bugün

aşağıda betimlenen detaylardır.

kızılay'dan eve dönerken kararan havaya rağmen insanlar balık istifi vaziyette gezintilerini sürdürüyorlardı...
karanfil her zaman ki gibi bin bir farklı insan modeline sahipti,
yol kenarında envai çeşit insan;
akordiyon çalan bir çingene vardı, fakir gibi görünüyordu ama üzerinde son derece pahalı bir kıyafet vardı, çalıntı olabilir diye düşündüm kırmızı akordiyonun sesi kulaklarıma dolarken.
biraz ileride yerlere tablolar sermiş bir işportacıyı süzüyordu gözlerim, güzel, meşhur kopya tablolar...
ama 20 ytl edecek kadar güzel değillerdi !
gözüme takılan kız kulesi resmini düşünüyordum,renklerin canlılığını filan.
20 ytlnin çok olduğunu,
kaç para edeceğini,
kaç para olsa alacağımı düşünüyordum.

elinde kutu efesi gazeteye sarılı vaziyette yudumlamaya çalışan iki sevgili
sarmaş dolaş düşüncelerimin arasından geçiyorlardı.

bankların, ağaçların yanından yerdeki boş su şişesine futbol topu muamelesi yaparak ilerliyordum...

sokak lambası altında kitap okuyan ince boyunlu kadın heykelini geçerken dikkatim birisine yoğunlaştı.
15 metre uzakta
elektrik direğine yaslanmış
çok kısa bir bayana...
çok kısa diyorum
fiziki bir rahatsızlığı mevcuttu
boyu çok kısaydı bu nedenle,
otuz yaşlarına daha bir kaç yılı vardı, belli oluyordu yüzünden.
elektrik direğinin yuvarlak yüzeyine yaslanmış bir şey bekliyordu.hafif bir makyaj vardı gözlerinde, kot ceket giymişti birde,
şirin bir insandı, ama soğuk bakıyordu etrafa.

yaklaştıkça içimdeki burukluk daha da artıyordu.düşünüyorudum,,,
eğer onun yerinde olsaydım hayat ne olurdu benim için,
neler hissederdim?
o kadar sabır var mıydı bende? yok yok ne zor şeydi bu vaziyet!!!
birden bu hüzünlü kızı mutlu etme isteği doğdu içime, gülümsetme isteği...
ama nasıl...

siz çok cesur birisiniz, bu kusurunuza rağmen hayata tutunmanız, azminiz topluma rağmen yaşamaya çalışmanız sahip olmak istediğim azim ve kararlığa büyük bir örnektir,,,
tüm kalbimle sizi kutluyorum...

demek istedim, demek isterdim.

ama kusurunu hatırlatmak, ya da onunla alakalı konularla yaklaşmak zor geldi, üzülebilirdi.
birden gözlerim ayakkabılarına yoğunlaştı
hani ilkokulda siyah iskarpin giyerler çocuklar, ortasında püskülümsü bir uzantısı olanlarından...
büyük bir kararsızlıkla gittim yanına,

-afedersiniz, çok güzel ayakkabılarınız var, kız arkadaşıma hediye almayı düşünüyorum aynılarını nerden bulabilirim, yardımcı olur musunuz ?
--ankara metrosunda bir yerden aldım
-ama cidden çok güzeller, çok yakışmış...teşekkürler, hoşçakalın

aman allahım,,
uzaklaşırken hüzünlü yüzünde ışıltılı bir tebessüm gördüm,,, gülüyordu.

evet evet gülümsüyordu kendi kendine,
beğenilmekten ötürü, takdir edilmekten ötürü, birinin yardım istemesinden veya birine yardım etmekten ötürü gülümsüyordu...

içime büyük, içime sığmayan kocaman bir mutluluk doldu.

biraz daha insan hissettim kendimi...

