bugün

deniz taşıtlarını kullanan ve taşıt üzerindeki tüm mürettabatın en yetkili kişisi..
-captain,my captain.. ölü ozanlar derneğindeki replik..
minibus ve otobus soforlerine hitap sekli. adamlar sanki titanic kullaniyor.
kap kelimesine ismin "den" hali getirilerek olusturulmus kelime.

(bkz: aynı kaptan yemek)
bir attila ilhan şiiri. sisler bulvarı adlı ilk şiir kitabında yer alır.
Ticaret ve yolcu gemilerinde geminin kaptanına "kaptan"* diye hitap edilmez, "süvari bey"*diye hitap edilir *
atilla ilhan'ın lakabı.
(bkz: hizmetci kiz)
hava aracının, can ve mal güvenliğini sağlayacak şekilde sevk ve idaresinden birinci derece sorumlu olan şahıstır.
kaptan olabilmek için sağ koltukta çok pantolon eskitmiş bu kişinin, bütün pis işleri co pilotuna yaptırması caizdir.
en iyi yemeği o yer. ayrıca kaptanımız günündeyse ve fıkra anlatmışsa, tum ekip mutlaka güler.*
güzel bir tuna kiremitçi şiiridir:

Kaptan

Kaptan, senin deniz dediğine
burada yalnızlık deriz.
Güverte dediğine
aşk ihtimali,
yelken dediğine gökyüzü.

Biz küçüktük,
sen demir alıyordun.
Şehirle liman eskiydi,
yeniden sevilirdi.
Sen bekleyenler isterdin,
beklemek,

taktığın lakabımızdı bizim.

Sonun kalmak olurdu,

biliyorduk.
Yürüsen deniz arkandan gelir.
Analarımız yaşlandı
birer dakika arayla,
kız kardeşlerimizi hep sensiz evlendirdik.
Deniz vardı aramızda,
o aynı kaldıkça
değişmezsin sanıyorduk,
biz daha yaşlanmayız.

Kaptan,

senin deniz dediğine
burada yalnızlık deriz.
Güverte dediğine
biz aşk ihtimali,
yelken dediğine
acı bekleyiş.
Yazık,
keşke sevecek kadar

tanıyabilsek,
tanıyacak kadar
görebilseydik seni...

Tuna Kiremitçi
Gemi kaptanlarının nikah kıyma yetkileri yoktur...
yazılı kanunlara göre, gemide herhangi bir evlilik durumu söz konusu olursa gemi kaptanı nihakı kıyabilir ve bu durumu gemi jurnaline işler.2 şahit ile beraber de evlendirme akti imzalanır.evlenen şahıslar bu yazılı belge ile gittikleri ülke/ve veya ülkelerinde evlendirme dairesi/konsulusluğa başvururlar.Ve karada yapılan normal evlenme merasimleri yapılır.olay bu kadar açık ve net.
show tv'de bugün başlayacak olan bir dizi. bu dizi benim de memleketim olan

antalya kaş'ta çekilmekteymiş. hevesle beklenmektedir.
bir meslek değil de yaşam tarzı olarak kabul görebilecek erdemdir.
bir hukukçu ile cebelleşip
hakkını arayabilecek kadar avukat olacaksın.
gittiğin her yerde bir milletin temsilcisi olup
bir konsolos kadar diplomat
işverenin özel litaratürde söylediğini anlayacak kadar iktisatçı olacaksın
bir mühendis kadar mekanikten anlayacaksın
iyi bir makina mühendisinin her söylediğini özümseyecek
hiç düşünmeden hidrodinamik ve hidrostatik kurallarını uygulayacaksın
bir oşinograf gibi denizleri anlayacaksın
astronom gibi yıldızları tanıyacak ve meteoroloji uzmanı gibi rüzgarı koklayacaksın
doktor gibi teşhis koyup hemşire gibi iğne yapacaksın.
elli kişinin iase ve ibadesini restoranı da içinde olan bir otelin işletmesini yapar gibi sağlayıp
maaşları dahil tüm hesapları kuruş kuruş tutacaksın
otuz kişilik fabrikanın personel müdürlüğünü yapacak
itilmiş toplumdan soyutlanmış problemli insancıklarınkendin dahil
ruh sağlığını koruyacak kadar psikoterapist olacaksın
tüm bunları gereği gibi yapabilmeyi başardığında
kendin inanabildiğin gün saçların ağarmış, kamburun da çıkmış olacak.
ve yine aynı cevabı vereceksin öğünmeden: "kaptanım"
umursamazca verilen cevaba yaşının gençliğine bakanlar
yine soracak,
yine soracaklar hayretle; "yani şimdi şu kocaman deniz hatları vapurunun dümenine geçsen onu sürebilir misin?"*
show tv'de yayınlanan ve arda kural'ın başrolde olduğu bir yaz dizisi.
Jack Sparrow...

