bugün

--spoiler--
Selim olmayan bir Selim görmektense hiç görmemek daha iyidir bana inan düşün ki gittim ve bir daha aramadım seni bir daha beni görmeyeceğine göre böyle düşünemez misin senin varlığına rağmen böyle düşünebiliyorsam sana bir sadakatsizlik var işin içinde beni görmeyecek olduktan sonra var olup olmamanın ne önemi kalır sadece yaşadığımı bilmen seni nereye götürür
--spoiler--
Oğuz Atay 'ın övgüye layık, Türk edebiyatının en temel eserlerinden olduğu söyleniyor. Kitap elimde ama henüz başlayamadım. Başlayınca daha güzel yorumlarım kaçınılmaz.
--spoiler--

hartug dandin'in iki oğlu kutlug dandini ile farsus dasdana aynı soyadı taşımayan kardeştirler. dandini dandini dastana ninnisinde görebileceğiniz üzere bu iki kardeşten bahsedilmektedir.

--spoiler--
Geç kaldığım kitap...
"bat dünya bat, kör ol da piyango bileti sat."
Sevdiren ve nefret ettirendir. Eğer fazla okuma alışkanlığınız yok ise bu kitap sizi kitap okuma kültüründe yarı yolda bırakır. fakat okumayı seviyor iseniz size bir şaheser olarak görünür. iki yüzlüdür. Güçtür, sabır gerektirir. Bitirince de enfes bir duyguya kapılırsınız, deneyin efenim.
çok sıkıcı ama muhteşem bir edebi eserdir. sıkıcılığı alışılagelmiş bir yapıt olmamasından kaynaklanır.
"felsefeyi seviniz, fakat koparmayınız
demekle özetliyor, bu dünyada yalnızız."
Dost meclısınde tok bır sesle, bırer kadeh vıskı eslıgınde okundugunda her bır satırın daha anlamlı geldıgı kıtap.
benim gibilerin terceme-i hal'i olan kitaptır.

merak ediyorum, aceba bu adam bütün kitaptaki bu kahramanları hayalinde mi yarattı yoksa gerçek hayatta uzantıları var mı!?

(bkz: disconnectus erectus)
(bkz: franz hegel)
(bkz: dandini ile dasdana)

disconnectus erectus benim beyler haberiniz olsun...
"Yüz kere yazmak istiyorum:
adam tabancasını çıkardı ve ateş etti. Çünkü yüz kere geliyor aklıma günde. Kime ateş etti? Bilemiyorum."
"bir gün ölürse ona bu vatan bir mezarlık yer verecek
oturdu bir destan yazdı kendini yerecek"
"Tutunacak bir dalımız kalmıyor. Tutunamıyoruz"
keşke sarhoş okumasam. Tv'de arka planda yanlışlıkla sahur vakti ulusal kanal açık olmamalı kesinlikle. Zira selim başgan ruyasında abdülhakhamit'len hitler'i görebilir ama ben neden ruyamdan ağlayarak uyanıyorum o var.
oğuz atayı, oğuz atay yapan şahane eser. oğuz atay öyle bir yazmış ki, insan her sayfasında hayrete düşüyor ve kendini sorguluyor. freud un id, ego ve süper ego üçlemesini olric,selim ve turgut arasında paylaştırmış. her ne kadar biz bunu tehlikeli oyunlarda gördüysek de ne hikmet benol turgut özbenin yerini tutmuştur ne de diğer karakterler... zirvede yazmaya başlayan yazar doğal olarak beklentiyi yükseltmiştir ve ardından ortaya koydukları okuyucuyu doyumsuz bırakmıştır. ancak oğuz atayın muhteşem dili ve postmodernizmle yoğuran dünyasına girmek şahanedir. tutunamayanlar kesinlikle okunması gerekli bir kitaptır ve her okuyuşta farklı tatlar bırakmaktadır. bir tutunamayandan önerilir...
oğuz atay'ın "tutunamayanlar" üzerine röportajı.

