bugün

Kenarına gidilen sadece ölüm değildir... Hayat,hatta her söz kenardır aslında mükemmel şeylerin mahfına hazır...

Kenarlar ciddiyet içindir ki hayatın ciddiyetsiz olmayışı burdan gelir...Hiçbir şey şaka değildir ve her şakanın üstünde bi gerçek vardr hayatta...Hatta "Hayat bir sınavdır.Neyle karşılaşacağımızı bilemeyiz." denir ya dikkati çekeceği üzere tıpkı hayat gibi sınavlar da ciddi ve beklentilerle dolu olmayan olaylardır....
Düşünüyorum da,
sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek...
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
naif yönlerimizin keşfedilmesi,
cesaretsizligimizin anlaşılması,
korkularımızın paylaşılması
sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.
Kabuklarımızın altında
kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız...
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
istiridyeler, deniz minareleri, midyeler.
Kirpiler ve kaplumbağalar gibi.
Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?
duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak.
Ne çıkar ateşböceği sansalar beni?
Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin
o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna
el kaldırmaya kıyamaz?
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım
karşımdakine.
O da çözülecek belki.
Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince.
Oysa bir görebilsek bunu.
Kalmadı böyle insanlar demesek.
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
Kırılmaktan korkmasak.
incinsek, yaralansak.
Ne olur bir darbe daha alsak.
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu.
Denesek. Risk alsak. Yanılsak. Fark etmez.
Tekrar, tekrar bıkmadan denesek.
Ve kucaklaşsak yeniden.
Tıpkı eskisi gibi.
Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi.
O zaman fark edeceğiz.
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi.
Neler biriktirdiğimizi,
kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.
Vakit az, paylaşmak, sarılmak için.
Yaşadığımız coğrafya zor, sartları ağır.
yüreği daha fazla küstürmemek lazım.
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan.
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
Sevgiye çok ihtiyacımız var.
Ufukta kara bir kış görünüyor.
Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri.
Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı.
Kurtulun bu yükten.
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
Hem hepimiz bir yıldızız.
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi. *
"birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. insanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. yapacak çok işimiz var. dövüşecek çok düşmanımız var. kucaklayacak çok arkadaşımız var. bizim sebebimiz bu. bizim fazlalığımız bu. belki de iksirimiz. kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. yalan söylemiyorum

bir nedeni yok. yalnızca öptüm."

budur "hayata dair"..
"bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? ! bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. aklıma yayıldın. ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: ortadaydım işte! bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. hayır! melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. kusura bakma, kafam biraz dağınık,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm."

ve budur" hayata dair"..
(bkz: sana dair)
hayata dair pek çok sey anlatılır yazılır çizilir. kimi kitaplara sıgdıramazken kimi tek bir cümle ile özetleyiverir yaşamı. kimine gore ince bir çizgi, kimine gore bir sınavdır yaşam. kimi iki satır şiir karalar kimi resmeder. kim ne yaparsa yapsın insanın yaşamı kendine özeldir, kendi yaşar kendi içinde. tüm güzellikleri ile ya da acısı ile. sorunlar aşılmayacak gibi gelse de gün gelir bir anı olarak kalır anlatılıp bir tebessümle ifade edilen. yokluk da zordur lakin. bir tattır hayata anlam veren tıpkı varlık gibi.
dağ başındasın
akşam olmuş,
güneş batmış
derdin günün hasretlik
gelin
rakı için,
sahoş olun.
ıslıkla bir şeyler çalın
geberiyorum kederden
Tükürmez insan kendi yüzüne, masumluğunu çizer gökyüzüne hep kendinde büyür kendinde yok olur çevredekilerden ziyade. Yinede biri sebeptir yaşananlara, onu yaşlı kılanlara aldatmanın içli hazin öyküsü vardır her bir uzvunda en çok yara alan yer simalarıdır kendi göremedikleri, birde vicdan sorgulamadıkları. Kör talihin talihsiz oyunlarıdır bunlar, sorgular yine içe dönük. Yaşanır yaşam, olaylardan kıl payı sıyrılmış garipliklere sığınırken benliği benimserler. Basite indirirler yaşanmışlıkları, en çokta kendilerini. Bunca yaşananın yanında güzellik belleğe çizilmiş siyah beyaz resimdir, sırası, yeri geldikçe anımsanan. Sonra renkli yaşamlardır yaşanaçak ve yıllar sonra siyah beyaz bellekte yerini alacak. Herkesin bir hikayesi var, herkesin bir yürek burkan acısı. Ve herkes kendini unutup herkesle meşguldür, yoğunluğun aynasında kendisidir odak nokta, kırılsa parçalanacak çevre, zedelense zelzele misali, yetmeyecek enkazları kendine,toparlanamayacak. Yaşam denizlerin maviliğinin gökyüzüne benzerliği gibi görünsede, can alır, an gelir can yaşatır..

