bugün

entry'ler (30)

7 ekim 2015 aziz sancarın nobel ödülü alması

Dna onarımı üzerine yaptığı çalışmalarla kimya alanında nobel ödülü alarak orhan pamuk'tan sonra ikinci, bilim alanında ise ilk türk olmuştur.

Bu gurur hepimizin türkiye!

http://mobile.nytimes.com...el-chemistry.html?referer=

Edit2: hala salak salak türk değil diyen var. Al gerizekalı bi tarafına monte et; https://pbs.twimg.com/med...CQtOy0uUsAEswux.jpg:large

edit: orhan pamuk'un kendi ağzıyla "kendimi türk olarak hissetmiyorum" demesine rağmen adamı nobel alan ilk türk diye göklere çıkarıyorsunuz ama iş türk evini kuran aziz sancar'a gelince bik bik ediyorsunuz. Nasıl bir mallık bu sizinki canım ya?

edit: yahu siz gerizekalı mısınız? Yok onun kuzeniymiş falan ne önemi var? Bu adam bir bilim insanı ve ülkemizi temsil ediyor. En azından bu konuda uludağ sözlükçüler adam gibi tepki verir diye umuyordum ama yanılmışım. Sıçtığımın beyinsiz troll'leri.

pantropi

terraforming dediğimiz olayın karşıtı gibi düşünebiliriz. bu arada terraforming, uzayda yaşayabilmek için bazı gezegenleri dünyaya benzetme çalışmalarına deniyor. mesela mars'a yapay bir atmosfer inşa etmek gibi.

işte pantropi de "iyi de hocu biz böyle gezegenleri dönüştürmekle uğraşacağımıza direkt insan bedenini uzayda yaşamaya elverişli hale getirsek? daha basit olmaz mı?" görüşünden yola çıkan kavram. terraforming'i anlattığım aşağıdaki entry'de farkında olmadan pantropi olayından da bahsettim. meğer zaten varmış böyle bir şey, bize de başlığını açmak düştü.*
http://www.uludagsozluk.com/e/29656389/

rigor mortis

Bir canlının ölüp ölmediğini nasıl anlarsınız?

Bizler halk arasında söz konusu şahıs nalları dikmişse, imamın kayığına binmişse, tahtalı köyü boylamışsa yahut en basitinden uzun bir süredir nefes almıyorsa öldüğüne kanaat getirip pamuğu tıkarak mevtayı uğurluyoruz. Fakat elbette ki işin içine bilim girince bu iş o kadar kolay olmuyor. Zira bilimde, hastalıkların belirtileri olduğu gibi ölümün de belirtileri var ve bunlardan biri, rigor mortis.

Latince'de ölüm sertliği anlamına geliyor bu terim.

Hani büyüklerimiz biri ölünce hemen rahmetlinin göz kapaklarını kapatıp çenesini ve ayaklarını bağlarlar ya, işte onu rigor mortis yüzünden yapıyorlar. Adından da anlaşılacağı üzere, ölünün vücudunu katılaştıran bi olay bu. Kişi öldükten 3-4 sonra rigor mortis başlıyor, 12 saat sonra doruk noktasına ulaşıyor ve yaklaşık 36 saat sonra çürümenin başlamasıyla sona eriyor.

Rigor mortis başladıktan sonra bitene kadar ölünün vücudu taş gibi katı kalır. O nedenle ölürken götünüze başınıza dikkat edin. Allah korusun yanlış bir vaziyette rigor mortise yakalanırsanız iki büklüm gömmek zorunda kalırlar sizi.

Bu arada bu yalnızca beni tahminim ama, hani şehit olan askerlerin gömüleceği zaman elinden silahını alamayıp öyle defnetmek zorunda kaldıklarını anlatırlar ya, sanıyorum ki burada bahsedilen olay da rigor mortis.

Bu arada aslında gayet yararlı bir olaydır rigor mortis. Hayvanlarda da görüldüğü için etlerin çürümeden uzun süre muhafaza edilmesini sağlar. Oltayla tutulan balığın ağ ile tutulandan daha lezzetli olması da bu yüzdendir.

Niye gerçekleşir?

Çünkü ölünce kas dokusundaki atp tükenir ve kaslar gevşemek için gereken enerjiyi temin edemez.