Karayip Korsanları filmiyle hikayesi anlatılmaya başlanan karakterdir.
okunası attila ilhan şiiridir:

"eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum


gece yarısını yaşamaktan yorgunum

ayazın avucunda unutmuştun ellerini
önünden geçtiğim halde beni tanımadın
ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
şiirlerim kül rengi kumrular gibi uçuşuyorlar
bakır çalığı göklere katiyyen tahammülüm yok
hele paris'in gökleri aklımı başımdan alıyor
bana seni senden evvelki poitiers'li kızı
hatırlatıyor

ayazın avucunda unutmuştun ellerini

karanlığın arkasında kıvılcım gözlü orospular

gölgelerine yaslanmış evliya gibi bekliyorlar

ışıklar kırmızı yandığı zaman duracaksın

ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
soğuk gözlerinde buğulanmıştı ölsen tanıyamazdın
hatta ricardo bile hani vatansız ricardo
burnumun dibinden geçti geçen gün beni tanıyamadı
oysa au vieux chatalet'de akşam sabah beraberdik
üçümüz viyana kahvesi ve sıcak rom içerdik
üstelik o krapfen severdi güzel olurmuş rivayet
neden ve nasıl sevdiğini anlayamadım gitti

yalnızlıktan da kurtulup yalnız kalmak isterim


montmarte metrosu civarında seni gözden kaybettim
o zenci yine arkanda mıydı hiç dikkat etmedim
ağzında yoksul bir ıslık ıslak bir cigara gibi
sidney bichet' nin caz havalarını çiğneyip tüküren
o saklasın varsın seni sevdigini biliyorum ben
yüzünün renginden geliyor bütün üzüntüsü


bir gazete aldım ama evde okuyacağım


kahvelerden birine girip bir grog ısmarlasam
seni öldürmek için çareler tasarlasam
sükut bembeyaz buz tutsa bıyıklarımda
ve türküm kaybolsa sessizliğin hırçın türküsü
ve ben unutulsam yazdığım şiirler
senin için yazdıklarım herkes için yazdıklarım
eski padişahlar gibi unutulsa birer birer
ve ben seni unutsam hiç hatırlamasam
ellerim oldum olasıya seni unutsalar



yarı gecenin içinden bir zenci sütbeyaz bakıyor
rue lafatette' de dünden bugüne geçiyorum
eflatun gözlerini bir grog kadehinde unuttum."
futbolda takımın saha içersinde yönetici/yönlendiricisi.
(bkz: alex de souza)
oner yagci tarafindan kaleme alinmis; 1999 senesinde inkilap kitapevi'nden cikmis olan kitap.

--spoiler--

arka kapaginda sunlar yazmaktadir;

Kaptan'dı adı. Kaptan diyordu ona herkes. Soyadı Kaptan'dı, takma adı Kaptan, kod adı da Kaptan olmuştu ama mesleği kaptanlık değildi. Kaptan'dı işte yarım yüzyıldır. Gemiyle, denizle hiç ilgisi olmamıştı ama Kaptan konmuştu adı. Gemide falan doğmamıştı, denizin, gemilerin, kaptanların olmadığı bir yerde doğmuştu üstelik. Doğduğu yerle bir ilgisi yoktu Kaptan adının, deniz memleketi değildi doğduğu yer. Denizle yıllarca tanışıklığı bile olmamıştı Kaptan ın. Denizi ilk kez askeri ortaokula giriş sınavı için gittiği istanbulda görmüştü.