Bilinmez hikayelerin bilinmez kahramanını aramadım ben, felsefenin denizlerinde yüzmedim,yıkanmadım fuzili biçimde ,yankılarım olmadı kendimden yana, yakarmaktan başka. Baş kaldırmak kendime sadece kendime, yüreğimi doyuran sana sığınmak yeri geldiğinde... işte... Onca kendini çoğaltanın arasında, onca içli hazan öykülerin arasında. Bir huzurdur maviden yeşilden yana. Gece serpilir, gündüz doğar, gün yüzüne vurur zelzelerde enkazların kalır, yinede demek yaşama dair yüzüne tükürmeye cesaretsizliğin gibi olmasın...
Yarım kalmaya mahkum cümlelerle tamamlamaya çalışmak seni, sükunu için gönlümün üfleyip kandili derin bir uykuya dalmak yeniden, sıkıca kapatıp ağzını içine güzel duygularımı koyduğum şişeyi zamansızlığa bırakmak belki vurur diye gönlünün sahillerine, içimdeki heyecanı; bir çocuğu en neşeli, en yaramaz, en beklemediği anında yediği kuvvetli bir tokatla neye uğradığını şaşırtmak gibi bir azabı üstlenerek sakinleştirmek, sorusuz cevaplara cevapsız sorulara umarsızca sırtını dayamak, kendine küfrederek, kendini küçümseyerek, kendine gülerek ağlamak sessiz sedasız, mutluluklara gölge etmemek için gölgelerde mutluluk olmak kanatarak boğazında düğümlenmiş sözlerini ve tüm bunları yazıları silinmiş bir kitabın arasına sıkıştırıp yürümek hiçbir şey olmamış gibi başın dik, gözlerinde güçlü bir bakış, dudağında inancına özgü mağrur bir gülümsemeyle; içindeki boynu bükük, gözleri hüzünlü, yanakları kırmızı, dudakları titreyen çocuğu göstermemek için hiç kimseye... direnerek.
Kalp sevdalıdır sözlere... bıraksan onu taşıyan bedeni öldürene kadar kederden, döker durur kelimelerini.
Velhasıl kelam; dil sevsede söz söylemeyi, yürek cümleleri saklamak içindir. *

"Gel, gel, daha yakın gel, bu yol vuruculuk ne zamana kadar sürüp gidecek? Madem ki sen, bensin, ben de senim. Artık bu senlik ve benlik nedir? Biz Hakkın nuruyuz, Hakkın aynasıyız. Şu halde kendi kendimizle, birbirimizle ne diye çekisip duruyoruz? Bir aydınlık bir aydınlıktan neden böyle kaçıyor? Biz hepimiz, bütün insanlar, tek bir vücud halinde olgun bir insanın varlığında toplanmış gibiyiz. Fakat neden böyle şaşiyız? Aynı vücudun birer uzvu olduğumuz halde neden zenginler, yoksulları böyle hor görürler? Aynı vücutta bulunan sağ el, ne diye sol elini hor görür? Her ikisi de madem senin elindir, aynı tende uğurlu ne demek, uğursuz." *
(bkz: hayata dair iç burkan detaylar)
parantez içinde mutluluklar yaşıyoruz.. hep aynı cümlenin devamı gibi aralarına virgüller koyarak.. ya da sonuna bir ünlem işareti..

