(bkz: şirk dini/#19418385)
(bkz: şirk dini/#19419885)
(bkz: şirk dini/#19433707)
(bkz: şirk dini/#19433907)
(bkz: şirk dini/#19451339)
(bkz: şirk dini/#19462704)
tek taraflı olarak bitireceğim kapışma...
bundan sonra vehhabilerle öpüşüyorum, barışıyorum.
bu gece bir anda farkettim ki, onlar bu ülkeye lazım...
kendilerine buradan sevgilerimi iletiyoum!
selefi/vehhabi takımı açısından çok verimli geçmeyen kapışma... şöyle bir liste çıkarmayı umuyorlardı güya:

en büyük kafir: muhiddin-i arabi...
onda sonraki kafiler;
imam-ı rabbani,
imam-ı gazali,
imam-ı azam,
imam-ı şafi,
şah-ı nakşibendi
abdülkadir-i geylani
mevlana celaleddin-i rumi,
hacı bektaş-ı veli
hacı bayram-ı veli
ahmed-i yesevi
yunus emre

gider... fatih sultan mehmed'e, akşemseddin'e, bütün bir osmanlı tarihine, bütün bir islam tarihine, alayına gider... şiileri zaten hesaba katmıyorum, onlar düpedüz kafir; sünniler de böyle tek tek kafir ilan elince geriye ne kalacak... ibn-i suud'un ihvanı kalacak... islam bu; onun baldırı çıplakları... bütün bir islam tarihi bir kalemde silinip atılacak ve yerine ibn-i teymiyye adlı bir şarlatanı aziz ilan eden, ingiliz beslemesi, bedevi milliyetçisi bir güruh çıkıp "islam biziz" diyecek...

bakın, bunlar gençleri çok kolay kandırıyorlar. başkaları gibi cepheden saldırmıyolar. kendilerini saklıyorlar. açın, bunların efendisi mustafa islamoğlu'nun sitesini, her soruya nasıl kaypak ve kaçamak cevaplar veriyor... sürekli dini konulardan bahsettikleri için, insanlar da bunları çok dindar falan zannediyor... ve gençlik arasında, herhangi bir çevreden çok daha kolay avlanabiliyorlar.

bunların ağna düşen gençlerin yüzde 90'ı, bunların gerçek fikirlerini bilmez. akşemseddin'i, fatih', muhiddin-i arabi'yi, imam-ı azam'ı "kafir" saydıklarını bilmez. onlar sürekli kuran'dan ve dinden bahsettikleri için, onları kur'an'a ve dine çok bağlı zanneder. biraz yanlarına yaklaştıktan sonra da zehirlerni kusmaya başlarlar:

- aslında şu hadis uydurma olabilir ha... düşünsene, hiç öle şey olur mu?... zaten senedi de zayıf...
+ bak gazetede sahte şeyh karılara nasıl atlamış... bunların hepsi böyle... zaten islam'da tasavvuf da yok...

böyle böyle ufak ufak başlar şarlatanlıkları... lan falanca şeyh bozuntusu ibnelik yaptı diye, aynı şeyi yunus emre de mi yapmış sayılıyor?.. başbakan'ın teki bozuk çıkınca, bundan tüm başbakanlık mı nasibini alıyor?...

her neyse, uzatmacağım: rabıta yogadan gelse ne olur, gelmese ne olur: tasavvuf teosofiden gelse ne olur, gelmese ne olur? kur'an'dan önce gılgamış'ta tufan'dan bahsedilmesi, kur'an'ın gerçekliğini mi zayıflatıyor, yoksa bilakis onu delillendiriyor mu? okyanusya yerlileri arasında, amerika yerlileri arasında yok mu tufan?... bazı amerika yerlilerinin "namaza çok benzer bir ibadet" yapmaları, namazın onlardan alındığını mı gösteriyor?

bunlar gerçekten, ruhen dünyanın en sinsi adamları, ama kafa olarak da benim hayatımda gördüğüm en mal kadro... şimdi tasavvufun kökenini hind'de falan aramalarından da belli bu; gerçi bu, köken olarak beşinci sınıf oryantalistlerin görüşüdür ama, hiç önemi yok... eğer biraz kafaları çalışsaydı, hind'e falan hiç gitmezlerdi:

bakın, tasavvuf'un doğuş yeri mezopotamya'dır; iran veya türkistan değil, hindistan hiç değil... mezopotamya ve mısır'dır ilk çıkış yeri... hatta tasavvufta "vefk" olarak kullanılan pek çok şey, hiç tercüme bile edilmeden, direkt süryanicedir. lan size kendi elimle gösteriyorum, kakavan herifler. yogayla ne alakası var rabıtanın... bakın, süryanicedir diyorum...

yani, kısaca, özetle, ne yaparsanız yapın, kaç takla atarsanız atın; üç beş vehhabiye meydanı bırakmayacağz... beyazıt meydanı'nı unutmayın!
iyice boka saran kapışma... ama buna şaşırdım mı? hayır. ben hayatımda bu vehhabi takımı kadar mal adamlar görmedim. pardon, bazı solcular da vardı onlarla yarışan... hemen her siyasi çevreyi görmüşüm konuşmuşumdur; hayatımda tkp'lilerden daha mal, daha odun, daha kakavan olarak gördüğüm tek çevre, hizbuttahrir'dir. tkp'de bile bazen zeki tipler çıkar, ama hizbuttahrir süzme maldır. bu kanaatimi bozacak bir örneğe de rastlamadım daha...

