bugün

Şii mezhebinin bir kolundan olan.Alevi.

(bkz: alevilik)
güner ümit in bir zamanlar neredeyse linç olmasına neden olacak kelime...
(bkz: havuç)
sunnilerin alevilere verdiği isimdir.
müslüman'ların kutsal savaşı sayılan uhut savaşında hz.ali müslüman ordularını tanımak ve birbirlerini korumaları için kızıl puşi bağlamalarını emretmiş. bunu gören müslüman karşıtı kuvvetler kızılbaşlar geliyor diye korkuya düşmüşler. ogünden sonra hz.ali ve taraftarları kızılbaş olarak tanınmıştır.
Kızılbaş * sözcüğü ilk kez Osmanlı tarihçileri tarafından kullanılmıştır. Şah ismail'in babası Şeyh Haydar anadoludan göç edip ona bağlanan alevi türkmenlerine kızıl, sarıklı külah giydirdiğinden Şeyh Haydar yandaşlarına kızılbaş denilmiştir. Ve zamanla anadoludaki bütün alevilerden bu şekilde bahsedilmiştir. Ama 16.yüzyıl metinlerine baktığımızda görmekteyiz ki iş külahın kızıllığından çıkarak bu kelimeye "ahlaki yönden bozuk" manası yüklenmiş ve bir aşağılama aracı olarak kullanılmıştır. Türkmenler için de bir dönem şaşalı laflar eden çok değerli(!)osmanlı tarih yazıcıları -ki başta Hoca Saadeddin Efendi gelir- bir zaman sonra Türkmenleri,"bi-asıl Türkmen","bi-had Türkmen","bed-fiil harami Türkmen" olarak nitelendirirler. Kızılbaşlar ise zaten çoktan yolunu yitiren sapık kavim (dall ü gümrah) olarak tarihe yazılır. Yani diyeceğim o ki bu sözcük sarıktan külahtan çıkıp taa 16.yüzyıldan bugünlere gelmiş ama yolda manasının başına çok iş getirilmiştir.
kalan müzik'in çıkardığı son derleme albüm. albüme katkısı bulunan sanatçılardan bir kısmı şöyledir:
sabahat akkiraz,
hüseyin albayrak- ali rıza albayrak,
mikail aslan,
mazlum çimen,
dertli divani,
erdal erzincan,
tolga sağ- arif sağ,
lütfü gültekin- emre gültekin,
emekçi,
metin- kemal kahraman,
cemil koçgün,
erkan oğur- ismail hakkı demircioğlu,
ulaş özdemir,
cengiz özkan,
özlem taner,
muharrem temiz.

albümün içerisinde yer alan eserler sırasıyla şöyle:

1- kızılbaş
söz: edip harabi
seslendiren, derleyen: sabahat akkiraz

2- gel ey vaiz
söz: agahi
kaynak kişi: feyzullah çınar
seslendiren, düzenleyen: cengiz özkan

3- lanet yezid'e (duvaz imam)
söz: şah hatayi
yöre: malatya/ arguvan
kaynak kişi: ibrahim mamo temiz dede (seyit meftuni)
seslendiren, derleyen: muharrem temiz

4- kur'an kelamımızdır
söz: edip harabi
müzik: dertli divani
seslendiren, düzenleyen: erdal erzincan
perküsyon: arif sağ

5- bugün ben şahıma vardım
söz: şah hatayi
kaynak kişi: ruhi su
düzenleme, seslendiren: erkan oğur
divan bağlama, seslendiren: ismail hakkı demircioğlu

6- vahdetname
söz: edip harabi
derleyen: emekçi
seslendiren, düzenleyen, bağlama: erdal erzincan
seslendiren: tolga sağ

7- aşkın kabesi
söz: ibreti
müzik, seslendiren, bağlama: musa eroğlu

8- yolumuz vardır
söz: büryani baba
müzik: geleneksel/ urfa- kısas
derleyen: dertli divani
düzenleme, bağlama: erdal erzincan
seslendirenler: erdal erzincan, tolga sağ, rıza kılıç, hüseyin korkankorkmaz, can kalaycıoğlu

