bugün

yirmibeşinci uluslararası istanbul film festivali kapsamında;
13 nisan, 16.00, beyoğlu sinemasında gösterilecek olan film.
yusuf atılgan'ın yine klasını konuşturduğu 1987 yılında ömer kavur tarafından sinemaya aktarılmış harika eseri.
annemlere muhafazakar aile kızlarının evinde kalıyorum dediğim ama mutlaka anayurtta bir ortamda kendimi bulduğum kayserinin güzide öğrenci semti, benim için otel...
harika bir yusuf atılgan eseri. zebercet' in bitmek bilmeyen bekleyişine sahne olan bir otel. okunası bir edebiyat eseri.
yusuf atılgan ın sıradışı romanı. zebercet bugüne kadar okuduğum en antipatik karakterlerden okurken hiç bir şekilde empati kurmanıza ya da özedeşleşmenize olanak tanımıyor, herşeyinden nefret ediyorsunuz fakat hikaye o kadar başarılı anlatılmış ve karakter o kadar iyi işlenmişki kitabı bitirdiğinizde hayran kalıyorsunuz.
sadece küçük bir hikaye olabilecek bir olayı genişletip roman yapan bir yusuf atılgan kitabıdır. 15 dakikalık bir kısa filmde anlatılacak olayı uzun metrajlı bir film yaparak uzun uzadıya, sıkıcı, boğucu, izlenemez hale getiren ömer kavur filmidir. ödül alması benim filme güzel demem için bir sebep değildir varsın kendini entelektuel sanan hodukler aaa çok güzel desinler. kitap da kötüdür, film de.

edit: özür dilerim kitaba ve filme kötü dediğim için... aslında hatayı kendimde aramadığım için... belki de eksiklik bendedir, ben anlayamamışımdır.
türk psikoloji romanlarından en iyilerinden biri.
türk romanı psikolojik açıdan çok fakirdir. köy, kent, savaş, toprak, memleket,devrim romanlarımız pek boldur ama psikolojik romanlarımız elin parmağını geçmez. Anayurt oteli bu bakımdan kesinlikle okunmalı.
Salman rüşdi, derki; 'Roman yazarken ilk görev karakterleri okura sevdirmektir. Eğer okur, karakterle bir bağ kuramazsa, başına ne geldiğiyle ilgilenmez'. evet rüşdi böyle söylerken, Atılgan kitabında ana karakter olan Zebercet'i okura sevdirmeye çalışmaz (kanımca) katil, tecavüzcü, hırsız bir karakterin yanlızlğı bir insana ne ifade eder, intiharı için üzülmek gerekir mi? bu soruları soruyor kitap.
Zebercetin bekleyişi, umutsuzluğu, cinsel sapmaları, veshasıl intiharı okuyana bir matem duygusu bulaştırıyor. bir tecavüzcünün intiharına üzülüyor insan, bir katilin umutsuz yanlızlığına da. Atılgan bunu başarmış 107 sayfalık romanında. kötü (ki bence değil) karakterde okura sevdirilebilir.
ayrıca zebercet'in devamlı söylediği 'ne ölüm ne sağ' bir insanın yaşarken ölmesi, intihar ederken ipi boğazından son anda çıkarmaya çalışması (başarısız olur) bir soru/n olarak okuyucunun karşısında durur.
Yusuf Atılgan'ın Zebercet'i, Maksim Gorki'nin yararsız bir adam adlı romanındaki Yevsey adlı kahramanı andırır bana, ikisininde sonu aynı; intihar.
son olarak türk romanının bu eşsiz ustasına burdan selamlar gönderiyoruz.
ömer kavur un en önemli eserlerinden birisi, bence birincisi.. anlatım dili ve karakter betimlemesi bakımından türk sinemasının en önemli eserlerinden bir tanesidir.. izlenmesi zordur.. ama hakkını vererek izlendiği takdirde zihinde hoş bir seda bırakır..

(bkz: zebercet): gelmeseydiniz ölürdüm..
olağanüstü eser, olağanüstü film...