Şimdi azıcık derine gireceğiz;

miyozin isimli motor proteinlerinin baş kısımları, kasılma sırasında bağlandıkları aktin isimli ipliksi proteinlerden ayrılmak için atp'ye ihtiyaç duyar. Ölümden 3-4 saat sonra kas dokusunun miyoglobinlerindeki oksijen ve atp tükendiği için miyozinler aktomiyozin kompleksinde kenetli kalır. eh, bu kenetlenme yüzünden ölü beden de katılaşır. ne zaman ki beden çürümeye başlayıp proteinler bozulur, işte o zaman katılaşma da sona erer.

dave mustaine

deliliğe yakın bir yerde duran dahidir. ,

mükemmelliyetçi yapısı dolayısıyla bütün otokontrolünü müziğine harcadığından kendine zerresi bile kalmaz, o nedenle düşünmeden ve duygularıyla hareket eder. evet, çocuk yaşta metallica'dan kovulması onun için bir yaradır ve belki de takıntıdır.

aynı anda hem metallica'dan nefret eder, hem de geri dönmek ister ama bugün metallica kendisine iş teklif etse büyük ihtimalle kabul etmez çünkü mustaine'i ayakta tutan şeylerin en önemlisi bu aşmış takıntısıdır. nefretle ayakta kalan insanlar var ya, hah öyle. aslında her müzisyen müziği bir şey için yapar. bir şeyden güç alarak yapar ve bu şey ulaşılması kolay bir şeyse, müzisyen ona ulaştığında müziği de biter. kimisi için ölen sevgilisi olur bu, kimisi için anarşizm, kimisi için dünyayı ele geçirmek ve kendini yok etmek:cliff burton:swh ve dave mustaine için de metallica.

dedim ya, dave mustaine metallica'ya geri dönmeyi çok ister ama teklif gelse bunu reddeder. işte nedeni de budur. metallica'ya dönmüş bir dave mustaine artık dave mustaine olmaz. müziğindeki tempo ve nefreti yöneltebileceği bir amacı kalmadığında kendi kendini bitirir.

gecenin fotoğrafı

halüsinasyonlarla alakalı ilginç bir yazılı fotoğraf; görsel

nosa nosa diye bir şarkı vardı

şarkı budur genşler; https://www.youtube.com/watch?v=hcm55lU9knw

adı da nosa nosa değil, ai se tu pego. asdfghjkl.

robb stark

spoiler

kendisi stark'tan çok tully'dir. gerek görünüş gerek karakter olarak hem de ve bundan kitapta da sıkça bahsedilir. çoğu kişi babasının oğlu diyor forumlarda falan ama bence eddard stark bu kadar pervasız davranmazdı.

red wedding'den bahsediyorum tabii ki. tamam ned stark fazla onurluydu, fazla gururluydu ama aptal değildi, en önemlisi duygularıyla hareket etmezdi. bunu en basitindan bran ölüm döşeğindeyken tası tarağı toplayıp king's landing'e gitmesinden, sırf görev uğruna gıkını çıkartmadan catelyn ile evlenmesinden anlayabiliriz.

eddard da giderdi red wedding'e ama en azından kendini garantiye alıp giderdi. iki ekmek, bir parça tuza güvenip langırt diye ortamlara damlamazdı. buna rağmen robb stark'a da salak diyemeyiz çünkü nihayetinde 16 yaşında bir çocuktu. ne yazık ki robb'un ölümünde en çok payı olan catelyn'dir. tamam, oğluna çok akıllıca tavsiyeler veriyordu ancak konuşma stili yanlıştı. sürekli kara kuzgunlar gibi biklemesinden ötürü robb sonlara doğru onu bilerek dinlememeye, inadına tersine gitmeye başlamıştı.

jamie lannister fiyaskosundan bahsetmiyorum bile. gahpe. ne demeye bırakıyorsa adamı. zaten bütün felaketin sorumlusu bu karı. en başta ned ne güzel gitmeyecekti king's landing'e, reddedecekti robert'ın teklifini. bu öküz karı ısrar ettikçe etti. gerçi bran düştükten sonra bu kez de gitme demeye başladı ama eddard bir kere söz vermişti, mecbur gitti. zaten jon'a da çok haksızlık yaptı bu acuze. bak gene sinirlendim. baba gibi adamlar ölüp de giderken bu karının tekrar dirilmesi adaletsizlik değil de nedir a dostlar?

neyse gelelim robb'a. lafımı geri alıyorum, salaktır bu çocuk. bir karı uğruna gitti krallığı sikti attı. tamam ergensin, hormonların tavan yapıyor da ilk gördüğün kıza nikah kıymak nedir gerizekalı? onurmuş şuymuş buymuş bik bik bik. peki walder frey'e verdiğin sözü bozmak onursuzluk değil miydi? böyle keserler adamı.

ayrıca bir kez bile öldürmesi gereken adamları öldürmedi bu insan evladı. en başta o edmure tully andavalını katletmesi gerekiyordu. dayım da dayım diye diye bok yoluna gitti. karstarkları öldürmesini ise hiç anlayamadım yok emre karşı gelmişlermiş. ulan emrin alasına senin o anan olacak karı karşı geldi onu hiç hesaba katmıyorsun?

kaldı ki rob bir kez olsun güvenmedi grey wind'e. olum bak bu kurtlar normal kurt değil sana bunu bin kere söyledik ama hala mal mal ben kralım bi kurdun korumasına mı kaldım falan filan. kaldın tabi! en başta bu kurt jeyne olacak karıyı sevmiyordu. ben olsam tak diye boşardım. ayrıca red wedding'de kurdu yanına almaman nasıl bir salaklıktır hala anlamış değilim. valla grey wind tek başına salon dolusu adamı deşer, ananı da seni de sağ salim kurtarırdı.

