bugün

tanım lazımmış: söylenmek istenen şeylerin kağıda dökülmüş halidir.

"benim için beklenmedik bir talih oldun, tanrı`nın lütfu oldun. şimdi eskiden bilmediğim bir şeyi biliyorum: değeri bilinmeyen her lütuf felakete dönüşüyor. artık hayattan bir şey beklemiyorum. ama sen, şimdiye kadar aklıma bile getiremediğim zenginliklere ve ufuklara bakmaya zorluyorsun beni. oysa, şimdi bunların neler olduğunu bildiğim, önümdeki olanakları gördüğüm için, kendimi eskiden olduğundan daha kötü hissedeceğim. çünkü her şeye sahip olacağımı biliyorum ve istemiyorum bunu.."
simyacı

nefes alıp vermekten muaf geçen günler.. sessizliklere ve dahi sensizliklere gömülü geceler.. ve çaresiz kalmanın verdiği hissizlikle yaşıyorum. öylece dururken ben, bir başıma, hani sen de öylece çıkmıştın karşıma, aylardan aralıktı.. ankara da geceler ayaza çalmıştı.. tek hatırladığım, benim üstümde laciverd bir ceket, senin yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. ve karanfiller açtı, ışık vurdu karanlığa.. inadına kaçardım ben her şeyden, uzatmaya korkardım ellerimi hep, sen geldin.. ve kayboldum boşlukta. ama hiç korkmayarak, öyle aptal cesareti avuçlarımda.. şimdi düşünüyorum da güleceğim tutuyor.. insan aslında hep imkansızı ister evet ama, senle yürümek bulutlarda.. hayali bile güzel geliyor işte. olmayanı oldurmak bana mı düştü? bana mı düştü geceyi gündüze kavuşturmak? düpedüz ahmaklık bu işte.. senli hayal kurmak, rüyalara kavuşmak senli.. ahmaklık hepsi. şimdi bana ait olmaman düşüncesinin ağırlığı beynimde ve yağmurlar hep gözlerime gözlerime yağıyor. bir ıslık dudağımda, ellerim buza kesmiş, yürüyorum.. yürüyorum bir başıma ve yürüdükçe yağmura karışıyorum. kızamıyorum hiç kimselere.. ne sana ne de herhangi üçüncü şahıslara.. oynalınan oyunda figuran olmak ağırıma gidiyor, basıp tekmeyi hayallerime, kendime küfretmeye başlıyorum.. kış mevsiminde karanfiller açmaz hiç. bahar kokmaz ortalık, her taraf kar altında.. ahmaklığım geliyor aklıma.. ve kendimden başka hiç kimseye kızamıyorum.

hani bir gün sormuştun ya bana, "daha ne kadar bekleyeceksin beni?" diye.. cümle bile kuramamış, üç nokta koymuştum hani.. işte öyle üç noktalar koyuyorum yaşadıklarımın sonuna.. bilinmezlik her tarafta, tamamlanmamış hiçbir şey, eksik hep ne varsa.. böyle melankolinin koyusunda olmak hiç hoşuma gitmiyor. doğrulup dizlerimin üzerinde ayağa kalkmak için delice çabalıyorum.. ama birden bir şarkı isleniyor aklıma, "ellerimde ellerin yerine yağmur. dudağımda dudağın yerine yağmur. vur yüzüme hadi, vur yüzüme.." öylece kalıyorum, kalkamıyorum.. ve lanetler yağdırıyorum herkese, her şeye.. bir sana kızamıyorum ama.. ağır bir kabülleniş sarıyor bedenimi, gerçekler acı hep, ürperiyorum. bir parça umut kalmıştı ellerimde, usulca bırakıyorum yere.. ve basıp üzerine yürüyorum sessizce, ayaklarım yağmura karışıyor öylece..

ocak-07, bursa

"kesin olan bir şey vardı: ertesi gün kız kendisini görmese, bunun farkına bile varmazdı: kız için bütün günler birbirinin aynıydı ve bütün günler birbirine benzediği zaman da insanlar, güneş gökyüzünde hareket ettikçe, hayatlarında karşılarına çıkan iyi şeylerin farkına varamaz olurlar."

