bugün

Her zaman hislerime tercüman olan büyük sairin siirlerinden biri:

Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mi zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi,
beni yaktırırsın,
odanda ocağın
üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf,
beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
Fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sende ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yaşarız
külümün içinde külün
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama
biz
o zamana kadar
o kadar karışacağız ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile
zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak iki çiçek açacak :
biri
sen
biri de
ben.
Ben
daha olumlu düşünüyorum
Ben daha bir çocuk doğuracağım
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
Bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
içimden bir şey :
belki diyor.
Okudukca aglatan siirlerinden biri

SEN
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi..
Düşmanımdır ikisi..
Sana gelince...
Yazıyorsun..
Okuyorum..
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık!..
Ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri..
Sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!.
Satıyorsun:
günde on kaat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek
ve üç yüz papellik rahat
için...
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
Biri o,
biri ötekisi...
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
Sana gelince...
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün...
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz..
sensiz paris

sensiz paris, gülüm,
bir havayi fişeği
bir kuru gürültü
kederli bir ırmak,
yıktı mahvetti beni
Paris'te durup dinlenmeden, gülüm,
seni çağırmak...
Nazim Hikmet`in bestelenmis siirlerinden biri. Esin Afsar söyler, tadina doyum olmaz.

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden
ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey
kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
sen

sen esirliğim ve hürriyetimsin:
çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,
Sen memleketimsin.

Sen, ela gözlerinde yeşil hareler
sen, büyük, güzel ve muzaffer
ve ulaştıkça ulaşılmaz olan

hasretimsin...
Istanbuldan uzakta her okunusunda bu siir yakar elleri.

Vapur

Yürek değil be, çarıkmış bu, manda gönünden,
teper ha babam teper
paralanmaz
teper taşlı yolları.
Bir vapur geçer Varna önünden,
uy Karadeniz'in gümüş telleri,
bir vapur geçer Bogaz'a doğru.
Nazım usulcacik okşar vapuru,
yanar elleri...
YiNE MEMLEKETiM ÜSTÜNE SÖYLENMiŞTiR

Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
enfarktında yüreğimin,
alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim...
dörtlük

Dağ doruğu deler gider bulutu
dağ dibinde ak evler kutu kutu
evdekiler! yok mu koklamak isteyen
dağ doruğundan getirdiğim otu?
sofra

Şu varna deli etti beni
divane etti

Domates, yeşil biber, kalkan tavası,
radyoda <<ha uşaklar!>>, karadeniz havası,
rakı kadehte aslan sütü, anason,
uy anason kokusu,
ahbabca, kardeşçe konuşulan dilim...
A be islah be, islah be halim...
şu varna deli etti beni
divane etti...
Cem Karacanin besteledigi bir nazim siiri Herkes gbisin

gönlümle baş başa düşündüm demin;
artık bir sihirsiz nefes gibisin.
şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
akisleri sönen bir ses gibisin.

mâziye karışıp sevda yeminim,
bir anda unuttum seni, eminim
kalbimde kalbine yok bile kinim
bence artık sen de herkes gibisin
Bence artik sende herkes gibisin, Herkes gibisin adli siirin ikinci bölümü

gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
onlardan kalbime sevda geçmiyor
ben yordum ruhumu biraz da sen yor
çünkü bence şimdi herkes gibisin

yolunu beklerken daha dün gece
kaçıyorum bugün senden gizlice
kalbime baktım da işte iyice
anladım ki sen de herkes gibisin

büsbütün unuttum seni eminim
maziye karıştı şimdi yeminim
kalbimde senin için yok bile kinim
bence sen de şimdi herkes gibisin
kıymetleri çok geç anlaşılmış, hemen her biri ayrı duygu yüklü, derinden yaşayanların anlayabileceği şiirler bütünüdür.
Berkley