ama malsın ki, ben ne diyeyim sana. ayrıca şu arya annesine ne zaman kavuşacak diye ciğerim soldu, kavuşamadan catelyn öldü ya hala içim yanıyor. zaten jon'a da kavuşamadı. Bence arya'da bir uğursuzluk var, kime gitse o şahıs tahtalı köye bi uğruyor.

not: hakkını yemeyelim gebermeden önce sadece bir kez akıllılık etti robb.

nasıl mı?

jon'u kendi varisi ilan ederek!

not: jon stannis'e "ben gece nöbetçisiyim yemişim kışyarını" diye ayar çekmiş olabilir ama bence ileride bu varislik olayı bir yerde işine yarayacak. ayrıca evet, jon'un ölmediğini düşünenlerdenim. hatta buna eminim. dizide nasıl gösterdiler o sahneyi bilmiyorum ama kitapta ölmediği gayet açıktı.

spoiler

lazarus refleksi

bir ölünün yaptığı hareketlerdir kısaca.

diğerleri gibi bu da refleks yayı aracılığıyla meydana gelir. mesela elimiz ateşe değdiği zaman hızlıca geri çekeriz, bu da tıpkı lazarus refleksi gibi refleks yayı tarafından idare edilir. zaten bu nedenle beyin ölümü gerçekleşmiş hastalarda bile görülebilir zira bu tarz refleksler beyinden emir almazlar.

lazarus refleksi'ni diğerlerinden ayıran şey uzun ve karışık olmasıdır. yani, nasıl anlatsam, bizim reflekslerimiz genelde irkilme, seğirme, sıçrama gibi anlık olaylardır. ancak lazarus refleksi'nde ölünün kolları önce yukarı kalkar ardından çapraz bir biçimde göğsünde kavuşturulur. bir kaç saniye sonra ise kollar göğüsten ayrılarak vücudun iki yanına düşer.

lazarus refleksi'ni tetikleyen şeyi bugün tam olarak bilemiyoruz ancak genelde beyin ölümü gerçekleşmiş bireyin fişi çekildikten bir kaç dakika içerisinde gerçekleştiği için acıyla bir ilgili olabileceği düşünülüyor.

isminin kaynağına gelirsek... incil efenim. yuhanna incili 11. bölümde isa, mucizevi bir şekilde aziz lazarus isimli bir ölüyü diriltiyor. lazarus refleksi de sanki ölü diriliyormuş gibi bir izlenim yarattığı için ismini buradan alıyor. doğruya doğru, cidden ürkütücü bir refleks. bilimsel açıklaması bilinmeden önce sağlık görevlilerinin epey korktuğu bir durummuş. günümüzde ise hasta yakınları bu duruma şahit oldukları zaman hastanın hala yaşadığı yanılgısına düşebiliyor. her açıdan zor bir durum kısacası.

lizozom

ortaokulda resimli fen bilgisi kitabında lizozom'un yaşlı hücreleri parçalayıp yok ettiğini okumuştum. o zamandan beri nefret ederim bu organelden. zamanla lizozom'un sadece görevini yapan bir organel olduğunu ayrıntılarıyla öğrendim ama aklımdaki o hasta, yaşlı ve kendini savunamayan hücreyi katleden acımasız despot lizozom görüntüsü hiç silinmedi.

nefretimsin lizozom.

gecenin şiiri

Bütün güzel kadınlar zannettiler ki
Aşk üzerine yazdığım her şiir
Kendileri için yazılmıştır.
Bense daima üzüntüsünü çektim
Onları iş olsun diye yazdığımı
Bilmenin.

yani reyiz diyor ki; sen benim ultra depresif melankolik triplere girdiğimi, aşkımın yüreğimde duramayıp kağıda taştığını falan sanıyorsun ama yok öyle bir şey güzelim, kurgu onlar, kurgu. ekmek parası derdine iş icabı yazıyoz. *

küfür eden kadın

ne iticidir, ne candır. yalnızca insandır.

küfür eden kadın deyince insanların aklına hemen erkek fatma tarzı, lanlı lunlu sesini kalınlaştırarak konuşan kızlar geliyor ama yok öyle bir şey. şahsen doğma büyüme adanalı biri olarak ara sıra cümlelerimde küfür kullanmam kadar doğal bir şey yok. bazen şöyle yürekten hassiktir çekmen gereken anlar olur. öyle anlarda küfür etmek yerine küfürsüz hakaret sözcükleri kullanmak için kendini zorlayan kadın bana göre yapmacıktır.

kimileri küfrü kendini ifade etme yeteneği sınırlı insanların başvurduğu bir yol olarak görse de ben öyle düşünmüyorum. küfür, ayrı bir ifade tarzıdır. bazı cümleler var, içindeki küfrü çıkardığında yerine 1000 tane kelime eklesen de aynı anlam yoğunluğunu elde edemiyorsun. asıl ifade eksikliği budur bence.

yine de herkesin fikri kendine tabii.