"- peki dünyanın en büyük yalanı ne? diye sordu delikanlı, şaşkınlık içinde.
- ne mi? hayatımızın belli bir anında, yaşamımızın denetimini elimizden kaçırırız ve bunun sonucu olarak hayatımızın denetimi yazgının eline geçer. dünyanın en büyük yalanı budur."
simyacı

düşündüm de... aşkın yıllardır çaresi bulunamamış... niye çözülemesin ki aşk? Metafiziğe mi girer ki? Niye çözümsüz? insan oğlunun yaptığı bir şeyi çözememesi ne kadar komik yahu...*

bazen baş ağrılarım çok artar. fark ettim ki sebebi beynimin doğum sancısı geçirmesi... Birkaç vakit yanımda not defteri olmadan gezdiğim için kendime çok kızmıştım...

Beni mide ağrılarıyla uykusuz bırakan, soğuk soğuk terleten bu acıyı, en çabuk atlatabilenlerdenim şükür ki... Gözlerimdeki parlaklık içimdeki itikat sayesinde parıldıyor... Sen bir şey olmadığını sanarken bende mevsimler değişiyor yüzlerce kez... O sıkılmış hissi veren can sigara diye bağırıyor. O an ağlayamıyorum. Bir kızılderili atasözü der ki: Ağlamaktan korkma! Zihindeki ıstırap veren düşünceler gözyaşı ile temizlenir. Buna inanırım gerçekten de... Lakin o an ağlayamam. Bir süre sonra beni anlatan ezgi ve güfte ile ağlarım... Nadiren ağlarım. Ama tam ağlarım... Dökülen her yaş, duygularımın yansıması olan düşüncelerimle seni çıkaramadığım, beynime yapışıp kalmış duygularımdır.
yazarların yaşadığı bazı tecrübelerin ardından söyleyebilecekleri şeyleri, hikayelerindeki "karşı taraf"lara biraz sitemle birlikte ifade etme şekilleridir.

herkes için dökülecek kelimeler aynıdır. herkes duygularının kurbanı olduğu vakit işi arabeski hatırlatan sözlere ve isyanlara birakır. onlar için kaderin ta kendisidir bu ve olmayan bir ilişkinin acısını hep aynı kelimelerle anlatırlar birbirlerine. hep aynı sözler, aynı klişe laflar, "seviyorum" kelimesinin iyice bayatlaması...

farklı olmak feci bir şeydir. verdiği rahatsızlığı en alakâsız durumlarda bile hissedersiniz ve evet bunu sen de yaşatanlardansın bana, yani öyleydin.

bak şimdi ilk görüşte aşk diyeceğim gene bayat bir ifade olacak. çok mu laf kalabalığı yaptı bu konularda insanoğlu nedir, ama gerçekten bu ifadeyi sana "aynen böyle oldu" diye anlatmam gerek. öyle asi asi bir noktaya bakman ve benim ağzım açık şekilde bakakalmam, ardından "bu nasıl bir şey" demem kendi kendime.

aramızda bir duvar vardı sadece ve birkaç gün geçti ve sen artık önümde oturuyordun. çizimim iyi değil diye ne kadar aklıma gelen şarkı sözü varsa sıraya yazıyordum, yanımdaki de araba falan çiziyordu, ara sıra kız resmi de çizerdi ve eğer güzel çizmişse ona "bu o olsun" derdim, altına da beni çizerdi sonra...hayaller...hayal etmesek ne yapardık kim bilir??

ama nasıl istenmezdin ki sen? sonuçta bu beden içine kısılıp kalmış ruhun diğer ruhlardan farkı yok. kabuğu yüzünden karartılmış olması dışında. deli gibi arzuluyordum seni. çözmem gereken onca test bana sadece o upuzun güzel saçlarından tesadüfen sırama düşmüş bir saç telini arasına koyduğum kitabı hatırlatıyordu...ne acizlik...ne büyük zavallılık...nasıl bu kadar düşebildim, bilmiyorum.

ardından kandırıldığımı bile bile bazılarının telkinlerine kulak verdim, neye güvendiğimi hala bilmiyorum ve "o"nu devreye soktum. bekleyişe geçtim...burada kahkaha atmam gerek. bir zerre kadar bile ümit taşıdığım için kendimden hâlâ utanıyorum.

