapatıyor araladığım kapıyı. Bir anda sen yatakta uzanmış dururken, ben yanında terli bir şekilde silkeleniyorum. Neydi o az önce gördüklerim? Neydi o bir anda korkularımı dümdüz eden gerçek? Gerçekten düşlerinde mi kanatlandım ansızın? Mucize neydi? Tüylerimi diken diken eden bir anlamlılığın tepesinde sana bakıyorum. Zaman geçiyor, insanlar birbirlerinin canını yakıyor, sen uyuyorsun. Bense mucizelerin yamacında seni seyrediyorum. Kollarımın arasındaki varlığın oluşturuyor hazinemi. Kimseyle paylaşamadığım bir cimrilikle yanaklarına bir öpücük konduruyorum. Verdiğin nefesi topluyorum odanın her köşesinden ciğerlerime. Sıcaklığı ısıtıyor bedenimi. Sarı-siyah saçlarının mis kokusunu da ekliyorum üstüne. Pembe dudaklarının taze kokusu beni kendine çekerken, seni uyandırma korkusuyla hakim oluyorum kendime. Sen farkında olmadan ellerin sarıyor beni. ince bir dokunuşla kendine çekiyor. Göğsüne yaslıyor içinde sen dolu düşüncelerle yüklü başımı. Yumuşak bir öpücük konduruyorum göğsüne. Yorganı gereksiz kılan alevin sarıyor her yanımı. Sımsıkı sarılıyorum sana. Sonra tüm yaşadıklarımı bir kağıda sığdırabileceğim ümidiyle kalkıyorum yataktan. Hislerime susturucu takan bu acımasız kelimeler çalarken ayrıntıları, zihnimin bir köşesine kazıyorum tüm yaşadığım bu anları. Kelimeler birer birer dökülürken dahi gözüm sende. Hala kokunu duyabilecek kadar yakınım sana. Gün geceyi kovalarken, zaman hızla akıp geçiyor. insanlar birbirlerinin katili olmaya devam ederken, ben seni seyrediyorum. Yalnız seni...

03/03/2007
Cumartesi 03:50
Uğur Yaman
"Bir Ben Yarattım"

Yaşamanın yorgunluğu çöktü üzerime. Sorumsuz bir şımarıklık değil bu beni her şeye kahrettiren. Çırılçıplak bir düşün koynunda sabahlamak dileğim. Katıksız ve çırılçıplak. Düşlerimle sohbet etmek istiyorum sımsıcak yatağımda sabahlara dek ve zaman kaygısı olmadan. Nefes alışlarım zamanı ilerletmeden. Süreksiz bir duraklamada birilerinin dediği gibi sorgusuz sualler aramak istiyorum. Hayallerimin kimsesizliği acıtmadan benliğimi, kendime gebe bir yarının ben kokan dünlerinden sabahlamak istiyorum yarınıma. Hiçbir şeye ve kimseye mecbur olmadan, sadece kendimden sorumlu olabilmenin rahatlığıyla yaşam yorgunluğumdan arınmak istiyorum.

Ah bu bitmez aldanışlarım... Ah bu olmayan sabahlarımda kendimi düşünemeyecek kadar başkalarıyla meşgul oluşlarım. Bir gün hepinizi gömeceğim ters yöne esen bir rüzgarın kucağına. O alıp götürene dek sizi dünyanın öbür ucuna, nefes almadan koşacağım.
Her yeni güne başlamadan defalarca siz yaratmama rağmen kendimden, bir kere olsun yüzbinleriniz arasından bir "Ben" yaratamayışlarınıza takılıyım. Her hücremin gözeneklerine kadar beni sömürmek için üşüşmelerinizi izliyorum sessizce. Bu suskunluğum, kabullenmek değil savaşmadan bir yenilgiyi. Ben yüreğimin namusuna inanırım ve onurumdan güç alırım. O tertemiz, o düşlerimle kanatlı ay tenli onurumdan güç alırım.

Hiçbiriniz layık değilsiniz onunla yüzyüze gelmeye. Katiyetimin ardındaki dirayet, salt kibirlilikten uzak ben olma istikrarı. Ki siz bunu asla özümseyememiş olmanın kıskanç pençeleriyle tırnaklamaya çalıştınız hep. Beni sevmelerinizin ardında bile, ulaşılmadık bir elde etme arzusuyla beslediğiniz egolarınız vardı. Benimse sadece onurumla yaşamanın saf kaygısı. Ben yüzlerce sizin yaratılmışlığınızın koynundan kopup, bir "Ben" yarattım. Rahat bırakın artık beni. Ya da siz bilirsiniz. Tek arzum yüreğimin namusuyla yaşamak....

20/03/2007
Pazartesi 00:32
Uğur Yaman
"ertelenmiş pişmanlığın"

Söylendiğinde pişmanlığının garantisiyle gönderilen her kelimeye bir cevap bulunurdu belki, kendine tercih ettiğin kör gidişinde bana da seçilebilir bir fırsat sunabilseydin. Ama olmamalıydı. Sen hep günahkar, bense hep itaatkar kalmalıydım.

