bugün

(bkz: bir küvet hikayesi)
BERKLEY

Behey
Berkley!
Behey on sekizinci asrın filozof peskoposu.
Felsefenden tüten günlük kokusu
başımızı döndürmek içindir.
Hayat kavgasında bizi
dizüstü süründürmek içindir.

Behey
Berkley,
Behey Allahın
Cebrail şeklindeki Ezraili,
Behey on sekizinci asrın en filozof katili!
Hâlâ geziyor iskoçya köylerinde
adımlarının sesi.
Hâlâ uluyor adımlarının sesine
tüyleri kanlı bir köpek.
Hâlâ
her gece titreyerek
görüyor gölgeni iskoçya köylüleri
evlerinin
camlarında!
Hâlâ
kanlı beş parmağının izi var
o beyaz buzlu camlar gibi şimal akşamlarında!

Behey
Berkley!
Behey meyhane kızlarının kara cübbeli kavalyesi,
Kıralın şövalyesi,
sermayenin altın sesi,
ve Allahın peskoposu!
Felsefenden tüten günlük kokusu
başımızı döndürmek içindir.
Hayat kavgasında bizi
dizüstü süründürmek içindir!

Her kelimen
kelepçelerken
bileklerimizi,
kıvrılan
bir yılan
gibi satırların
sokmak istiyor yüreklerimizi.
Beli hançerli bir isaya benziyor resmin.
Sivriliyor kitaplarından ismin
sivri yosunlu ucundan
kızıl kan
damlıyan
yeşil bir diş gibi.
Her kitabın
diz çökmüş önünde Rabbın
kara kuşaklı bir keşiş gibi..
Sen bu kıyafetle mi bizi kandıracaktın,
inandıracaktın?
Biz isanın vuslatını bekleyen
bir rahibe değiliz ki!

Behey
Berkley!
Behey tilkilerin şahı tilki!
Çalarken satırların zafer düdüğü,
küçük bir taş parçasının en küçüğü
imparatorların imparatoru gibi çıkınca karşısına,
hemen anlaşmak için
bir kapı açıyorsun,
binip Allahının sırtına
soldan geri kaçıyorsun!
Kaçma dur!
Her yol Romaya gider,
- bu belki doğrudur -
fakat
fikri evvel gören her felsefenin
safsata iklimidir yelken açtığı yer!
Bu bir hakikat
- hem de mutlak cinsinden - !
işte sen
işte senin felsefen:
Sen o sarı kırmızı rengini gördüğün
cilâlı derisine parmaklarını sürdüğün
parlak
yuvarlak
elmaya:
«Fikirlerin bir
terkibidir,»
diyorsun!
Dışımızda bize bağlanmadan
var olan
varlığı
inkâr ediyorsun!

Şu mavi deniz
şu mavi denizde yüzen beyaz yelkenli gemi,
kendi kendinden aldığın fikirlerdir, öyle mi?
Mademki kendi fikrindir yüzen gemi,
mademki kendi fikrindir umman,
ne zaman var,
ne mekân!
Ne senin haricinde bir vücut
ne senden evvel kimse mevcut,
ne senden sonra kâinat baki
bir sen
bir de Allah hakikî.

Lâkin ey kara meyhanelerin sarhoş papazı!
Senin dışında değil miydi
kıllı kollarında kıvranan meyhanecinin kızı?
Yoksa kendi altında sen
kendinle mi yattın?
Diyelim ki senden evvel baban yok
isa gibi.
Yine fakat bacakları arasından çıktığın
Meryem gibi bir anan da mı yok!
Diyelim ki yapyalnızsın
Turu Sinada Musa gibi,
ne yazık! Tevratını okuyan da mı yok!
Çok yalan söylemişsin çok.

Sen emin ol ki Berkley
- olmasan da zarar yok -
bu şi're benzer yazıda hissene düşen şey:
biraz alay
biraz şaka
ve birkaç tokat
- eldivensiz cinsinden -
Neyleyim?
Neş'e kavganın musikisidir.
Kavgada kuvvetini kaybetmiş gibidir biraz
neş'enin çelik ahengini duymayan adam;
neş'e ... iyi şeydir vesselam,
- baş döndürmezse eğer -
ve işte bizimkiler
güldüler mi,
ağız dolusu gülüyorlar.
Kabahat onların kuvvetinde:
yoksa ne sende
ne de bende!