ama çok çabuk sindirdim seni. 2003'ün benim için en önemli olayı belki de buydu. 31 aralık günü öl desen ölecek olan bu beden, sadece iki hafta içerisinde seni sadece becerilebilecek sıradan bir bünye olarak görmeye başladı, bu derece dönüşüverdin, -anlamsızlaştırıldın- yani. acıyla eğittim ben kendimi, kimsenin asla yapamayağını yapıverdim. nasıl bir büyüydü acaba uyguladığım, sanırım kaynağını biliyorum; "konuşmuyorum senle" ya da "konuşma benle". bunlardan birisiydi...

sonuçta bana the gathering'i hatırlatan her şeyden uzaklaşmama ve hiçbir zaman bu grubu dinleyecek, o sesi duyacak güce sahip olamamama neden olmuş, içilip söndürülmüş bir sigara misali geçtin üzerimden. bana gerçekleri hatırlatarak, bana neyi istememem gerektiğini -farkında olmadan- da olsa öğreterek.

aralık-03, ankara

loş ışıklar eşliğinde,
o sicak zeminde çırılçıplaksın.
sen ve ben
hafifce öpüşüyor, koklaşıyoruz
ve sen o sırada ağlıyorsun
artık ölebilirim
mutlu bir şekilde

aaron stainthorpe *
...

başlangıca gerek yok bitise doğru gidiyoruz, her şey, her zaman aynı yeni bir gün doğuyor hayat başlıyor kalkıyorsun kahvaltını yapıyorsun evden çıkıyorsun işe okula ya da boş boş sokaklarda sürtmeye.

sanki hayat bir oyun, sende kahraman, birisi başla tuşuna basmış yükleniyor lütfen bekleyin... yazıyor başlangıçta arada sırada durdur tıklanıyor hayatlar da, kaldığın yerden devam etmeyi bekliyorsun, biri seni yönetiyor sanki.

nefes bile alamıyorsun biri izin vermezse, bakamıyorsun geleceğine, hayatın akışına, karanlık bir gece de her gün yok oluşuna , bazen uyanmak istemiyorsun yeni bir güne hep o yatakta o şekilde ayakların duvarda öylece kalmak istiyorsun hiç kımıldamadan.

radyo dan aynı şarkının sesi yükseliyor...

biten aşklarımın ardından ağlayamam ben böyle yas tutamam diyor demet...

düşünüyorsun şimdiki gibi ben ne yazıyorum, ne anlatmaya çalışıyorum diye, hatta bunu kime yazıyorum diye.

bakıyorsun hayata dair bir mesaj..

enteriniz silindi...

sebep..

başlık entry uyumsuzluğu..

entry kesinlikle tanım içermelidir...

olmayan bir tanım...

ocak- 2007 - ankara.
tanım:içinde kalanı dışa vurmak.

Ayların getirdiği yorgunluk ve sensizliğin getirdiği boşluk. Çok alıştın bana ve aslında ben de sana... içimde bir şey sürekli acıyor, sürekli sızlatıyor kalbimi taa derinlerden. Oysa ki ne kadar yanılmışım ilk görüşte. Pişmanlık mı? Biraz var belki, ama asla bir köpek gibi pişman değilim. Yokluğunun getirdiği acı ve mantığımın sana karşı olan sonsuz inadı. Gelmeyecek sırtım yere, düşmeyeceğim, kapaklanmayacağım ayaklarının dibine!

Sevgimi hakettiğini düşünerek verdim sana sonsuz bir biçimde. Ama gördüm ki en ufak bir damlasını bile haketmemişsin...

Yazık! Hem senin için harcadığım her şeye, hem de yaşadığım acıya. Ben acının bu kadar ucuz olabileceğini bilmezdim, sayende öğrendim. Hiç unutulmayacak bir şekilde...

Bir düş gördüm dün gece. içinde senin olduğun ama gerçek hayattan bir farkının olmadığı bir rüyaydı bu. Bana gerçekleri gösteren, gizli kalmış doğruları gün yüzüne çıkartan bir rüya...

Bugün dönmemek üzere kararımı aldım ben. Ne olursa olsun kararımdan vazgeçmemek adına... Kulağımda bir ses çınlıyor. Fırtına... Fırtına!!!

Kaybolup gitmeye mahkumsun o fırtınada. Başka zaman olsa arkandan koşup seni kurtarmaya çabalayacakken, şimdi elimi bile uzatmıyorum tut diye. Baş başa kal diye kaderinle, bırakıyorum seni bile bile...

Seni sevdim belki. Ama yalanlarını asla...