Öner Yağcı Kaptan'da, efsaneleşen bir insanın yarım yüzyıllık yaşam serüvenini gözler önüne seriyor. Romanda hayatını anlamlı kılmak için mücadele veren bir bireyin Demokrat Parti iktidarından 27 Mayıs'a, 12 Mart'tan 12 Eylül' e ve bir çağın bittiği yıllara kadarki serüvenini okurken, aynı zamanda yurdumuzdaki aydınlanma ve insan olma savaşımının son yarım yüzyıllık tarihini de yeniden yaşıyorsunuz. Kaptan, bireysel ve toplumsal hesaplaşmanın romanı...

--spoiler--
attila ilhan'ın sisler bulvarı kitabındaki 5 bölümden oluşan ihtişamlı şiirler dizisidir. Şöyle ki:

1

eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum
geceyarısını yaşamaktan yorgunum

ayazın avucunda unutmuştun ellerini
önünden geçtiğim halde beni tanımadın
ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
şiirlerim kül rengi kumrular gibi uçuyorlar
bakır çalığı göklere katiyyen tahammülüm yok
hele paris'in gökleri aklımı başımdan alıyor
bana seni senden evvelki poitiers'li kızı hatırlatıyor

ayazın avucunda unutmuştun ellerini

karanlığın arkasında kıvılcım gözlü orospular

gölgelerine yaslanmış evliya gibi bekliyorlar

ışıklar kırmızı yandığı zaman duracaksın

ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
soğuk gözlerinde buğulanmıştı ölsen tanıyamazdın
hatta ricardo bile hani vatansız ricardo
burnumun dibinden geçti geçen gün beni tanıyamadı
oysa au vieux châtelet'de akşam sabah beraberdik
üçümüz viyana kahvesi ve sıcak rom içerdik
üstelik o krapfen severdi güzel olurmuş rivayet
neden ve nasıl sevdiğini anlayamadım gitti

yalnızlıktan da kurtulup yalnız kalmak isterim

montmartre metrosu civarında seni gözden kaybettim
o zenci yine arkanda mıydı hiç dikkat etmedim
ağzında yoksul bir ıslık ıslak bir cıgara gibi
sidney bichet'nin caz havalarını çiğneyip tüküren
o saklasın varsın seni sevdiğini biliyorum ben
yüzünün renginden geliyor bütün üzüntüsü

bir gazete aldım ama evde okuyacağım

kahvelerden birine girip bir grog ısmarlasam
seni öldürmek için çareler tasarlasam
sükut bembeyaz buz tutsa bıyıklarımda
mağrur bir totem gibi sussam konuşmasam
ve türküm kaybolsa sessizliğin hırçın türküsü
ve ben unutulsam yazdığım şiirler
senin için yazdıklarım herkes için yazdıklarım
eski padişahlar gibi unutulsa birer birer
ve ben seni unutsam hiç hatırlamasam hiç mi hiç
ihanetini hatırlamasam şehvetini hatırlamasam
ellerim oldum olasıya seni unutsalar

yarı gecenin içinden bir zenci süt beyaz bakıyor
rue lafayette'de dünden bugüne geçiyorum

eflâtun gözlerini bir grog kadehinde unuttum..

