bugün

adrien brody'nin the pianist'teki gibi yine döktürdüğü, kurgusal açıdan ilginç, bir kuple kelebek etkisi'ni çağrıştıran film.
izlenirken hemen kendini ele vermeyen,güzel konulu, tekrar tekrar izlenesi, psikolojik bir film.
''ben ilk öldüğümde 27 yaşındaydım'' gibi şahane bir repliğin barındığı güzel bir film.
klostrofobik bünyelerin izlemesini tavsiye etmeyeceğim filmdir.
adrien brody'nin kendini bir kez daha ispatladığı, şimdiki zamanla eş zamanlı olarak yapılan geri dönüşlerle örülen, gayet başarılı bir kurgusu olan, heyecanını sonuna götüren iyi bir film.
kesinlikle izleyici kıpırmadan yerinde bekleten nadir filmlerden birisidir. sahnelere arası geçişler, konu ve işleniş tarzı dolayısı ile hakettiği çok güzel yerlere gelemeyen ender filmlerdendir.

adrien brody in oyunculuğu ise bu filmde tavana vurmuştur. bu çocuğun ağladığı her film güzel oluyor.
evvela keira knightley'in büyülediği film. oyunculuk olarak doyuruyor insanı. konu olağan yaşantının çizgilerini aşsa da, ince mesajları ile zihin dolduruyor. savaş psikolojisine, yardım psikolojisi eklendiğinde nelerin olduğunu konu edinmiş.
bazen istemediğimiz, yapmaktan kaçtığımız şeyleri icra etme gereksinimizin olduğunu kavratıyor. istenmeyen ceket bir canı alırken, başkasına yaşam veriyor. sarmal döngü içerisinde herkes mutlu oluyor.
bünyesinde muazzam oyuncular barındıran, konu ilerleyişi sırasında kolayı bardağa ekrana bakılı kalarak koydurtan, çok güzel bir film.

nedense filmi düşündüğümde, tek bir kareyi daha çok hatırlıyorum, diğerlerinden baskın çıkıyor. jack stars, buzda takılıp düşer, ölür. gözlerini açtığında jean'le karşılaştığı benzin istasyonundadır. suratına, kendinden emin, çok mutlu bir ifade yerleştirir. zaten keira knightley yamuk yapmaz, tam giderken arabayı durdurur, camını açar. bir nevi rebirth. çok güzel.
--- spoiler ---
film ile ilgili yapılan yorumların çoğunda mantık hatalarına dikkat çekilmiş. jack starks nasıl oluyor da elektroşok tedavisini biliyor, kendi kaderini değiştiremezken nasıl başka insanların kaderini değiştiriyor gibi mantıklı eleştiriler var filme karşı. ayrıca zamanda yolculuk yapılan bu filmi kelebek etkisine de benzetenler olmuş. ama tamamen alakasız bu yorumların hepsi. çünkü bu filmde zamanda yolculuk yapılmıyor. jack starks ne 1993'den 2007'ye gidiyor ne de 2007'den 1993'e geliyor. zaten böyle bir şey olsaydı basit bir zamanda yolculuk filmi olurdu. kahramanımız gelecekte ne olduğunu görüp gecmiştekilere yardım ederdi. ama o morg bozuntusu yere girdiğinde jack starks geleceğe yolculuk yapmayıp geçmişiyle yüzleşiyor ve sanrılar görerek kendisini avutuyor.

öncelikle filmin başında jack'ı vuran ıraklı çocukla doktorun iyileştirmeye çalıştığı ve jack'ın elektroşok tedavisini önerdiği çocuğun aynı çocuk olduğuna dikkat edelim. bu da bize ne gösteriyor ki, savaşta o iraklı çocuğu aslında jack starks öldürmüş. vicdanını da bu şekilde rahatlatıyor.

ikinci olarak ted casy'e dikkatinizi çekerim. hatırlamayanlar için hatırlatayım, bu karakter 7 yaşında bir kıza ve annesine tecavüz etmekten dolayı tutuklanıp akıl hastanesine yolalnmış şahıs. jack'ın doktoru bir gün jack'e diyor ki: bir gün buraya 7 yaşında bir kız ve annesi ziyarete gelmişti. ted'in o küçük kıza attığı şehvet dolu bakışları unutamam diyor. kısacası ted casy ve jack starks aynı kişiler olması mümkün. muhtemelen o anne kız da, jackie ve jane. jack yine kendisiyle yüzleşerek ve jackiye yardım ettiğini sanarak vicdanını rahatlatıyor. bunu şöyle de kanıtlayabiliriz, jack 2007'de büyük jackie ile beraber kendi mezarının yanında hastanede tanıştığı mckienze'nin de mezarını görüyor. ama jack, mcienzenin nasıl öldüğünü öğrenmiyor, buna gerek görmüyor. eğer ki öğrense onun ölmesine de engel olablilirdi. kısacası jack geçmişte kötü şeyler yaptığı kişilere karşı vicdanını rahatlatmak istiyor.