sözlüğe sürü halinde akın etmişler bunlar. kendilerini saklayarak ortalığı bulandırmaya çalışıyorlar. ama ben yemem tabii; fikirlerin bağlı olduğu imanlar vardır. birisi, tarih sınıf mücadelesidir derse, anlarsın ki o adam komünisttir. birisi de çıkar, hadisler uydurmadır, tasavvuf islam'da yoktur, mezhepler saçmadır diye işe girerse, o da tipik bir suudi krallığı sevdalısı vehhabidir.

bunlar ezbere konuşurlar. seni duymazlar bile. şimdi bakın, ben burada 20 tane soru soruyorum, adam hepsine arkasını dönüyor, hala papağan gibi ezberini tekrar ediyor, tutp bir de utanmadan kendini galip ilan ediyor. dediğim gibi, bnların islam tarihine fitne çıkarmak ve düşmanla işbirliği yapmak dışında hiçbir katkıları olmamıştır. osmanlı'ya karşı ingilizlerle işbirliği yapan adamlardan başka ne beklenir ki?

oysa tasavufçulara bakın bir de; islam tarihinin en seçkin hikmet ve irfan eserlerini onlar vermiştir. islamı, dünyanın yarısına yayan onlardır. misal, hindistan'dan ötesine islam orduları hiç gitmemiştir. hindiçin'e, endonezya'ya, filipinlere kadar islamı yayan hep tasavvufçulardır. afrika'nın yarısı müslümandır, oraya da islam ordularla değil, dervişlerle girmiştir. dervişler, tarihin yetiştirdiği en yüksek insan tipleridir. osmanlı'nın da temelinde dervişler vardır. hacı bektaş-ı veli, yunus emre, mevlana, akşemseddin, hepsi bunlar derviştir, mutasavvftır.

vehhabilerin nesi var? işbirliğinden, ihanetten başka ne katkıları olmuş islama... bunları hafız esad'la enver sedat yetiştirdi, yolladı. msp çevresinde kamufle olup zehirlerini yaymaya başladılar. dediğim gibi, kendileri olarak ortaya çıkmazlar, kendilerini ehl-i sünnet göstererek ehl-i sünneti yıkma çalışma güderler. bugün atatürk düşmanlığı risksiz bir iş olduğu için, kendilerini onunla kanıtlamaya çalışıyorlar. lan olum, sizin atatürk'le ne hesabınız olabilir ki? sizin can düşmanınız osmanlı padişahlarıdır. sizin şefinizi beyazıt meydanında atatürk mü sallandırdı? çıkın osmanlı padişahrına karşı da boyunuzu görelim...

ben burada 30 kere söyledim mi, söylemedim mi: tasavvuf, bütünüyle dışarıdan gelmiş olsa ne olur, öyle olmasa ne olur? islam'dan önce tasavvuf vardı zaten bir çok kültürde; ama islam yoktu otada... aynı şey: islam'dan önce namaz, oruç, hac gibi ibadetler de vardı. aynı mantıkla onlar da dışarıdan mı alındı?

bakın, "ana kaynak kurandır" diyorlar, "kuran'da her şeyi buluruz" diyorlar, ben pozitif bilim hakkında söylediğinizi kuran'dan bulun dedim, tısss... hazret-i isa "hristiyan peygamberi midir" dedim, tısss... allah resulü miraç hakkında yalan mı söyledi, dedim, tısss.. neymiş, ben yalan söylüyormuşum, rabıta yogadan alınmaymış... artık nasıl alınmaysa, hiçbir yeri benzemiyor... beyaz adamın zenci çocuğu olmuşsa, demek ki o beyaz adamın çocuğu değildir!

daha nasıl anlatayım, bunu da bilmiyorum. vird çekme diyor, lotus oturuşu diyor, meditasyon demeye çalışıyor. lan bunların çok uzaktan bir takım "andrış"lar dışında ne alakası var birbiriyle? rabıta "şeyhin suretini bir madalyon gibi kalbinin üstünde taşımak"tır. yoganın neresinde var bu? "lotus oturuşu"nun neresi tasavvufta vardır? sofrada bağdaş kurduğumuzda da lotus oturuşu mu sayılır?

yok hayır, bunlar gerçekten dünyanın en mal adamları... tkp'liler bile bu kadar değil... ben diyorum, bırakın yogayı meditasyonu da, gidin çin'e bakın, kung fu kültürüne bakın; rabıtaya daha çok benzer o... ama bunu yapmıyorlar. çünkü birisi onlara "hinttir kaynak" demiş, ona put gibi yapışıyorlar. ben, "hadi kelime anlamlarında bir benzerlik olsun, ne çıkar" diyorum hemen zafer naraları atıyorlar. lan olum, faşizm de "birlik", "birleştirmek" demek; onun da kelime anlamı uyuyor.tasavvuf faşizmden mi alındı?