9- huyumuz bizim
söz: seyrani
müzik, seslendiren, dede sazı, ruzba: ulaş özdemir

10- şema düşen pervaneler
söz: kul nesimi
müzik: aşık sadık doğanay
düzenleme, seslendiren, bağlama: ali rıza albayrak, hüseyin albayrak

11- desa khuresa/ kureşanlılara deyiş
çıme/ söz: fırık dede (ovacık)
arekerdoğ/ derleyen: cemal taş
vatoğ/ seslendiren: mikail aslan

12- üre gelmiş
söz: teslim abdal
müzik: lütfü gültekin
seslendirenler: lütfü gültekin, emre gültekin
bağlama: emre gültekin

13- ez qızılbaşım/ ben kızılbaşım
yöre: mazgirt/ dersim
derleme, düzenleme: metin kahraman, kemal kahraman
seslendirenler: metin kahraman*, kemal kahraman

14- lamekandan içeri
söz: genci
kaynak kişi: hasan şahin dede (hasan efendi)
bağlamalar(üç telli, cura, bamlı), seslendiren: özlem taner

15- tembur (heyder)/ tanbur (haydar)
kaynak: çemişgezek/ gunde doxan
müzik, düzenleme: cemil koçgün
seslendirenler: lale kocgün, ali erel, mikail aslan

16- gerekmez
söz: ibreti
derleyen, bağlama, cura, seslendiren: mazlum çimen

not: tüm bilgiler albümden alıntılanmıştır.
albüme alınan tüm eserlerin kızılbaş, alevi, bektaşi kimliklerinin bir yansıması olmasına dikkat edilmiştir. albümün giriş yazısında da albümün politik bir nitelik taşıdığı özellikle belirtilmiştir. alevi kültürünün tümüne bir bakış içerisinde türkçe, kürtçe, zazaca şarkılar ayırt edilmeden seçilmiştir.

yüz yıllardır anadolu coğrafyasında yılmadan yaşayan, kültürünü sürdüren kızılbaşların seslerinden, bir ufak parçadır bu albüm. emeği geçen herkesin ellerine sağlık.

(bkz: hasan saltık)
azınlık alevilerin diğer adlarıdır. artık neyi savunuyorlarsa.
(bkz: yavuz bingöl)
(bkz: yavuz sultan selim)
kızılbaşlığın ne olduğu hakkında bilgi sahibi olmadan kuş beyinlerinin imkan sağladığı kadarıyla saçmalayanların bu gidişle anlayamayacaklarıdır. ulan bir araştır; alevilik nedir, kızılbaşlık nedir, islam nedir! lanet mal!