Bana biçtiğin rol bu idi kendince. Benim tercihlerim senin yanlışlarına takıldı. Doğrularım ise hiç umurunda olmadı, "Ben" diye zihnine yer ettirdiğini iddia etsen de. Sen talihsiz adımlar çıkmazı idin, bense bir bilmece idim sana göre. Oysa gizemi kaçmıştı değil mi? Köşe bucak sıkışmana neden olan tercihlerim, inkar bile edebilecek kadar hırçınlaştırmıştı seni... Oysa niyetim sadece sana yardımcı olmaktı. "Ben" olamayıp yanında bir başkası olarak kalmaktansa, senin "Sen" kalabilip zarar görmemen için senden vazgeçmeyi göze alabilmiştim... Adımında mutlu bir sebep olamamaksa yazılan, hüznü de silip atabilmeliydim... Bir başkasına dönüşmeden ve her şey eskisini aratmadan...

Gitmek isteyişimi anlamadın. Giden benken bile ardından bekleyenin olabilmiştim. Sen dolu dizgin tüketirken umutlarımı, ben yine de sana ağlayabilmiştim... Kahretmeden ve unutmadan... Uyuşturmadan... Yüzüme konuşma cesaretini gösteremeden ertelediğin pişmanlığın, umarım daha fazla acıtmaz canını. Umarım...

24.08.2008
05:09
Uğur Yaman
"Çıkamıyorum içimden"

Görüyorum... Belki anlatması zor, söylemesi imkansız, biliyorum... Geceden geçen dipsiz tünelin içinde sanki tutsaklığım... Özgürlüğüm yenik, umutlarım kırık, hayallerim donuk... Dualarla beslediğim dağların enkazında yüreğim... Düğüm düğüm dolandığım çaresizliklerimin dirhem dirhem kırıklarından sızıyorum bir bilinmeze... Oysa doğmalıydım yeniden... Oysa çıkmalıydım içimden... Çıkamıyorum içimden...

Kanırta kanırta hırpaladığım ruhumda, hoyrat fırtınaların fısıltıları korkutuyor beni... Gizinde sarmaşık olup perdelerime dolanmış bir sahipsizliğin yarattığı ürkeklikle üşüyen ufkumda, sızısını cellatların bile öngöremediği kadar misafirperverce ağırlayan bezmişliğimde; kimsesiz bir anahtar kadar yarınıma yabancı yaratılmışlığımın vahameti içindeyim... Ürkek göz kapaklarımın kıstırdığı ela ateşin boğulmuş kuytularında, aç kuyularına gömülme endişesi büyütüyor suskunluğu... Üşüyen uçlarım bana uzak... Çıkamıyorum içimden... Dağılmış, viran şehrimin ıssız sokaklarında kalmış sahipsizliğim... El değmemiş, ayak basılmamış tenha köşelerimde bile bir gün bulunma ihtimaline layık görülmemiş acziyetimin vahdetinde, sana birikiyorum.

Eksik kalan şeyler var. Yarım, tamamlanmamış, aciz, yoksun ve de sensiz... Kapıları kapalı yalnızlığımın. Açamadım daha. Bitiremedim hasretimi. Söyleyemedim derdimi. Süreksiz duraklamaların dizlerine dolanmış ağrılarım. Acıya kenetli "Sen" ağrısında umuda yabancı işkence çaresizliği bu. "Ben" yoksunu benliğimde "Sen"inle taşıyorum. Oysa biliyorum. Doğmalıyım yeniden, çıkmalıyım içimden... Çıkamıyorum içimden...

05.12.2008
01:35
------------------
13.03.2009
12:21

Uğur Yaman
"ay tenli melek"

ay tenli melek, hep masum ve korunası kalacaksın gözlerimde. gölgende kırılmışlığının izlerini arayacağım umarsızca. anne şefkatiyle kabuslarıma hıncımı büyütürken; hikayende masal, rüyalarında düş, yarınında yumuşak bir dokunuş olamamanın sızısını taşıyacağım istemeden. hayallerimin barajında gezinir talihsiz adımlar çıkmazı. her şeye inat, görkemli bir tablonun yaratılmışlığında lekelenmeden sade bir renk kalabilmekti hayat...