7 eylül 2015 türk halkının ayaklanması

ekran görüntüsünü almışmış.

asıl ben senin ekran görüntünü aldım cancağızım. kaçacak olursan anında editleyip eserini sergileyeceğim bu entry'de.

şehitlere üzülmek, evlatlarımız ölmesin diye tepki göstermek ne zamandan beri provokasyon oldu ulan? ne istiyorsunuz yani? her şeyi sindirip oturalım mı? gelip malımızı, canımızı, toprağımızı alsınlar ve biz de ses çıkarmayalım.

oldu paşam.

bunun aynısını en son "işgal güçlerine direnmeyin" diyerek vahidettin istemişti 100 sene önce. o cevabını aldı. elbet siz de alacaksınız.

6 eylül 2015 dağlıca da 9 şehit

bu sefer bitti.

kendi adıma konuşuyorum, şu saatten sonra ne uzun adam sevdalı akp'li tayfaya, ne de "pkk barış kelebeği tamam mıa" tandanslı hdp'li tayfaya tahammülüm var.

artık gerçekten savunulacak bir yanınız kalmadı. azıcık onurunuz varsa, hatanızı kabullenip sessizce kenara çekilin. çünkü gerçekten çok sabrettik. iki tarafın durmadan birbirini suçlamasına, şehit haberi geldiği an pkk'lıların "bunlar hep 400 vekil yüzünden hep mit yapıyor" demesine, akp'lilerin "teröristler bize darbe yapıyor tek suçlu hdp" diye misillemesine yeterince katlandık.

belki şehit haberleri toplu olarak değil de, birer ikişer geldiği için 7 hazirandan bu yana 50'den fazla evladımızı kaybetmemize rağmen yutkunduk. yutkunmamalıydık, işler bu raddeye varmadan ortalığı ayağa kaldırmalıydık ama yapmadık. o yüzden bu 14 gencimizin şehadetinde bizim de hatamız var halk olarak. belki hataları telafi etmez ancak bundan sonra yanacak yangınlara bir damla su taşımak umuduyla artık ben tahammül etmiyorum.

ekşi'den ortalık pkk'lı kaynıyor diye kaçtım buraya geldim. korkaklık etmişim. geri dönüp sustuklarımı söylemeye devam edeceğim. muhtemelen uçuracaklar. olsun. yedek hesaptan devam ederim, başka hesap açarım.

orada pkk destekçisi entryleri gördükçe sinir olup başka sayfaya bakıyordum. bu da büyük bir hataymış meğerse. yarın ilk iş elimde entry numaralarıyla birlikte gerekli makamlara tek tek şikayet edeceğim. zararı dokunur mu bilemem ama uğraşıp dursunlar. en azından sineye çekilmediğini anlasınlar.

burada da devam edeceğim. uludağ sözlük ekşi kadar değil ama burada da hafif hafif filizlenen dezenformasyonlar var. önüne geçmek mümkün mü, orası bilinmez ama olduğu yere kadar. benim sıradan bir vatandaş olarak elimdeki tek güç sosyal medya ve onu da sonuna kadar kullanmaya kararlıyım.

siz bunlarla bizleri yıldıracağınızı sanıyorsunuz ancak farkında olmadan daha da körüklüyorsunuz. bu iş siyasi tercih olmaktan çoktan çıkmıştı, bir davaya dönüşmüştü ancak artık dava bile değil, apaçık katliam yapılıyor. ve emin olun insanlar artık herkesin gerçek yüzünü görmeye başlıyor.

merak etmeyin, çok yakında bunun cevabını da hepiniz alacaksınız

matematiksel olarak tanrının varlığı

aralarında bilmeyen fakat öğrenmek isteyenleri tenzih ederek konuşuyorum; pascal'ın kumarı buna bir örnek teşkil edebilir.

fikrim sorulacak olursa, ben pascal'a katılmıyorum ama yine de iki gram bilgimle açıklamaya çalışacağım. matematiksel olarak tanrı'nın varlığı bir çok kez incelenmiştir ancak bunlardan en önemlisi pascal'ın kumarı olarak bilinir. burada tanrının varlığı ispat edilmez, pascal'ın kumarı tanrı'ya inanmanın mantıklı bir şey olduğunu ispatlar.

iki durum arasındaki farkı anlamak çok önemlidir. zira günümüzde pascal'ın kumarı aracılığıyla tanrının varlığını kanıtlamaya çalışan "yaradan yoksa bunnar nası varoldu?!!!" tandanslı çılgın sedatlar ile higgs bozonu aracılığıyla tanrının olmadığını kanıtlamaya çalışan "god is dead ehuehuehu" tandanslı atanamamış berkecanlar giderek artıyor. eğer siz de bu iki psikopat takımı birbirine katlettirme hayallerime meze olmak istemiyorsanız şu kilit farkı es geçmeyin lan, nolur.