git gide çölleşen duygularımızda yarınlara umut, bugünlerimize bir nefes arıyoruz.
sırf mutlu olabilmek için yabandan mutlulukları yıkıp yerine yenisini yapıyoruz.

her güne daha umutla bakıp, sorunlarımızı erteliyoruz.. hayatın bize çok gördüğü mutluluğu ertelemesi gibi bizde ümitlerimizi erteliyoruz.

aslında hayata dair değil zamana dair yaşıyoruz.

bazen hiç gereksiz yere yaşadığımızı düşünüyoruz.. hayatlarımızı bize can verene değilde can verdiklerine endeksliyoruz.

bizi biz yapan ustayı değil de her zaman kendimizi övüyoruz.
hep seviyoruz ama sevilmeyi bir başkasına hakir görüyoruz.
manalara kapalı manalı yüzüm, sen avucuna aldığında sığınır gibi dua'ya, eğilirdi ellerine... ben, ağlamaklı yüzümle gözlerimi kapatıp ince bir acıyla sokulurken öptüğüm ellerine... senin nur cemalin mağrur gülümserdi, göğsüne bastırırdın başımı... uzun uzun ağlardık... hiç konuşmadan saatlerce baktığımı biliyorum sana, dizinin dibinde oturup ellerim ellerin arasında dinledim seni, dokundum yüzüne, gözlerine, saçlarına... dokundum biliyorum.
biz seninle iki farklı diyarda kurulan tek bir hayalin içindeki birbirinden habersiz gezen ruhlardık...

hayata dairdir hayal kurmak... birbirinden habersiz kurulan hayallerde buluştuğunu anlamak... acıdan, kızgınlıktan aynada gördüğün kendinden, gözlerini kaçıracak kadar utanmak... aynı hayali bir daha kurmamak için uyumamakta hayata dairdir... aşık olmakta... unutmakta... acıda. *
--spoiler--
Öyle bir zamanı yaşıyoruz ki, cedelleşmeler hayatın bir parçası haline geldi. Birileri hep yenmek, diğerleri ise yenilmek zorunda sanki. Büyük balık küçük balığı yutup semirmezse eğer, en büyük balık onu ham yapıveriyor. Her şey matematiksel gibi görünüyor aslında: Kaybın tersi, kazanç; kazancın tersi, kayıp.

Lâkin; bir savaştır, alıp başını gidiyorsa, kardeş kardeşin kuyusunu kazıyorsa, analar çocuklarına karşı dürüst değilse ya da kadınlar kocalarına karşı... Peki hâl böyleyken biz, neden hâlâ iki kere ikinin kaç ettiğini hesaplayıp duruyoruz. iki ile ikiyi alt alta koysak da, yan yana koysak da, çarpsak da, toplasak da işlemin sonucunu bulamayız. Çünkü bu işlemin sonucu, hiçbir zaman dört çıkmaz bizim için. Beş eder mi? O da tabiata aykırı...

Görünen o ki matematiksel hesaplarla toplumsal problemlerimizin çözümünü bulamıyoruz.

O halde, "BEN" doyuyorsam, "SEN" doymasan da olur; "BEN" zenginsem, "SEN" açlıktan kıvransan da olur ya da "BEN" yaşıyorsam, "SEN" ölsen de olur. Bu günden ne koparırsam, felekten ne koparırsam kâr bana.

Ya "SEN"! "SEN"i kim düşünecek? işte yitirdiğimiz en büyük değer, yenilgilerimizin en büyüğü bu galiba. Fedakârlık ise, zaten içinden çıkamadığımız bir muamma. Kelime anlamı rölatif, fiiliyatı hepten kayıp. Saymakla bitecek gibi değil. Güzellik ve sevgi adına ne varsa hepsi tükendi. Öyle ki, kayıplarımızın çetelesini tutamaz hale geldik. Hep bir savaşımı yaşar dururuz da yanı başımızdaki felaketlerin farkında dahi olmayız. Çünkü, günü birlik ve fert fert yaşıyoruzdur artık.