Behey
Berkley!
Behey on sekizinci asrın filozof peskoposu.
Felsefenden tüten günlük kokusu
başımızı döndürmek içindir.
Hayat kavgasında bizi
dizüstü süründürmek içindir.
Behey
Berkley,
Behey Allahın
Cebrail şeklindeki Ezraili,
Behey on sekizinci asrın en filozof katili!
Hâlâ geziyor iskoçya köylerinde
adımlarının sesi.
Hâlâ uluyor adımlarının sesine
tüyleri kanlı bir köpek.
Hâlâ
her gece titreyerek
görüyor gölgeni iskoçya köylüleri
evlerinin
camlarında!
Hâlâ
kanlı beş parmağının izi var
o beyaz buzlu camlar gibi şimal akşamlarında!
Behey
Berkley!
Behey meyhane kızlarının kara cübbeli kavalyesi,
Kıralın şövalyesi,
sermayenin altın sesi,
ve Allahın peskoposu!
Felsefenden tüten günlük kokusu
başımızı döndürmek içindir.
Hayat kavgasında bizi
dizüstü süründürmek içindir!
Her kelimen
kelepçelerken
bileklerimizi,
kıvrılan
bir yılan
gibi satırların
sokmak istiyor yüreklerimizi.
Beli hançerli bir isaya benziyor resmin.
Sivriliyor kitaplarından ismin
sivri yosunlu ucundan
kızıl kan
damlıyan
yeşil bir diş gibi.
Her kitabın
diz çökmüş önünde Rabbın
kara kuşaklı bir keşiş gibi..
Sen bu kıyafetle mi bizi kandıracaktın,
inandıracaktın?
Biz isanın vuslatını bekleyen
bir rahibe değiliz ki!
Behey
Berkley!
Behey tilkilerin şahı tilki!
Çalarken satırların zafer düdüğü,
küçük bir taş parçasının en küçüğü
imparatorların imparatoru gibi çıkınca karşısına,
hemen anlaşmak için
bir kapı açıyorsun,
binip Allahının sırtına
soldan geri kaçıyorsun!
Kaçma dur!
Her yol Romaya gider,
&#8212; bu belki doğrudur;
fakat
fikri evvel gören her felsefenin
safsata iklimidir yelken açtığı yer!
Bu bir hakikat
hem de mutlak cinsinden !
işte sen
işte senin felsefen:
Sen o sarı kırmızı rengini gördüğün
cilâlı derisine parmaklarını sürdüğün
parlak
yuvarlak
elmaya:
«Fikirlerin bir
terkibidir,»
diyorsun!
Dışımızda bize bağlanmadan
var olan
varlığı
inkâr ediyorsun!
Şu mavi deniz
şu mavi denizde yüzen beyaz yelkenli gemi,
kendi kendinden aldığın fikirlerdir, öyle mi?
Mademki kendi fikrindir yüzen gemi,
mademki kendi fikrindir umman,
ne zaman var,
ne mekân!
Ne senin haricinde bir vücut
ne senden evvel kimse mevcut,
ne senden sonra kâinat baki
bir sen
bir de Allah hakikî.
Lâkin ey kara meyhanelerin sarhoş papazı!
Senin dışında değil miydi
kıllı kollarında kıvranan meyhanecinin kızı?
Yoksa kendi altında sen
kendinle mi yattın?
Diyelim ki senden evvel baban yok
isa gibi.
Yine fakat bacakları arasından çıktığın
Meryem gibi bir anan da mı yok!
Diyelim ki yapyalnızsın
Turu Sinada Musa gibi,
ne yazık! Tevratını okuyan da mı yok!
Çok yalan söylemişsin çok.
Sen emin ol ki Berkley
olmasan da zarar yok
bu şi're benzer yazıda hissene düşen şey:
biraz alay
biraz şaka
ve birkaç tokat
eldivensiz cinsinden
Neyleyim?
Neş'e kavganın musikisidir.
Kavgada kuvvetini kaybetmiş gibidir biraz
neş'enin çelik ahengini duymayan adam;
neş'e ... iyi şeydir vesselam,
baş döndürmezse eğer
ve işte bizimkiler
güldüler mi,
ağız dolusu gülüyorlar.
Kabahat onların kuvvetinde:
yoksa ne sende
ne de bende!
Dinle Berkley!
dinlemesen de olur
Biz dinleyelim:
Beynimiz bal yoğuran
bir kovan.
Ona balı dolduran
arıdır hayat.
Aldığımız hislerin
sonsuz derin ... *
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...

Nazım Hikmet

1938
sevgilim,
başlar önde,
gözler alabildiğine açık,
yanan şehirlerin kızıltısı,
çiğnenen ekinler
ve bitmez tükenmez ayak sesleri:
gidiliyor
ve insanlar katlediliyor:
ağaçlardan ve danalardan
daha rahat
daha kolay
daha çok.

sevgilim,
bu ayak sesleri,
bu katliamda
özgürlüğümü, ekmeğimi
ve seni kaybettiğim oldu,
fakat açlığın,
karanlığın ve çığlıkların içinden
güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan
gelecek günlere güvenimi,
kaybetmedim hiçbir zaman...
birçok sanatçı tarafından bestelenmiş, bir zamanlar okunması bile yasak şiirlerdir. şimdi ise bu yasak yerini okuyana iyi gözle bakmamaya bırakmıştır büyük ölçüde. inadına hastasıyız. ve son olarak ekliyorum;

yaşamak ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşcesine..

(bkz: davet)
(bkz: ceviz ağacı)
(bkz: karlı kayın ormanı)
çok dikkatli okunması gereken şiirlerdir. içerdiği anlam ve tasvirlerle öne çıkar ve bazen hiç anlaşılmayan bir anda sarsıverir insanı.
aşağıdaki şiiri önyargılarından kurtulamayan canlı türleri okumasa iyi olur...

yaldızlı meşin kabı
parçalanmış kitabı
ay altında dün gece
deli bir derviş gibi
mumu sönmüş rahlesi yere devrilmiş gibi
okudum saatlerce.

yaldızlı meşin kabın
parçalanmış koynunda uyuklayan kitabın
çevirdikçe küf kokan her sarı yaprağını
sandım ki eşiyorum bir mezar toprağını...