(bkz: gizli yüz)
(bkz: gece yolculuğu)
(bkz: aylak adam)
(bkz: yusuf atılgan)
ömer kavur`un harika bir yapıtı. bir adamın düştüğü derin buhranlar sonrası yavaş yavaş yok olmasını anlatan, sahne mekan açıları enfes olan film.

spoiler
-----------
zebercet final de artık kurtulamayacağını anlayınca kendini asmak için aksiyona başlar. ayaklarını boşluğa atıp ölünce kamera otel odalarının açık olan kapılarından tek tek geçerek zebercet`in olduğu bölümden ana salon ve final. al sana psikolojik gerilim.

spoiler
--------------
okurken beklenmedik her yerde cinsel cümleler bulunan zebercet i tecavüzcü coşkun gibi zihnimizde yer ettiren yusuf atılgan romanı.
hayatımda okuduğum en .. en.. vakit kaybı yaratan roman. sıfat dahi bulamıyorum. psikolojik çözümlemeyse mehmet rauf bu adama 85 bin basar. konu özenti, dikkat çekmek için sanki. böyle iğrenç bir mahluğun psikolojisini gerçekten merak etmiyorum, etmeyeceğim de. pişman olduğum 2 günüm, neyse ki fazla değil.
Yalnızlık, Can sıkıntısı, iletişimsizlik, çaresizlik, nefret, kasaba yalnızlığı, insan sevmezlik, cinayet, sapkınlık, canlı sevmezlik, derin sevgisizlikten doğan; insan ruhuna ait en kötücül hissiyatların hepsi bu otelde:

Her şey dâhil, kan pansiyon...

"Anayurt oteli!"


-Neden anayurt oteli?
"anayurt oteli. düşman elindeyken belirli bir direnme göstermemiş kasaba ya da kentlerde kurtuluşun ilk yıllarındaki utançlı yurtseverlik coşkusunun etkisi belki."

aylak adam'ı referans alıp, yusuf atılgan edebiyatını takip eder iken, kronolojik sırayla gitmeyi istedim. sırada bir otel vardı. bir kasaba oteli. Ve küçük bir kasaba oteli sıkıcılığı en iyi yansıtabilecek mekânların başında geliyordu... lakin anayurt oteli, maalesef, aylak adam'daki sürükleyiciliği, o muazzam edebi lezzeti veremiyordu. aylak adam'la kıyaslayınca öyle. başlı başına değerlendirildiğinde ise sağlam bir kitap.

Türk edebiyatı hudutları dâhilinde büyük genellemeler yapacak kadar haddini bilmeyen biri değilim. Daha okumayı yeni söktüm, kurdelemi yeni taktı örtmenim. Ancak kitabın ana kahramanı yani zebercet için, Türk edebiyatının en karanlık kara'kterlerinden biri denebilir herhal. yusuf atılgan insan ruhunun o en insanlıktan çıkmış yollarını deşmeyi seviyor, bunu anlamlı buluyor. ve iyi de yapıyor.

Minimal dozda spoilabilir... sonra şeetmedi denmesin, kimseler üzülmesin, türkiye çöl olmasın:

"Polis kapıdan çıkınca koltuğuna oturdu. emekli subayın yerine bakıyordu. kızını boğmuş... Yeryüzünde her şey olağandı."

"Toprakta yangına değin kim bilir kaç yüzyıl buraya gömülen ölülerin çürüyüp ufalanmış kemikleri, etleri, saçları, tırnakları vardı."

"Gelmeyecekti anlaşılan. Ne bekliyordu bu kadından, ya da bir kadından. Yüksek sesle 'canı cehenneme' dedi."

"Yeryüzünde canlı kalmanın bir bakıma suç işlemeden olamayacağını bilmeyen, kendilerini suçsuz sanan insanlardan çekiniyor, utanıyordu. iki gündür öğleleri, yemeğe başı önünde gidip geliyor, para verirken aşçının yüzüne bakmıyordu. akşamları ışığın yandığını gören biri gelmesin diye hava kararmadan kapının yanındaki odada çay demleyip ekmekle sucuk, peynir yiyor, soyunup yatıyordu erkenden. Gündüzleri de çoğu zaman yataktaydı."