yönetime sesleniş: (#122905) bu hakareti önce silin. (#5395334) bu hakareti de önce silin. (#5396320) bu hakareti de silin. sonra karşıma gelin hakaretli konuşma diye!
acı bir hatıranın kalıntısıdır "kızılbaş" bildiğim kadarıyla ama nedense bu acı hatıraya rağmen bazıları bunu hakaretimsi bir şekilde kullanırlar. bunu hakaret olarak kullananı da hakaret algılayanı da anlayamıyorum.
orta asya'dan gelen türk'lerin arap taassubuna karşı, islamiyetle şamanlığı harmanlıyarak oluşturduğu inanç biçimi.
cem sırasında turna kuşu gibi semah dönenlere bakınca şamanlığı görürüz.
şamanlar da kötülükten turna kuşu olarak kaçılacağına inanırlardı.
alevi anlamına gelir. star tv de yanınlanan izdivaç programını birbirine katan kelimedir.
yıllardan beri hakaret olarak görülen kelime. aslında hakaret olan kızılbaş kelimesi değil, bu kelimeyi sıfatla kullanarak ahlak dışı olayların alevilere maledilmesidir.
http://www.renkhaber.com/...ici__skandali_/13612.html
--spoiler--
Nihat Çetinkaya
Kum Saati Yayınları
Tükendi Türkiye - Yakın Tarih
Çeviren :
Barkod :9799756199069 Sayfası :616 Ebat :135-210 Baskı :2004-iSTANBUL Temin Süresi :3 Gün
"Bütün menfi yakıştırmalara rağmen onlar Kızılbaş adıyla anılmaktan gururlanmışlar, ´Kızılbaş´ sözünü bizzat kendilerini ifade etmek için iftiharla kullanmışlar, devletlerini (devlet-i Kızılbaş), hükümdarlarını (padişah-ı Kızılbaş) ve ülkelerini de (ülke-i Kızılbaş) bu tabir ile vasıfladırmışlardır. (...) Alevi Türkmenler, Kızılbaş adını, Osmanlı devşirme idarecilerinin ahlak dışı anlamlarla kullanıp halka da yayması sonucunda bırakmak zorunda kalmışlar ki, bazı kesimler bir süre Bektaşi adıyla anılmış, II. Mahmut´un, 1826 tarihinde Yeniçeriliği lağvetmesi ile Bektaşi adı da yasaklanmıştır. Bundan sonra başlayan sürecin, tespit edebildiğimiz bir safhasından itibaren de, bunlara Alevî denilmiş, kendileri de bu ismi benimsemiş ve kullanmaya başlamışlardır. Halbuki Alevî adı, tarihte Hz. Ali soyundan gelenleri yani yalnızca Seyyidleri tanımlamak için kullanılmıştır. iran Şiî literatüründe de Alevî denilince Hz. Ali´nin soyundan gelenler anlaşılır."Kızılbaş adının çıkış noktası, Türkmenlerin, çok eski bir Türk geleneğinin devam olarak ´Kızıl Börk´ giymelerine dayanıyor. Kızıl başlık giymek, Türklerin çok eski bir geleneği idi. Yani Safevi devletinin kuruluş sürecinde, Şeyh Haydar devrinde başlamış değildir. Türkmenlerin milli-itikadi geleneklerince giydikleri Kızıl Börk´ten dolayı, siyasi olarak Safevi yanlısı, iktisadî olarak da Şiî anlamında Kızılbaş diye anılması, XVI. yüzyılın başlarından itibaren görülmüştür."Değerli araştırıcı Nihat Çetinkaya´nın Kızılbaş ya da Alevî Türkler konusunu, sadece dinsel ve mezhepsel boyutlarıyla değil de, Türk tarih ve etno-kültürel gelenekleri bağlamında da tarafsız bir şekilde tartışmayı amaçlayan Kızılbaş Türkler (Tarihi, Oluşumu ve Gelişimi) adlı çalışması, çalışmanın sonunda yer alan kaynaklar listesinden de anlaşılacağı üzere, konu ile ilgili sağlam ve orijinal kaynaklara dayanarak hazırlanmıştır. Son derece zor ve riskli bir konunun böyle kapsamlı ve başarılı bir şekilde ele alınması, değerlendirmelerde objektif bir tutum sergilenmesi, özellikle de konunun bir Türk bakış açısıyla ele alıp değerlendirilmesi, sayın Çetinkaya´nın çalışmasının önem ve değerini daha bir arttırmaktadır. Alevî Türklere, Avrupa Birliği tarafından "Müslüman Azınlık" sıfatının kazandırılmaya çalışıldığı günümüzde, böylesi bir çalışmanın hazırlanması, çok yerinde ve anlamlı olmuştur.Böylesine zor ve hacimli bir konuyu bu derecede başarılı bir şekilde ele alan değerli araştırıcı Nihat Çetinkaya´dan Kızılbaş Türkler´in inanış ve düşünüş dünyasını yansıtan başka bir çalışmayı hazırlamasını, çalışmalarını bu doğrultuda devam ettirmesini beklemek bizlerin hakkı olsa gerektir.Doç. Dr. Mehmet AÇA ...
--spoiler--

Kızılbaş Türkler; Kitabının, 415-447 sayfalar arasındaki bölümler

Nihat Çetinkaya; Kızılbaş Türkler Toplumsal Dönüşüm Yayınları; Bugün, yazarlar, araştırmacılar ve bir kısım bilim adamları, büyük ölçüde Osmanlı tarihçilerinin etkisiyle, Kızılbaş adını, tamamen, Şeyh Haydar'ın, Türkmenlere giydirdiği söylenilen 12 dilimli "Tac-ı Haydarî" denilen kızıl yahut kırmızı başlıkla ortaya çıktığını ve "iran menşeli" itikadî bir çerçeveyi ifade eden bir söz olarak kullanmaktadırlar.