bana aynı şeyleri tekrar ettirip dumayın, vehhabi çocukları... size ehl-i sünneti yıktırmayız biz... anadolu'da ikinci suud krallığı kurdurmayız...topunuzu beyazıt meydanında sallandıracağımız günler gelecek...
nerede boş, işe yaramaz, hayal aleminde gezip hayal kahramanı kurtararak tatmin olan sorunlu tip varsa toplanıp bol bol sıkacakları uçmuşluklar silsilesi. pamuk prenses masalında yedi cücenin anlamı nedir, hulk mu döver superman'mi kapışması. kafire eğlence...
sözlüğe tugay halinde gelen gizli vehhabilerin karşıtlarını eksi yağmuruna tuttuğu kapışma...
karşı tarafın sürekli biçimde "bak bu çok sağlam, buna cevap veremeyecek işte" havasında sürdürdüğü kapışma... arkadaş, ben cevap versem ne olur veremesem ne olur? ben veremezsem bir başkası gelir verir, koskoca ehl-i sünnet vel cemaat üç tane baldırı çıplak bedeviye meydanı mı bırakacak?

ehl-i sünnet tarihinde neyin ne olduğuna dair yeterli cevaplar vardır zaten. islam tarihi, ehl-i sünnet tarihidir. bunun dışında hiçbir çevrenin islam tarihine en küçük bir katkısı bile olmamıştır. ehl-i sünnet dışında her çevre, işbirliğinin, ihanetin, arkadan saldırmanın iğrenç tarihini barındırır. hele vehhabiler; tarihte onlardan daha büyük hainler mi var? islama karşı ingiliz altınlarının semirttiği bu bedevi topluluğu değil mi "yenilgi"nin ilk sorumlusu?

şimdi gelmişler burada, kelimelerin gelişinden gidişinden sahte manalar türeterek, suud vehhabiliğini türkiye'de yaymaya çalışıyorlar. hadislere, mezheplere, tasavvufa, islam büyüklerine, yolunu bulurlarsa sahabilere ve hatta peygamberlere saldırıyorlar. ama şeytanca bir üslupla... şiiler bunlardan erkektir: çıkarlar ortaya açıkça, biz şöyleyiz derler. bunlar açıkça ortaya çıkıp biz vehhabiyiz, biz selefiyiz demezler. "biz de sizdeniz" derler. "hanbeliyiz biz" derler, "hanefiyiz" derler. ve zehirlerini bu görüntü içinde kusarlar.

şimdi kendilerinin foyasını meydana çıkarıyorum ya, benden kötüsü, benden yalancısı yok onlar için... görüyor musunuz, yalan söylüyormuşum... nerede?

1. yoganın rabıtayla bir alakası yoktur demişim... bunun neresi yalan allahaşkına? uygulama olarak yoganın hiçbir türü ile rabıtanın hiçbir türü arasında hiçbir benzerlik yoktur. amaç olarak yoktur. ne olarak var(mış)? sözlük anlamı olarak... dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı...

yoga, tekrar ediyorum, "boyunduruk vurmak" anlamına gelen yuc kökünden gelir. bu kökte aynı zamanda birleştirmek, bitiştirmek, ekleştirmek gibi bir anlam varsa, bundan ne çıkar? rabıta "bağlamak" demektir. hintten yogayı alacak olan adam, içeriğine hiç bakmadan, sadece kelimesini alıp da, onun da bilinen anlamını değil uzak anlamını seçip de ona mı karşılık uyduracak? yav arkadaş, iki şeyin konusu bir kere birbiriyle alakasız; sözlük anlamları benzese ne çıkar?

bak ben size daha kolay alakalar göstereyim: tao "yol" demektir. tarikat da "yol" demektir. demek ki tarikat tao'dan alınmıştır. iki şey arasındaki özce farklılıkları falan sittir et, anlamlar uyuştu ya, "bu budur". yersen...

rabıta nedir: "şeyhin suretini hayal etmek"... hayal etmek de değil aslında "bu iş zorlamyla olmaz"; bir sevgili sureti gibi gözünün önünde, gözbebeklerinin içinde taşımak... yoga'nın neresinde var lan böyle bir şey, gavat herifler?... yoga böyle mi yapılıyor lan, kimi kandırıyorsunuz siz!

2. yoganın budizmle bir alakası yoktur, yoga hinduizme aittir demişim... yine yalanmış... yav arkadaş, ben şimdi ne diyeyim, onu da bilmiyorum. hadi diyelim ki, budistler de hinduları taklit ederek onlardan bazı yoga figürleri aldılar. iyi de kardeşim, müslümanlar niye oradan alıyorlar ki? hindularda bu işin aslı var... budizmden bir şey alacak adam, gidip yogasını mı alır onun?

bu teknik bir ayrıntı ama, söyleyeyim: yoga, çok eski bir hindu uygulamasıdır. zaten "yogi"lerin tamamı da hindudur. ben budistlerde de olduğunu bilmiyordum. yanılmışım... ama nasıl saldırıyor bu teknik yanılgıya görüyor musunuz? kendisinin hindulara "nirvana" yaptırmasına hiç esmiyor... hadi ben de diyeyim: yalan söylüyorsun, hindularda nirvana yoktur. (pardon da hindu budist farkını da ben söyleyince fark etti zaten!)