Dinle Berkley!
- dinlemesen de olur -
Biz dinleyelim:
Beynimiz bal yoğuran
bir kovan.
Ona balı dolduran
arıdır hayat.
Aldığımız hislerin
sonsuz derin
pınarıdır kâinat!
Kâinat geniş
kâinat derin
kâinat uçsuz bucaksız!
Biz onun parçaları,
biz ondan doğan bir sürü bacaksız!
Biz o bacaksızların
- anasını inkâr etmeyen cinsi -
Çünkü biz
emredenlere emir verenlerden değiliz!
Bağlıyız toprağa
kalın halatlar gibi kollarımızla!
Çelik dişleri şimşekli çarklılar
koparırken kara toprağın esrarını,
biz
seyretmedeyiz
cihan içinden cihanların
doğuşunu;
kehkeşanların
gümüş aydınlığında!
Görmüşüz,
görmedeyiz
yılların yollarında toprak oluşunu
kızıl kadife dudaklı kızların!
Çiziyor hareketi gözlerimize
sonsuz maviliklerde
kuyrukluyıldızların
sırma saçlarından kalan izler.

Her habbe koynunda bir kubbeyi gizler!..

Şu denizler,
şu denizlerin üstünde denizler gibi esen,
rüzgârların uğultusu.
Şu ipi kopmuş
inci bir gerdanlık gibi damlayan su,
şu bir damla su,
uzaklaştıkça, yaklaşılan
hakikati gizler..

Her yeni ummanla beraber
bir yeni imkân!
Kâinat geniş
kâinat derin
kâinat uçsuz bucaksız!

Behey!
Berkley!
Behey bir karış boyuna bakmadan
Karpatları inkâr eden cüce!
Ahrete gittiysen eğer
oradan bir taç gönder,
süslemek için Allahının kafasını!
Fakat buradan
topla hemen tarağını tasını,
Haraç mezat!
Haraç mezat!
götür pazara bir pula sat:
Topraktaki saltanatın
göğe çıkan tahtını!