--spoiler--
Pakize Kutlu’nun Oğuz Atay’la yapmış olduğu aşağıdaki röportaj Yeni Ortam’da 30 Eylül 1972 tarihinde yayımlanmıştır.

1970 TRT Roman Ödülü’nü kazanan ilk romanınız Tutunamayanlar’a karşı eleştirmenlerimiz genellikle yaklaşmaktan kaçınır bir tavır takındılar. Romanınızı ödüllendiren TRT seçici kurul üyesi edebiyatçılarımız da bu suskunluğa katılır göründüler. Tavrı bütün olarak nasıl yorumluyorsunuz?

Eleştirmenlerimizin, daha doğrusu uzun süredir yazmayanların dışında olanların kafasında belirlenmiş, sınırları çizilmiş bir roman tanımı var sanıyorum. Bu yüzden bir kitabı bu ölçülere uyup uymamasına göre değerlendiriyorlar. Belki de benim yazdığım, bir bakıma karmaşık ve alışılmadık sayfalar için henüz yeni bir kalıp bulamadılar.

Oğuz Atay, romanınızın yapı, içerik ve anlatım çeşitliliği bakımından alışılandan farklılığı hemen dikkati çekiyor. Anlatım özelliğindeki değişiklikler, sıçramalar ve hız okurun romana girmesini bir ölçüde güçleştirmiyor mu? Bu, okurla aranızda kurmak istediğiniz bağ bakımından düşündürücü değil mi?

Ülkemizde okur sayısı oldukça düşük. Büyük kalabalıklarla bağ kurduğu sanılan romanların bile aydınların dışında bir okuyucu kütlesi bulunduğunu sanmıyorum. Üstelik aydınlar, bir de kendileri hakkında yazılanları okumak zorunda. Bu bakımdan benim gibi yeni yazmaya başlayan birini arayıp bulmak ve alıp okumak zahmetinin üstesinden gelmiş okuyucuların, ilk bakışta yorucu görünen sayfalar arasında güçlük çekmeyeceğine güveniyorum. Okur yazarı az olan ülkemizde bile, okuyucular böyle bir kitap yayımlandığını haber alırlarsa, birçok yazarımızın aklından bile geçiremeyeceği bir yetenekle daha neler neler okuyabileceklerine inanıyorum. Okuyucuyu yeteneksiz sayarak yazmak istediklerini sadeleştirme çabasına girişenlerin de neden oturup yazdığını anlamıyorum.

Tutunamayanlar ile ne yapmak, neyi vermek istediniz?

Tutunamayanlar ile çok basit bir iş yapmak istedim; insanı anlatmayı düşündüm. Kapalı dünyalar içinde yaşayan yazarların bile bu cümleye hemen isyan edeceğini, “Peki herkes ne yapıyor?” diye öfkeleneceğini bildiğim halde bu basit gerçeği söylemekten kendimi alamıyorum. Ben, kahramanlarımın iplerini istediği gibi oynatarak insanlardan kuklalar yaratan büyük romancıların yeteneklerinden yoksunum. Roman kahramanlarına uygulayacak büyük nazariyelerim, onları peşinden koşturacağım büyük ülkülerim yok. Ya da insanlara, özellikle tutunamayanlara saygım büyük olduğu için, acıyorum onlara; böyle büyük büyük meselelerin makale, inceleme, deneme gibi yazı türlerinin konusu olduğunu sanıyorum.

Tutunamayanlar’dan Selim Işık kimdir?

Selim Işık, birçok tutunamayanın bileşkesidir. intihar eden bir arkadaşım, Ural var; ama bütünüyle Selim Işık o kadar değil. Belki ben varım (bu cümleyi yazmayın). Adlarını yazmanın sakıncalı olduğu birçok arkadaşım var. Herkesin “tutunan” olmak istediği bir ülkede tutunamayanlığı seçen Selim Işık’la yakınlığının olması birçok kimseye dokunur diye onların adlarını saymak istemiyorum. Selim öldü. Selimlik de ölmüştür. Başarının insanı sevimsizleştirdiğini yazmıştım bir yerde; fakat tutunamayanlığın sevimliliğine de kimsenin yanaşmadığını görüyorum. Neden yanaşsınlar? Bir arkadaşımın dediğine göre, ben romanda herkesi bir bakıma tutunamayanlığa çağırıyormuşum. Henüz bir karşılık alamadım.