25.07.2007
17:56
uğur yaman.
"Üç Güneşli Gökyüzü"

Aslında her şey bir otogarda başladı. iki senedir kalbim ilk defa böylesine atıyordu. Kalbimin varlığını yeniden hissettiren kadına gidişim, adeta yeniden doğmuşçasına hafifletiyordu bedenimi ve ruhumu. işte ilk perde de bu sebeple istanbul Esenler Otogarı'nda açıldı.
*
Otobüsün önünde heyecanımı dindirmek için bir sigara içmeye karar verdim. Oysa bir süredir ara vermiştim. Bir büfeden bir paket sigara aldım ve onu düşünerek sigaramı içmeye koyuldum. yeniden yaşadığımı hissetmek gibiydi kalp atışlarımın varlığıma etkisi. iki senedir yasını tuttuğum kadın, sanki hiç yoktu. Unutmuştum sanki artık onu. Sanki artık her gece rüyalarımda görmekten vazgeçecekti onu benliğim. Acısını duymayacaktı daha. Yanmayacaktı artık deli deli.
*
Birden otobüse yaklaşan tanıdık bir kokuydu hissettiğim... Tanıdık, sevildik, koklandık... Bu iki senedir yasını tuttuğum kadının kokusuydu. Başımı çevirdim, gelen oydu. "Beni unutamazsın" dercesine karşıma çıkmıştı birden. Otobüse yaklaşmış, bavullarını görevliye vermişti. Sonra beni görüp yanıma yaklaşmıştı. Merhabasıyla şaşıran algılarım, tesadüfler çıkmazında olan biteni anlamaya çalışıyordu. Havsalası dağılmış düşüncelerimde dağınık izler bırakarak yaydığım tespitlerimde, çelişik tahminlerin hengamesine düşmüştüm. Neden burada olduğumu o, neden burada olduğunu ise ben, merak etmiştik. Bir arkadaşına gittiğini söyledi. Ben ise sessizce dinlemiştim. Nereye gittiğime meraklı bakışlarını doyuramaya isteksizdim. Meraklarıyla bütünleştirmekten çekindiği ısrarı belliydi. Ama o bölümü boş bıraktım. Sadece dinledim. Tesadüfe şaştım. Hiç ilgisi olmadığı bir ile giden bu otobüste ne işi vardı? Sonrasında kalbimi yeniden titreten kadın aradı beni. Kim olduğunu, cinsiyetini anlamasına izin vermeyecek şekilde konuştum. Hayatımın geri kalanını tartışma konusu yapmak istemiyordum. Bilmesine gerek yoktu. Bana, telefonda, her molada aramamı söyledi. Özlemini gidermek ve sağ salim yolda olduğumu bilmesi için aramayı unutmamamı hatırlattı. O sırada "bebeim" diyordu. Dizlerimin bağı çözüldü. Yasım olan kadın, titreyen bedenime şaşırmıştı. Biliyordu bu titremeyi, tanıyordu beni. Meraklı düşünceleri kafatasında oradan oraya çarpıyordu sanki. Duyuyordum sesleri. Sonra telefonu kapattık. Soru sormasını istemediğim için havayı değiştirmek istedim. Bir şey isteyip istemediğini sordum. Büfeye gideceğimi ve sigara alacağımı söyledim. Oysa sigaram vardı. Yeni almıştım. Bir su alırsam sevineceğini söyledi. Pek işe yaramamıştı hamlem. Kurtuluş yoktu sanki. Gidip suyu aldım ve geldim. O sırada imdadıma muavin yetişti. Otobüsün kalkacağı anonsunu yaptı. Otobüse yöneldik.
*
Otobüse binince tesadüfler çıkmazı yeniden kendini gösterdi. Ben sol tarafta koridor tarafında oturdum. O ise hemen sağımda koridor tarafında idi. Yanyana idik. Yüzüne bakmasam da şaşırdığını hissettim. Birden bana gitmek üzere olduğumuz şehirdeki kız arkadaşına gittiğinden bahsetti. O an bana olan ilgisini anladım. Gereksiz yere bunu belirtmesinin elbet nedenleri vardı. Sebepsiz ve cevapsız bir gidişle iki senemi soru işaretlerine boğan kadın, uzun aradan sonra ilk defa sorulmayan bir şeyi cevaplama isteği duymuştu. Yola çıktık. Ona hiç bakmadım. Ama bir şekilde bana baktığını hissediyordum. Sonra kısık sesle yanında oturan kıza, ona bakıp bakmadığımı takip etmesini istedi. Bakıp bakmadığımı sordu. Cevap hep bakmadığım yönündeydi.
*