Yok üstünde tabiatın
tabiattan gayri kuvvet!..
Tabiat geniş
tabiat derin
tabiat uçsuz bucaksız!..
saman sarısı
..
seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları.
ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde.
gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın.
kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin.
cıgaranın ucunda senin,
ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda,
ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi.
aklından geçenlerdeydi ayrılık.
benden gizlediklerinde gizlemediklerinde,
ayrılık rahatlığındaydı senin.
senin güvenindeydi bana,
büyük korkundaydı ayrılık.
birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın.
oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin.
ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin.
ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem.
tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı.
.
nazım hikmet
- 21 1 924
- 23 sentlik askere dair
- açlık ordusu yürüyor
- ağa camii
- asya afrika yazarlarına
- ayağa kalkın efendiler
- bahri hazer
- bayram oğlu
- ben senden önce ölmek isterim
- bence sen de şimdi herkes gibisin
- benerci kendini niçin öldürdü
- benim oğlan fotoğraflarda büyüyor
- berkley
- beş satırla
- beyazıt meydanı ndaki ölü
- bir acayip duygu
- bir ayrılış hikayesi
- bir cezaevinde tecritteki adamın mektupları
- bir dakika
- bir gemici türküsü
- bir hazin hürriyet
- bir kız vardı japonya da
- bir küvet hikâyesi
- bu vatana nasıl kıydılar
- bulutlar adam öldürmesin
- büyük insanlık
- cevap dört numara
- ceviz ağacı
- ceviz ağacı ile topal yunus un hikâyesi
- çankırı hapisanesinden mektuplar
- çarlık rusyasının ölümü
- çınarı yıkmak için baltayı köküne vururlar
- çocuklarımıza nasihat
- davet
- doğum
- don kişot
- dörtlük
- dünyanın en tuhaf mahluku
- dünyayı verelim çocuklara
- erzurum ve sivas kongreleri
- fakir bir şimal kilisesinde şeytan ile rahibin macerası
- fevkalade memnunum dünyaya geldiğime
- gazete fotoğrafları üstüne
- gece gelen telgraf
- geliyor sıram
- gelmiş dünyanın dört bir ucundan
- gerileyen türkiye yahut adnan menderes e öğütler
- giden
- giderayak
- gömlek pantolon kasket ve fötre dair
- gövdemdeki kurt
- gözleri siyah kadın
- gözlerimiz
- gözlerin
- gözlerine bakarken
- güneşi içenlerin türküsü
- güneşin sofrasında söylenen türkü
- güneşte
- güney dağlarının hatırasında kalan
- güz
- haber
- hasret (bu adla iki şiir)
- haydi güle güle gülüm
- henüz vakit varken gülüm
- her kitabımın son sözü
- hiciv vadisinde bir tecrübei kalemiye
- hiçbir ağaç böyle harikulade bir yemiş vermemiştir
- hoş geldin
- hoş geldin kadınım
- hürriyet kavgası
- iki serseri
- insan
- isimsiz şiirler
- istanbul da tevkifane avlusunda
- istiklal
- iyimser adam
- iyimserlik
- japon balıkçısı
- kadınlar
- kadınlarımızın yüzleri
- kalbim
- kanter içinde
- kar yağıyor
- karanlıkta kar yağıyor
- karlı kayın ormanında
- kederleniyorum
- kemal tahir e mektup
- kerem gibi
- kırkıncı yılımız
- kışlık saray
- kıyamet sureleri
- kız çocuğu
- kızıl saçlısına
- kocalmağa alışıyorum
- komik hürriyet
- (kore de ölen) bir yedek subayımızın menderes e söyledikleri
- kosmosun kardeşliği adına
- kuvayi milliye başlangıç onlar
- kuvayi milliye birinci bap
- kuvayi milliye ikinci bap
- kuvayi milliye üçüncü bap
- kuvayi milliye dördüncü bap
- kuvayi milliye beşinci bap
- kuvayi milliye altıncı bap
- kuvayi milliye yedinci bap
- kuvayi milliye sekizinci bap
- lodos
- mavi gözlü dev minnacık kadın ve hanımelleri
- mavi liman
- mazi
- mektuplar
- memed e son mektubumdur
- memleketimden insan manzaraları ikinci bölüm
- memleketimi seviyorum
- merhaba çocuklar
- mevlana
- mor menekşe aç dostlar ve altın gözlü çocuk
- mukaddes karın
- münevver in doğum günü
- nasılsın
- ne güzel şey hatırlamak seni
- nerden gelip nereye gidiyoruz
- neyi bildirir sayılar
- nikbinlik
- niyazalant sömürgesi
- o ve aksakallılar
- onun doğuşu ve demirhane bacası
- orada tanıdıklarım ı
- orada tanıdıklarım ıı
- orkestra
- otobiyografi
- ölçü
- ölüme dair
- pencereler
- piraye için
- piraye için yazılmış saat 21 22 şiirleri
- portatif karyola
- radyoaktiviteli yağmurlar üstüne
- rubailer
- salkımsöğüt
- saman sarısı
- sebastian bach
- sen
- sen benim sarhoşluğumsun
- seni düşünmek
- seni düşünürüm
- senin resmini ben yapacağım
- sensiz paris
- ses
- sesimiz
- sesler geliyor
- seviyorum seni
- sevgilim
- sevgilim yalan söylersem
- silâhsız insanlar
- simavne kadısı oğlu şeyh bedrettin destanı
- son otobüs
- şaban oğlu selim ile kitabı
- şair
- şarkılarımız
- şehitler
- tahir le zühre meselesi
- tanya
- taranta babu ya mektuplar
- teftiş
- türk köylüsü
- türkiye işçi sınıfına selâm
- üç selvi
- vasiyet
- vatan haini
- veda
- vera nın uykudan uyanışı
- yarıda kalan bir bahar yazısı
- yaşamak seni sevmek gibi
- yaşamaya dair
- yatar bursa kalesinde
- yine iyimserlik üstüne
- yine memleketim üstüne söylenmiştir
- yine ölüme dair
- yine sana dair
- yirminci asra dair
- yolculuk
- yürümek
- zafere dair
kerem gibi oyununda genco erkal tarafından fazlasıyla etkileyici olarak söylenmektedirler.
Sana gelince.
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün.
Ne ben sana kızarım
Ne de zatın zahmet edip bana küssün.
Artık seninle biz,
Düşman bile değiliz.
necip fazıl ın şiirlerinden iyi oldukları kesindir.
Hapsurdugumda; cok yasa, iyi yasa yerine benimle yasa deseydi keske.. Bende; sende gor degilde, emrin olur deseydim sessizce.
Siyasi ideolijilerden kaynaklı değeri öngörülemen şiirlerdir.
sen benim sarhoşluğumsunhttp://www.eskimeyenkitap...-dogdun-nazim-hikmet.html
sadece seni düşünmek adlı şiiri bile nazım hikmet'i efsane yapar.