"Nasıl uzundu günler. 'ne ölüyüm ne sağım!'"

"ipi boynuna geçirdi, düzeltti. Tam o sıra dışarıdan birkaç arabanın korna seslerini duydu, başka araçlar da katıldılar buna, kornalar, tren düdükleri, fabrika düdükleri arasız, kesintisiz ötmeye başladılar. Neydi bu? Kulakları mı uğulduyordu? yoksa dışarının, başkalarının bir çağrısı mıydı? Yüzünü buruşturdu. sağdı daha, her şey elindeydi. ipi boynundan çıkarabilir, bir süre daha bekleyebilir, kaçabilir, karakola gidebilir, konağı yakabilirdi. Dayanılacak gibi değildi bu özgürlük."

"Ne oldu? Yapmayı unuttuğu bir şeyi mi anımsadı birden? Ya da yeryüzünde tek gerçek değerin kendisine verilmiş bu olağanüstü yaşam armağanını korumak her şeye karşın sağ kalmak, direnmek olduğunu mu anladı giderayak? Yoksa bilinçsiz canlı etin ölüme kendiliğinden bir tepkisi miydi bu?"
(bkz: yusuf atılgan)
(bkz: zebercet)
(bkz: gecikmeli ankara treniyle gelen kadın)

[…] kalkıp deftere baktı. 6 numarada saliha alakaş ile ahmet alakaş yazılıydı. defteri kapadı. günlük fişte 6 numaraya aynı adları yazdı. bunlardan önce gelen adama bir ad düşündü. kırk yıldır bir tek zebercet bile kalmamıştı otelde. 5 numaraya zebercet gezgin yazdı.
türkiye'nin ilk kara filmidir.
saplantılı ve tutkulu, fakat karşılıksız bir aşkı ve sosyal hayatı kısır bir kasabanın bunalımını zebercet adlı bir otelcinin şahsında konu alan başarılı bir yusuf atılgan romanıdır. sinemaya da uyarlanmıştır.
işte benden bahsettiniz ben de geldim.
Evet evet, o meşhur romandan çıkıp geldim.
Beni sadece cümlelerden ibaret sandınız dimi?
Eti, budu, kemiği olmayan yapay birisi sandınız dimi?
Ben, Atılgan'a olan davamı, o malum mahkeme sahnesinde kazandım.
Hakim özgürlüğümü bana verdi. Ben, yaratıcıma baş kaldırıp,
onun koyduğu ilk noktadan sonra, kendi kendimi var ettim. Ben sanal değilim.
Enaz sizler kadar gerçeğim.
Ben zebercet; yaratacısından özgürlüğünü alan tek karakter, tek isyankar, tek sahipsiz!
stajyer entellerin imtihanıdır..

seyrederken, gömleğini parçalayıp, zemin kat penceresinden intihara teşebbüs etmiyorsan, sen artık entelsin...
-istasyon alanından otele çıkan sokağın başında bir çam ağacının gövdesine tenekeden kesilmiş,koyu yeşil üstüne ak harflerle OTEL yazılmış ok biçimi bir gösterge çakılı, ama yıllar sonra çivilerden biri çürüyüp kopunca okun ucu aşağıya dönmüş,toprağı gösteriyor,
otelin yeraltında olduğu sanısını veriyor insana.

-Niye ayırmak istediler abi?
-Bilmem. Belki sonuna dek gitmekten korkuyorlardır;
sonunu görmekten.

-Film iyiydi değil mi abi?
-iyiydi,dedi gülümseyip.
Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde: sözle, yazıyla, resimle ya da susarak.

