bugün

alex proyas'ın karanlık yaratma ve karanlığı işleme yeteneğine örnek gösterilebilecek züper film. bunu sevdiyseniz;
(bkz: the crow)
isminin ne olduğunu bilmeden üç kez orjinal dilinde izleyip çok beğendiğim;daha sonra da ismini öğrenip altyazılı izlediğim muhteşem bir film.
Çok sıkıcı bir film, kafanız doluyken izlenmemesi tavsiye edilir.
matrix gibi yaşanılan dünyanın gerçekliğini veya kurgu olmasını sorgulayan film. ha önemli bir nokta var, matrix ten önce çekilmiştir. kiefer sutherland *, rufus sewell ve jennifer connelly oynar.
bu filmin çok ses getirememesinin en büyük sebeplerinden biri de başroldeki rufus sewell'in mistik bir karizma tutturamaması olmuştur. biraz olsun neo gibi görünebilseydi matrix'den önce "vay anasını" derdik. kiefer sutherland ilginç bir portre çizmiş, onu böyle bir rolde görmenin tuhaf bir güzelliği oldu. alex proyas karanlık atmosferler yaratma konusundaki ustalığını, jennifer connelly'de evrim teorisini kanıtlamış oldu bu filmle. sondaki ayar klişe olmadan tadında bitti. güzeldi.

--spoiler--
Mr. Hand: But I wanted to know what it was like... how you feel.
John Murdoch: You know how I was supposed to feel. That person isn't me... never was. You wanted to know what it was about us that made us human. Well, you're not going to find it...
[Murdoch points at his head]
John Murdoch: ...in here. You were looking in the wrong place.
--spoiler--

ayrıca alex proyas'ın kendi kendine gönderme yaptığı filmdir.** *
matrixin babası olarak bilinen filmdir.
Dark City'yi, felsefede Platon'un Mağaradaki Mahkumlar Kuramından başlayarak, sinemada Matrix'e kadar uzanan geniş bir bilgimiz ve gerçeği idrak gücümüz arasındaki fark sorunsalında Matrix'ten bir önceki durak olarak algıladım. Yine aklıma gelen bir diğer film ise Truman Show'du doğal olarak bu konuyla ilgili yapılmış olan. Filmde verilmek istenen düşünce ve his, otuzlu kırklı yılarda geçen -umarım tarih hakkında yanılmıyorumdur- gangster filmlerinin karakteristik unsurları olan o döneme has giysiler, şapka ve arabalar kullanılarak o filmlerdeki karanlık atmosfer ve kasvet çok iyi bir şekilde sağlanmış kanaatimce. Filmin sonunda öyle bir ironi yapılmış ki; değişik bir "tür" tarafından labirentin içindeki kobay fareler gibi o şehirde bulundurulan hatta kişisel geçmişini bile hatırlamayan insan sonunda mutlak gücü eline geçirdiğinde yaptığı "kendi" dünyasını kurmaktı tıpkı diğer "tür" gibi... Buradan da yönetmen -bilmiyorum öyle bir mesaj ulaştırmak kaygısını taşıyor muydu- fakat "gücü elinde bulunduran her zaman adaletsizliğe meyilli mutlak hakim midir?" sorusunu taktı aklıma...

Filmde "Sway" şarkısını duymak da bir o kadar hoştu.... Matrix kadar adı ve değeri bilinmese de -ki bunu henüz izlememden yola çıkarak söylüyorum-, alt metin olarak oldukça zengin bir film...
başrolündeki amca bu kadar ezik olmasaydı belki de bir efsane haline gelebilirdi ancak çok sönük kalmış.
konusu ve kurgusu oldukça başarılı olmasına karşın biraz zayıf kalmıştır, konsantre olmakta zorluk çekilir.

uzun bir aradan sonraki ikinci izleyişten sonra gelen edit: director's cut'ın farkı mıdır bilmiyorum ama her şeyiyle de güzel bir filmmiş.