3.
--spoiler--
tıp bir pratik bilimdir. pozitif bilimler kafirden de alınır. ancak burada bir ibadet şeklinin alınmasından bahsediliyor.
--spoiler--

tarikat bir ibadet şekli midir? ibadet şekilleri, asli anlamda bellidir: namaz, oruç, hacc, zekat, vesaire... (diğer anlamda her şey ibadete girebilir.) ben söyledim ama, vehhabi kafası almıyor: tıpkı tasavvuf gibi, bu ibadet şekilleri de islamdan önce vardı. düşünün ki, "namaz" ve "oruç" kelimeleri farsçadır ve islam'da önce iran'da namaz kılınıp oruç tutulduğunu gösterir.

şimdi birisi de çıkıp bunların mantığına göre dese ki, "islamın namaz ve orucu oirijinal değildir. efendim iran'dan, hristiyanlıktan falan alınmıştır"... ne dersiniz?

bunu atesitler diyor da zaten. ve bu vehhabi kafasının kökeni de zaten orasıdır. onların dövizlerini dini kelimelere zarflayıp islamı tahrip etme davası güderler.

100 kere söyledim, yine söyleyeyim: tasavvufun her kelimesi dışarıdan alınsa ne olur? ne değişir? sen namazı dışarıdan almışsın, baksana!

tasavvuf bir ibadet şekli değil, hikmettir. ve zaten, hint de, çin de, yunan da onun götünden uydurmamıştır. eski peygamberler ve velilerden kalan tasavvuf kültürünün, zamanla bozulmuş ve bozuk kültürü içinde zenginleşmiş bir halidir. onun doğrusunu almak ve yanlışını dışarıda bırakmak, zaten müslümanın görevidir. (kuran bu demektir lan, eşek herifler. "kelam ve mana toplayıcılığı" nedir, siz hiç duydunuz mu?)

bir de utanmazlığa bak: pozitfi bilim kafirden alınır diyor... acaba bunu hangi ayette gördü, ben onu merak ediyorum... hangi ayette "pozitfi bilimi kafirden alınız" diye geçiyor, bana bir gösterin de göreyim şunu!

4. islam peygamberi muhammed'miş. hristiyan peygamberi de isa mı? bir söyle de duyayım bunu... bunu bile anlamıyor vehhabi kafası... belki şunu anlar:

ben o şerefsizin "islam peygamberi" adlı kitabını okudum. miraç anlatılırken şöyle diyor: "muhammed daha önce kudus'e gitmiş olmalı!" yani o "gördüm" dediği şeyleri aslında daha önce dünya gözüyle görmüş de, ben onları miraçta gördüm diye insanları kandırıyormuş... bunu söyleyen kafir değil de nedir? ve daha içinde bunun gibi ne sahtekarlıklar!...

işte bu örnek, bu vehhabi selefi takımının bütün bir ruhunu gösterir: hepsi böyledir onların. çaktırmadan zehir kusarlar. bir kafir gibi erkekçe söylemezler, alçakça arkadan hançerlemeye çalışırlar... lafa bak: daha önce görmüş olmalıymış... diyelim ki görmedi, ne olacak bu durumda? "demek ki, birisinden duydu!" adi herifler ya...

5. ben arapça bilmem. ama muhiddin-i arabi iyi bilir. üstad'ıdır arapça'nın. ben onu bilirim. ben ehl-i sünnet büyüklerinin dediklerini bilirim, vehhabilerin saçmalıklarına aldırmam!
(bkz: muhammed kainatın efendisi mi/#17033983)

bu da izahlı tarih kronolojisi!
(bkz: muhammed kainatın efendisi mi/#17034248)

varan 2...
(bkz: rabıta nakşibendilik ve budizm/#17033285)

varan 1...
bir aylık bir fasıladan sonra yeniden başlayan kapışma...
başlamasına sevindim, onu söyleyeyim.
tek tek cevaplarını da vereceğim...
yalnız bu vehhabi/selefi uzantılarıyla din konuşmak kadar zor konu yoktur dünyada...
bir materyalistle materyalizmin kalıpları içinde konuşursun,
bir idealistle idealizmin kalıpları içinde konuşursun...
ama bir islamı kaba bedevi milliyetçiliğine indirgeyen biriyle ne konuşacaksın...
adam güya idealist, ama metodu materyalist...
arkadaş bir adam hem materyalist hem dindar olamaz ki yahu!
hem "metodum akıldır" deyip hem dindar olamaz ki?
bunun yolu yok her şeyden önce...

ama neyse, böyleleri de var ve ben onlara hangi konu nasıl cevap vereceğim hakkında şerbetliyim.
gerçi söylemiştim, ama fayda etmemiş: (bkz: #16548999)
yine söyleyeceğim...
üç kuruşluk aklıyla dinin kendisi olmanın ne demek olduğunu yine göstereceğim.
birkaç saat sonra...
muhtemelen sona ermiş olan kapışmadır. kendimi burada galip ilan etmiyorum, çünkü taraflardan biri sahadan kaçtı. kendimi mağlup de ilan etmiyorum, çünkü kaçan ben değilim...

kendimi kaba bulup bulmadığımı düşündüm biraz; yok ama, yeni bişey yok, ben hep böyleydim. yani tarih boyunca böyleydim... haklıydım da;

şimdi gelecek oradan, iki tane selefi/vehhabi artığı bana din dersi verecek, tasavvuf dersi verecek... hadi versin bir şey demiyorum;

