bugün

*içinde "paris" şehri geçtiğinden; erotizm ve aşk/meşk içerikli olma, "texas" eyaleti geçtiği için de cinayet ve şiddet içerikli olma ihtimali epey yüksek olan filmdir.

(bkz: isimden karakter analizi)
tam 40 yıllık film. film sonunda çalan gitar solosu efsanedir.
Başrolde Harry Dean Stanton'ın oynadığı, 1984 yapımı Win Winders şaheseri.
Aldığı puanı sonunu kadar hakeden mükemmel bir yapım. Filmi izlemeden önce çok fazla şüphem vardı ve sık sık elim izlemeye gitmedi açıkcası. ne bilim biraz göz gezdirince yine abuk subuk bir sanat filmi ile karşılacağımı sandım ve ilk dakikasından itibaren aklımda hep şu vardı "Yine mükemmel bir giriş yaptılar ama bu film yine bir yere varmayacak...". Aslına bakarsanız hiç de öyle olmadı film başından sonuna kadar hikayesini bir kilimi dokur gibi aşama aşama ve yalın bir dille bize anlatıyor ve finalinde bağlayıcı düğümü aklınızda bir soru işareti bile bırakmadan bitiriyor, bu yüzden izlemeden önce benim gibi düşünenlerdenseniz uzak durmanıza gerek yok hatta hemen izleyin daha fazla beklemeyin bu şaheseri izlemek için.
müthiş bir wim wenders filmi

--spoiler--

beni en çok üzen sahne travis'in hunter'ı alıp annesini aramaya gittiklerinde hunter'ı büyüten fransız ablamız aurore ile yaptıkları telefon konuşması olmuştu. aurore ablanın sesinin incelmesi, ağlamaklı olması ama öz annesi olmadığı için elinden bir şey gelmemesi beni çok üzdü. aurore'yle birlikte benimde boğazım düğümlendi. umarım ilerde çocuğun olmuştur aurore seviyorum seni.

--spoiler--

edit: imla
Bir wim wenders filmi.

görsel
görsel
Bu klip ise filmden derleme.
https://youtu.be/3lIyDxfUhxM
türkçe'ye ismi kaçış diye çevrilse yeridir. adamın sürekli bir şeylerden kaçmaya çalıştığı bir film. gerek sorumlulukları, gerek gerçekler, gerek kendi hayatı...
gerçekten izlediğim en muhteşem filmler arasında...

ry cooder'ı filmi izlemeden dinlemeyin ama bence.
insan neden durmadan yürür? sorusunun cevaplarını barındıran filmlerden.

http://www.imdb.com/title/tt0087884/

ayrıca ry cooder tarafından yapılmış şöyle güzel bir ost'i var;

http://www.youtube.com/watch?v=X6ymVaq3Fqk

edit: (bkz: paris texas/#34797887) haklı, önce film sonra ost olsun.
Travis'in new amsterdam şarkısında ismi geçen film

https://youtu.be/Nx_01rv6cB8
oyunculuk, renkler, fotoğraflar, müzik, hikaye, kamera hareketleri... bir filmde görmek isteyeceğiniz her şey mevcut paris texas ta. benim için taşaklı kararları alabilmek, doğruyu yanlışı görebilmektir bu film.
1984 yapımı bir wim wenders filmi. yol filmidir.
alman yönetmenin en iyi filmi olduğu söyleniyor. ne kadar doğru bilmiyorum .
filmde kendini buluş , yalnızlık temaları çok etkili bi şekilde işlemiştir.

Soundtrackleri göz kamaştırıcıdır.

Ry Cooder Paris, Texas

http://www.youtube.com/watch?v=X6ymVaq3Fqk
--spoiler--
- Yüksekten korktuğunu sanıyordum.
+ Hayır yüksekten değil, düşmekten korkuyorum.
--spoiler--

http://www.replikler.net/...s-teksas-replikleri-1984/
çocukluğumdan beri her denk geldiğim filmde "aa the green mile'ın delisi" dediğim harry dean stanton'a hayran bırakan filmdir. sen neymişsin be abi. sanat icra etmiş bu filmde. ayrıca Nastassja kinski'nin güzelliği de dillere destanmış hani. tess'de o masum haliyle de güzeldi, ama burada daha bir ayrı güzel.
görebildiğiniz, hatırlayabildiğiniz her detaya ayrı ayrı hayran olabileceğiniz, muhteşem bir yol filmi.
(bkz: ankara mersin)
---olası spoiler ibaresi---

kırmızı ile mavinin tehlikeli dansı. tutku ile gerçeğin çekişmesi yahut umut ve şeytani olan ile (daha doğrusu reel olan ile) wenders’ ın hesaplaşması.