--spoiler--
John Murdoch: I know this is gonna sound crazy, but what if we never knew each other before now and everything you remember and everything that I'm supposed to remember, never really happened, someone just wants us to think it did?
Emma Murdoch: But how can that be true? I so vividly remember meeting you. I remember falling in love with you. I remember losing you. I love you John, you can't fake something like that.
John Murdoch: No, you can't.
--spoiler--
alakalı olarak;

(bkz: anita kelsey)
Blade runner gibi sapına kadar bilim-kurgu özellikleri taşıyan, ancak sin city kadar karanlık, insanı düşünmeye iten, dönüp dolaşıp "insan" ve "ruh" kavramının üzerinden çıkarımlar yapan harika bir yapım... hayatınızın merkezinde, sizi yöneten neler var hiç düşündünüz mü? Dark city bambaşka yaklaşıyor bu olaya..

Rufus Sewell.. William Hurt.. Jennifer Connelly, 24 ve lost boys'dan tanıdığımız Kiefer Sutherland...

Karşınızda alex proyas denilen deha'nın yönettiği, dark city..!

Dark city hakkında ne düşünüyorum...

en başta bu filme saygı duyuyorum.. Zira film, Amerikan film endüstrisinin hoşuna gidecek ve hayvanlar gibi para kazandıracak şekilde klişe de yapılabilirdi. işlenen konu bok edilmeye çok ama çok müsait bir çizgide..

kesinlikle kolaya kaçılmamış.. binlerce kez aynılarını dinlediğimiz diyalog satırları yerine sadece seyirciyi düşünmeye iten diyaloglarla bezenmiş..

bu film, yaşadığımız ve "gerçeklik" olarak addettiğimiz şeyi irdelemek konusunda matrix gibi bir yapıma esin kaynağı olmuştur.. hem de milyonlarca kurşun, binlerce dövüş hareketi katmadan, nokia - duracell reklamları yapmadan (ki yanlış anlaşılmasın, matrix bence hiç de kötü bir yapım değildir, sadece "olmamış" diyebileceğim noktalara da sahiptir)

Çağrışımlar yapmama neden oldu dark city..

hepimiz arada sırada düşünürüz, neyiz biz, amacımız ne, nereye gidiyoruz? Film içten içe sadece yaşadığım hayatı, bulunduğum, nefes aldığım, acılar çektiğim, sevindiğim, seviştiğim, yani bir şekilde kendisiyle etkileşimde bulunduğum hayatı değil, bunun amacını düşünmemi sağladı.

bizi insan yapan neydi?

farklı olmamızı sağlayan şey?

hani deli gibi aradıkları ruh var ya, keşfederlerse insanı neyin insan yaptığını bulabileceklerini düşündükleri,

onun gerçekten zihnimde, hatıralarımda, tecrübelerimde mi şekillendiğini, yoksa insan olarak dünyaya gelmenin bir getirisi mi olduğunu düşündüm..

hepimiz farkedemediğimiz şeylerden bir şekilde çekiniriz ya, hayatımızın bize söylenmeyen bir amacı olabilir miydi?

Belki de dark city'de bulunan "yabancı" (bilerek uzaylı kelimesini kullanmıyorum, çünkü gerçekten tam anlamıyla "yabancı" portresi çizilmiş..) teması sadece yönetmenin elinde bir enstrumandı?

bilemiyorum, belki de amerikan sinemasının yöntemlerini sorgulamaya başladım bu aralar... ancak;

eğer bugün "dark city" deyince aklımıza "ghost in the shell", "blade runner" hatta "donnie darko" gibi isimler geliyorsa,

izlemeye değerdir bu film.
http://galeon.hispavista..../actu2/matrixdarkcity.htm
filmin sine-kritiği:
http://www.sinemaestro.co...w&id=48&Itemid=39
bilmiyorum çalmışlar mı diyelim ama matrix'in esin kaynağı film desek yeridir.

spoiler
matrix'de neo'yu diğerlerinden farklı kılan, gücü değildir. sonuçta o güce sahip başka seçilmişler gelip gitmiştir, neo'yu farklı kılan sevgisi aşkıdır, bu filmde john murdoch'ı da farklı kılan ruhu aşkı oluyor...