ince el yazıları canlandı birer birer
masallarda çizilen yüzleri gösterdiler
iblis bir yılan oldu, adem havvaya kandı
kardeşini öldüren lanetli ruhu gördüm
koca yahta bir gemi ummanlarda çalkandı
ufuklardan güvercin bekleyen nuh'u gördüm
ismail'in topuğu kumdan çıkardı zemzem
tur-u sina da musa kaldırdı kollarını
asasını vurunca yarıldı bahr-i kulzem
buldu ben-i israil kudüs'ün yollarını..

zekeriya zikrini
bir sonsuz aha verdi
doğdu isa bikrini
meryem allah'a verdi
kureyş-i muhammed'e kucak açtı medine
bir ateş mezar oldu kerbela hüseyin'e

sayfalar döndükçe bunlar hep birer birer
doğrulup devrildiler
ay battı güneş doğdu
kalbimde ateş doğdu
yaldızlı meşin kabı
parçalanmış kitabı
varsın gömülsün diye bir ebedi uykuya
attım kör bir kuyuya

yazık yazık bize ki asırlarca aldandık
karanlıkta çizilen izleri görmek için
görüp yüz sürmek için
yazık yazık bize ki bir çırağ gibi yandık
ne gökten necat geldi ne bir parça merhamet
çalışan esirlere isa, musa, muhammet
sade bir satır dua bir tütsü buhur verdi
masal cennetlerinin yollarını gösterdi

ne beş vaktin ezanı ne anjelüs çanları
zincirden kurtarmadı yoksul çalışanları
yine biz köleleriz efendilerimiz var
yine her melun taşı yosunlanmış bir duvar
esir efendi diye koymuş da adlarını
iki bahta ayırmış arzın evlatlarını

efendi işletiyor esir işliyor gene
yine efendilerin gümüşlü sofrasından
kar gibi ekmeğinden şarap dolu tasından
kırıntı artık bile düşmüyor işleyene
yine biz esir geçen her günün akşamında
eve sade bir lokma ekmek getiriyoruz
gece yağmur inlerken evimizin damında
ısınabilmek için güneşi bekler gibi
birbirine sokulan hasta köpekler gibi
yırtık yorganımızın altında titriyoruz

çiftimiz balyozumuz sonsuz çalışmamızla
asırlardır bağrında inleyen kazmamızla
heyecana geldi de kara toprağın kalbi
kendini teslim eden taze bir kadın gibi
çiçeklerle donandı dünya isimli ağaç
biz bu ağacımızın dibinde ölürken aç
efendiler gösterip sırıtan dişlerini
birer birer topluyor bütün yemişlerini

efendiler ağalar evliyalar keşişler
ebedi karanlığın boğulsun kollarında
artık temiz ruhların aydınlık yollarında
sade bir din bir hak bir kanun varsa
o da işleyen dişliler...
kısaca (bkz: kalite)

bulut mu olsam

denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.

bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
ne o, ne o, ne o.
deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla..
çok yorgunum, beni bekleme kaptan.
seyir defterini başkası yazsın.
çınarlı, kubbeli mavi bir liman.
beni o limana çıkaramazsın...
bir fotoğrafa...

Karşımdasın işte...
Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim.
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.
Tıkandığım o an,
Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte,
Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.
Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.
Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.
Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,
bitti artık hepsi...

Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
Bakış açım belli oldu yine.
Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
Dağlara çarptım her esişimde.
Yollara küfrettim her gidişinde.

Demiştim sana hatırlarsan:
"Önemli olan 'zamana bırakmak' değil,
'zamanla bırakmamak'tır.."
Şimdi bana, geçen o zamanın
Unutulmaz sancısı kalır

Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim...
JAPON BALIKÇISI

Denizde bir bulutun öldürdüğü
Japon balıkçısı genç bir adamdı.
Dostlarından dinledim bu türküyü
Pasifikte sapsarı bir akşamdı.

Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür,
Bu gemi bir kara tabut,
Lumbarından giren ölür.

Balık tuttuk yiyen ölür
Birden değil ağır ağır,
Etleri çürür dağılır.
Balık tuttuk yiyen ölür.

Elimize değen ölür,
Tuzla güneşle yıkanan
Bu vefalı, bu çalışkan
Elimize değen ölür.
Birden değil ağır ağır
Etleri çürür, dağılır,
Elimize değen ölür...

Badem gözlüm beni unut,
Bu gemi bir kara tabut,
Lumbarından giren ölür.
Üstümüzden geçti bulut.

Badem gözlüm beni unut
Boynuma sarılma gülüm,
Benden sana geçer ölüm
Badem gözlüm beni unut.

Bu gemi bir kara tabut.
Badem gözlüm beni unut.
Çürük yumurtadan çürük
Benden yapacağın çocuk.
Bu gemi bir kara tabut
Bu deniz bir ölü deniz.
insanlar ey, nerdesiniz?
(bkz: sen yoktun)

Sen yoktun,
ellerimle dokundum sana
ellerim yüzümdeydi.
(bkz: mavi gözlü dev)
DÜNYAYI VERELiM ÇOCUKLARA

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
dünyayı çocuklara verelim
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler.

21 Mayıs 1962, Moskova
kavga ve aşkın şiirleridir.