- kalkacak muhiddin-i arabi'ye sövecek,
- fırsat bulursa imam-ı gazali'ye sövecek,
- fırsat bulursa, mevlana'dan başlayıp şah-ı nakşibend'e,
hacı bektaş veli'den tutup abdülkadir geylani'ye kadar
cümle tasavvuf büyüklerine sövecek,
- fırsat bulursa, mezhep imamlarına sövecek,
- kafasına göre hadilseri ayıklayıp kesip biçecek,
- fırsat bulursa hazret-i ömer'e, hazret-i ali'ye atıp tutacak,
- fırsat bulursa, allah'ı kendine benzetecek (evet, bunlara o yüzden "mücessime" derler!)

ve bütün buları yapacak, yapmaya çalışacak, sonra da ben ona "hayhay" diyeceğim, "buyursunlar efendim" diyeceğim... var mı böyle bir şey?.. hangi kitapta yazar?... lan hepsini bırak, muhiddin-i arabi'ye kafir diyen adamın anasını bacısını tanımam lan ben... (hadi yine, buradaki tanımam kelimesi kibarlığıma geldi!)
..

bunlar, hafız esad'ın islamiyeti arap milliyetçiliği haline getirmek için yetiştirip türkiye'ye saldığı bir takım kişilerdir. türkiye'deki bütün islamcılığı ifsad etmişledir. suud'daki vehhabi rejiminin versiyonları, dalları ve budaklarıdır.

ama "allah'ın sopası yok" derler ya, bugün babadan kardeş oldukları beşşar esad'ın başına en büyük bela olan yine kendileridir. daha onunla olan meselelerini halletmeden, en büyük düşman saydıkları şiileri alt etmeden, gelip bize din öğretiyorlar, tasavvuf öğretiyorlar.

zor be, ben ihtimal vermiyorum.
(bkz: kuranda namaz vakitleri/#16586667)

bu da burda kalmış...
hala palavra sıkılan kapışma... geldi amcam, "tasavvuf islam'da yoktur, dışardan alınmıştır" dedi. ben de "peki nereden ne alınmış göster bakalım" dedim... dut yemiş bülbül... bırak arkadaş maval okumayı, sen iddia ettiğin şeyi bir ispatla görelim...zikir nereden alınmıştır, rabıta nereden alınmıştır?... bana bi söyle bunları... ama böyle aynı lafları on kere tekrarlatma...

bak, füsüs'ül hikem'in nereinden alıyorsun o lafları diye de sordum, hala tık yok. cevap olarak, muhiddin-i arabi kafirmiş... sensin lan kafir, zibidiye bak... selefi artıkları bunlar; kendi kafalarından din yapacaklar... ben de tutacağım, "ben ona hamdederim o bana hamdeder" tek tek bunlara cevap vereceğim... lan arkadaş, mesele gümbürtüye gitti zaten, laf kalabalığında kayboldu...

siktir et, ben böyle muhabbete girmem. yok muhiddin-i arabi kafirdi de, müslümandı da... sabaha kadar sidik yarıştıralım burada...

ayrıca isterseniz gelin de vahdet-i vücud dersi vereyim:

--spoiler--
1. allah'ın zatı, aleme, allah'ın sıfatlarından daha yakındır.
2. allah'ın sıfatları, aleme, allah'ın fiillerinden daha yakındır.
3. allah'ın filleri, aleme, alemin kendisinden daha yakındır.

ve hüküm: bu işe akıl ve hayale girişmek küfürdür.
--spoiler--


devam edelim mi:
--spoiler--
vahdet-i vücuda göre, her şeyden önce bir öz, bir cevher, bir nur yaratılmıştır. buna muhammedi nur denir. allah'ın isimleri ve sıfatları bu mertebede toplu bir halde, deyim yerindeyse potansiyel bir halde bulunurlar. henüz varlıktan hiçbir şey yoktur. bu, allah resulü'nün nurudur. (bkz: hakikat-i ferdiyye) bütün kainat, bütün insanlık, belli bir sıra ve tertip içinde bu nurdan meydana gelecektir ki, bu ilk aşamaya birinci beliriş (taayyün-ü evvel) denir. veya bir tek an anlamında "yekpare an"...

taayyün-ü sani dedikleri ikinci beliriş anında ise, allah'ın isim ve sıfatları topluluk mertebesinden açılış mertebesine geçer. buna insanî hakikat de denir. henüz maddi ve manevi alem adına yine hiçbir şey ortada yoktur. fakat burada muhammedi hakikatin, insani hakikatten önceliği vardır. "sen olmasaydın, sen olmasaydın, felekleri yaratmazdım" sırrı vardır. ayan-ı sabite adı verilen, varlığın ilk manaları vardır.

bundan sonra alem-i ervah, yani ruhlar alemine sıra gelir; ruhlar meydana gelir... onun ardından alem-i misal; yani, varlığın suretleri, formları... daha sonra alem-i şühud, yani madde, cisimler, bitkiler, hayvanlar... en son insanlar ve tarih... bizim değinmediğimiz, la taayyün (belirişsizlik) denilen ilk aşamadan sonra bu, yedinci ve son aşamadır. yaratılış insanla mühürlenir. insan, insani hakikatten sonradır; ruh, şekil ve madde alemlerinden de sonradır. fakat onda bütün bir kainatın özeti vardır; bütün sırlar onda toplanmıştır.