ve de gayet başarılı filmdir.
"karanlık ambiyans" temasının hakkını vermiş, gerçekliği sorgulayıcı ve bilimkurgu filmler kategorisinden hoşlananlara tavsiye edebileceğim, 1998 yapımı bir film.
soundtrackinde yer alan into the city isimli score parçasına hastası olunası film.
hoş görüntülü, insanı içine çeken film. her ne kadar insan belleğini inceleyen bir bilim kurgu filmi gibi dursa da insanı bütünüyle incelemeye çalışmıştır bence. Kiefer Sutherland'in duraklaya duraklaya konuşan o karizmatik sesi filmi daha bir ilginç kılar.

--spoiler--
hafızasını kaybetmiş, cinayet suçundan aranan john murdoch, küçük ipuçlarından yola çıkarak geçmişini hatırlamaya ve onun izini sürmeye çalışır. bulduğu gerçekler hiç de iç açıcı değildir. nesli tükenmeye yüz tutmuş bir yığın uzaylı, yaşamlarına devam edebilmek için insan kavramını incelemektedir. çeşitli deneyler yapmak için insanlara değişik hafızalarla değişik hayatlar verirler.

"insana 'katil' gibi sıfatları veren hafızaları mıdır? hafızaları silinen katiller öldürmeye devam ederler mi? insan hafızası kadar mıdır yoksa bundan fazlası mıdır?" gibi sorulara cevap ararken uzaylılar, biz de bir düşünürüz insan aklı boş bir levha olup tamamen çevreye göre mi şekillenir yoksa mizaç var mıdır diye. insanı insan yapan şey sadece aklı değildir, insanlığın aranacağı asıl yer kalptir, ruhtur gibi sonuçlara varır film.
--spoiler--

film niye pek sükse yapmamıştır bilemem ama bence Rufus Sewell kafası karışmış ama soğukkanlı adam rolünün hakkını vermiştir, zaten filmde aranan şey oyuncu karizması olmamalıdır.
matrix, truman falan tamam da son sahnede requiem for a dream' de jennifer connelly' nin sahilde iskelede tek başına durduğu sahneler bile birebir aynı lan; kırmızı montu bile var!

dc: http://1.bp.blogspot.com/...oIE/s400/dark_city_20.jpg
rfd: http://1.bp.blogspot.com/...0/requiem+for+a+dream.jpg

true romance' dan sonra şöyle bir fikir oluşmuştu: her çekilen filmin etkilendiği bir önceki film var, evrim süreci gibi resmen.

vidyolu midyolu: http://www.youtube.com/watch?v=whSMQebh8R8
karanlık bir film. her iki anlamda da. matrix'in bu filmden beslendiğini düşünebiliriz.
insanın sadece mantık ve beyin çerçevesinden ibaret olmadığını vurgulayan, işin içinde duygu ve kalbinde olduğunu söyleyen güzel film.
Muthis bir film.

Bu filmi izleme sansi bulmayan varsa diye...

Iyi goruntulu ve turkce altyazili...

http://vimeo.com/35658555
başlarda sıkıcı gelen fakat ana felsefesini ve konuyu anlamaya başladığında gayet güzel olan film, matrix'ten önce çıkmış ve benzer fikirleri işlemiştir, inception'da bile düşünce benzerliği bulabilirsiniz.
matrix'ten çok, yine aynı popüleriteyi yakalayamamış olan the thirteenth floor filmine benzemektedir.
Bu filme sıkıcı diyenin bilim kurgudan anlamadığına yemin edebilirim. Bir çok bilim kurgu filmiyle kıyaslandığında açık ara öndedir.
filmi izlerken sıkıntıdan bunaldım.. sıkıntının sebebi film adının hakkını veriyor.. hakikaten dark.. konusuna gelince dünya aslında birinin oyun alanı mı gibisinden.. yani gerçekte hangi dünyada yaşıyoruzu sorgulatıyor.. film o kadar sade o kadar düz ki insan bunalıyor amk.. uzun zamandır hiç bir filmde bu kadar sıkılmamıştım.. yine de izlenilebilir.. şahsi notum:10/6.