blaise pascal olasılık bilimine düşkünlüğüyle de tanınan bir bilim adamıdır ve pascal'ın kumarı olasılık üzerine kuruludur. pascal ömrünün son dönemlerinde tanrı'nın varlığını bir problem olarak ele alıp olasılıksal açıdan inceler ve ömrünün geri kalanını sıkı bir dindar olarak geçirir. açıkçası şu anda yazmaya üşendiğim için aşağıya pascal'ın kumarı açıklamasını içeren bir link koyuyorum. umarım faydalı olur.

http://www.matematiktutku...2761-pascalin-kumari.html

dur bi dakika, gitmeden önce yazının sonundaki cümleyi de çevireyim. belki olur olmadık yerlere herkesin bu dilleri bildiğini farz ederek çeviri koymadan fransızca & ispanyolca & aramca sözler yazan selincanlarla mahmutsular feyz alır.

"eğer tanrıya inanıyorsan, tanrı da varsa, her şeyi kazandın demektir. eğer inanmıyorsan ve bu durumda da tanrı varsa, işte şimdi sıçtın moruk."

-*-

gitmeden pascal'a neden katılmadığımı da açıklayayım bari.

bilenler bilir, kant'ın ödev ahlakı diye bir zıkkımı vardır. bilmeyenler içinse ödev ahlakını şöyle özetleyebiliriz; iyiliğin ardında iyilik yapmaktan başka bir neden varsa yapılan şey iyilik değildir. yani sen bir iyilik yaparken çıkar güdüyorsan yaptığın iyilik sayılmaz. ramazan'da kilo vermek için oruç tutan ve yanı sıra ibadeti de aradan çıkardığını sanan gızlar bi durun eksilemeyin, bitmedi daha.

tıpkı bunun gibi, bir insan tanrıya inanmak için değil de, cennete gitmek yahut cehenneme gitmemek için inanıyorsa burada herhangi bir inançtan bahsedilemez. ortada korku vardır, çıkar vardır. gerçi bir şeyden korkmak için o şeyin var olduğuna inanmak gerekir yani burada bir paradoks oluşuyor ama demek istediğim bu tarz bir inanç, etik sayılamaz.

zaten kuran'ı atv'nin ramazanda gösterdiği çiçek açmalı, şelale akmalı ilahilerle, karikateist'teki güdümlü ayet çürütme operasyonları dışında okumuş olan varsa bilir ki bu tarz bir inanç kuran açısından da etik sayılamaz. işte bu yüzden pascal bir gavattır.

oh be.

evet. gevşeğe bak sen, aklı sıra kurnazı oynuyor pezemengin evladı. inanıyorsan inan, inanmıyorsan inanmıyorum de geç, ne gerek var nabza göre şerbet vermeye? ulan ben allah olsam yeminle ateist teist tüm insanlığı cennete gönderip bunu tek başına cehenneme dikerdim. herkes salak bi sen akıllısın dimi? yavşağa bak.

(bkz: ya ben niye ciddi final yapamıyorum lan neyse)

24 teşrin i sani 1942 rammstein yozgat konseri

sözlükte şapkalı harflerin godoş olmasından mütevellit başlık böyle görünse de, orijinalinde 24 teşrin-i sânî 1942 rammstein yozgat konseri'dir.

gelelim çok az kişi tarafından bilinen bu konserin arkasında yatan sebeplere...

malumunuz, 1939-1945 yılları arasında tüm dünya 2. dünya savaşı'nın etkisiyle çöküşün eşiğine gelmişti. bizler türkiye olarak bu savaşa fiilen girmesek de tam anlamıyla tarafsız da olamadık. almanya ile 1. dünya savaşından kalma bir dostluğumuz zaten vardı ancak 2. dünya savaşı'nda bu dostluk bağı iyice güçlendi. ee, bunun rammstein konseriyle alakası nedir? diyebilirsiniz. az sabredin genşler, gelecem.

velhasıl, biz savaşa girmesek de alttan alta almanya ile olan dostluk devam ediyordu. hatta adolf hitler savaşta balkanları fethetmeye başladığında ilk iş ismet inönü'ye "saldırımız kesinlikle size yönelik değildir, biz bi yunanistan'a bakıp çıkacaz. sizin sınırların 85 km yakınına yaklaşırsak kanımız kurusun, kısmetimiz bağlansın." konulu bir mektup yollamıştır.

al belge; https://tr.wikisource.org...C3%B6n%C3%BC%27ye_mektubu

ardından da türkiye'yle dostluk paktı* imzalamayı teklif ederek neredeyse yarım asır süren nişanlılık sürecini izdivaçla taçlandırmak istemiştir. türkiye de bu teklifi, ingiltere ve fransa'ya rağmen kabul etmiştir. bu olaylardan sonra iki devlet hem bağlılıklarını güçlendirmek, hem de savaştan bunalan halkın kafasını dağıtmak için bir konser yapmayı planlamış ve almanya, milli gururu olan rammstein'ı 1942 kasım ayında yozgat'a konsere yollamıştır.