seni düşünmek güzel şey
seni düşünmek ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey
seni düşünmek güzel şey
seni düşünmek ümitli şey
fakat artık ümit yetmiyor bana
ben artık şarkı dinlemek değil
şarkı söylemek istiyorum
elbet bitecek güneşe hasret günler. ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik
bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...
hayatı ıskalamaya lüksün yok senin.....

diyerek insanın en karamsar hayattan bıkmış pişman günlerinde içini umutla yeşerten büyük üstad.
KORE'DE ÖLEN BiR YEDEK SUBAYIMIZIN
MENDERES'E SÖYLEDiKLERi

DiYET


Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki gözünüzle bakarsınız,
iki kurnaz,
iki hayın,
ve zeytini yağlı iki gözünüzle
bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli kibirli
ve topraklarına çiftliklerinizin
ve çek defterinize.
Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki elinizle okşarsınız,
iki tombul,
iki ak,
vıcık vıcık terli iki elinizle
okşarsınız pomadalı saçlarınızı,
dövizlerinizi,
ve memelerini metreslerinizin.
iki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı,
iki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in,
ve bütün kaygınız
iki bacağınızın arkadan birleştiği yeri
halkın tekmesinden korumaktır.
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yokum.
Beni, Üniversiteli yedek subayı,
Kore'de harcadınız, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme,
vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.
Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan
ve ben al kan içinde ölürken
çığlığımı duymamanız için
kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip.
Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey,
ölüler otomobilden hızlı gider,
kör gözlerim,
kopuk ellerim,
kesik bacaklarımla peşinizdeyim.
Diyetimi istiyorum, Adnan Bey,
göze göz,
ele el,
bacağa bacak,
diyetimi istiyorum,
alacağım da.



25 Haziran 1959
türkçe olarak yazılmış en güzel şiirler olur. ( burada herhangi bir şiirini paylaşıp diğerlerini öksüz gibiortada bırakmak olmazdı. )
VATAN HAiNi


"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.



28.7.962
Nev York Tayms gazetesi 29 Aralık 1954 tarihli sayısında "Türkiye Geriliyor" başlıklı bir başyazı yayımladı. Bu başyazıda şöyle satırlar var : "O - Adnan Menderes - Basın hürriyetini yok ediyor... Basında kendisini tenkit edenleri hapse atıyor... Siyasi muhalefeti eziyor... Menderes işçilere grev hakkını tanıyacağını vaad etmişti... Halbuki en kısa grevler için işçileri takip ediyor..."
Ben, Nâzım Hikmet, Nev York Tayms gazetesinin satırları arasında kalan yazıları da okudum. Bu satırların arasındaki satırları aynen aşağıya geçiriyorum.


GERiLEYEN TÜRKiYE YAHUT
ADNAN MENDERES'E ÖĞÜTLER



Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes.
Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.
ille de asıp kesmek geliyorsa içinden
Ezmekte devâm et Barışçılar'ı, ama sen
Meselâ Yalçın'ı da tıkıyorsun deliğe (1)
ihtiyarcık sana azıcık cilve yaptı diye,
Git, koş, elini öp, af dile, yüzünü güldür,
O, yalnız altın kafeslerde öten bülbüldür.
O, matbaalar yıktırıp kitaplar yaktıran, (2)
O, büyük demokrat, O, hürriyetçi kahraman,
Moskova'yı atomlayalım diyen insancı...
Kendine acımazsan bize bir parça acı.
A be Adnan Menderes, böyle bir dal kesilmez,
Böyle şaşkınlıkların sonu da iyi gelmez...
Şu muhalefetle de alıp veremediğin ne?
Niye öyle hışımla yürüyorsun üstüne?
Kore'ye asker gönderdin de "Hayır" mı dedi?
"Kan aktı hesabı sorulmalıdır!" mı dedi?
Orduyu emrimize verdin, ses çıkardı mı?
"Olmaz olsun" mu dedi Amerikan yardımı?
Feryat mı etti "istiklâl elden gitti" diye?
Zavallı, sımsıkı sarılmış demokrasiye :
"Başvekil merasimsiz karşılanmalı" diyor. (3)
Bir de bazan coşarak "Hayat pahalı" diyor.
Bu aksoylu muhalefeti ezilir görmek
Türkün Batılı dostlarını pek üzüyor pek. (4)
Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes.
Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.