Bir süre sonra mola verdi otobüs. Hızlıca inip, bir masa buldum kendime. Kalbimi yeniden titreten kadını aradım. Bu mola yerine ilk gelişimdi. Burada yemeklerin temiz olup olmadığını sordum. Yemememi söyledi. Temiz yapılmadığından bahsetti. Açtım. En azından gözleme yemek için bahane türetiyordum telefonda, gözlemeden bir şey olmaz diye. O halde bir tane yememi söyledi. Telefonda "bebeim" derken içimi titretiyordu. Telefonu kapattık. Gözleme siparişimi verdim. Sonra yanıma o geldi. Yüzüme baktı davet etmemi bekler gibi. Oysa davet etmedim. Yüzüne "hayırdır" ifadeli bir bakış attım. Ama yine de oturdu bir sandalye çekip. oturduktan sonra bir şey yiyip yemeyeceğini sordum. O da gözleme istedi. Siparişi verdim. Sonra ailemi sordu. Annemi, babamı, kardeşlerimi... Ne zaman kavga etsek, bir süre uzaklaşsak; benimle arayı düzeltmeden evvel lafı uzatarak hep ailemi sorardı. Bu durum bana çok tanıdık gelmişti. Hepsinin iyi olduğunu söyleyerek kestirip attım konuyu. Onun ailesinin de iyi olduğunu umduğum cümleyi kurdum lafı uzatmasına engel olmak için. iyi olduklarını söyledi. Sonra gözlemeler geldi. Yerken konuşmadık. Geren bir sessizlik vardı. Gözlemeler bitince bu geren sessizliği yok etmek için kalbimi yeniden titreten kadını aradım. Gözleme yedim diye bana bir şey olursa ondan bileceğimi söyledim gülerek. Yememe izin vermemesi gerekmiş olabileceğinden bahsettim. Muhabbet açılmasın diye anons duyulana kadar lafı uzattım.
*
Anonstan sonra parayı ödeyip otobüse yöneldim. Ona bakmadım. Diğer molada ise hızlıca tuvalete gittim karşılaşmamak için. Ama tuvaletten çıkınca tesadüf gibi karşıma çıktı. Pek inanmasam da bir şey diyemedim. Hediyelik eşya satan dükkanın önündeydik. Bir şeylere bakıp oyalandık. Kalbimi yeniden titreten kadını aradım. Daha ne kadar yol olduğunu sordum. Sonra anons duyulunca otobüse geri döndüm.
*
Bir süre sonra otobüs tekrar mola verdi. Direk, kalbimi yeniden titreten kadını aradım. Bu molanın son mola olduğunu öğrendim. Heyecanla bana, onlarda kalacağının hayalini kurduğunu ve gerçekleşeceğini söyledi. Ben, kalmak istemediğimden bahsettim ilk seferde. Konuşurken durumdan nasıl sıyrılacağımı düşündüm. Durumu tartışma konusu bile etmediğini belirten bir tavırla bu konuyu kapattığını söyledi. Otobüse geri döndüğümde hafif meraklı, hafif sinirli bir ifade ile bana baktığını gördüm. Telefonda konuşurken beni izlediği belliydi. Niçin yolculuk yaptığımda kafa yorduğu belliydi. Son molayı da bitirdiğimizden uyuyor numarası yapmadım. Şehre girdikten sonra etrafa dikkat kesildim. Bir otel kestirip gözüme, kayıt yaptırmak ve eşyalarımı bırakmak istedim. Güzel bir otel gördüm. inmek istediğimi belirtip indim. Hızlıca otele girip kayıt yaptırdım. Eşyalarımı yerleştirmelerini, çıkmam gerektiğini söyleyip bir taksiye bindim. Otobüse yetişip otobüsü durdurdum. Tekrar yerime oturdum. Herkes şaşkındı. Onun da gözleri üzerimdeydi. Eşyasız geri dönmüştüm. Anlamaya çalışıyordu. Az sonra otogara varıyoruz. Gözleri üzerimde, kimin karşılayacağına baktı. Kalbimi yeniden titreten kadın, otobüsün kapısında beni karşıladı. Sarıldık, öpüştük. Onu almaya kimse gelmemişti. Bana olan keskin bakışlarını fark etmişti kalbimi yeniden titreten kadın. Kim olduğunu sordu. Kim olduğunu söyledim. Zaten daha önce anlatmıştım kim olduğunu. Anlatımlarımdan biliyordu onu. Sonra onu almaya gelen olmadığından bahsederek, onu da bırakmamız gerektiğini söyledi. Pek hoşlanmasam da, orada tartışmak istemedim.
*
Sonra onu da alarak minibüse bindik. Birbirine bakan koltuklarda yanyana ama onunla karşılıklı oturduk. Ben yorgundum. Kalbimi yeniden titreten kadın bunu hissedip, başımı göğsüne yasladı. Bense biraz tedirgindim. Kıskançlık krizinin kopmasından korktum. Bir süre sonra inip, onu gideceği apartmana kadar bıraktık. Onunla muhabbet ederken gittiği daire numarasına kadar öğrendi. Bu merakı beni daha da tedirgin etti. Arkadaşlarına orada kalanları araştırtacağına adım gibi emindim. Ama ses çıkarmadım. Onu bıraktıktan sonra acıktığımı söyledim. Beni güzel bir yere götürmek istediğinden bahsetti. Ama dayanamadım ve çabucak bir şeyler yemek istediğimi söyledim. Ben dayanamayınca en yakınımzda dürümcü olduğunu söyledi ve oraya gittik. Bir şeyler yiyip karnımızı doyurduk.