Çözümsüz değiliz muhakkak. Yenilenlerin kelepçelerini kırması gerekiyor ya da ağlaması gerekiyor birilerinin; tâ ki, "BEN"in nasır tutmuş, kurumuş yüreği ıslanıncaya kadar, fedakârlık nerede yitirildiyse bulununcaya kadar.

Cezayı defterlerimizden silmeliyiz ki, korkmasın suçlular kucaklaşmaya. Şefkati yürek sayfalarına yazmalı ki, melekler bizi kıskansın. Süslenmeliyiz gelinler gibi, gönlünü bize açan her misafiri kapıda karşılamak için.

Fazla söze ne hacet, muştular madde değil sevda; sevgiler gölge değil Leylâ olmalı. Önceliklerimiz "BEN" değil, "SEN ve BEN" olmalı...

--spoiler--
zülfü livaneli'nin 2005 tarihli albümünün adı. zülfü livaneli'nin bu albümü ispanya'da da yayınlanmıştır.

albümde yeralan şarkılar;

01. SEVDALI BAŞIM
02. NERDESiN
03. AKDENiZ AKDENiZ
04. DUVAR
05. AŞKIN ELiNDEN
06. GÜLDÜNYA
07. MEMLEKET KOKULU YARiM
08. ADI AŞK
09. BiR KARANLIK, BiR AYDINLIK
10. DUVAR (Enstrümantal)

Şarkılarla ilgili kısa bilgiler:

HAYATA DAiR

SEVDALI BAŞIM
Sözleri ve müziği Zülfü Livaneli'ye ait olan 'Sevdalı Başım', insanın kendi içine yaptığı bir yolculuğu anlatıyor. Özünde sevdalanmaya sevdalı bir yüreğin kendiyle yaptığı içli söyleşiyi dillendiriyor.

MÜBADELE
Söz ve müziği Zülfü Livaneli'ye ait olan 'Mübadele' şarkısı Lozan Anlaşması uyarınca Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan nüfus değişimini konu alıyor. Bilindiği gibi bu değişimin sonucunda beş yüz bine yakın Türk doğup büyüdükleri, yurt edindikleri toprakları bırakıp Yunanistan'dan Türkiye'ye geldiler. Aynı şekilde, bir buçuk milyona yakın Rum Anadolu'daki evlerini, hayatlarını geride bırakıp Yunanistan'a göç etmek zorunda kaldılar. Terk edilen memleket ve sevgili imgelerinin iç içe geçtiği 'Mübadele' şarkısı bu büyük ayrılığın acılarını betimliyor.

AKDENiZ AKDENiZ
Söz ve müziği Zülfü Livaneli'ye ait olan 'Akdeniz Akdeniz' şarkısı yalnızca coğrafi bir bölge değil belli bir yaşama biçimi ve kültürünün simgesi de olan Akdeniz'e duyulan sevgi ve bağlılığı anlatıyor.

BiR KARANLIK BiR AYDINLIK
Söz ve müziği Zülfü Livaneli'ye ait olan 'Bir Karanlık Bir Aydınlık', her şeyin zıddıyla bir arada varolduğu insan yaşamına dair hüzünlü bir portre çiziyor. En değerli şeyin asla tam olarak ele geçiremediğimiz, bizden kaçıp giden mutluluk ve coşku anları olduğunu sezdiriyor bizlere.

GÜLDÜNYA
Zülfü Livaneli'nin 2004 yılında töre cinayetine kurban giden Güldünya Tören'in anısına yazdığı bu şarkı töreler yüzünden özgürlükleri, zaman zaman da yaşama hakları ellerinden alınan tüm kadınlar için bir ağıt.

ADI AŞK
Müziğini Zülfü Livaneli'nin yaptığı 'Adı Aşk'ın sözleri Eşrefoğlu Rumi'nin aynı adlı şiirinin Ülkü Tamer tarafından Türkçeleştirilmiş hali. 15.yy'da yaşamış olan Eşrefoğlu Rumi, Yunus Emre ile başlamış olan şiir geleneğinin bir takipçisiydi. 'Adı Aşk' aşk uğruna yapılan fedakarlıkları anlatıyor. Bu şarkı hem ilahi hem de dünyevi bir aşkın ifadesi olarak yorumlanabilir.