Bu kesimin dayanakları da esasen Osmanlı kayıtlarıdır. Osmanlı kaynaklarında Kızılbaş diye, genellikle, isyancı, talancı, rafızî, mülhid, zındık diye, Anadolu Türkmenleri kastedilir.

Osmanlının dönme-devşirme tarihçileri, Türk ve Türkmen adlarını da Kızılbaş'a mensubiyetle, "etrak-ı bi idrak" (idraksız Türk, akılsız Türk), düşüncesiz, yaramaz Türk, soysuz Türkmen, cibiliyetsiz Türkmen, dinsiz Türkmen gibi, daha birçok karalayıcı, aşağılayıcı sıfatlarla anarlar.

Bugün ülkemizde Kızılbaş denilince, biraz düzeyli çevrelerde, müfrit Şiîlik, Anadolu'nun Alevî Türkmenleri, zamanında Safevî devletine bağlı olan taraftarlar ve onların şimdiki uzantıları anlaşılmakla beraber, kimi zaman da, yanlış olarak iranlılar kastedilerek kullanılır. Orta düzeyli bazı çevrelerde ve Sünnî halkın bazı muhitlerinde, bunların yanında, daha çok, din dışı, rafızî, mülhid, sapkın, daha çok da, ana-bacısıyla cinsel ilişkide bulunan (ensest) anlamında "mum söndürenler" ve benzeri birçok ağır suçlamaların yakıştırıldığı anlamlarda kullanılmaktadır.

Bu suçlamalarda çok daha ileri gidildiğine de rastlanmaktadır. Prof. Dr. Fuat Bozkurt'tan öğrendiğimize göre, 1975 yılında Almanya'da, Karl Steuerwald adlı bir Alman'la, Cemal Köprülü'nün müştereken hazırladıkları (Lahgenscheidts Taschenwörterbuch Deutsch-Türkisch, Berlin-München 1975) sözlükte (s. 139), Almanca'da "Yakın akrabalarla zina yapan (niedere Umgangssprache) anlamına gelen "Blautschande" kelimesinin Karşılığı "Kızılbaşlık" şeklinde yazılarak açıklanmıştır. Bozkurt, sözlükteki bu açıklamanın cumhurbaşkanına kadar yazılan yazılar sonunda anılan sözlüğün son baskılarından çıkarılmış olduğunu belirtir.

Kızılbaş Türkmenler Türkiye'de de çeşitli adlarla anılırlar. Aşağılayıcı sıfatların yanında, bunlar için genelde Alevî ve Kızılbaş adı kullanılmakla beraber, değişik yörelerde onlar Türkmen, Yörük, Sıraç, Abdal, Çepni, Tahtacı ve Bektaşi adlarıyla da anılmaktadır. Radikal-dinci çevrelerde onlara, aşağılayıcı bir tarzda "Mum söndürenler" deniliyor.

Türk devletinin kurucu unsuru, Türklüğün her yönden taşıyıcıları olan Türkmenlere, kötü anlamlarla, Kızılbaş diye yakıştırılan bu iftiranın kaynağı hep merak konusu olmuştur. Bu iftiranın, oluştuğu muhit veya kültür dairesi, Türk sahası olamaz. Türk değerleri, Türk tasavvuru, Türk inanç alemi, değil kendi soyuna, hiçbir topluluğa böyle bakmaya müsait değildir. Bu olsa olsa, Türk çevresine yabancı, Türk algılayış biçimini kavrayamayan kozmopolit, mozayik kimlik meraklısı muhitin eseri olmalıdır. Bu iftira, asırlardır atılmakta, ancak hiçbir örneğe ve belgeye de dayandırılamamıştır. Oysa, bu Alevi Türkmenler, millî kimliklerine Türk gelenek ve göreneklerine sıkı sıkıya bağlı, Türk hayat tarzını yaşamaktadırlar. Onlar namuslarına büyük hassasiyet gösterirler, kendi muhitlerinden olmayanlarla, kız almak ve vermek gibi bir ilişkiden bile kaçınırlar. Tarihin hiçbir devrinde, ne beylerin ne sultanların. ne de padişahların saraylarının zevk alemlerinin süsü olan, her cînsten cariyeler sürüsünde, onların obalarından çadırlarından çıkma Türkmen kızları görülmemiştir. Türk Töresi, zenginlerin, sultanların saraylarına kızlarını, ne pahasına, hangi şekilde olursa olsun göndermek için, birçok topluluğun adet haline getirdiği bu ilişkiye kapalıdır. Onun içindir ki, Selçuklu ve Osmanlı sultanlarından, Türkmen anadan doğan birkaç kişi vardır. Türkmen kızı evinden obasından gelinliği ile, ancak evinin izzetli hatunu olmak için, ana olmak için çıkar. Bu iftira, yalnız bu topluluğa değil, top yekûn Türk aile kurumuna atılmış bir iftira sayılmalıdır.