ulan dedim aslında insan olmak o kadar da zor değilmiş be !!!
sokak kedileri. ne zaman görsem yağmur yağdığında ne yaptıklarını düşünür üzülürüm çocukluğumdan beri.
(bkz: sözlük beraber çocukluğuma inelim)
(#642490) böyle düşünen birinin olması. çünkü (#642452).
ramazan ayında oruç tutup saatlerce aç kaldıktan sonra kimseye hayrı dokunmadan iftar sofralarında kuşsütü barındıran zihniyete karşılık olarak eve dönerken gördüğüm çöp karıştıran insanların varlığını ve onların bir öğün karınlarını doyurmakla birşey elde edilemeyeceğini bilen aydın zihniyetin hiçbir şey yapamaması, elinin kolunun bağlı kalması..
küçücük ve masum bir çocuğun annesinden elma şekeri isterkenki haykırışları, annesinin de ona elma şekeri alamayacaklarını anlatmaya çalışan dopdolu gözleriyle örtünmüş ağlamaklı yüzü, yüzün üstüne sardığı annelik korunağının altında yatan yokluğu anlamanın verdiği acı.. çocuğa standdaki en büyük elma şekerini alma isteği ve hemen ardından annenin bunu kabul etmeyeceğini, kabul etse bile kendini kötü hissedeceğini düşünüp çaresiz kalmak..
hiç süphesiz africa daki insanların dramıdır. aıds, açlık, soykırım...
eski sevgiliyi gıcık olduğunuz biriyle kıkırdaşırken görmek.*
(bkz: savaş)
yemek seçmek. bir tarafta aç insanlar varken kolay kolay yemek beğenmememiz.
evlerden poşetlerle çöpe atılan küflü ekmekler ve bunları çöpten alan almak zorunda kalan insanlar.
daha bebekken annesini kaybedip, annesinin eşyalarını görünce bu annemin diyen çocuklar
içimizde yaşadiğimiz pişmanlıklardır. yaptıklarımıza ya da yapamadıklarımıza karsi keşkelerin olmasıdır. düşündükçe içimiz burkulur, acır.
insanın hayal kurmaktan vazgeçemeyen bi varlık olması. birlikte yapılacakların hayali kurulur, planı yapılır. sonra o canınızın parçası yok olur birden. aslında en iç burkan, hayat karartan ölümdür ve ne yazıkki hayatın tek gerçeğidir.
GÜNAH EKERiM ÖMRÜNE

"Mecburiyetine Boyun Eğen'e"

Uzaklaş;
Yoksa sana dokunurum,
Yoksa yasak tanımam,
Günahkâr olurum, günahım olursun,
Kaç, görme,
Görürsen hatırlama,
Hatırlarsan ağlama.
Gelme.
Yoksa sana dokunurum,
Dudaklarına konarım
Gözlerini esir alırım
Kölem olursun,
Gecelerce kölen olurum,
Didik didik ederim hayatını,
Benden başkasına yaşatmam seni,
Tarihini vururum, anılarını asarım,
Yüreğine saplarım kendimi
Bedeninde yatıya kalırım
Teninde beklerim geleceğimi
Yaklaşma;
Seni alırım,
Senin olurum,
Özgürlüğüm yoldaş olur yanına,
Sensiz düşüncelerim toprak olur,
Taparım sana, yatağına tapınak derim,
Yüzünde güneşler beklerim,
Gitmezsen sana dokunurum
Sahiplenirim seni,
Sana aşkı yaşatırım,
Daha küçük aşklara katlanamazsın,
Benimle ölürsün...
"Kavuşamayan iki dağdık, aramızda güneş vardı" *
içinizde cevap veremediğiniz sorulardır.
bir oğlum var, manevi olması onu sevmem açısından bir farklılık arz etmiyor. biraz daha rahat bir çocukluk yaşaması için, ben de bisiklet istiyorum dediğinde aynı hafta içerisinde isteğini gerçekleştirebilmek için ondan uzak bir şehirde koşulların gerektirdiği şekilde yaşıyorum. bir de ablası vardı oğlumun, o da maneviydi fakat o da kendi kardeşi gibi severdi. bir gün ablamızı yitirdik, o çok sevdiğimiz, dondurma ısmarlaması için sırnaştığımız ablamız artık bizimle değil.

küçük kaptan kötü bir şeyler olduğunun farkında ve huzursuz, soruyor ama beş yaşındaki bir çocuğa ölümü nasıl anlatacağımı bilemiyorum. ablan şehir dışına taşındı diyorum, benim yanıma geldi, aynı evde yaşayacağız artık. çok güzel ama ikinizi birden özleyeceğim diyor. seni ararız, sen bizi ararsın diyorum ama sesim titriyor.