- "Ne ölüyüm,ne sağım"

-Tam o sıra dışarıdan birkaç arabanın korna seslerini duydu; başka araçlar da katıldılar buna; kornalar, tren düdükleri, fabrika düdükleri arasız, kesintisiz ötmeye başladılar. Neydi bu?
Kulakları mı uğulduyordu?
Yoksa dışarının, başkalarının bir çağrısı mıydı?
Yüzünü buruşturdu. Sağdı daha, her şey elindeydi.
ipi boynundan çıkarabilir, bir süre daha bekleyebilir,
kaçabilir, karakola gidebilir, konağı yakabilirdi.
'Dayanılacak gibi değildi bu özgürlük.'
Ayaklarıyla masayı itip aşağıya yuvarladı; bir boşluğa düşerken durdu.
Gözleri, ağzı açık, bacakları gerilerek, çırpınarak sallanırken kollarını kaldırıp başının üstünden ipi tutmaya uğraştı.
Ne oldu? Yapmayı unuttuğu bir şeyi mi anımsadı birden?
Ya da yeryüzünde tek gerçek değerin kendisine verilmiş
bu olağanüstü yaşam armağanını korumak, her şeye karşın
sağ kalmak, direnmek olduğunu mu anladı giderayak?
Yoksa bilinçsiz canlı etin ölüme kendiliğinden bir tepkisi miydi bu?
yusuf atılganın
yarattığı zebercet karakterindeki yanlızlık,hiç bitmeyen bekleyiş,toplumdan tecrit olmasına sebep olan yabancılaşma ile adeta taşra yaşayışının bir görüntüsü niteliğindedir bu kitap.
gecikmeli ankara treniyle gelen bir kadın zebercetin küçük dünyasında büyük değişimlere neden olur.olsun zebercetimizde o kadının yüzünü kuruladığı havluyu başını koyduğu yastığı zikdi.

not:filmi aynı tadı vermiyor hem kitaptaki bilinç akışı kitabın yazıldığı tarih ele alınırsa muhteşem 108 sayfaya bunca yaşam nasıl sığdırılmış?
romanını okumadım, yusuf atılgan'a haksızlık etmek istemem fakat filmi romanı okumayan için bir hayal kırıklığıdır.

daha yeni bitirdim filmi, eğer kitapla birebir ise, psikolojik yanını muhteşem olmasa da güzel bir şekilde işlemiş ancak diğer yönlerden sınıfta kalmıştır.

örneğin filmde geçen diyaloglar ve yan rollerdeki oyuncular berbattır. maalesef ömer kavur bey cast seçimini çok hatalı yapmıştır. bir örnek vermek gerekirse ;

- oda istiyoruz.
+ oda yok, bütün odalar dolu.
- olacak iş mi yahu? her zaman buraya gelirdik.
+ odamız yok.
- bir daha gelmem.

ya da başka bir örnek de vermek gerekirse ;

- boş oda var mı ?
+ var, peşin alıyoruz yatak ücretini
- yarın sabah vereceğim yahu.
+ geçen seneden de bir günlük borcunuz var.
- nasıl olur ben hiç kalmadım otelinizde.
+ hayır bir gecelik borcunuz var.
- madem bana güvenmiyorsunuz ben de otelinizde kalmam.

bunlar belki ufak detayla gözükebilir, fakat seyircinin gözündeki gerçekçilik unsurunu çokça zedeliyor.
bunların dışındaki mefhumlarda da maalesef sınıfta kalıyor film, yani o filmin 1986'da aydın nazilli'de geçiyor olmasına inanmamız beklenmiyordu sanırım. tek artı yön başarılı müzikleriydi nezdimde.

bu filmi en iyi 10 türk filmi içinde sayan entel dostlarıma sesleniyorum : neden ?

bir açıklama beklemiyor değilim,nedenini bilen mesaj atsın.

bu filmi izleyip de beğenenlere bir tavsiye de bulunayım : krotki film o zabijaniu . bunu izleyin de yalnızlık görün.
bu filmi izledikten yada kitabı okuduktan sonra belkide en çok yusuf atılgan’ın ömründe sadece 2 roman yazabilmiş olmasına üzülüyorsunuz. heleki son romanı “canistan” ı ise bitiremeden öldüğünü duyduğunuzda üzüntünüz katbekat artıyor. yazsaydı kimbilir ne harikulade bir kitap olurdu. belki filmi çekilirdi, ne kadar müthiş olurdu kimbilir. acaba hangi oyuncu oynardı. yalnızlık, yabancılaşma… ne çok yakışırdı bunlar bir kitaba, bir filmine. heleki yusuf atılgan anlatıyorsa eğer. .

sonrasında defalarca okunan “aylak adam”, “anayurt oteli” ve yazdığı birkaç şiiri ve yazdığı birkaç hikaye. zaman zaman yusuf atılganı yad ederek. onun kadar iyi yazarların yetişebilmesini dilerken bulursunuz kendinizi.