12 aralık 2006 - ankara
moderator arkadasların başlıklardan sonraki enrtylerde tanımlamaya verdikleri önemin bu entryde söz konusu bile olmadığı görülürken sonraki yapılan girilerden tanım kelimesi baz alınarak yazarların keyfi olarak hayat hikayesi anlattığı bir yazım türü.*
kime yazıldığı meçhul olan gerçeklik payıdır, bukledir.*

"mutluysanız mutluyuz felsefesinden yola çıkan" nilüfer turizm gibi bindik sözlüğe gidiyoruz adeta. arkadaki yolcunun ayağı kokuyor. ıkınıyorsun sıkılıyorsun dönüp ipneyi uyarmıyorsun. beş-on dakika böyle geçtikten sonra zaten burnun alışıyor salla diyorsun. ulan eşekoğlueşek niye içine atıyorsun? dön de ki: "kardeşim sok o ayaklarını ayakkabına!" tabii nilüfer turizmin sayın yolcuları aracımız bilgisayar donanımına sahip olduğundan çorapları mümkünse çıkarmayınız. höh be!

mantık çerçevesinden yaklaşırsak diye sözlerime devam etmek istediğimde, şizoid gibi "ne çerçevesi resim mi yapıoyon denyooo" diyor içimdeki ses! evet abi içimdeki ses ben hamileyim tekme bile atıyor futbolcu mu olacak ne? sol frameden 90'a takmak istiyorum olmuyor sayın yolcular kaptanımız ihtiyaç molası verdi çaylar alman üsulü...
ben bu yazıyı yazarken gözlerim doldu çok pis çakallık yapıyorum. nasıl bir duygu durumuysa ben de anlamadım. "kalbim sızlar yüzüm gizler" kardelen şarkısında der teoman. adam kar(ı) bırak renkli rüyalar otelinde delen...neyse girmeyelim zenginin malı züğürdün dalgası muhabetine.

ben bu yazıyı sana yazdım diyebilecek birileri oldu "hilmi tut şu mikrofonu kolum yoruldu". hah! aslında bir sürü sen oldu. artık onlar üçüncü çoğul kişiler. onlar için yazıyorum bu yazıyı. ne zaman şeyimin derdine düştüm, o zamandan beri karşı cinse çok ihtiyacım oldu. entel dantel mi olmadık kız peşinde gollum mu olmadık?! hep benden fazla "o" oldum. niye? niye lan! bok mu var otur oturduğun yerde. attık kendimizi her ortama; ortamın oğlu olduk.
biz diyip duruyorum kendi adıma konuşmalıyım, sizi kattığım için sallamayın...
ne bekliyorsun lan burda dese biri ne cevap verecekesin ha ortamın oğlu! ortam doğurmadı beni de! nasıl geldiysek öyle gidicez lan bu dünyadan. üryan geldik üryan gideceğiz. itirazı ya da katkısı olan varsa konuşsun... olmadı özel mesaj atın bana. ah bir de operatör mesajları var dellendiriyorlar beni ama konumuzla alakası yok!

her şey karı-kızdan mı ibaret ya!!! sağlam dostluklar arkadaşlıklar. heyo yupi! hayat ne güzel kuşlar, böcekler...
ağzına tüküreyim senin scarface! bugün ölsen kaç kişi gelir ha cenaze namazına sorarım! sen iyice puşt oldun! oldun sen piştin artık! yedin bitirdin kendini çiğ çiğ... kim açtıysa başlığı itiraftan çıktık kendime yazı yazıyorum burda adeta. hepimiz benciliz!
bak yine sizi kattım, kendi eşşekliğime sizi dahil ederek çıkar yol arıyorum belki...bilmem...evet evet öyle sanırım...

ben bu yazıyı hepimize yazdım.* sizi sevdiğim için kattım bu sefer. yalancıkta olsa sevdim sizi. veda hutbesi gibi oldu biraz, bir yere gittiğim yok! "bak arkada bir kaç kişi dinlemiyor yazdıklarımı. kendi aranızda konuşmayın lan hayvanlar, indiririm sizi bak en yakın benzinlikte! hasbinallahminivellekil! boşuna mı boğaz patlatıyouz evladım burda. ne gülüyorsunuz kendi aranızda komik bir şey varsa söyleyin bizde gülelim, cıx cıx cıx..."**

hamile değilmişim ya medikoda çok su içtim ekmekle şişiyor midede. tekme falan değilmiş gazmış o az önce çıktı. her şeyimi sizle paylaşıyorum bir bilseniz sizi nasıl seviyorum. iğrençleşebilirim beni böyle kabul edin. "haydaaa hoşgeldin" diyin lan yeni gelmiş gibi oldu bu sefer de. ne boktan bir yazı oldu gibi de, değil gibi de neyse. gözlerim yanmaya başladı, zaten gözlerim bozuk bu fakülte beni bitirdi. mahmut sen geç direksiyona. ben orta kapının oraya gidiyom uyucam galiba.