Ya Turgut Özben?

Turgut Özben’in durumu farklı bir bakıma. Turgut, bütün çabasına rağmen tutunamıyor. Bu açıdan Selim kadar akıllı değil. Belki de Turgut, bir kişinin, bir tutunamayanlar prensinin ortaya çıkarak, hepsi adına sonuna kadar dayanmasını istediği için kata, arabaya ve küçük burjuva nimetlerine boş verip tutunamamayı seçiyor. Selim’le birlikte Selim öldükten sonra yola çıkıyor. Son olarak bir trende görmüşler onu. Belki yolculuğu bitmemiştir daha.

Bir de hikâyeniz yayımlandı. Yeni Dergi’nin, Eylül 1972 tarihli sayısında. Roman ve hikâye bağlantısı üstüne düşündükleriniz? Bugün hâlâ ayrı türler olarak tanımlanabilir mi?

Bugünlerde hikâye yazıyorum. Kısa yazmaktan başka bir meselem yok; çünkü 60 sayfalık bir hikâye yazdım, bastırması güç oluyor dergilerde. Romanda şiir, oyun, makale (hepsi uydurma elbette) gibi birçok türden yararlanmıştım. Romanın bu bakımdan hikâyeden farklı imkânları var herhalde. ikinci romanım Tehlikeli Oyunlar’da özellikle oyun parçaları var. Bunun dışında, bu iki tür arasında farklar varsa onu eleştirmenler daha iyi bilirler.

Yazarlarınızı açıklar mısınız? Neden sevdiğinizi, gerekçeleriyle?

Sevdiğim yazarların başında Kafka ve Dostoyevski’yi sayarsam, Tutunamayanlar’ı okuyanlar için şaşırtıcı olmaz herhalde. insanı, bu arada Selim Işık’ı yalnız bırakanların dünyasında böyle yazarlara da tutunamazsak sonumuz ne olur? Gonçarov’un Oblomov’u, bir zamanlar hepimizi çok sarsmıştı. Stendhal, Laclos, George Eliot, Henry James, Melville, Nabokov gibi ustalardan da etkilendiğimi sanıyorum. insan roman yazmak istediğinde bir yazarın dediği gibi, başka romanlara heyecan duyarak kapılıyor. “Hayatı roman” olanların yazdığı pek görülmüyor.
- See more at: http://www.edebiyathaber....ine/#sthash.9PhmRUJq.dpuf
--spoiler--
Minibüste ayakta kaldığım zaman daha çok anlıyorum sanki Oğuz Atayı.
Herkesin okuyamayacağı, okusa bile anlayamayacağı, anlasa bile sindiremeyeceği bir kitaptır. Bu anlayamama meselesinin de zekayla, akılla bir ilgisi yoktur. Hatta kitap okuma alışkanlığıyla da ilgisi yoktur. Bazı insanlar içlerinde bir boşlukla yaşarlar. Bu boşluk bazen apaçık ortadadır bazense görünmez hatta o insanın kendisi bile anlamaz orada olduğunu. Ama vardır. Vardır ve Tutunamayanlar da bu insanların kitabıdır. "Param yok, tutunamıyorum" "Sevgilim yok, arkadaşım yok tutunamıyorum." "işsizim, tutunamıyorum" "Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi, tutunamıyorum" Bu cümlelerde geçenler gibi bir tutunamamak değildir Oğuz Atay'ın tutunamayışı. Bu yüzden bu kitabı gerçek okuyan, anlayan ve takdir eden bir insan gördünüz mü sevin onu. Sonuçta
Ya tutunamayanlar
Sımsıkı tutunsalardı
Birbirlerine?
Hakan Günday'ın Az adlı romanında da imzasını atmış şaheserdir.
kendimi dütsem de anlayamayacağım tek türkçe kitap.