*
*
*
Sonra deniz kenarına gittik. Dünyanın en güzel manzarası oradaydı. Üç tane güneş gördük. Biri tam ortada ve yüksekte. Diğer ikisi ise ortadakinin sağ ve sol yanında daha alçakta ama aynı hizada. Denizde birçok korsan gemileri vardı eskilerden kalma. Otantik bir manzarası ve el değmemiş bir edası vardı. Gemilerin hepsi terk edilmişti. Hepsi demirliydi. Güneş, alışık olduğumuz aydınlıkta değildi. Gün batarken kızıllaşan ve alışık olduğumuz güneşin sarıya çalanı, gündüzleri var olanmış. Batmaya yakın ise kızıla dönüyormuş ışıkları. Önce en yüksekteki güneş batıyormuş. Sonra sağındaki, en sonda da soldaki batıyormuş. Ama hepsi, oturduğumuz banktan bakınca, tam karşımıza denk gelmişti. O sahil şeridinde olan tek bank da o idi. O bankta oturma hakkını elde eden biri olursa ve eğer isterse, o sahilde başka kimse olmuyormuş. Kalbimi yeniden titreten kadın bir şekilde o banka oturma hakkını elde etmiş ve bu eşsiz hakkını benimle kullanmayı seçmişti. isterse, şehirde dolaşırken de şehri insansızlaştırma hakkı vardı. Her şey sadece ikimize özel kalabilirdi. Öyle de istedi. Başka kimseler yoktu koskoca sahilde ve o eşsiz manzarada. Sonra bu hakkını bana verdiğini söyledi. O andan sonra hakkı bitene dek, seçimleri benim yapacağımı söyledi. istersem insanlarla doldurup, istersem yalnız kalmayı seçeceğimi söyledi. Ben, kimseyle paylaşmak istemedim o anı. Sadece kalbimi yeniden titreten kadın olsun istedim. Yalnızlığı seçtim. Denizin üzeri, üç güneşin de etkisi ile kızıla çalan koyu sarı bir renge boyanmıştı. O eşsiz renkte parlıyordu. ilk defa gördüğüm bir renkti. Denizin üzerini ayna gibi kaplamıştı. O an ressam olup o anı resmedebilmeyi çok istedim. O güzel manzaranın büyüsüyle, akşama kadar oradan ayrılmayı hiç istemedik. Akşam olup acıkana kadar orada kalmak istedik. Yolda uykusuz kaldığımdan, başımı banka yaslamak istedim bir ara. Başım, bankın sert tarafına geldi. Bunu görüp "bebeim koluma yat" dedi. Kolunu omuzumdan dolandırdı ve başımı yasladı. Elleriyle de bir yandan saçlarımı okşamaya başladı. O halde manzaraya takıldı gözlerimiz. Her şey çok güzeldi. Hiç yaşanılmamıştı. ilk defa yaşanan bir şeyin heyecanıyla çarpıyordu kalplerimiz. Saçlarımı okşadıkça mayıştım. Uykum geldi. Tek kelime etmeden manzaranın büyüsüyle konuşuyor gibiydik. Üç güneşe ve denize bakıyorduk. Sonra uykudan gözlerim kapandı. Ama düşümde bile aynı manzarayı görmeye devam ettim. Uçan kuşlar, dalgalar, gemiler, üç güneş; düşümde de beni yalnız bırakmamıştı. Kalbimi yeniden titreten kadın da yanımdaydı.
*
Sonra güneşler kızıllaşmaya başladı. Ama alışık olmadığımız bir şey olduğundan akşam olmaya başladığını anlamadık. Gözlerimi açtım. Birbirimize baktık. Önce, en yüksekte olmasına rağmen tepedeki güneş battı. Sonra sağdaki güneş battı. Soldaki batmadı. Sadece alçaldı. Manzara daha karanlık ve kızıl bir hal aldı. Eşsiz bir renge büründü ortalık. ilk defa gördüğümüz bir renk daha... Sonra biraz yürümeye karar verdik. Ben uykuluyum diye koluma girdi. Sersem gibiydim. Ama bilincim yerindeydi. Oradan buradan konuştuk. Sonra batmamış tek güneş de ağır ağır battı. Batışını izledik. Eşsizdi. Enteresandır, karanlıkta bir adam gördük. O bizi fark etmedi. Oysa kimse olmamalıydı etrafta. Az ileride bir kayanın üzerinde oturmuş denize bakıyor. Yanına gittik. Babasıymış. Şaşırdık karşılıklı. Bahsettiği arkadaşının ben olduğumu anladı. Süzdü beni. Bense pek süzmeye cesaret edemedim. Sonra elimi uzattım ve tokalaştık. Annesiyle tartıştığını söyledi. O an yalnız bırakmak istedim onları. Uzaklaştım biraz. Konuştular bir süre. Sonra yanlarına gittim. Babası uzaklaştı. Karanlıkta kayboldu. Sanki hiç gelmemişti. Koluma