08/01/2007--Bursa

eklenti buldum onu da yazayım tam olsun edit abi:

iki şehri var gecenin, biri gözümde
tütüyor, birinin dumanı üstünde yağmur
gibi çöken siste, bana bu uykusuz
şehri niye bıraktın, göze alamadığım
bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin,
gece değil istediğin hayli karanlık
bakışlı bir şehrin gözleriyle çarpışmak
hevesindesin! Gözlerini anlıyorum henüz
bağışlayabileceği gözleriyle çarpışmadı kimsenin;
gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır,
ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir,
öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak,
sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak
şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim :
Biri hepimizle gözgöze gibi hala uykusuz,
biri sis içinde kirpiklerine kadar açık,
bu sessizliği kim bıraktıysa, göremiyorum
konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde
Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa, şiir niye ? *
içimden güneş ışığı çekildi artık
tek sen varsın gözlerimin önünde
ama şimdi bir şey var
onların bilmedikleri
öyle ya körüm
göremez gözlerim
yine de oradasın
ruhum duyuyor
karanlıkta bile olsam
oradasın değil mi?
böyle durup dururken, bu sonsuz hiçliğin ortasında bir yazı yazdım sana. bu yazıyı yazdım. sadece senin olsun dedim, sadece sana adansın dedim. kelimeler sadece senin için dizilsin yanyana dedim, dizilmediler. onlar dizilmediler, ama ben yine de sadece seni duydum yazarken, sadece senin harflerinden oluşan ve seni anlatan bir yazı yazdım.

ben bu yazıyı sana yazdım.

hiç beklemediğim bir anda, hiç beklemediğim bir yerden gelip çarptın yüzüme. sessiz, derinden ama sımsıcak baktın ve gelip yerleşiverdin sol yanıma öylece. sarhoşluğum senin yüzündendi artık hep. bir rüya aleminde yaşamam senin yüzündendi. her sabahın inadına güzel başlaması ve her günün inadına dopdolu geçmesi, senin yüzündendi.

sana yazdım ben bu yazıyı.

aşkı bildiğimi sanırdım hep. ya da en azından yaşadığımı. oysa şimdi anladım ki, aşk gözbebeklerine dalıp gitmekmiş. eline ilk dokunduğumda içimin ürpermesiymiş. anladım ki, aşk kelimesine anlam katan tek şey, varlığınmış.

zamanın durduğu yerde, siliyorum tüm bölük pörçük, eksik, yaşanmış sayılan ama yaşanmamış anlarımı. tek seni bırakıyorum hatırımda.

bu yazıyı sana yazdım ben. sadece sana. *
Bazen gülüşünle yüreğimi ısıtıyorsun. Soğuğa, rüzgara karşı sığındığım bir kulübe oldun bazen. Kar altında kalan kalbimin uzaktan gördüğü ama dokunamadığı ışığıydın çoğu sefer. Yüreğimden kalkan kelebeklerin konduğu bir çiçeksin sen. Gecemi gülüşünle gündüze çevirensin. Hüzünlerimi alıp mutluluk sarmaşığına dönüştürüp yüreğime saransın.. Tökezlediğim anda elimi tutansın sanki. Yüreğimle konuşmayı, yüreğimle görmeyi, yüreğimle duymayı sağlayansın. içime akan bir nehirsin sen.
adam olmaz benden...
telefonlarımı açtığımda, telesekreter mesajları yağdı... ikinci telefonu aldım, diğer hattım için... fotoğraf falan çekiyor, bir de video kaydı yapıyormuş, bikaç pikselmiş, iyi diyorlar.. anlarımı ölümsüzleştiriyorum, ölürken...
kapattım kendim gibi telefonlarımı da... gereksizdi... ben aradığım kişiye ulaşamıyorken, başkaları neden ulaşsındı ki aradığı kişiye... başkaları... sanırım dört tanesinin mutlaka ulaşması gereken başkaları... söylemiştim ya sana... gitme, yine piç olurum diye... piçliğimi arıyorlar.. oysa yetim olduğumu bilmiyorlar...
neyse sktir et telefonu... gözlerini aradım bugün zihnimde... konuştuk ya seninle... konuşurken, kapattım gözlerimi, aklıma getirmeye çalıştım... gelmedi...
ama kokun geldi, böyle rüzgarla... sürmeyin dedim lan bu kokuyu, dinlemediler... güldüler... ses etmedim sonra... zaten seninkinin çakmasını almışlar, hemen geçti...