tüm film boyunca wenders’ ın filme yapaylık ve gerçeküstülük kazandırması için olduğunu düşündüren filtreler kullanması, o sonsuz maviye gitme isteği, daha da ötesi o sonsuz maviye ulaşmaya çalışırken kafasında kaynayan o ateş, o kırmızı şapka ile müthiş bir görsel anlatım.

bir yol filmi için görülebilecek en harika renklere sahip olması yanında imgelerin düzgün kullanımı, nastassja kinski’ den alışılmışın dışında bir başarı, ry cooder’ ın texas rüzgarı taşıyan slide guitar’ı, travis’ in cilaladığı ayakkabıların düzeni, alex’ in sadece sürüyorum dediği renkte kozmik bir şaka olan küçük chevy, lynchvari bir garip tatmin evi ile çok ince düşünülmüş bir senaryo.

epik amerika haritası üzerinde manen çöküşler ile asla aradığını bulamayacak bireylerin ayrıksı seçimleri üzerinde kurulmuş harika öyküsü ile alkışı hak eden mükemmel bir film. bir yol filmi, tekrar…

tüm filmi iki renk yönetirken, mavi saflığa ve umuda, kırmızı gerçeklik ve çirkinliğe çağırırken, ilk kez alex ile jane buluştuğunda tüm film boyunca saklanan bir renk, biz mor’ u, karara varmayı beklerken, o yeşil doğar. i̇ki insanın ilk kez saflaşmasına ilk kez bir renk. ve uzaktan izleyen travis, o yeşilliğin içinden çıkıp tan vakti mavi ile kırmızının birleştiği ufka doğru sürer, büyük bir ihtimalle o adının konduğu boş araziye…

---olası spoiler ibaresi bitti---

tek kelimeyle harikulade…
film olanı da iyidir müzik olanı da:

http://www.youtube.com/watch?v=h-F-x10ZMio

her ne kadar gavur filmleri ve gavur müzikleri olsalar da...
" tanıdığım birileri vardı. bu iki kişi birbirlerine aşıktı. kız çok gençti, 17 ya da 18 yaşında. ve erkek de ondan epey yaşlıydı. biraz hırpani ve asi biriydi. kızsa çok güzeldi... anladın mı? ve birlikte her şeyi bir tür maceraya dönüştürüyorlardı. bu kızın hoşuna gidiyordu. sadece bakkala gitmek bile macera doluydu. her aptalca şeye gülüyorlardı. çocuk kızı güldürmeyi seviyordu ve başka hiçbir şey umurlarında değildi.çünkü tek istedikleri birlikte olmaktı... "
wim wenders ustanın, hafif, izlenilir filmi.

filmde yalan yok, dürüstlük var. özellikle travis'in fransız yengesi, tam türk. çocuğa yıllardır bakmış, iyi niyetli, şeker bir ablamız.
sam shepard seni hemen tanıdım. oyunlarında işlediğin "baba-oğul" meselen bu filmde de kendini gösteriyor. "aç sınıfın laneti"nde babasının çıkardığı kıyafetleri giyen oğulu hiç unutmadım, sanırım unutmayacağım da... bu amerika'da ya da kapitalist sistemin yaşattığı bir miras mı yoksa her baba-oğul ilişkisinin yazgısı mı bilmiyorum ama bu filmde de travis bize babasının annesiyle tanışma hikayesini anlatıyor. baba eşe dosta eşiyle ilk kez amerika'da paris, texas'ta tanıştığı için şaka olsun diye hep önce paris der ve duraksarmış. herkesin eşiyle gerçekten paris'te tanıştığını sandığından emin olduktan sonra texas'ı eklermiş. önce herkes bu şakaya gülermiş. sonra zamanla baba bu şakaya inanır hale gelmiş... öyle ki artık anne bu durumdan rahatsız olmaya, utanmaya başlamış. ve filmin içinde öğreniyoruz ki, erkek çocuklarından biri yani travis'in kardeşi walt bir fransız kadınla evlenmiş... yani oğul yine babanın kefaretini ödüyor.
(bkz: sam shepard)
oldukça uzun süresine rağmen, merakla ve sıkılmadan kendini izlettirebilen bir wim wenders filmi. buram buram terk edilmişlik ve yalnızlık kokuyor bu film.