bu, allah resulü'nün nurunu kainatın yaratılışından evvel ve kainatın yaratılış sebebi olarak görmeye muhiddin-i arabi "hakikat-i ferdiyye" adını verir. (bkz: hakikat-i ferdiyye) bütün insanlar insanlığını, bütün peygamberler peygamberliğini ve bütün varlık varlığını ondan almıştır. tarihi bir varlık olmaktan önce, kozmolojik bir prensibe delalet eder. bu yüzden o, "kainatın efendisi"dir ve "allah sevgilisi"dir.

aklım kestiğince, dilim döndüğünce anlatmaya çalıştığım bu doktrin, her şeyden önce bilmek gerekir ki, "ibdai - kreasyonist- yaratılışçı" bir doktrindir. "allah ol der ve her şey olur.
--spoiler--

üç kuruşluk aklınızla ban palavra sıkmayın. meseleleri biliyorsanız, gelin de konuşalım. küfür edecekseniz, ben kıralını ederim. mına bile korum!
(bkz: hak la ilahe illallah allah)
tasavvuf a inanmayan müslümanlar 3 e ayrılır.

- birinci kısım tasavvufla alakalı olmadıkları gibi, müslümanlıklada alakaları yoktur. kimlik müslümanlarıdır.

- ikinci kısım müslümanlığı yaşarlar ama tasavvufun ne demek olduğunu bilmedikleri için olmaz böyle şey deyip geçerler. çokda bilgileri yoktur açıkcası. içine girip tadına baksalar asla çıkamazlar.

- üçüncü kısım ise en tehlikelidirler. ilimleri vardır. ama bir işe yaramaz. müslümanlığı yaşamaya çalışırlar. ve tasavvufa girenlere şirk hatta kafir gözü ile bakarlar. işte gerçek yavşaklar bunlardır. mümkünse bu adamlarla muhabbete bile girilmemelidir. zira cahil ile muhabbet iyi değildir.
tasavvuf ve tarikatlar devirlerini tamamlamışlardır. hele ki tasavvuf kültürel bir yön de kazanmıştır.
uluslar arası açılışlarda veya herkangi bir organizasyonda ''mevleviler gelin dönün'' seviyesine inmiştir.
tasavvuf'un gerekliliğini zamana göre değerlendirmek doğru olsa da, ben gerekli olmadığını düşünenlerdenim.
Tasavvuf yasamaktir. burada tartismakla bir yere varilmaz. inanan inanir inanmayana yapacak bir sey yok.
çok bilgili yazarların kapışmasıdır. uzaktan izlenmesi gereken bir kapışmadır, lakin tasavvuf kör bir kuyu gibidir, içine düşen iflah olmaz.
pilavlı sohbet olduğu takdirde katılabileceğim kapışma.

şöyle en tavuklusundan, olmadı en nohutlusundan oyhş.
hala bir demogoji olarak süren tartışma... laf kalabalığından sadede bir türlü gelemiyor, bir türlü net görüşler ileri süremiyor.

öncelikle ben hadislerle ilgili tartışmadan kaçıyor değilim. ama bunun nereye varacağını çok iyi bildiğim için, pek oraya bakmak istemiyorum. dediğim gibi, bu fikirler yeni değildir, oryantaistlerin islam dünyasına kakaladığı ve bizim ilahiyatçı takımı arasında da çok revaçta olan fikirlerdir. (tasavvuf ile ilgili kısım da selefilerin dövizleri.)

ben bu türlü tartışmaların bin tanesine girdim çıktım. hiçbirinden de net cevaplar alamadım. soruyorum:

- hadislerin hespi uydurma mıdır?
+ yok, bir kısmı uydurmadır?
- hangisi uydurmadır, hangisi değildir?
+ bana uydurmaymış gibi gelen uydurmadır, değilmiş gibi gelen değildir!
- sen kimsin kardeşim?

evet, bu konu aynen böyle sonuçlanacak. tabii kendine mahsus demogojisiyle beraber... onun için, hiçbir faydası yoktur bu konuşmanın. hani adam gelir, "hadislerin hepsi uydurmadır" der, onu anlarım. ama böyle, kafasına göre hadis ölçüp biçen kimseleri anlamam. diyebiliyor musun hepsi uydurma diye? namazın nasıl kılınacağını, oruun nasıl tutulacağını bana kur'an'dan, "kendi kafana göre" çıkarabiliyor musun, çıkaramıyor musun?

boş laflarla kimse kimseyi kandırmasın. eğer bütün vasıtaları aradan kaldırırsan, sadece kur'an'dan islam çıkarmaya çalışırsan, ona bakan insan sayısı kadar islam çıkar ortaya... eğer böyle yapılacak olsaydı, kur'an zaten bir kitap olarak bir dağa inerdi. ayet ayet, yıllarca, hayatın dinamik yapısı ve vesileleri içinde bir peygambere inmezdi. herkes kitaptan bakar, ne lazımsa yapardı.