diyorum ya mümkünatı yok, adam olmam ben...
sustum bütün gün... ben sustum.. düşünebiliyor musun benim susmamı... ben de düşünemezdim ama yaptım... ha arada iki çayla, sigara almak için konuştum... yine para üstü yerine sakız verdi gerizekalı karı... sakızcı dükkanı açıcam yakında... şekerleri saklıyorum biliyo musun? hatta hemen gel diye, her ay bir tanesini yiyorum... ama yine yoksun... yine de, seni aklamak için, şeker ekliyorum kutuya... aslında zaman versen ben ona göre şeker koysam... pufff yine şekere kanıyorum çocuk gibi baksana...

inat ve ısrar ediyorum, adam olmuyorum...
oturup hala sana yazı yazıyorum...

çok sorulması üzerine gelen edit: kutuya şeker konulması, hatun kişisiyle ilk görüşmeden sonra cebindeki şekerleri vermiştir. yanıma geleceği günü ise, kutudaki şekerlerin sayısı kadar ay olarak söylemiştir... kutudan şeker yenilmesi ve sonrasında eklenmesi, o konuya yapılan bir göndermedir.
(bkz: ben bu şarkıyı sana yazdım)
(bkz: sana laflar hazırladım)
yine bir hazan sabahı elimde telefonum uyandığımda senin adın ekranda.. sadece ismin hafızamda ve yaşanılan herşey. hiç bitmez dediğimiz aşk da bir anda bitivermiş, yangınım kül olmuş, yaşadıklarım hafızama kilitlenmiş, bedenin bedenime ilişmiş, kokun ruhumu sarmış..
sözlerin.. kulaklarıma o seni seviyorum demen yok mu, hala unutamadım. hala rüyalarımdasın, hep seni yaşıyorum, bu beden seni nasıl unutur diye merak ediyorum. kana kana su içmek gibidir sevgi, yeri geldiğinde doyamazsın, bazende fazla gelir ama asla bunalmazsın..
''seni hala seviyor muyum?'' evet hala seni seviyorum hem de daha fazlası.. yaptıkların içimde nefret kıvılcımlarını değil yeni sevgi tomurcuklarını doğurdu. bir roman var yarım kalmış, adı bile hafızamdan silinmiş, yaprakları sararmış. işte o romandı bizim hayatımız, o romandı içinde bizi yazan, yazdıklarımızı okuyamadan yarım bıraktıran.
hala güzelliğine inat seni seviyorum.. hala nefes alıyorum hayatın acımasız kollarında, ciğerlerime bir nebze sigara aşikar alışkanlıktan, dumanıyla adını yazıyorum..
sevdiğim her insan yok olup gitti, geride kalanlarda beni anlamıyor sende biliyorsun bunu, ellerimi tutarken hiç bırakmamak üzere gözlerinde kaytarmalar var, sanki birşeyleri saklarcasına kaçarlar benden.. bir sevgi bu kadar mı basite indirgenir, bir insan bu kadar mı alçalır o sevgi karşısında..
yavaş yavaş vücudumu zarar veren bir zehir gibi dağıldın bünyeme beni sardın sarmaladın, oysa sen aynı zamanda o beni bu zehirden kurtarabilecek olandın ama ölüm olsa gerke en iyisi bu son olsa..
beni ararsan ben hep aynı kücük odamda kuşlara ekmek ıslatırken, pencerede sigarasını yakmış, arkasında koskoca bir dünya gerçekleri bırakmış bedenimle seni bekliyor olacağım.
gözlerimden dökülen her damla sanadır, her ne kadar uzak olsan da benden bende bilirim ki sen hala benimsin, göz bebeğimsin..
şarkılarda anlatırım seni, içimi yalnız kelimelere dökerim. bir dertliyim artık kulaklarım da şimdiden bir candan erçetin yorumu aynen şunu söylüyor ; yalnızlıkla elbet alışır bedenim , yalnızlıkla belki başa çıkabilirim, çok zor gelse bile yaşar öğrenirim sensizlik benim canımı acıtan...ne güzel söylemiş, keşke herşey ögrenmek kadar kolay, alışmak kadar zor, kaybetmek kadar acı olmasa.. bir sonum ben herşeyini elinden yitirmiş, gözleri hüzün bulutu, karanlıklar içinde gölgesinden ürkenim.. sayende...ardından tekrar çalıyor ve devam ediyor playlistte yine bir candan dinletisi ve her aşk bitermiş bir gün...aynı bunun gibi sormadan gelip kanını emer ve yine hesapsızca terk eder. hakkın olmaz ona soru sormaya, çünkü sen hatalısındır. hep sen, hep sen, hep seven hatalı... hep böyle hıncım, buna isyanım her şeyim buna, dünyanın düzenine.. sana ve sana benzeyenlere..
tek derdim sensiz yaşamamak. ama seninle bir derdim yok. sadece benim derdim bu. "hadi bu sefer" diyebilen bir saf'ım bence. cunku anlamanı istedigim de bir sey kalmıyor bu dert yüzünden. onceden de vardı boyle bir derdim. bir sefer daha oldu. ama bırak ders almak denen seyi bir kenara, daha o yaramı kapatamamısken sana geldim. sigaraya alıstıgımı, hep içtiğim bir sey oldugunu dusunemiyorum artık. her seferinde ne umut kalıyor, ne varolusum, ne ciğerim. sensiz icmemeyi beceremiyorum artık. "kendini kaptırma" dediginde "benim annem öldü" diyen birinin gozu oldu bütün yaşamım. duraksadım bak simdi, biraz once yani, ağlıyorum. gozyaşlarım bu sırada aklıma geliyor, onlara içiyorum her defasında. "tamam acıklama yapmama gerek yok". oyle sıkıyorum ki kendimi, "oldun" sen artık diyorum.