NERDESiN
'Nerdesin'in müziği Zülfü Livaneli'ye, şiir ise Ahmet Kutsi Tecer'e ait. Bu şarkı hayali bir sevgiliye duyulan özlemi dile getiriyor.

DUVAR
Bu şarkının müziği Zülfü Livaneli'ye, şiir ise ilhami Bekir Tez'e ait. ilhami Bekir Tez, bu şiirinde, milliyetçi bir coşkunun ifadesi olan Gençlik Marşı'nı ironik bir biçimde yeniden yorumluyor ve hayata geçirilememiş toplumsal hedeflerden dolayı duyduğu hayal kırıklığını dile getiriyor.

AŞKIN ELiNDEN
Bu şarkının müziği Zülfü Livaneli'ye, şiir ise Yunus Emre'ye ait. Yunus Emre'nin şiiri esas olarak tasavvufi aşktan bahsediyor. Ama, Eşrefoğlu Rumi'nin şiiri gibi dünyevi bir aşkın ifadesi olarak da okunabilir.
hayat bazen; en acı yerinden koyar baharatı yanık yemeğin, beti benzi solar da çaktırmaz, akarsu yazgılıdır da hani hep gitmelere öykünen; çöle varamaz da yanar, yandırır en donuk yerinden zamanın...

bazen hayat; yola koyar akreple yelkovanı aynı eşikte, kaçan kovalanmaz o vakit, birbiri içinden geçen çemberler sigara dumanına yoldaş, güneşe kapılan gecenin sevdası kadar ayyaş, kuyruğunu yutan yılanın gözlerindeki o savaş gibi hani; hayat öyle kaypak bazen...

hayat bazen gözü yaşlı koyar baharı, yağmura yanıkken en çok, en çok suyu düşlerken bulutları kendine saklar tohum,filiz, dal budak salar da kupkuru;kupkurak kalıncaya...

bazen hayat; hükmünden sual olunmayanı sorgulatır da hani; hakkında en acı hükmü koyar; yargısız infazlara gebe bırakır soru işaretlerini, tek bir tekmeye hapseder ömrü, boğaza sarılan yağlı urganı ilmek ilmek saydırır son nefeste, iki ters bir yüz akan k'an davası düşer, müebbet yas'a kadar gereği düşünülür o dakka...

hayat bazen fena koyar; yerde adım adım sürüklediğin ç'akıl taşını gönüle siper eder, attığı çizik, attığı kazık, attığı yazık tüm ziyanlara bedellenir, bir tek o koyar!..
hayata dair yalanlaşmış değerler...

zamanla yalnızlık..

gün gün erimek bu dünyada, bazen hafiflemek, bazen de yağmur yüklü bir bulut misali yağacak bir yamaç aramak.

yaşanılanların en kötüsü şüphesiz sahte mutluluklar..

kim derdi birgün çok seveceğimi, sırılsıklam, önümü dahi göremeyecek kadar körleşeceğimi sevgimden.. kim bilir..

ya da birden biteceğini başlamadan yarınların. kim bilebilir.
servet gürbüzün sabah gazetesindeki köşesinin adı.
haberlerde veyahut esra ceyhan'ın programında sıklıkla karşılaşacağımız deyimleşmiş sözcük grubudur.
yaşanmaya, yaşanmışlığa dair her şey. her ayrıntı.
...Biz hayata dair hiçbir yanlış yapmamıştık.
'Bazen acı dinmez,
Bazen de yağmur
Sevgilim gülümse herşey unutulur
Suskunuz bu akşamüstü
Hasrete yanmışız
Neylersin...'