geçenlerde aradım küçük kaptanı, çoktan unutmuş olacağını düşünürken ablasını sordu, başkalarını bilmem ama bırakın içimin burkulmasını, bütün kemiklerim direncimle birlikte kırıldı sanki.
ayrılık:

bazen bir lise çocuğu için yatılı hayata başlamak suretiyle evinden ilk defa ayrılmak,

bazen mezun olduğu okuldan anılarını, ilk şaşkınlıklarını, dostluklarını, 17 yaşının tüm masumiyetini bırakmak,

bazen onu çok sevmesine rağmen ağlaya ağlaya sevdiği harhangi birşeyden vazgeçmek,

bazen bir çocuk için çok sevdiği ve uzattığı saçlarını kestirmek,

bazen senede bir kez gelen akrabanın gitme vaktinin geldiğini hissetmek,

bazense size ve çocukluğunuza ait olan herşeyle özdeşleştirdiğiniz büyüğünüzün naaşının toprağa verilişini seyretmektir.

ve ayrılık hayata dair en iç burkan detaydır.*
kışın ayazında kar yağarken delik kösele ayakkabısı,eski püskü yırtık ceketi elleri titrerken ziraat bankasının önünde emekli maaşını çekmek için sıraya girmiş dedeleri görüp birşey yapamamak
binlerce ışık içinde ışığa hasret yaşayan, onca zengin varken yoksulluğuyla gönlü zengin olan, bir şeyleri bileğinin hakkıyla kazanan, diğer yanda terlemeden kazanç sahibi olan... işte takdir sizin, görmek istedikten sonra hayatın içinden olan hadiseler..
üc yasindayken; sahile vuran dalgalarin siz yetisemeden kiyidaki kovanizi alip derinlere götürmesidir,
yedi yasindayken; yürüyen merdivenlerin sonuna gelindiginin farkedilmemesi üzerine elindeki kocaman dondurmayla beraber yere düsmektir,
on bes yasindayken; hayatinin matematikteki ilk zayif notunu alip haftalarca aileme nasil söyleyecegim diye düsünmektir,
on sekiz yasindayken; üniversiteyi kazanip aileni,evini,dostlarini,sevgilini ve dogup büyüdügün sehrini arkanda birakarak hic bir seyinin olmadigi bir sehre tasinmaktir,
yirmi yasindayken; hayatinin en büyük aski olan insandan hayatinin en büyük kazigini yemis olarak ayrilmaktir,
yirmi üc yasindayken; geriye dönüp cocukluk hayallerine bakmak ve bu hayallerin arasinda 22 yasinda okulu bitirmek,24 yasinda evlenmek, 25 yasinda ilk cocugunu dogurmanin oldugunu hatirlamak ama 25'e merdiven dayadigin su günlerde hic birisine sahip olamadigini bir kez daha farketmektir,
yirmi bes yasinda; 3 yasinda bir kova icin agladigini, 7 yasinda dondurma icin agladigini, 15 yasinda sacma bir not icin haftalarca uykusuz kaldigini hatirlamak , 20 yasinda aslinda degmeyen bir insan icin yillarini verdigini anlamak ve artik bir seyi farketmektir : büyüdügünü...
ünlü türk düşünürü ve usta yorumcu sayın hande yener hanımefendinin son albümün de nasıl zor şimdi isimli parçasın da anlattığı anlardır.

nasıl zor şimdi tanışmak başka biriyle,
yeniden kurmak o devrilen cümleleri,
anlatmak kendini ilk kez anlatır gibi,
söyletmek herşeyi unutması zor olsun diye....
"özlemeyi" özleyecek kadar duygusuzlaştığını farkettiğin zamanlar...
hayatınızın içinde en önemli en değerli en sevdiğiniz insanı sonsuza kadar göremeyeceğinizi bilmek..
yaş ilerledikçe, hayatın dayattığı sorumlulukların dizi dizi karşınıza dikilmesi.

siz hayatı umursamadan koştururken "hala çocuğum" diye, zamanın nasıl ince ince ama derinden aktığının ve akarken de, eskiden anlamlandırdığınız ne varsa, alıp beraberinde götürdüğünün fark edilmesi...

yıllar sonra, yetişkin biri olarak, çocukluğun geçtiği şehre gelindiğinde hatıraların canlanması..ilkokul yıllarına dönme; haftasonları sabahın köründe kalkıp çizgi film izleme; eski arkadaşlarla futbol oynama; pazar günleri, ertesi gün okul olduğu için oluşan o tuhaf karın ağrılarını tekrar yaşama isteği...

gözlerin önünde çocukluğunuzun kare kare görüntüleri...