girdi. Her zamanki iç gıdıklayan gülüşüyle geceye renk verdi. içmeye gitmek istediğini söyledi. Oranın en ünlü mekanına götürdü beni. Ama normalde çok kalabalık olması gereken yerde kimse yoktu. Her yer terkedilmiş gibiydi. Sanki tüm dünya bize tahsis edilmişti. Ama mekan, normalinden daha otantik bir dekora bürünmüştü. Sağır sessizlik her yerde hakimdi. Karşılıklı bakıştık. Karanlıkta bir garson belirdi. Ne istediğimizi sordu. Siparişimizi verdik. Hiç şarap sevmezdi ama kırmızı şarap söyledi. Bense bir şey içmek istemedim. Onu izlemeyi tercih ettim. Eşlik etmemi istedi, ısrar etti. Bir kadeh rakı söyledim. Sonra niye kastığını anlamadığını söyleyerek şarap sevmediğinden bahsetti. Bira istedi. Gülüştük. Garsonların işi bitince elimi çıtlattım. Hepsi kayboldu. Birden masamızın bulunduğu yer, bir meydan gibi bir yere dönüştü. Etrafta restoranları olan, avlusunda sadece bizim masamızın olduğu bir meydan... Işık beliren tek yer, restoranın içinden cılız bir şekilde beliren camın olduğu bölümdü. Geceyi aydınlatansa sadece ve sadece gözlerindeki ışıltı idi. Otobüsten indiğimden beri gördüğüm tek beyaz, aydınlık ışık; o an karanlığı aydınlatan ve gözümü almayan gözlerindeki ışıltısıydı. Ay ışığından daha berrak, ay ışığından daha aydınlıktı. Far ışığı gibi değildi. Kaynağı bellisizdi. Ama gözlerinden yayıldığını biliyordum. Dünyanın dönüştüğü o yerde, tek beyaz ışıktı gözlerindeki. Üç güneş bile kızıl sarısıydı sabahları. Akşama doğru ise kızıl.
*
Birden bana baktı. Ellerini birleştirip, ellerinin tersine çenesini yasladı. Başımı döndüren bir bakıştı gördüğüm. Sonra bakamadım uzun süre. Çatalla oynadım. Oysa yemeğimiz bitmişti. Sanki bir şeyler söylememi ister gibiydi. Boncuk boncuk terlediğimi hissettim. Terimi sildim. O durumdan sıyrılmaya ihtiyacım vardı. Ortamı şenlendirmek isteyip istemediğini sordum. Tercihi bana bırakınca ellerimi çıtlattım. Her yer masa doldu. insanlar, müzik, garsonlar, dansözler... Bir süredir içtiğim kadehimden bir milim eksilmemişti. Ama o üç bira içmişti. Biraz çakırkeyif olmuştu. Yürümek istedi. Elimi çıtlattım ve insanlar kayboldu. Yine sahile gittik. Deniz görünmüyordu burnumuzun dibinde olmasına rağmen. Sanki gemiler yok olmuştu. Gördüğümüz sadece hiçlikti. Her yer gözlerinin ışıltısı ile aydınlanmış ama deniz, zifir karanlıktı. Sonra yanağıma bir öpücük kondurdu dudağının iç tarafıyla. Sıcacık bir öpücüktü. Tam bir şey diyecek gibi oluyordu, elimle kapattım dudağını. Söylemesine engel oldum diyeceklerini. Sonra kırk saniye kadar bakıştık. Başım dönüyordu o bakışından. Gözlerinin ışıltısı ile büyülendim. Sayfalar dolusu anlatılabilecek o bakışın etkisiyle kendimden geçtim, iç çektim. Banka oturduk. Sonra uykusu geldi. Onlara gideceğimizden bahsetti emrivaki tavırla. Ben kendisini bırakabileceğimi ama onlarda kalmayacağımı söyledim. Otele yerleştiğimden bahsettim. Eve gidene kadar etimi sıktı. Kalmaya ikna etmeye çalıştı. Evine vardığımızda kapıyı babası açtı. içeri buyur etti. Ben girmek istemedim. Uykum olduğunu ve otele yerleştiğimi söyledim. En azından bir şeyler içip öyle gitmemde ısrar etti. Annesi ve ağabeyi beni süzdü. Babasıyla beraber üçümüz muhabbet ettik. Sonra kalkmak istediğimi söyledim. Ayağa kalktım. Kalmam konusunda ısrar ettiler.
*