Hani, her işte bizden örnek alacaktın ya?
Hürriyet nizamına sâdık kalacaktın ya?
Vaadettin tanımadın işçinin grev hakkını.
O hakkı bizim tanıdığımız gibi tanı.
Elli istiyorlarsa ateş aç, sonra beş ver.
Ama ufak tefek grevlerde anlayış göster.
Sendika liderlerinizin birçoğu zaten
bizde olduğu gibi emir alır polisten.
Niye telaşlanıp kaybedersin vekarını?
Hem de kırarsın liderlerin itibarını?
Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes,
Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.

Senin bindiğin dallar ve bindiğimiz dallar,
Unutma bu dallardan başka asıl ağaç var,
öfkeyle homurdanan yarı çıplak, yarı aç,
bizi silkip atmaya fırsat kollıyan ağaç...


1955


(1) Adnan Menderes tevkif ettiği gazeteciler arasında Hüseyin Cahit Yalçın'ı da hapise attı.
(2) 1945 yılında Tan gazetesi başta olmak üzere birçok gazete, dergi matbaası yıkılıp yağma edilmiş, meydanlarda kitaplar yakılmıştı. Bu faşist sürülerine "ileri" emrini Yalçın vermişti.
(3) Burjuva muhalefet gazeteleri ve partileri, Adnan Menderes'e istanbul'a filan gelip gidişlerinde merasim yapılmasına itiraz ediyorlar.
(4) Nev-York Tayms yazısını şöyle bitiriyor: "Bu durum Türkiye'nin Batıdaki dostlarını kederlendirmektedir."
nefis şiirlerdir. istisnasız hepsinde kendime ait bir şeyler bulurum. sanki oturmuş, beni dinleyip yazmıştır. gayet yalın, günlük hayattan sözlerle, olaylarla başlar sonra bir cümle kurar işte şiir dersiniz. en saf duygularla sevmiş, sevdirmiştir. şu şiiriyle de sevmenin ne demek olduğunu hepimize çok güzel bir şekilde anlatmıştır:

'' Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi,beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
Fedakarlığımı anlıyorsun
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için. ''

nazım hikmet ran
"Nazım'ın erkeksi bir sesi vardır, iridir, gürdür. ona özeniyorlar. Ama içerik, sese koşut gitmediği için ortaya bir tür "şiirsel travesti" çıkıyor. Atilla ilhan kalkıyor, "hırçın dişi" bir sesle "erkeksi" bir şiir yazıyor."

Edip Cansever
Bir Dakika
Deniz durgun göl gibi, gitgide genişliyor
Sular kayalıklarda nurdan izler işliyor,
Engine sarkan gökler baştan başa yıldızlı..
Şimdi göğsümde kalbim çarpıyor hızlı hızlı.

Göklerden bir yıldızın gölgesi düşmüş suya
Dalmış suyun koynunda bir gecelik uykuya
Bazan uzunlaşıyor, bazan da kıvranıyor
Durgun suyun altında bir mum gibi yanıyor

Yakın olayım diye bu gökten gelen ize
Öyle eğilmişim ki kayalardan denize
Alnımdan düşen saçlar yorulmuş suya değdi
Baktım geniş ufuklar başımın üstündeydi

Bilemem nasıl oldu geldi ki öyle bir an
Yenilmez bir haz duyup denize atılmaktan
Kurtulmak ne kolaymış faniliğimden dedim
Doğruldum atılırken bir dakika titredim

Bir dakika sonsuzluk doldu taştı gönlümden
Bir dakika bir ömrü kurtarmıştı ölümden.

Nazım Hikmet Ran
Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.”
hava kurşun gibi ağır,
karıyı bağır bağır
bağırtıyorum.
Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
enfarktında yüreğimin,
alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim...

Pırağ, 8 Nisan 958
Bir ayrılış hikayesi.
kimbilir belki "bu kadar sevmezdik" birbirimizi
"uzaktan seyretmeseydik" ruhunu birbirimizin
kimbilir "felek ayırmasaydı" bizi birbirimizden
belki bu kadar "yakın olamazdık" birbirimize.
*
Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...
Fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım.
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
içimden bir şey :
belki diyor.