şimdi aynı demogoji tasavvuf konusunda da yapılıyor. "2. maddeye cevap verilemeyeceğine o kadar eminim ki." haydaaa, niye ki? ne var ki bunda? yeni bir şey mi söylüyorsun? daha doğrusu, bir şey mi söylüyorsun?

hani şunu konuşacaktık: tasavvuf islam'da yoktu, dışarıdan alınmıştı, hintten gelmişti? ne oldu ona? iş nasıl geldi de, "alın panteizm sizin olsun" noktasına dayandı? hani senindi panteizm? vahdet-i vücud'un oradan geldiğini ispatlayacaktın hani? şimdi niye bizim üstümüze yıkıp kaçıyorsun?

ben tekrar soruyorum, hiç ayılıp bayılmaya gerek yok: islam tasavvufu veya onun bir cüzü olan vahdet-i vücud görüşü, hangi dışarıdan gelmiştir? konu konu gösteriniz!

şimdi burada ne var: füsus'ül hikem'de seçildiği söylenen, cımbızla çekilmiş bazı ibareler... başı yok, sonu yok, neyin niçin söylendiği yok... "namaza yaklaşmayın" hesabı, "nur ile zulmet aynıdır" gibi şeyler. benim önümde de bir füsus'ül hikem var ama, bu ibarelerin hangi konulardan, hangi sayfalardan alındığını araştıracak kadar vaktim yok. bir zahmet onlar da söylense de, neyin ne olduğunu ben size iki dakikada veriversem...

kaldı ki, o kadar -çok afedersiniz- avanakça yaklaşılıyor ki konuya, sadece şu kadarı için bile ciltlerle kitap yazıldığı, meselelerin arasında binlerce meseleler olduğu gargaraya getiriliyor:

--spoiler--
yaratılan her şey odur, mahluk ve halık, vücut birdir.
--spoiler--

allah allah, öyle mi anlatılıyor o konu? hani ben saydım yukarıda: zat, isimler, sıfatlar, fiiller... sen neye göre ne söylüyorsun? meseleye hangi basamaktan giriş yapıyorsun?

bu neye benziyor biliyor musunuz: "e=mc2, midyat seyfo gülün! ha ha ha ha, hiç e harfi, mc'nin karesine eşit olabilir mi? saçmalığa bakın!"

arkadaş, bunun nesine cevap vereceksin ki? "tek varlıktan başka bir varlık yoktur"... hatırlıyorum, bu konu hakikat-i ferdiyye bahsinde geçiyor. anlattığı da ne biliyor musunuz: allah resulü'nün hakikati, her şeyden önce onun nurunun yaratıldığı, ruhların kökünün bir olduğu vs... ciltler dolusu anlatılmış konu... ama hepsini atlayıp, meselenin geldiği yere bak...

zamanım olursa ben bu konuda saatlerce konuşabilirim. ama demogoji yapılmasın, gerçek meseleler konuşulsun... mesele bırakın, hiç anlamadığınız vahdet-i vücud konusunu da, divan edebiyatına girelim: şu şaraplar, afyonlar, hristiyan kızları falan... ne ayak?

kısaca şu kadar diyeceğim: islam tasavvufu, islamın bir verimidir. islam, ölü bir kitap değilir. kat üstüne kat, kat üstüne kat, bir medeniyet dinidir. bunu kaldırdığın zaman, üç beş tane ilkel adam kalır ortada... oysa kuran sünnet, icma, kıyas çizgisi içinde tasavvuf da yerini bulmuştur, bütün bir islami sanatlar ve medeniyet de!
(#(#16552180) vahdet i vücuda karşı, Osmanlı topraklarında uzun süre doğrudan eleştiri yapılmamış hatta ibn i Arabi'ye karşıtlığıyla bilinen Şeyhülislam Çivizâde Mehmed Efendi görevinden azledilmiştir. Bu dönemde Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim'in emriyle ibn Arabi'ye yöneltilen itirazların cevaplandırıldığı Farsça bir kitap dahi kaleme alınmıştır.

Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmed'in hocası. Risâletü'n Nuriyye ve Def'u Metaini's Sufiyye" adlı eserlerinde ibn Arabi'nin görüşlerini savunmuştur.

aziz mahmud hudayi
osmanlı'nın tasavvufu hoş karşılamadığını söylemek de boş bir görüştür. bir zahir adamı, bir batın adamını anlamadı diye -eğer varsa böyle bir şey- böyle bir genelleme yapılabilir mi?

osmanlı, baştanbaşa tasavvuf kültürü üzerine kurulmuş bir toplumdu. osmanlı'nın saltanat geleneneğinde, hemen her padişah, bir tarikat adamına bağlıydı. osanlı ordusu bektaşi, esnaf teşkilatı yesevi ve bayramiydi. osmanlı spor külüpleri bile tarikatlara iç içeydi.

osmanlı müziği, şiiri ve edebiyatı, hep tasavvuf kültürünün ürünüdür. mevlevilik tasavvuf değil mi? osmanlı'da vahdet-i vücud, mevlevlik, bektaşilik üç büyük tasavvuf geleneği olarak, toplumun her köşesine yaygındı. bunun dışında melamiler, nakşibendiler, kadiriler gibi tarikatler vardı. sonradan bozuldular, bozulmadılar bilmem.

doğrusu bu konuyu konuşmayı bile zahmet sayıyorum.
tabii, bir yerde bir kapışma varsa, orada bir mazlum edebiyatı da olacaktır. hemen ilk kelimelerin "adil olmayacak" şeklinde başlaması, tekrar tekrar bunun vurgulanması da bunu gösteriyor. neden adil değilmiş? herkes sözünü rahatça söyleyemiyor mu? yani bir ezilme görüntüsü verince daha mı adil oluyor? yoksa bu bir kibir ifadesi mi? "siz kimsiniz ki, benimle bu konuları tartışacaksınız" durumları mı? valla, o zaman da gelmeyecektin buraya; biz bu kadarız.