türkiye hükümeti ise o dönemler ülkedeki kıtlıkla fakir düşen halk konsere paçoz paçoz gidip devleti rezil etmesin diye 13 kasım'da tüm devlet personeline ücretsiz kıyafet ve ayakkabı dağıtmıştır.

buyurun bak bu da belgeli; http://tr.wikipedia.org/wiki/1942'de_T%C3%BCrkiye

vikipedi'ye bile güvenmeyenler varsa onlar da bizzat 13 kasım 1942 tarihli tbmm tutanağına buyursunlar; http://www.tbmm.gov.tr/tu...d06/c028/tbmm06028004.pdf

neyse, konu dağıldı yine ancak bu sıradan bir hayran konseri olmadığından olayı tüm detaylarıyla anlatmak gerekiyor. yakın tarihte önemli bir yer tutan bu konserin asıl sebebi siyasi ve hissiyatı olaylardır, o yüzden yazı epey uzadı.

konser doğal olarak zerstören ile başlamıştır. bilindiği üzere rammstein'ın zerstören şarkısının girişinde erzurum yöresine ait olan hüma kuşu türküsünün ezgileri yer alır. bazı kaynaklarda şarkının orijinalinde hüma kuşu ezgisinin olmadığını, rammstein'ın bunu yozgat konseri esnasında doğaçlama olarak eklediğini ve bu versiyonun popüler olup orijinalini bastırdığı söylenir.

zerstören'i dinlemek için; http://www.youtube.com/re...=rammstein+zerst%C3%B6ren

konserin geri kalanında rammstein'ın klas hale gelmiş du hast, reise reise, ich will, engel, rosenrot, mein herz brennt gibi şarkıları çalınsa da mann gegen mann'ı çalmamışlardır. kimileri bunun tesadüf olduğunu iddia ediyor ancak ezici çoğunluğa göre rammstein mann gegen mann'ı bilerek çalmadı çünkü mann gegen mann şarkısının konusu eşcinsellik. rammstein hayranlarının bir çoğu o dönemler türkiye'de tabu olan eşcinsellik mevzusuna bilerek değinmediklerini söylese de rammstein grubunun hiçbir üyesi bu konuda açıklama yapmış değil.

konserden yaklaşık bir yıl sonra, 7 temmuz 1943'te cemil cahit toydemir önderliğinde türk askeri heyeti almanya'ya ziyarete gitmiştir. 1945 yılında iki devlet arasında geliştirilen gizli bir strateji doğrultusunda ilişkiler yıpranmış gibi dursa da günümüze kadar devam etmiştir.

liseliler bilmez ama bugün almanya ile türkiye arasındaki dostluğun temelleri 24 teşrin-i sânî 1942 rammstein yozgat konseri ile sağlamlaştırılmıştır.

türkiye olarak niye hiç bir dalda başarılı değiliz

türk milletine haksızlık eden bir soru cümlesi.

aslında gayet başarılı olduğumuz bir alan var. hatta bu alanda diğer dünya ülkelerine fark attığımızı söyleyebilirim. ne mi o alan?

elbette mizah!

eee ne demişler?

"izahı olmayan şeyin mizahı olur."

-*-

not: kendimi çok pis yılmaz özdil gibi hissettim. fak.

spiritüalistlerin kuantum fiziğini godoş etmesi

önüne gelen spiritüalizm kitabında muhakkak kuantum fiziği kelimelerinin geçmesiyle açıklanabilecek durum.

zaten bir metafizik, bir de kuantum fiziği. resmen her boku buna bağlar oldular. öyle ki artık kuantum deyince insanın aklına evrenin übersonik sırrı geliyor, the secret geliyor, quija tahtası geliyor, düşünce gücüyle adriana lima'yı sikmek geliyor.

amaç ne peki?

söyleyeyim. baktılar kanıtlanamayan, gözle görülemeyen inanışları artık millet takmıyor, öyleyse buna bilimsel bir kılıf takalım da şanımız yürüsün dediler. küsüratlı sallayayım da salladığım anlaşılmasın gibi bir şey. olum benim mi vizyonum dar, yoksa atom altı parçacıklara düşünce gönderip zengin olacağını sananların hayal gücü mü çok geniş valla bilemiyorum. heisenberg görse ızdırabından atom fiziğine de profesörlüğe de lanet olsun deyip kendini metamfetamin yapmaya verirdi.

yapmayın amk, etmeyin.