“anayurt oteli”ni izlemem böyle anlardan birine denk geldi. tek fark “anayurt oteli” ni izledikten sonra kitabını okumuş olmam maalesef.

filmi izledikten sonra çoğu kez izlememiş olmayı diledim.

bir çok kişide olduğu gibi tabiiki bende her zaman kitap uyarlamalarını izlemeden önce okunması gerektiği taraftarıyım. yazım dili her zaman daha etkili ve daha iyi anlatıcıdır. kimine göre film daha iyi anlatabilme özelliğine sahip gibi görünsede ben her zaman tam tersini düşündüm. algısal farklılıklardan kaynaklı olsa gerek.

her neyse,

“anayurt oteli”ni izlemem türk sinemacılığının gidişhatı açısından bu gününü fazlasıyla yermeme sebebiyet vermiş olsada eskiye yönelik fazlasıyla açlık ve merak duygusu uyandırdı içimde. ardından bir sürü film buldum, izledim. şimdiye kadar bunları bulamamış yada farkedememiş olduğum için bir yandan hayıflanıp diğer yandan inanılmaz bi haz duygusu yaşadım.

80 öncesi türk romancılığının ne denli lezzetli olduğunu yeni yeni idrak edip, tadını yeni yeni alabiliyorum.

yine kısmen 80 öncesi ve kısmende 90 lı yıllara denk gelen bu romanları filmleştirme süreci var ve bu filmleri izlerkende aldığınız zevk okurken aldığınızdan tamamen farklı bi zevk olsada onunla kıyaslanacak ölçüde bi zevk olduğuna eminim.

o zevki en fazla alacağınız film ise ömer kavur, un çektiği “anayurt oteli” dir.

birazda kendime kızarak söylüyorum ama bu filmi izlemeden önce “macit koper” in oyunculuğuna dair hiçbir fikre sahip değildim, hatta macit koper adını okuduğumda “acaba kimdi” diye biraz düşündüğümüde itiraf etmeliyim.

fakat film bittiğinde türk sinemasındaki en iyi erkek oyuncu sıralamasında en üst sıralarda bulunması gerektiğini düşündüğüm bir oyuncu olduğuna karar verdim.

filmin ana kahramanı “zebercet” karakterini macit koperden daha iyi kimse canlandıramazdı herhalde. zabercet demek macit koper demektir artık benim için.

belkide bu kadar iyi bir oyuncu seçimi yüzünden “anayurt oteli” bir sinema filmi olarak hüsrana uğratmıyor insanı.

velhasıl kelam, bir solukta izlediğim “anayurt oteli” insanda çok farklı sorgulama duyguları uyandırıyor. her film insanı sorgulatmaz, yada her film insanda anlama çabası ortaya çıkarmaz. bu film ise fazlasıyla ortaya çıkarıyor bu duygularınızı.

zebercet’in en donuk haliyle “benim adım zebercet” demesiyle başlar film. tıpkı filmin sonunda aynı tepkisizlikle adını söylerkenki gibi.

bu başlangıç izleyiciye zebercet ile ilgili bir sürü ipucu vererek başlıyor filme.

zebercet’in iç dünyasının karartıcılığını, gelgitlerini, psikolojik bozukluklarını .. hepsinin anlatımı son derece etkileyici. ( görüntü yönetmeni orhan oğuz’un başarısını olsa gerek)

filmin sonu tam olarak netleştirilemesenizde, intihar etmeden önce tavan arasında foroğrafa baktığında bi çoğuna göre ankara treniyle gelen kadının aslında annesini temsil ettiğini düşünebiliriz.