Alevi Türkmen soydaşlarımıza atılan bu iftira, genellikle Kızılbaş yahut mum söndürenler veyahut da mum söndü yapanlar diye ifade edilir. Bundan kastedilen şudur: bunlar "gece ayin yaparlar, ayin sonunda lambaları söndürerek birbirlerinin eşleri, kızları veya kız kardeşleriyle ilişkiye girerler." Çoğu zamanda kendi kızı veya kız kardeşi ile ilişkiye girenler anlamında kullanırlar. Şunu da hatırlatalım ki, iftira sahibi şahıs veya çevreler, kendilerinin de çok iyi Müslüman oldukları iddiasını taşırlar. Türkler, tarih boyu, kan düşmanları tarafından dahi, bundan daha ağır bir şekilde suçlanmamışlardır. iftira sahiplerinin, bunu islâmî inançlarının neresine layık görüp oturtabildikleri, düşündürücü ve anlaşılmaz bir haldir.

Bu iddianın en küçük bir kanıtı veya belirtisi bile gösterilememiştir dedik. Biz bu konu ile ilgili olarak, Türklerle alâkalı olmayan, tarihi bir olayın da bu iftiraya kaynak teşkil etmiş olabileceği ihtimali üzerinde duracağız.

Yukarıdaki bölümlerde sırası geldikçe iran'ın, daha doğrusu Fars toplumunun, Şah ismail devrine kadar Sünnî-Şafıî mezhebine mensup olduğunu vurgulamıştık. iran Farslığının, Şiîliği kabulü, Şah ismail'in, Çaldıran savaşında (1514) yenilmesinden sonra Sünnî düşmanı kesilmesiyle, baskı ve kanlı katliamlar neticesinde gerçekleşmiştir. Aynı dönemde, Anadolu'da da Sünnîleştirme politikaları uygulanmaya başlar. Bu değişimlerin oluşmasından sonradır ki, her iki tarafın ahalisi, birbirlerini, mezhebî mensubiyetlerinden dolayı suçlamaya başlarlar. Şiîler, Sünnîleri Yezid yanlısı, Sünnîler de, Şiîleri Rafizî, zındık v.s. olarak suçlarlar. Artık, Sünnîlik Anadolu, Şiîlik/Alevîlik de iran kimliği olarak algılanmaya başlar. Anadolu Sünnîliğinin suçlamalarında iran unsurları ele alınır. Şiîliğin/Alevîliğin suçlanmasında, iranî kimlik söz konusu olduğundan, iran'ın (Farslar'ın) islâm öncesi inanç ve kültür unsurlarının, Anadolu'ya yabancı olanları da, Şiî/Alevi Türkmenlere yakıştırılarak suçlamalara eklenir. Bunlardan, tarihi bir olay çok büyük önem taşıyor ki, kanaatimizce bu iftiranın kaynağını teşkil eden unsurlardan biri olduğunu düşünüyoruz.