(bkz: gerçek kuantum bu değil)

not: bu konuyu daha önce ekşi'de görenler hemen çalıntı deyu üstüme çullanmasın zira orada da başlığı açan bendim. sonra entryleri yok edip buraya hicret edince bu gariban serzeniş de internetin bir köşesinde yaşamaya devam etsin dedim.

the winds of winter

--- spoiler ---

büyük ihtimalle jon snow pov'u barındırmayacak olan kitaptır. yine salak salak dorne'u, demir adaları'nı falan anlatacak sanırım.

hoff.

bıktım yeminle ya valla açık konuşayım ne dorne ne de demir adaları zerre ilgimi çekmiyor. o greyjoy'lardan bir halt olacağını sanmıyorum. victarion greyjoy sırf kitap kalınlaşsın diye ortaya atılmış biri. hele arianna zerre ilgimi çekmiyor. martell'ler falan sadece vakit kaybı. artık khaleesi bile ilgimi çekmiyor siz düşünün. o kadar soğudum dany'den.

onun o şımarık şımarık tavırlarından falan anca fire and blood diyip önüne gelen tarafından kazıklanmasından, barristan selmy gibi bir reyizi utanmadan harcamasından, jorah mormont'a yazık etmesinden, altı kitaptır westeros'a geçememesinden, özgür şehirlerde boş boş dolanıp köle kurtarmasından, gittiği her yere yıkım götürmesinden bık-tım. öeh be.

hele o martell'lara hiç lafım yok. hiçbir halt beceremeyecekleri buradan kesin. doran martell denen sığır kendine zeki ve içten pazarlıklı imajı çizmeye çalışıyor olabilir ama tek yaptığı savaşın ortasında kendine de bir rol bulmak için oradan oraya debelenmek. size ne oluyor yani evveliyatını şeyettiklerim? prenses elia öleli çok oldu hayır tahtta herhangi bir iddiaları da yok bik bik saçmalıyorlar. yok intikam alacaklarmış da yok yakıp kavuracaklarmış da. bi bok da yapamayacaksınız. heh.

demir adaları zaten tanrının laneti. theon'dan bahsetse anlarım ama grrm bildiğin yedi sülalesini anlatıyor. hele o buharsaçlı manyak beni benden alıyor. yok ölen bir daha ölemezmişmiş yeniden güçlü doğarmış falan bunlar da martell'lar gibi kendi kendine gelin güvey olanlardan. size noluyor olum ya? halihazırda oyunda yer alan adamlardan kimsenin sikinde değilsiniz, sizi rakip olarak bile görmüyorlar. gitmişsiniz allahın lanetlediği saçma sapan adalara yok ejderhaları alacaz yok hakim olacaz. nah olursunuz. tez zamanda silinip gidesiceler.

khaleesi... gözümden öyle bir düştü öyle bir düştü ki anlatamam. ilk kitabı okuduğumda aha valla bu kız ortalığın anasını belleyecek diye düşünmüştüm. fos çıktı. kaç kitaptır tek yediği nane bir kaç vasıfsız elemanı arkasına takip o şehir benim bu şehir senin dolaşmak. tek kredisi ejderhalar. bir de lekesizler. hoş lekesizler'i de fena harcıyor. almışsın dünyanın en iyi askeri birliklerinden birini, utanmadan nöbet tutmaları için kullanıyorsun. oyun'da şu an için en güçlü karakter o. bir kere barristan selmy var elinde. jorah mormont var. lekesizler var. ejderhalar var. kanından ötürü tahtta güçlü bir iddiası var. arkasında ona biat eden binlerce adam var. güç var. hakimiyet var. ama akıl yok. tek yaptığı yapması gereken işi erteleyip elindeki kaynakları akılsızca tüketmek. bildiğin westeros'a gitmekten korkuyor. vakti gelmedi, köleleri kurtaracağım falan palavra bunlar.

khaleesi şu anda en güçlü döneminde ama boş boş bekleyip, arkasındakileri bekleterek güç kaybetmekten başka bir halta yaramıyor. bu kız ne tahta geçecek, ne de azor ahai falan olacak. bak buraya yazıyorum. geçenlerde ruh hastasının biri azor ahai'nin prenses shireen olduğunu falan iddia ediyordu. okuyunca yerlere yata yata güldüm ama dany'nin azor ahai olma olasılığı shireen'den bile düşük, sen anla. şiştim artık grrm. bıktım yani. bu kitapta da dorne&iron islands&khaleesi'nin kezolukları olursa serinin bitmesine bir kitap kala bırakacağım yani o derece nefret ettim. öeh.

not: yalnız ben çok pis dolmuşum. evet.*
--- spoiler ---

işe yarar android uygulamaları

okumayı, araştırmayı seven yazarlar için bir iki naçizane tavsiyem olacak.

öncelikle hepimizin bildiği ve canı gönülden sevdiği pocket tabii ki. bu harikulade yaratıktan hala haberdar olmayan varsa kısaca anlatayım efenim.

https://play.google.com/s...readitlater.pro&hl=tr

internette gördüğünüz bir yazıyı, makaleyi veya herhangi bir web sayfasını kaydetmenizi sağlıyor. yanlış anlamayın, screenshot almak gibi değil bu. komple web sayfasını kaydediyor, içindeki resimlerle birlikte falan. istediğiniz sayfaya gelip seçeneklerden paylaş > pocket diyorsunuz ve kaydediyor.