aslında zebercet’in hayatını düşündüğümüzde onun tüm bu sorunlarının kaynağının ailesinde başladığını düşünmekte mümkün.

zebercetin otelde yaşadığı oda kendi hayatını, bilincini yansıtırken. gelen kadının kaldığı oda ise zebercet’in bilinçaltı, takıntılarını, özlemlerini, yarımlığını sakladığı yerdir. zamanla birbirine girer hepsi, bilinciyle bilinçaltı arasında gidip gelmekten yorulan bi insandır, fikrine eylemine sızan hareketsizlik duygusu, altüst olmuş gerçeklik, hayatının rutinine vurulmuş bir balta gibidir tüm bunlar. ve tabiiki hiçbir zaman gerçekten sahip olamadığı bir kimliği reddedemeyecek olmanın yarattığı boşluktur esasında zebercet’i intihara sürükleyen.

filmde sonradan bir daha izlediğinizde aslında rastlantısal olmayan bir çok tarihe rastlamakta mümkün, bunları anlanlandırmaya çalışmakta ayrı bir zevkli. kısmen asker okuluna gitmesine ve ideolojik görüşüyle alakalı olduğunu düşünüyorum.

filmin belkide en çok akılda kalan sahnesidir son sahne. ve son olarak söylenenler:

“tam o sırada dışarıdan birkaç arabanın korna seslerini duydu; başka araçlar da katıldılar buna; kornalar, tren düdükleri, fabrika düdükleri arasız, kesintisiz ötmeye başladılar. neydi bu? kulakları mı uğulduyordu? yoksa dışarının, başkalarının bir çağrısı mıydı? yüzünü buruşturdu. sağdı daha, her şey elindeydi. ipi boynundan çıkarabilir, bir süre daha bekleyebilir, kaçabilir, karakola gidebilir, konağı yakabilirdi. dayanılacak gibi değildi bu özgürlük.”

uzun lafın kısası,

“anayurt oteli” ömer kavur sinemasının başyapıtı desek abartı olmaz. ve tabiiki yusuf atılgan edebiyatınında.

“zebercet” adını hiçbir zaman unutmayacaksınız.

not: filmin çekimleri aydında yapılmış ve o otel nazillide hala bulunmaktaymış. bunu bilmenizde fayda var çünkü filmi izledikten sonra yaptığınız araştırmalar sonucu bu bilgilere ulaşacak ve oraları gidip görme isteğiyle yanıp tutuşacaksınız. biliyorum.

not2: tek üzüldüğüm taraf ise filmde bir çok sahnenin kesilmiş olması. orijinal halini bulup izleyebilirseniz bir çok şeyi daha iyi anlamlandırabilirsiniz.

not3: “aylak adam” ın hala filmi çekilmedi, evet bende bunu çekecek bir yönetmenin ortaya çıkmasını sabırsızlıkla bekliyorum.
psikolojik bir roman. ayrıca filmide yapılmıştır. zebercet karakteri sapkın, takıntılı baş kahramandır.
izlenilesi bir filmidir ayrıca.
iletişimsizliği anlatırken okuyucuyla bile iletişim kurmayan bir roman. hem biçim hem içerik olarak iletişimsizlik.
yüz sekiz sayfa boyunca zebercet in hiçbir duygusunu düşüncesini ne anlatıcıdan ne de kendisinden okuyamıyoruz. her şeyi okuyucu kendi kendine çözmek, düşünmek zorunda. bu bakımdan çok güzel değişik bir tat ve aylak adamla neredeyse aynı konuda yazılmış olmasına rağmen anlatım olarak taban tabana zıt. aylak adamda her şey apaçık ortada. c. özellikle ayşe ye anlatırken okuyucuya da içini açıyor. anayurt otelinde bu açıklığın olmaması onu daha ilgi çekici bir roman yapıyor.

sonra şu var ; "esmer elliler iyi yürekli olur, derdi bir arkadaşım."