2

bu geminin yelkenlerine herifin biri paris yazmış

luxembourg garı'nın dirseğindeki çiçekçiyi bileceksin
yeşil muşamba ceketli sarışın küskün kızcağız
en dokunulmaz kızı en temizi fikrimce paris'in
pablo'ya sorsanız bir taksi şoförüyle yatıyor
pablo!... ah pablo!... onunla bir tanışsanız
önüne gelene salamança'dan bir şeyler anlatıyor
babasını orda bir duvar dibinde bırakmış
halbuki konuştuğu zaman fransız sanırsınız

saint-michel'de bir talebe kahvesindeyim yalnız
gündüz olduğu halde bütün ışıkları yakmışlar
bir cumartesi günü saat dört buçuğa beş var

ellerim kırılsa ben senin için bu şiirleri yazmasam
dinamit taşırmış gibi gözlerini taşımasam
avanue vagram'da bir akşam yeter bana ağustos'ta
yapraklara serilmiş yirmi beş franklık yıldızlar
bir mısra yeter geceleyin bir tren gibi pırıl pırıl
sen kendine yetmiyorsun hiç kimse sana yetmiyor
birini bitirmeden aklın öteki yolculukta

dün gece chatelet'de metro'nun yanı başında durdum
yağmur bilmediğim başka bir gökten yağıyordu
yağmur saint-jacques kulesine doğru yağıyordu

yanımda olduğun zaman her zamankinden yalnızım

şimdi bir nefeste café de l'écluse'ü hatırladım
seine kıyısındaki küçük nehir kahvesini
kapısında bir gemici feneri asılmış duruyor
seine gemicileri her akşam burada toplanırlar
onlar için birtakım maceralar düşünürüm
seine sanki petrolmüş gibi iştahlı ve obur akıyor

dupont'daki kızlar yalnız cıgara içerek yaşıyorlar

utrillo'nun bir sokağından seni çektim çıkardım
elin yüzün kirlenmiş üstün başın toz içinde
sana mardi gras için bir japon maskesi aldım
sen bana kaptan diyorsun herkes bana kaptan diyor
sahici bir kaptanmışım gibi tükürüyorum..

3

yalın kılıç bir kasım sabahını paris'te yaşadım
sokaklarda sonbahar şiirleri salkım salkım
faubourg saint-denis'de işte yine pazar kurulmuş
beş franga çorba içtiğimiz julien'in kapısı önünde
kırmızı ve siyah ve sarı saçlı bir kadın durmuş
muzaffer patatesler satıyor üç renkli neşesi içinde
camların arkasında ekmekçi kızlar mavi beyaz
raflarda uzun uzun herifler gibi taze ekmekler
üstüne bir yağmur yağdırmak hevesi uyanır içinde
ben bu mısraları yazarım tout-va-bien kahvesinde

concorde'da bütün fıskiyeler birden ayaklanacak
gri bir demir gibi ensende hissedeceksin ebemkuşağını

paris'in göklerinden uzanıp bir yıldız kopardım
kırmızı bir karanfilmiş gibi yıldızı saçlarına taktım
on beş dakika sonra bordeux'ya bir tren kalkacak
garın merdivenlerinde benim için ağlayacaksın
ellerim yağmura açılmış sakallarım ıslak

ben ki cehennemde bir allah gibi yalnızım
st-vincent de paul kilisesi benim otelin arkasına düşer
saat kulesi her gece uyur uykumdan uyandırıyor
her seferinde seni tekrar bordeaux'ya yolcu ediyorum

saadetin ıstırap çekmek olduğunu ben keşfettim
çarmıhta bir isa gibi ben ıstırap çektim
bir sulfat acılığı sinerse parmaklarına şiirlerimden
gözyaşları sinerse eğer küstahça kafiyeli
anla ki ölümle hayat arasında zaman gibi mesudum
kendimi öldürecek haldeyim seni öldürecek saadetimden
dona-maria!.. bir kahvede isyan halinde bulduğum
çekik gözleriyle ermenice küfürler yazıp çizen çocuk
sen!.. bordeaux'ya yorgun bir flamingo gibi yolladığım
geceleri benim için dua etmelisiniz

renault'daki grevciler toptan sokağa atıldılar
paris'in duvarlarını boydan boya afişler kapladı