iran'da, V. yüzyılın sonlarında, Zerdüştlüğün bir kolu olan Mazdekizm ortaya çıkar. Bu mezhebin kurucusu olan Mazdek adlı biridir. Bu devirde iran Sasanî (Fars) devletinin başında da Kubâd yahut Kuvat bulunmaktadır. Bu ad, Türkçe'de Kabad, sonraları da Kavad olarak telaffuz edilmiştir. Her şeyi mubah ve ortak sayan Mazdek, Kuvad&'ı da, mezhebine sokar. Kuvad, daha iktidar mücadelesi sırasında, hapiste iken, ona muhafızlık eden zindancı,yanına gelip giden karısına aşık olur. Kavad da, karısı ile zindancının cinsel ilişkisine muvaffakat eder, bu nedenle zindandan kaçmayı başarır. Sonra, bir fırsatını bulup hakimiyeti ele alır (485). Kuvat, Mazdeke uyarak, kız kardeşi ile evlenir. Düğününe bilinen dünyanın her yerinden davetliler çağırır ki, bu şekilde bu olay her tarafta duyulur. Daha sonra halk isyan eder, Mazdek kaçar, Kuvad'ı da hapse atarlar. Bilahare, Kuvad'ın evlendiği kız kardeşi kraliçe Kuvadı zindandan çıkarmıştır. Türkler de, bu kavat adını, bugün dahi kullandıkları kötü anlamıyla, konuşma dillerinde kullanmaya başlarlar. Selçuklu Sultanlarında görülen Key-Kubad adı da aynı iranî ada dayanır. iran kültür etkisine, kendilerini unutacak derecede kaptıran bir sarayda, iranî adlar da mutlaka ki, hakim olacaktı.

Tarihçi Kırzıoğlu bu konuya bilhassa dikkat çeker: "Dilimizdekikarısını, kız kardeşini, kızını başkaları ile cinsi ilişkide bulunduran veya böyle hallere göz yuman" mânasına hakaret yerinde kullanılan "Kavat" kelimesi Kitâb-ı Dede-Korkud da sövme ve küfür söyleme sırasında mere kavat, kavat oğlu kava şeklinde geçmektedir, Bu sözün, iran şahı I, Kavad'ın zındıklığı kabul etmesinin hâtırasından kaldığı anlaşılıyor. Lügatlerimizde bunun Arapçakıyâdet' ten çıkan kavvâd sözünden bozma olduğu yazılı ise de, bu Arapça şeklin, Kitâb-ı Dede-Korkud ile göçebe Türkmenlerde görülen kavat'ın, bu iran şâhı ile alâkalı bulunduğunu düşünmek daha doğru olsa gerektir. Şiîliğin/Alevîliğin iran kökenli algılanması gibi bir yanılgıyla, islâm öncesi, iran'da meydana gelmiş olan Kavad olayının verdiği menfi tasavvurlar, mezhebi çekişme devirlerinde, iranlı yahut iran yanlısı gibi kabul edilen Anadolu Türkmenlerine yönlendirilmiş çirkin suçlamanın kaynağını teşkil ettiği yahut edebileceği, dikkatten kaçmıştır.

Bütün menfi yakıştırmalara rağmen onlar Kızılbaş adıyla anılmaktan gururlanmışlar, kızılbaş sözünü bizzat kendilerini ifade etmek için iftiharla kullanmışlar, devletlerini (devlet-i kızılbaş), hükümdarlarını (padişah-ı kızılbaş) ve ülkelerini de (ülke-i kızılbaş) bu tabir ile vasıflandırmışlardır.

Şah ismail bir deyişinde:

"Yüreği dağ olmayınca bağru kanlu la'l-tek
Heç kimin haddi yokdur kim Kızılbaş olmağa,"

derken, Türkmenlerin gururunu okşuyordu.

Alevi Türkmenler, Kızılbaş adını, Osmanlı devşirme idarecilerinin, ahlakdışı anlamlarla kullanıp halka da yayması sonucunda bırakmak zorunda kalmışlardır ki, bazı kesimleri bir süre Bektaşi adıyla anılmış, II. Mahmud'un, 1826 tarihinde Yeniçeriliği lağvetmesi ile Bektaşi adı da yasaklanmıştır. Bundan sonra başlayan sürecin, tespit edemediğimiz bir safhasından itibaren de, bunlara Alevî denilmiş, kendileri de bu ismi benimsemiş ve kullanmaya başlamışlardır. Halbukî Alevî adı, tarihte, Hz. Ali soyundan gelenleri yani yalnızca Seyyidleri tanımlamak için kullanılmıştır. iran Şiî literatüründe de Alevi denilince Hz. Ali'nin soyundan gelenler anlaşılır.