O sırada telefonum çaldı. Kayıtlı olmayan bir numara. Telefonu açtım. Arayan, kalbimi hiç olmadığı kadar mutlu edip sonra iki sene yasını tutturan o kadının arkadaşı. Kendisini eve bıraktığımızdan sonra rahatsızlanmış. Telaşlandım. Kalbimi yeniden titreten kadın ne olduğunu sordu. Anlattım. Kızgın ama çaresiz bir bakış attı. Gitmem gerektiğini biliyordu ama istemiyordu gitmemi. Çaresizce "git" dedi ben bir şey söylemeden. Gittim. Kapıyı arkadaşı açtı. Onu sordum, içeride yattığını söyledi. Bir odanın kapısına götürdü beni. Açıp kapıyı içeri girdim. Yatakta yatıyor. Yorgan, boğazına kadar çekili. Yüzü ise boncuk boncuk terli. Nasıl olduğunu sordum. Anlayamadığını, beni çağırmasını istediğini söyledi. Kapalı gözleri açıldı. "Hoşgeldin" dedi. O sırada kız arkadaşı kapıyı çekip dışarı çıktı odadan. Alnına koydum elini. Ateşine baktım. Ateşi yoktu. Halsiz görünüyordu ve çok terlemişti. Bir anda buz kesmişti. Şaşırmış ve endişelenmiştim. Nolduğunu sordum, bilmediğini söyledi titrek bir sesle. Sonra birden sıcakladı, ateş kesildi teni. Sıcaklayınca, sarıldığı yorganı attı üstünden. Üzerinde hiçbir şey yoktu. Çırılçıplaktı karşımda. Sadece, beraber olduğumuz dönemde yatarken benimle olduğunda giymek için aldığı minisi vardı. Onu özel gecelerimizde giyerdi. O anda üstündeki tek şeyin o olmasına şaşırmıştım. Bir enteresanlık sezmiş ama ne olduğunu anlayamamıştım. Üzerine giydirmek için bir şeyler aradım. Sonra buldum. Giydirirken zorlandım. Kollarını kaldıramıyordu bile. Tekrar yatırdım. Yüzüme baktı. Eskilerden kalma bir bakış attı bana. Konuşmamı istediğinde attığı bir bakıştı. Sonra yanına yatmamı istedi. Uyuyabilmesi için yanına yatıp, saçlarını eskisi gibi okşamamı istedi. Yapamayacağımı söyledim. "Ama yapmazsan öleceğim" dedi. Bir an üzüldüm. Yanına uzandım. Temas etmeyecek şekilde, vücudumu dokundurmadan ellerimle saçlarını okşamaya çalıştım. Mis kokan saçlarının kokusunu almamak, büyüsüne kapılmamak için burnumdan nefes almadım. Bana yakınlaşmaya çalıştı. Yatakta boş yer kalana kadar geri çekildim. Bir elini omuzuma koydu. Tepki vermedim. Eskiden onun yüzünü sevdiğimde parmağını gezdirirdim yüzünde. O da omuzumda parmağını gezdiriyordu. Ama oralı olmadım. Bir anda öpmeye çalıştı. Yüzümü çevirdim. Kulağıma geldi dudağı. Sonra kalktım yataktan. Bir anda geçti hastalığı. Ya da ben öyle hissettim. O da kalktı. Üzerine giydirdiğim şey bir anda kayboluverdi. Sonra yere yığıldı. Çırılçıplak kaldı. Yine hastalandı bir anda. Sırtında az evvel görünmeyen yeşil bir dövme belirdi. Arkadaşı da girdi odaya. Çok ateşi vardı. Ateşini düşürmek için banyoya sokmamız gerektiğini söyledi arkadaşı.
*
Banyoya girdik. Arkadaşı dışarı çıktı. Aklıma eski günler geldi. Hep birlikte banyoya girer, birbirimizi yıkardık. Hep öperek yıkardım onu. Her banyoya girişimizde su akarken üstümüze, sevişirdik. Bensiz banyo yapması dahi yasaktı. Oysa o an küvette felçli gibi duruyordu. Sadece başını oynatabiliyordu. Gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Enteresandı bakışları. Bakamıyordum gözlerine. ilk defa onu anne şefkatiyle yıkıyordum. Vücudunu sevmeden, her noktasını öpmeden... O an, artık onunla olamayacağımı anlıyordu. Gözlerinden taşan hüznü görüyordum. Dökülen sadece hüzündü, yaş değil. Boğazının düğümlendiğini hissediyordum. O düğüm bende de olmuştu. Yıkamaya devam ettim. Ateşini düşürdüm. Sonra kuruladım yavaşça. incitmemeye gayret ettim. Dizime yatırıp özenle kuruladım. Hareketsizdi. Sonra yatağına götürdüm. Üzerine bir şeyler giydirdim. Üzerine bir şeyler örttüm ve yatağının yanına bir sandalye çektim. Sonra uyudu. O yuduktan sonra ben de uyuyakalmışım. Odanın kapısı açılanca irkildim. Kapıya baktım. Gelen, kalbimi yeniden titreten kadındı. Beni uykulu ve sandalyede görünce rahatlamış bir hal aldı. Yanıma geldi. Çok enteresan bir şey söyledi bana: "Teşekkür ederim, ilk defa bu kapıdan üzgün girmiyorum" dedi. O an anlayamadım o lafı. Şaşırdım. Gülümsedim. Yanağıma bir öpücük kondurdu ve gitti. Giderken yatakta yatan ve artık yasını tutmadığım kadın tarafından fark edildi. Kalbimi yeniden titreten kadını görmek üzdü onu. Sabaha kadar hiç konuşmadık. Ben sandalyede, o ise yatağında sessizce sabahı bekledik. Sabah oldu ve iyileşti. Bense kötü gününde yanında olmanın huzuru ile terk ettim orayı.