seni hatırladıkça bir kadeh armagnac içerim
armagnac demek yirmi beş damla gözyaşı demekmiş
demek her akşam yirmi beş damla gözyaşı içerim
senin dağlardan ve sarhoşlardan korktuğunu bilirim
bebn sarhoş olduğum zaman korkmuyorsun hiç korkmuyorsun
gözlüklerim kırılmasın diye sakladığını bilirim

kalbim bakır bir mangır gibi boynuma asılmış
ondan kurtulmak için sürgünlere gitmeye razıyım
nehir gemilerinde muçoluk etmeye ölmeye
seni terk etmeye razıyım parasız pulsuz çekip gitmeye
kurandaki bütün belalara tevrattaki bütün belalara
ibranice öğrenmeye razıyım hapis yatmaya
kalbim yüzünden madem ki ellerimi parçaladım
kalemimi kırdım hayatımı çiğnedim ağladım
madem ki en büyük düşmanım kalbim benim kendimim
onu inkar ediyorum kalbimi inkar ediyorum

geceleri benim için dua etmelisiniz

üçüncü paralelde eski bir dünya gibi batacağım
malgaş halkı birkaç yüzyıl hikâyemi anlatacak..
* 4

cenova'ya indiğim sabah seni katiyyen göremezdim
aklım başımda değildi küfür gibi huzursuzdum
herkes beni unutmuştu ben kimseyi unutmamıştım
zehra'yı unutmamıştım allahsız gözlerini unutmamıştım
sol böğrüme sanki çıplak bir hançer saplamışlardı

şimdi benim gözlerim paris'te marivaux sinemasında
bir çift kara maça gibi yorgun ve uykusuz
ellerim derseniz marsilya'da garsonla hesaplaşıyor
martini-cin seksen frank on frank da servis
kalbim derseniz onun nerede olduğunu bilmiyorum
ağlıyorum onun nerede olduğunu bilmiyorum
hiç kimse kalbimin nerede olduğunu bilmiyor
nihayet seni terk edip gitti diyebilirsiniz

benim acılarım ilahlar gibi şiirlerimi doğuruyorlar
onları karanlıkta bembeyaz izleriyle görüyorum
karanlıkta seni görüyorum dudaklarına ellerimi sürüyorum
seni kollarımın arasında tutuyorum ağzından öpüyorum
ikimiz birden bire austerlitz garı'na gidiyoruz
austerlitz garı önüne bakıyor bizden utanıyor
bir trene binmek ve rastgele defolup gitmek istiyorum
trenin barında alnımı yağmurlu camlara dayamak
küstah bir duble birayla karşılıklı oturup ağlamak
kalemimde mürekkep kalmıyor insanlar beni görmüyorlar
insanlar kendilerini kaybetmişler onlara acıyorum
ümitsiz bir akrep gibi ben aynı zamanda mağrurum

samaritain'in ışıkları ocağıma düşmüş yalvarıyor

bir roman için fevkalade oldukları düşünülebilir

sen bir paket gauloise aldın bir paket mavi gauloise
bense on frangımı amerikan bilardosuna kaptırdım
seine kıyısında mırç büyük bir hayal kuruyordu
seine kıyısında üçümüz sarhoş bir hayal kuruyorduk
mavi bir ışık vardı işte ben onu kaybettim
ben gölgemi kaybettim max jacob'un şiirlerini
sen avucunda bir lokma rüzgar tutuyordun
bu rüzgar için şairliğimi hınzırlığımı kaybettim
aklımdan sen geçiyorsun bir bulut gibi geçiyorsun
dün gece ezberimden çehreni defterime çizdim
sen belki hakikaten bir bulut gibi yolcusun

marsilya'da bir akşam soğuktan tir tir titredim
peter cheyney'in bir kitabını bir kahvede soluksuz bitirdim
vapur ertesi gün saat beşte kalkacaktı

ölümüm herkesinkinden başka türlü olacak
bunu allahım gibi aşikar biliyorum
kim ne derse desin biliyorum içime gün gibi doğuyor

on bir gün aç ve susuz gözlerinin içine bakacağım

on ikinci gün jiletle damarlarımı keseceğim..