Kızılbaş adının çıkış noktası, Türkmenlerin, çok eski bir Türk geleneğinin devamı olarak Kızıl Börk giymelerine dayanır. Kızıl başlık giymek, Türklerin çok eski bir geleneği idi. Yani Safevî devletinin kuruluş sürecinde, Şeyh Haydar devrinde başlamış değildir. Türkmenlerin milli-itikadî geleneklerince giydikleri Kızıl Börk'den dolayı, siyasi olarak Safevî yanlısı, itikadî olarak da Şiî anlamında Kızılbaş diye anılması, XVI. yüzyılın başlarından itibaren görülmüştür.

Prof. Dr. Faruk Sümer de bu konuyu önemle vurgular: "XIII. ve XVI. yüzyıllarda Anadolu'daki Türk göçebe unsurunun kızıl börk giydikleri kesin bir şekilde bilinmektedir. Bu usulün daha sonraki yüzyıllarda da yaygın olduğunda şüphe yoktur. Bu nedenle Safevî mürîd ve askerlerinin giydikleri külâh ve taçların kızıl renkte olmasının bu gelenekle ilgili bulunması her halde imkânsız değildir."

Hatta şunu da belirtmek gerekir ki, Türkler arasında, onlara mahsus hale gelmiş olan Ali'ye saygı, Ehlibeyt-i Nebevî'ye sevgi, hattâ Kerbelâ şehitleri için (dökülen) gözyaşları, Şiîlik için bir kanıt sayılmaz. Bunlar, Şiîlik ile sünnîliğin arasında çekişmelerin bulunmadığı bir dönemde, halk edebiyâtında da kullanılan temalardır. Bu çekişme XV. Yüzyıl sonlarından önce görünmeyecek ve özellikle XVI. Yüzyıl başlarında kendini belli edecektir.

"Kızıl tac kabul edildikten sonra, iran'daki Safevî şahlarına tâbi olan bu zümreye Sünnîler tarafından kızıl-baş denilmiş, aleyhlerine birçok kötü isnâdlar uydurulmuş ve bu ad muhâlifleri tarafından daima tayip (ayıplama) maksadı ile kullanılmış, buna karşılık kendileri tarafından da kızıl elbisenin ve bilhassa kızıl tacın kudsiyetine âit bir hayli hikâyeler icât edilmiştir." Bunların içinde, Kızıl börk giymenin kaynağı olarak en yaygın olanı Hz. Ali ile alakalı olanıdır. Rivayete göre, Hz. Peygamber'in de katıldığı bir savaşta (?), Hz. Peygamber'in, ok darbesiyle bir dişi kırılır ve düşer. Bunu gören Hz. Ali, Hz. Peygamber'in mübarek dişini alır ve kaybolmasın diye kendi başına çakar ve böylece muhafazaya alır. Hz. Ali'nin başı kanar ve bütün başlığını (yahut sarığını) kırmızıya boyar. Bunun için de, bu olaya atfen Kızıl börk giyilmiş. Bu anlatım halkın itikadî tasavvurunda yaratılmış olup, aslı yoktur. Bu misalde olduğu gibi, Her ne kadar Aleviler, Kızılbaş adının islâm'dan kaynaklandığını söyleseler de bu adın islâm'la bir ilgisi yoktur.

Her şeyden önce bu ad Türkçe'dir. ikinci önemli neden ise Aleviliğin hiç bulunmadığı bölgelerde bile Türkler arasında kullanılır. Genellikle "sapkın inanç" anlamına gelir. "Müneccimbaşı da, Kızılbaşlar sözünü genellikle, Şah ismail ve Safevî devleti mensuplarından çok, Anadolu ve Anadolu'dan Şah ismail'e giden Türkmenler için kullanır. Osmanlının karşısında olunca kızılbaş, yanında olunca Türkmen diye ifade edilir.