(bkz: yusuf hayaloglu)
ruhlar aleminden, gerçek hayatımız olan ahirete bir köprüdür hayat. başlangıçta çok uzun gibi gelen fakat yaşlandığımızda sadece bir kaç gün gibi yaşadığımızı sandığımız aslında kısacık bir köprü.

yolculuğa başlamamız bir tünelden geçerek olur ki bu ana rahmidir. güvenliğin doruklarını yaşadığımız, sığındığımız etrafımızda koruyucu bir çercevenin bulunduğu enmutlu saadet yuvamız. sonra vaktimiz gelir ve gözlerimizi açarız köprünün başında. ve rahman bizi kendi kadar sevecek olan ve herşeyimize tüm acizliğimize katlanacak anne ve babamıza hediye eder. yaşamımızın cocukluk yıllarını onların sevgisiyle ve ilgiseyle devam ederken bir kiraz ağacına çıkamadığımızda mesela, ya da ilk aşık olduğumuzda gençlik evremiz başlar ve hayata atılmış oluruz. iyisi, kötüsü, sıkıntılarıyla köprünün üzerindeki taşlar, camurlar, güneş, yağmur bazen de kar fırtınaları girer ömrümüze. gönül yakar, gönül yaralar, yaralanırız. yaşamın nihayi amacının farkına varamayan insan ile niçin yaratıldığının farkına varan insanın arasında hayatı algılamada, karşılamada, yaşamada büyük ölçüde farklılıklar vardır...

üzerimizde oluşan ve başımıza gelen acılarla hayatın en derin sularına batıp çıkarız ve nihayi ömür sonlarında tahlil ederiz tüm yaptıklarımızı cünkü artık indiğimiz derin sulara inip de çıkmama vakti yaklaşmıştır. işte bu son demlerimizde o hiç geçmeyen zamanların aslında ne kadar da kısacık olduğunu fark ederiz. yaşamın gerçek gayesine ulaşıp, niçin yaratıldık sorunu bulduğumuz ve rabbin vuslatına erdiğimiz zaman verdiğimizde son nefesimizi. huzur içinde o köprüden gerçek hayat olan tarafa geçmiş oluruz...( farketmesek de hoş geçilecek zaten bu köprü)

nedensiz sebepsiz hiçbir sıkıntı olmayacağı gibi çözümsüz hiçbir dert de yoktur. kainat öyle bir düzendedir ki her şey zıddıyla kaimdir. ve böylelikle devamı sağlanır..
başarının garantisi yoktur ama bir girişimde bulunmazsanız başarısızlığın garantisi çoktur... başarının garantisi olmamasına rağmen, ilk adımı atar atmaz kendi başarı ihtimalinizi önemli ölçüde artırabilirsiniz...
ilk adımı cesurca atın...
sonra bir adım daha, bir adım daha... bir bakacaksınız ki hedef, daha yakında görünüyor...bir bakacaksınız ki hedefiniz artık ulaşılabilecek bir noktada...
istekli olun... gerekli olan şeyleri yapmak yeterlidir... çaba göstereceksiniz, tam çaba gösterin... aksi takdirde değerli vaktinizi ve enerjinizi boşa harcamış olursunuz...
yolunuza çok zor engeller çıkar...
onlardan biri de siz olmayın...
engellere karşı meydan okuyabilirsiniz, bu engellerin de üstesinden gelebilirsiniz, cesurca öne doğru adım atarak başarıya ulaşabilirsiniz...
bunu yaptığınız zaman, daha önce niye tereddüt etmişim ki diyeceksiniz...
(...r.marston) *
Öyle bir hayat yaşıyorum ki,
Cenneti de gördüm,cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden,
Kendime bir sahne buldum oynadım
Öyle bir rol vermişler ki,
Okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
Hem kızdım hem güldüm halime,
Sonra dedim ki "söz ver kendine"
Denizleri seviyorsan,dalgaları da seveceksin
Sevilmek istiyorsan,önce sevmeyi bileceksin
Uçmayı seviyorsan,düşmeyi de bileceksin
Korkarak yaşıyorsan,yalnızca hayatı seyredersin.
Öyle bir hayat yaşadım ki,
Son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymiş ki zaman
Hep acele etmem bundan, anladım
hayat, yapmış olduğumuz hatalar ve karşılığında ödemiş olduğumuz bedellerin toplamıdır .
karmaşık bir düzende var olmaya çalışmak... kız meselesi, gelecek kaygısı, ailevi meseleler.. ama yine de yaşanıyor işte...