24.03.2009
14:02
Uğur Yaman

blogum: http://albastropos.blogcu...sli-gokyuzu_39467441.html
"onun gelecekteki mutluluğu, ikimizin de üzüntüsü oldu şimdi"

iki şehir, iki insan, bir günah ve bir de sevap...

mutlu olmak değil belki ama, onurlu kalabilmek ne zormuş... bunun için onurumu incittiğimde anladım. mutlu olmak kolaydı belki ama; mutlu kalamayacağını, zamanı ileriye sardığımda anladım.

anladıkça daraldı yollar. birer birer tükendi. mısra mısra düşlediğim her şey, sayfa sayfa döküldü. heyecanla çıktığım er meydanında biletlerini tüm seyircilere birer birer iade etmek de bana düştü. yanakları düşmüş bir yüzün sağnak yağmurlarda ıslandığını gördüm önce. hiddeti de, nefreti de ortalara saçılmıştı. bozgun aşkların yelkenleri acılar denizine tam yol açıldı sonra. sızısını savurmak yerine ateşini yelledi rüzgar. dindiremediği hezeyanında giderek tükendi coşkusu. batırmadığı gemisinde sakladığı bir ümidi vardı hala. oysa acıyla büyüyen hasretlerde, işkenceyi uzatmamak için acımasız olmak, bana düşmüştü dünden. bu ikinci hüsrandı mutluluğu tükenmeden sonlandırılan ve acısı başlamadan hüznü baş köşeye koyulan. tahtlar mezarına ikinci gömülüşümdü bu. ikinci oyuşumdu kalbimi. ikinci sokuşumdu yerin dibine ve ikinci kıyışımdı atışlarına.

bitimsiz sonların bir durağı daha hüzünle yıkandı. merhabasını eksik etmedi bu sefer... doyamadığı mutluluğuna tesellisi buydu belki de. sonuç olarak : "onun gelecekteki mutluluğu, ikimizin de üzüntüsü oldu şimdi".

09.09.2009
03:31
uğur yaman

http://albastropos.blogcu...-oldu-simdi_41053211.html
"karaduvar - bekleyiş kırıntısında izler"

sen yaratmışlığımın özgünlüğü için daha kaç kere ben olmanın yoksunluğunda iliklerime kadar egona boğulmam gerek... kaç gece sırf sen yıldızların gözyaşlarından anlamlı bir hitabet bulabil diye benliğimi sana emanet etmem gerek, hor kullanman için... ve kaç kere daha anlatmam gerek, düşlerin dünyasında gerçekliğe açılan kapının, dürüstlükten ve samimiyetten geçtiğini...

ben, yarınlarından terk-i diyar eden yolcu, umutlarına ve inancına rağmen. şimdi söyle! sen hangi yolcuya hancı? hangi iki var olmuşluğun kesişim kümesiyiz ve hangi yoksunluğa çözümüz, en umulmadık köşelerden... sen, rüzgarların koynunda yalanlara kol kanat geren gölge, bense yüreğimin emanetinde şefkate ve onura sığınan gerçek... bir yutkunmayız, zıt noktaların boğazlarında.

köprünün bir ucu ateş, bir ucu su... dengesiyiz zıtlıkların ve anlamlı açıklamalarıyız risklerden ziyade. hayallerde buluştuğumuz bir rüyanın gerçekliğe ispatı için uğraşan iki deli hayalperestiz. ya da farkındalıkların tüm almaçlarına sahip olduğumuz halde, var oluşunun azametine duyduğu acziyetle onurlu birer ahmağız.

gerçeğin yarınına yalansız bir dünden temelli geçmişin ekilmiş fideleriydik. büyüdük büyümesine ama yaşam savaşımız neden? nicesi var olma çabasında bir yudum nefese muhtaçken, benliğini satarken 1 saniyelik yaşama, biz neden varlık içinde yokluğun sıkıntılarında yaşam savaşındayız?

acımasız bir engel renklerini mi aldı gözlerimizin? ya da umarsız bir kapı, yolunu mu kapattı geleceğimizin? fersah fersah madiyan gibi sona koşuşlarımın bendinde hep gözyaşlarım araladı göz bebeklerimin buğusunu.

duygularımın en yoğun kıvrımlarında hep sana susatan bir sebep bulmuştum oysa. şimdi çözümlere direnen günahkar suratlı sırt çevirişin neden?

yoğrulmuşluğumuzun anlamlılığında bilinmeyen bir kelimeye takıldık farkında olmadan. şimdi kuyunun dibinden ay ışığı resmetmeye niyetli olmayan kör bir gidişin vicdanında yarınımız. yorgunluğu gözlerimden sızıyor yanlışların. hayallerimin vurgun yediren göz amaştırıcı gerçekliğinden sapan gerçeklerin acı dolu varlığı, yokluğunda anlamlılığını hissettiriyor elde edilmemişliklerin. ah o nankör yaratılmışlığımız. elindekilerin kıymetini bilemeyişlerimiz ve acımasızca nefes alışlarımız... nerede olursan ol, nereye gidersen git..! ben burada değilim! izlerinden takip et sana yolcu yüreğimin kutsiyetini.

04.04.2007
02:19 çarşamba
uğur yaman