- - -
--spoiler--
- - -
travis karakterini canlandıran oyuncu, cozutmuş adam rolünde müthiş. wim wenders, filmin ilk kısmında bizim, travis'e acımamızı sağlıyor. 4 sene boyunca ordan oraya savrulmuş bir adam travis. kardeşi onu buluyor ve öğreniyoruz ki karısı onu terk etmiş. birde çok sevimli hunter isimli oğlu var. kardeşi ve yengesi büyütmüşler onlar yokken. travis'e üzülüyoruz o sırada. adamın psikolojisi çökmüş. hunter'a daha bir üzülüyorum. "sarı kafa, mavi gözlü masum yüzlü melek" diyorum. annesi de terk etmiş. "nasıl bir vicdan?" diyor izleyici. kendisini bu kadar seven, gidşinden sonra kendini çöllere vuran ve 4 yıl boyunca hayatını yollarda geçiren erkeği + oğlunu nasıl bırakabilir insan?

filmin ilk kısımlarında bunları sordum kendi kendime. merak da ediyorsun tabii. hiçbir kadın, kolay kolay durduk yere de gitmez diye düşünüyorum. bakalım ne olacak? wenders, merak dozunu iyi ayarlamış. tam tadında vermiş yani izleyicinin muhtemel sorularının cevaplarını. filmin ilk kısmı, travis'in gözünden izliyoruz işte.

ikinci kısımda ise; beklediğimiz gibi travis, jane'i buluyor. yanına, hunter'ı da alarak jane'i buluyor. ayrıntıya girip filmi anlatmak istemiyorum. ben daha çok filmin uyandırdığı duyguları önemsiyorum. çok etkileyiciydi çünkü.

öğreniyoruz ki travis o kadar sütten çıkmış ak kaşık değilmiş. aşık olduğu kadının özgürlüğünü elinden alacak kadar saçma hareketler yaparak onu kendinden uzaklaştırmış. jane, bir seks shop'ta erotik şov yaparak ve konuşarak erkek müşterilerle ilgilenmektedir. travis, telefondan jane ile konuşacakken onun soyunmasını istemez. sadece konuşmak ister. jane ise onu dinler.

kendi hikayelerini anlatmaya başlar travis. adamın kadını ne kadar çok sevdiğini, ne kadar çok kıskandığını ve histerik tavırlarıyla bu ilişkiyi nasıl felakete sürüklediğini öğreniriz. travis, sevgisiyle jane'i boğarken, onun kaçmak istemesini engellemek için onu sobaya bağladığını, kelepçeleyip eziyet ettiğini de söyler. jane, bu hikayenin kahramanlarından biri olduğunu anlar. travis'i görmek ister ama travis sadece otel odasında hunter'ın onu beklediğini söyler ve onu göremeyeceğini belirtir.

filmin son kısmında jane'in, oğlunun yanına geldiğini görüyoruz. filmin en duygusal sahnesi buydu bence. ağladım bu sahnede. yıllardır annesini görmemiş bi evlat, annesinin geldiğini görünce tepkisizce sadece bakıyor ve sonrasında yavaşça yaklaşarak karnına kafasını gömüp belinden sarılıyor. saçlarına dokunuyor, kokluyor. kokusunu özlemiş.

çok etkileyici bir drama ve baş yapıt. insanın boğazında düğümler oluşturuyor özellikle şu son ana-oğul sahnesi. tavsiye edilir.

not: Nastassja Kinski ne güzel kadınmış be. utanmasam aşık olacaktım.

- - -
--spoiler--
- - -

hani bazen bazı aşklar vardır ya gerçekten bitmiştir. geri dönüşü asla olmaz. bu filmdeki de aynen öyle. her şey tüketilmiş ve aşka dair hiçbir şey kalmamış. tekrar biraraya gelmek hiçbir şeyi değiştirmeyecek. o kadar yıkıntının üstüne yeni bir bina inşa edilemez.

güzeldi. teşekkürler wim wenders.
Keyfini çıkarta çıkarta izlenmesi gereken, yormayan, görüntüleriyle, müzikleriyle, harry dean stanton'ın performansı ile mest eden filmdir.

Size tek tavsiyem hakkında pek kötü bir şey duyamayacağınız bu filmi beklentiler öbeğiyle izlememeniz.

Film, tertemiz bir uykudan kalkmışsınız ve çok yakın bir arkadaşınız elinde fotoğraf albümü ile gelmiş ve teybe huzurlu bir müzik koyup hikayesini anlatmaya başlıyor kıvamı verdi bana.

Tam Pazar akşamı tv'de olsa da izlesek filmidir. Pazartesine pamuk kıvamında başlatır.
uçakla 10 saatlik mesafedir, atlantiğe çakılmazsanız...