Kızılbaş sözü, aynı inançta (Alevi) olanların tamamını kapsamaz. Kızılbaş sözü yalnızca Şiî-Alevi inançlı Türk soylulara mahsustur. Bunların dışındaki Şiî zümrelere ve Bektaşilere bu ad verilmez. Kızılbaşların erkânında Bektâşi erkânının büyük etkisi inkar edilemez; fakat bu mezhebi Bektaşilikle karıştırmamak lazımdır. Bektâşi'lik bir tarikattır ve her isteyen bu tarikata girebilir ise, de kızılbaşlığa giremez. Kızılbaş, erkek olsun, kadın olsun, mutlaka kızılbaş soyundan gelir. Bunun içindir ki "Bütün Kızılbaşlar Bektaşi, fakat bütün Bektaşiler Kızılbaş değildir" genel tespitine varılmıştır. iran'da da Kızılbaş sözü yalnızca Şiî Türkler için kullanılır.

Dede-Baba Bedri Noyan, bunların hepsinin Caferî mezhebine mensup olduğuna işaretle, "Caferi topluluğu Türkiye'de esaslı iki koldur: Esas Babagân (Bektaşiler) ve Dedegân kolu (Alevler)dur. Bektaşilerin, genel olarak, köylerde yaşayan bölümüne Alevi denir. Halk arasında bunlara Kızılbaş da denir." diye ayırır. Sosyolog Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, Alevi zümreleri arasındaki küçük nüans farklarına rağmen onları Türk standart kültürü'nün temsilcileri olarak tanımlar.

Bugün, Asya kıtasının birçok yerinde rastladığımız, Kızılbaş adıyla anılan zümrelerin hepsi de Türk/Türkmen asıllıdır.

Anadolu ve Azerbaycan'ın dışında, büyük çoğunluğu iran'da yaşarlar ki, buların da büyük ekseriyeti, Safevîler dönemi Anadolu'dan giden Türkmenlerdir.
Sunniler tarafından yadırganan,kızlarını bile vermedikleri şii mezhebinin kolundan olan kişiler.
Ulâ'n bana Kızılbaş demiş, desin!
Doğru söyler Yezit, isterse sövsün!
isterse Pir Sultanlar gibi assın!
Hakk'a ayan kızılbaşım, Kızılbaş.

Herkes bilsin ikiliği hiç sevmem,
ikrar verdim, bir daha geri dönmem,
insanım yolumdan ayrı hiç kalmam,
Hakk'a ayan kızılbaşım, Kızılbaş.

Başta Kızılbaş Ali, hem de Veli,
Onların yüreği dağ gibi ulu,
Bağrı kızıl yakut hem de kan dolu,
Hakk'a ayan kızılbaşım, Kızılbaş.

Şah Hatayi pirim benim çağlarım,
Yüksünmedim kızıl çarık teperim,
Kara libas ile cenğe giderim,
Hakk'a ayan kızılbaşım, Kızılbaş.

Onar Baba yarenimle hem hâlim,
Başımda kızıl börk bağlı Türkmenim,
Nâr-ı hâl içinde gökte uçmağım,
Hakk'a ayan kızılbaşım, Kızılbaş.
(bkz: kızılbaş mısın sen)
(bkz: mum söndü)
(bkz: Tunceli Alevileri dinsizdir)
kalan müzik etiketli alevi nefeslerinden ve duazlarından oluşan ve seçkin yoruncuların yer aldığı albüm:

1- Kızılbaş - Sabahat Akkiraz
2- Gel Ey Vaiz - Cengiz Özkan
3- Lanet Yezid'e (Duvaz imam) - Muharrem Temiz
4- Kur'an Kelamımızdır - Erdal Erzincan
5- Bugün Ben Şahıma Vardım - Erkan Oğur - ismail Hakkı Demircioğlu
6- Vahdetname - Emekçi
7- Aşkın Kabesi - Musa Eroğlu
8- Yolumuz Vardır - Dertli Divani
9- Huyumuz Bizim - Ulaş Özdemir
10- Şema Düşen Pervaneler - Hüseyin Albayrak - Ali Rıza Albayrak
11- Dêsa Khurêsa - Mikail Aslan
12- Üre Gelmiş - Lütfü Gültekin - Emre Gültekin
13- Ez Qızılbaşım - Metin - Kemal Kahraman
14- Lamekandan içeri - Özlem Taner
15- Tembur (Heyder) - Cemil Koçgün
16- Gerekmez - Mazlum Çimen
trakya insanı alevi den ziyade kızılbaş kelimesini kullanır.