olmuyor arkadaşım, yok olmuyor.
--spoiler--
Ekmeğini kazanırken bireyin yapacağı işler, onu bazı ilişkiler kurmak zorunda bırakacaktır. Bu ilişkilerde, işinin dışında devam edecek herhangi bir eylemden kaçınmalıdır birey. iş arkadaşlarıyla gerçek bir dostluk kurmaktan kesinlikle sakınmalıdır. Yalnız, bunu yaparken, çevre ile ilişkilerini aksatmayacak; bu geçici arkadaşlarında, kendisine karşı dargınlık, kuşku ve kızgınlık yaratmaya çalışacaktır. Çevresindeki kişilerin düşmanlığını kazanmadan ölçülü bir yakınlık kurmalıdır onlarla.
--spoiler--
--spoiler--
“kötülüğe karşı direnmeyeceksin” sözünden büyük bir ferahlık duyuyorum. insana gerçek hürriyeti bu “direnmemek” kazandıracak gibi geliyor bana. yalnız, insan bir saniye bile aklından çıkarmamalı isa’nın bu sözünü. yoksa bütün çabalar boşa gider. insan, bir an için olsun, duygularına kapılıp karşı koymaya başlarsa, benim gibi olur sonunda. nereye döneceğini, kime saldıracağını bilemez. isa bu gerçeği çok iyi biliyordu: hiç yanılmadı bu konuda. sorguya çekildiği sırada bir muhafızın attığı tokada biraz sinirlenir gibi oldu; fakat gene kendini tuttu. bense, sarhoşlar gibi küfrediyorum içimden (ve dışımdan). haksızlığa uğradığımı sandığım zamanlarda göğsüme doğru bir yumruğun beni sıkıştırdığını hissediyorum. oysa insan, yalnız davranışıyla değil, içinden de kötülüğe karşı direnmemeli; hayatında kötülüğe direnmekten başka yüksek ve güzel şeyler olmalı ki bütün ilgisini bu konuya toplamasın benim gibi. bütün vaktini bununla kaybetmesin ve sonunda yorulmasın benim gibi. her nefes alışında bu cümleyi alıp vermeli insan: kötülüğe karşı direnmeyeceksin.

ilk tokadı yediği zaman insan bu gerçeği bilse... yapılan işkenceler önemini kaybeder. önemsiz bulduğunuz için de işkence yapılmaz size: faydasız hareketlerden kaçınır insanlar. oysa, yüzünüze bakar bakmaz, gözlerinizin ifadesinden, size eziyet etmenin onlar için faydalı olacağını görüyorlar. ne kadar gözlerinizi kaçırmaya çalışsanız fayda vermiyor, daha beter oluyor. sizi ölü sanmaları gerekiyor önce: bizden bu dünya için ümitlerini kesmeleri gerekiyor. bir ölüyü konuşturamayacaklarını bilirler ve vazgeçerler işkenceden. haksızlığın insan ruhunu nasıl yıprattığını biliyorlar ve bunun için ısrar ediyorlar. herkesin başına bir sorgu yargıcı dikiyorlar: neden bu sözü söylediniz? neden mi? öyle istedi canım. olmaz. bir sebep bulmalısınız. mantık denen bir zehir aşılamışlar. nedenini bulmak sorumluluğunu duyuyorsunuz. canın cehenneme, diyemiyorsunuz. hürriyet, gerçek hürriyet kalkıyor ortadan.
--spoiler--
Siz hiç bir kitabı özlediniz mi? işte bu kitap özleniyor!
Dün gece başladığım eser. Ne zaman biter bilemiyorum.
--spoiler--
''-elimde olmayan şeyler var olric.
+nedir efendimiz?
-elleri olric elleri.''
--spoiler--