5

hep aynı manzarayı kullanmaktan bıktım usandım
bir yumruk vurdum dünden kalma bir şarkıyı dağıttım
van gogh bana bakıyordu deli gözleriyle bakıyordu
ellerim titriyordu bir dakar yolculuğu kuruyordum
güya bir şilepin kıç güvertesinde durmuştum
nabızlarım bir deniz fenerinin gözlerinde atıyordu
asor adalarında on sekiz mısramı unutmuşum
onlar beni terk etmişlerdi yalnız kalmıştım mahvolmuştum
sen beni terk etmiştin bunu yalnız serdümen biliyordu
geceleyin ışıkları söndürüp senden bahsediyorduk

seine kitapçılarında villon'un şiirlerini buldum
nehir yürek gibi kabarmıştı rüzgar esiyordu
bir hafta her gece villon'dan bir şeyler okudum

sen benim şiirlerimi okudukça ağlayacaksın

seni hiç görmeseydim seni keşke hiç görmeseydim
şu benim iki gözüm aksalardı kıpkızıl kör olsaydım
sacre-coeur'de armonik çalsaydım dilenseydim
seni hiç görmeseydim ismini hiç duymasaydım
belki kendime göre rezilce saadetlerim olurdu
kaldırımlara renkli tebeşirlerle katedral resimleri çizerdim
kaldırımlara senin resimlerini çizerdim herkes seni çiğnerdi
bistroya yıkılır çırılçıplak bir quandro içerdim
lucie-anne yine gelir yine bana senden bahsederdi
lucie-anne neden gelir neden bana senden bahsederdi

benim şu çektiklerimi bir çocuk var ki anlıyor
kendimi yerden yere vuruşumu içimdeki zehri
bir çocuk var ki anlıyor benim gibi kahroluyor
odasında şiirlerim fukara mumlar gibi yanıyorlar
sen o çocuk değilsin sen artık çocuk değilsin
dudakların eskisi gibi beyaz değiller biliyorsun
sen gözlerini kaybettin gözlerini bunu biliyorsun
ben ki yaşadıklarımı büyük dinler gibi yaşıyorum
sen artık bir din değilsin bunu biliyorsun

eifel'in dibinde durduk ben bir cıgara yaktım
saint-dominique sokağında şehir ışıklarını yaktı
içim büyük karanlıktı ellerimi göğe uzattım

soluk bir sisin arkasından yüzün gözüküyordu
gece inmişti takım takım yıldızlar gözüküyordu
şimdi sen başka bir şehirdeydin saçlarını kesmiştin
dudaklarını boyamıştın bu seni tamamen değiştirmişti
rüyana erkekler giriyordu hem çıplak giriyordu
aklına ben geldiğim zaman utanıyordun
onların arasında değildim çünkü ben yoktum
ben paris'te kalmıştım adresim ezberindeydi
her cumartesi istesen bir kart gönderebilirdin
ne var ki bunu hiçbir zaman yapmayacaksın

kendimden kurtulmak için gölgemi koridorda astım

pazar günü sözleşmiştik beni mutlaka bekleyecekti
simdi kalkıp gitsem mırç'ı bulacağım malum
sonra vini-prix'ten üç litre şarap alacağımız
sarhoş olacağımız malum şarkı söyleyeceğimiz
sonra mırç zehra'dan bahsedecek ben susacağım
camlardan bakınca paris'in damlarını göreceğiz

bana ancak sabahları telefon edebilirsin..
fransız futbolunun unutulmaz ismi marcel desailly' nin otobiyografisi.
gemide : ''süvari bey''.
orhan gencebay ve hulya avsar ın başrolünde oynadığı film.
attilâ ilhan'ın,

sen kendine yetmiyorsun
hiçkimse sana yetmiyor
birini bitirmeden aklın
öteki yolculukta

dizelerini barındıran muhteşem şiiri.