--- aslında burada iki paragraf boyunca pocket sayfayı web view olarak kaydetmezse ne yapabiliriz falan onu yazmıştım ama konu çok sapmış. o nedenle ilgili durumu pocket'ın kendi başlığına yazıyorum, isterseniz bakabilirsiniz; http://www.uludagsozluk.com/e/29261701/

-*-

writer = bugün bulduğum hayallerimin beyaz atlı uygulaması.*
https://play.google.com/s...ils?id=com.jamesmc.writer

neden evernote, colornote, word gibi alanında aşmış uygulamalar değil de writer?

çünkü writer sadece yazı yazma ve saklama uygulaması. diğer uygulamalarda ses, görüntü, video gibi bilimum dosyayı oluşturup saklayabilir, üzerinde oynamalar yapabilirsiniz. ancak bu kadar fonksiyon elbette uygulama boyutunu arttırıp hızını azaltır. eğer benimki gibi külüstür bir telefonunuz varsa doğal olarak en küçük boyutlu ve kasmayan uygulamayı istersiniz. işte bu uygulama da writer!

-*-

mx player = en iyi video playerlardan birisidir kendisi. eğer uygulamaları kurcalamak gibi bir huyunuz varsa bu uygulamanın çok güzel yanlarını keşfedebilirsiniz. altyazı ekleme, video yakınlaştırma & pan, kod çözücü gibi bir sürü özelliği var. video ilerletme, geri alma, ses yükseltme ve kısma, parlaklığı ayarlama gibi özellikleri ekranı çimdikleyerek* yapabiliyorsunuz.

yalnız yanınızda şarj aleti yokken çok haşır neşir olmayın zira kendisi güzel batarya yiyor. yarasın yiğidime.*
https://play.google.com/s...com.mxtech.videoplayer.ad

-*-

gündem = açıkçası bu uygulamayı yalnızca tek bir özelliği için kullanıyordum. o da yeni bir haber geldiği yahut gündemde bir şeyler olduğu zaman size bildirim göndermesi. yoksa içerik bakımından çok kaliteli olduğunu söyleyemem. ben kendisini bir nevi haber alarmı olarak kullanıyordum. gündemi takip eden biri değilseniz, haberleri ha şimdi ha bir kaç saat sonra öğrenmişim diyorsanız ihtiyacınız yok.

https://play.google.com/s...s?id=com.kloudpeak.gundem

-*-

morse transmitter = bu uygulamayı aktif olarak bir ben bir de üreticisi kullanıyordur herhalde asdfghjkl. adı üstünde mors alfabesinden çeviri yapmaya yarayan basit ve minik boyutlu bir uygulamacık. siz istediğinizi yazıyorsunuz, o da size isteğinize göre sesle ya da ışıkla yazıyı mors alfabesine çeviriyor. bu kadar. psikopat değilseniz buna da ihtiyacınız yok bence.*

pocket

web sayfa kaydedicisi.

fakat önemli bir husus var ki, genelde biçimlendirme yaparak kaydediyor pocket. yani sayfayı basitleştiriyor. bunun önüne geçmek için ayarlarıyla oynayabilirsiniz ancak açıkçası ben ne kadar ayarlardan değiştirdiysem de pocket bazen bildiğini okuyor. o nedenle işinizi sağlama almak için sayfayı bir de pocket'ta açın ve switch to web view seçeneğini işaretleyin.

hala içiniz rahat etmediyse hangi sayfaları internet yokken hangi biçimlerde görebileceğinizi şöyle anlatayım;

android'de gizli klasörleri göster seçeneğini aktif edip dosyalar'dan uygulamalarınızın bulunduğu klasörü bulun. pocket isimli bir klasör yoksa blablabla"readitlater" isminde bir klasör vardır. ona girin. karşınıza files klasörü çıkacak buraya da giriyoruz. RIL_temp ve RIL_offline şeklinde iki klasör var; RIL_offline klasörü adından da anlaşılacağı üzere internet yokken görebileceğimiz sayfalar. Girdik bu klasöre de ve bu sefer karşımıza RIL_assets ve RIL_pages klasörleri çıktı. RIL_pages'a girin.

Burada bir sürü numaralı klasör var. istediğiniz birini seçip açın. klasörün içinde ya yalnızca "text" dosyası vardır ya da "text" ve "web" dosyası birlikte vardır. eğer "web" dosyası yoksa o klasördeki dosyayı internet yokken orijinal versiyonuyla göremezsiniz. pocket uygulamasına tekrar girip switch to web view deyin. telefonunuzun üst kısmında minik bir download simgesi çıkacaktır ve 90 taneden 54'ü gibi sırayla bir şeyler inecek. indirme bittiği zaman dosyanız da cillop gibi hazır olur.