bütün bunların geride kaldığı, artık koskoca adam olunduğu bünyeye zorla kabul ettirilmeye çalışılırken, o en yalansız çocukluk duygularının geri gelmeyeceği gerçeğinin benliğe attığı tamir olmaz çizikleri görmezden gelmeye çalışmak..

ruhun taa derinlerinden gelen iki damla yaşın, "ben büyümek istemiyordum" diye gözlerden yuvarlanması..
güpegündüz yol ortasında bıçaklanarak yerde yatan genç bir adamın gözlerini sizin gözlerinize dikerek, gözlerinizin içine bakarak ölmesi..
hep beklenenin bayramda da gelmemesi, hiç bi zaman gelmeyecek olması.
bar'a yalnız gelmi$sinizdir.

k's choice'dan everything for free çalmaktadır. elinizde tuttuğunuz $emsiyeli içki'yi dünyanın ( ama mümkünse orada olanların..) tüm yalnız ve güzel kadınlarına kaldırırcasına bulunduğunuz taburede eliptik hareketler yaparsınız. hidrolik bir yalnızlıkla yıpranmı$ yüreğinizdeki sevda gözeneğini, kontrol edilemez olduğunu sandığınız cazibenizle reakte edip, gözlerinizle çevredeki muhtemel e$leniğinizi ararsınız.

sonra, " evet $u! " diyerek o kalabalıktan selekte ettiğiniz güzelliğin gözlerinin sizi farketmesi için saç feti$istlerinin yaptığı bir tavırla kadehe yönelir, açılmı$ sigara pakedinin altında duran açılmamı$ sigara pakedinin jelatinini sıyırır ve dudaklarınıza esmer tütünlü bir duman tüttürgeci yerle$tirirsiniz. ritmik ve sistematik davranmak tam bu noktada hayatî önem ta$ır. $arkıdaki riff'lere göre bedeninizi, deği$en tempoya göre ayaklarınızı, duyguların yoğunla$tığı söz öbeklerine göre hayattan tiksinmi$ insan modeli tribinizi ayarlamanız ve hedefe " burdayım i$te. o benim! " mesajını vermeniz gereklidir.

( o ân'a dek bildiğiniz tüm bayat numaraları, ka$karikoları, ökseleri, sapanları kullanmanız gerektiği dü$üncesi sizi sardığından ânlık salakla$malar olabilir. takmayınız. ) hedefe kitlenme sürecinin ardından niyetinizi zımnî de olsa belli etmi$ olmanın rehaveti ile bir kadeh daha söylersiniz. parça deği$ir. sting'den desert rose ba$lar. artık daha da naylon ve cesur olma vaktidir. barmene i$aret çakıp masaya bir $i$e içki gönderirsiniz. kabul edilirse iyidir de, edilmezse diye de bazı $eylerin dü$ünülmü$ olması gerekir. her zaman bir b planı olmalıdır, düsturundan hareketle aklınızı kemirirsiniz. aaa evet kabul etti ve barmene bu centilmen yaradılı$lı gaffur'un kim olduğunu sordu. belki de, " kim bu lümpen? " dedi ama hayâl etmek yine de güzel. yoo öyle demedi. bariz ho$landı senden. hani o saç hareketi var ya.. bitti i$te ona. tüm cesaretini sırtlan'dın ve yanına gittin. masasına oturdun. oturduğun masadan biraz evvel tuzlu fıstık atı$tırdığın tabureye baktın. acıdın kendine. sonra " sktiret yaa! dedin ve güzelliğe gömüldün. evlenilecek bir kız olmadığını, senin yerine bir ba$kasının teklifine de aynı nazik kabulü verebileceğini, aslında bunun çok berbat bir durum olduğunu felan bildiğinden ve netice itibariyle one night stand olması gerektiğini istediğinden, açık seçik konu$maya ba$ladın. baktın kar$ı play doh gibi : her $ekle giriyor ( bunun adı farklıdır da neyse..), " evim yakınlarda.. " diyerek art-niyetini daha da belli ettin. sonra kalktınız ve aslında senin olmayan bir eve gittiniz. hatunu yedin bitirdin.

sabah hafif ba$ ağrısıyla kalktın ve aynadaki sana baktın. bu denli yapay ve abazan olabildiğin için kendine küfrettin. ağladın biraz ( yok lan ne ağlıycam ); aklına kız karde$in geldi ve dedin ki :

- ben bir hayvanım.

(bkz: evrimi yarıda kalanlar)