üçüncüsü filmin başındaki polisin vurulma olayı. muhtemelen o polisi de jack vurdu zaten ;ama buna dair bir işaretmizi yok. açıkçası filmde görünenden çok daha fazla şey mevcut. zaten filmin yönetmeni de bu filmin zamanda yolculuk yapılan basit bir film olmadığını söylemişti demeçlerinde. kısacası özetleyecek olursak jack o morgda, yaptığı kötülüklerle yüzleşiyor, ve çıldırışı yaşıyor.
--- spoiler ---
bu herifi keşfedenin (bkz: adrien brody) götünü öpmek istmemi sağlamış filmdir. diğeri için (bkz: the pianist)
über muhteşem kurguyu, oyunculukları, film boyunca gerim gerim geren, filmin sonunda da suratda hayvani bir gülümseme yaratan büyüleyici etkiyi geçtim de jack starks'ın gözlerindeki o yeşil tonu var ya işte ben o yeşil tonu için bile defalarca izlerim bu filmi.

sonu gerçekten muhteşem ve tdk nın bile yetersiz kalacağı övgü sözcüklerini hakeden bir film. her arşivde bulunmalı.
imdb den türüne bakıp -aldanıp- izlemeye karar verdiğim, acayip sıkıldığım film.
neymiş efendim bu filmin türü*; Fantasy - Horror - Sci-Fi - Thriller...

ismail yk için post - ambient - psychedelic - trance türü müzik yapıyor demek gibi bi' şey herhalde bu...
kesinlikle bok atılmaması gereken gelmiş geçmiş en nadir kaliteli filmlerden bir tanesidir, şiddetle tavsiye edilir.
ilk öldüğümde 27 yaşındaydım. her yerin bembeyaz olduğunu hatırlıyorum. savaş devam ediyordu. ve ben kendimi hayatta gibi hissediyordum.ama aslında ölmüştüm. bazen zorlukları sırf onları atlattık diyebilmek için yaşadığımızı düşünüyorum. başkasının değil,benim başıma geldi demek için. bazen sadece zorluklarla mücadele etmek için yaşarız. onlar öyle düşünseler de, ben deli değilim. herkesinkine benzer bir dünyada yaşıyorum. sadece daha fazlasını gördüm ve eminim sende öyle… bazen hayat bir gün öleceğimiz gerçeğini kabullendiğimizde başlıyor. hiç istemediğimiz zaman sona ereceğini bildiğimizde.yarın cesedimi bulacaklar… (the jacket)
jack starks'ın filmin sonundaki gülümsemesi, mutluluğu üzerimde inanılmaz bir etki bıraktı. mükemmel bir film. herkes izlemeli.
bir garip film. anlamayana.
görsel
adrien brody'nin harika oyunculuğu ve müthiş kurgusuyla izlenmesi gereken bir film. film genel olarak (özellikle finaliyle) biraz the butterfly effect'i hatırlatsa da bu konu üzerine fazla film yapılmadığı için özgün sayılabilir. her türlüde iki film de mükemmel zaten. izlemeye niyetlenip de sözlükte film hakkında ne yazılmış diye okuyan kişiye tavsiyem hiç vakit kaybetmeden izle.
love is the devil dan sonra takibe aldığım, iyi de etmişim dediğim yönetmen john maybury'in 2005 yapımı filmi.
kaderi deği$tirme çabasında olan bir garip adamın hikayesi...
zahiren mutantan, batınen kof. daha açık olsaydı, ırakta çocukların öldürülmesi mübahtır derdi. konu ve anlam sıkıntısı yaşayan son dönem amerikan sineması filmlerinden...
bu film hakkında nasıl sayfalarca entry girlmemiş, şaşılacak iş doğrusu. konusu, özgünlüğü , oyunların kalitesi gerçekten insana ölüm, yaşam, kader, duvarın arkası kavramlarını tekrar düşündürüyor. şiddetle tavsiye edilir.
konusuna hayranlik duydugum , adrien brody e bir kez daha asik olmami saglayan film.
--spoiler--
sanırım bazen bizler sadece oldu diyebilmek için yaşıyoruz.
başka birine değil, sadece bana.
bazen bu hisleri yanıltmak için yaşıyoruz.
ben deli değilim, onlar öyle olduğumu söylese bile.
ben de diğer herkesle aynı dünyada yaşıyorum,
sadece biraz daha fazlasını gördüm.

bazen yaşam sadece bir ölüm haberiyle başlayabilir,
isteyeceğin şey bu olsa bile.
bence hayattaki asıl önemli şey ölümün uzakta olmadığına inanmaktır.
her şey ne kadar kötü görünürse görünsün uykudayken göründüklerinden iyidir.
öldüğünde olmasını istediğin tek şey vardır:
dönmek istersin.
--spoiler--
kurgusu ve senaryosuyla bir çok filmle benzerliği bulunan fakat yine de sürükleyici, izlenesi güzel adrien brody filmi.

adrien brody'nin psikolojik filmlerde nasıl döktürdüğünü bir kez daha görebilirsiniz.