yalnız, olay laf kalabalığına gelmesin. eski terimlerle süslü uzun ve teknik cümleler kuramaz biri değilim. yalnız bunlar günümüzde çoğu zaman, bir şey söylemekten ziyade, bir şey söyleyemediğini gizleme taktiği olarak kullanılıyor. yani, bir iki eski kelime araya sıkıştırınca, "ben aslında konuya hakimim, kendimi ifade edebiliyorum" pozları atılmış oluyor. tasavvufun dışarıdan alınması meselesinde olduğu gibi...

dikkat ettiniz mi nasıl gargaraya geldi bu konu? tasavvuf theosiphia'dan gelmiş... e tamam, ben de olabilir diyorum. islam'dan önce bir tasavvuf olamayacağını, islam'dan önce peygamberler ve veliler gelmemiş olduğunu iddia etmiyorum ki... burada nasıl kayboluyor cevap da hadislerin uydurma olduğuna atlıyor? mesele, tasavvufun islam'da olup olmadığı değil miydi? tasavvuf hint'ten alınmamış mıydı? ben bu noktada beklerdim ki, islam tasavvufu ile hint tasavvvufuna dair bir karşılaştırma yapılsın, hangi nokta nereden alınmış, bir dökümü yapılsın...

ama yok, iş geldi dayandı hadislerin uydurma olduğuna... bunu ispatlamak şartlarında değilim ya ben... "uydurmadır, değildir" diye konuyu sündürmenin bir anlamı yok... ben tekrar ediyorum bu noktada: hadisler uydurmaysa kur'an da uydurma olabilir; çünkü onu da aynı sahabiler bildirdi. hadisler uydurmaysa, islam diye bir şey yoktur. namazın nasıl kılınacağını, orucun nasıl tutulacağını, bu en temel islami gerçekleri bilemeyiz. hadisler uydurmaysa, ben senin kendi aklınla kuran'dan çıkardığın görüşlere de inanmam. ben de kendi aklımla çıkarırım.

ama burada bir demogoji daha yapılıyor. tamam, bir hakikati kimin dile getirdiği önemli değilir. ama bir fikrin asıl sahibinin kim olduğu önemlidir. ben, hadislerle ilgili olsun, tasavvufla ilgili olsun, bu görüşlerin yeni olmadığını, en az 100 senelik olduğunu, oryantalizm kökenli olduğunu ve mısır selefileriyle suud vehhabileri arasında tutunduğunu söylerken, "bu fikirlerin asıl sahibi sen değilsin, onlardır" diyorum.

eyvah, bak ne oldu şimdi: "tasavvuf dışarıdan alınmadır görüşü dışarıdan alınma!" bombaya bak!

peki, konuyu hiç saptırmayalım, tasavvuf konusunda kalalım ve gelin de islam tasavvufunun hangi görüşü kimlerden alınmış, onları bir karşılaştıralım... öyle ya, top sahada oynanır, topu taca atmayalım. madem islam tasavvufu dışarıdan alındı, mesela hangi konu yunan mistiklerinin konularına ne kadar benzer, hint mistiklerinin konularına ne kadar benzer?

meseleyi böyle gerçek zeminine çekince göreceğiz ki, islam tasavvufu bir deryadır, diğerleri onun yanında küçük su birikintileri... vahdet-i vücudu panteizme benzetmek, kısır bir oryantalist görüştür. ve bu kadardır. ötesi berisi yoktur. ama ciddi olun biraz da alın bir panteist felsefeyi, muhiddin-i arabi'nin yazdıklarıyla bir karşılaştırın bakalım... evet, asıl bunu yapın da inanayım size... yoksa bir klişe benzerliğine bakarak, ben de derim ki, "baba" demeyi romalılar'dan öğrendik, onlar da babalarına baba diyordu!"

böyle saçma bir seviyeye düşüyor konu... evet, ben meydan okuyorum. epey bir vahdet-i vücud tahsilim vardır. eski yunan felsefelerini ve hint mistisizmini de, elimden geldiğince okumuş, incelemişimdir. mesela getirin bana, "zikir şudur, şu kadar çeşidi vardır ve şu kültürden gelmiştir" diye gösterin. bir "aum" teranesiyle ilişkisini kurun bakalım... sonra rabıta şöyledir, şu kadar çeşidi vardır, şu kültürden gelmiştir...

vahdet-i vücud'u bir açın bakalım: zat, isimler, sıfatlar, fiiller konusuna bir girin. bunların hangi felsefeden veya tasavvuftan gelmiş olduğunu bana bir gösterin...

yoksa "uyurmadır, değildir" boş laflarla bu iş bir yere varmaz. buyurun, meydan okuyorum... ne eziklik, ne kibir göstermeden, bunları bana bir söyleyin de ben de size cevaplarını vereyim!
haddim olmamakla birlikte, tuz atmak istediğim çorbadır.

tasavvuf islam'a uyar mı, bilmem. ama görünüşe göre osmanlı pek hoş karşılamıyor.

(bkz: yunus emre şiiri okuyanların katli vacip olması)