sadece sen de değil bakma sana yazdığıma, insancıklar var, senin göremediğin maalesef, heh tam onlar işte, sıyırmama sebep oldular biraz da. evet umursama dogru düzgün konuşabildildiğimi. her normal davrandığın zaman, iyi insan oluyorsun çünkü. anlaşılmaktı biraz da derdim. "bağlanma", "kendini kaptırma", "biraz zaman" denilen hiç bir yerde olmak istemedim, barınamadım. başka bir yer olsaydı oraya giderdim, seni de sıkmazdım inan bana. ama öyle kalabalıklar var ki, ben de ilk rastladığım sen oldugundan sana geldim. seni farkettiğmden. ve ağlıyorum hala o kalabalıktan gelmediğimi görebilmen için. sen de farket istiyorum. ama, kirlenmek güzeldir diye gözümüzün içine sokuldu bi kere. neyse ya ben boşveremiyorum. sen boşver ama. aklina bişey sokmamak isteyen benim bunu da biliyorsun. siktir et ama, kaptırmayayım kendimi. ona da sen karar ver.
her gece yattığımda rüyamda sana sarıldığımı görmek, her sabah kalktığımda yanımda olacağını, olmasan bile aramış olabileceğini ummak... telefon çaldığında heyecanlanmak, msnde bi konuşma açıldığında sen misin diye merak etmek... bunlara mahkum olmak ne kadar zormuş meğerse.

yaşadığımız yalan zamana rağmen, bunca olan şeye rağmen bugün şu dakika elini uzatsan tutacağım için salağım. her bıraktığın açıkta yüzüne çarptığım gerçekleri ses çıkaramadan kabullendiğin için, bana o fırsatı verdiğin için sen benden daha salaksın. ama galiba ben bi adım öndeyim senden, hala seni düşündüğüm için...

bugüne kadar hislerimi dile getirememiş olsam içim acırdı belki. şimdi merak ediyorum neden hala içimde o acı var diye? sebebi bunlarsa bile bu hissettiklerimi de sana söyleyecek kadar eğilmeyeceğim senin önünde.

peki neden? neden gelemeyeceğimi bildiğin halde kolların açık bana doğru? eğer aşk anlayışın bana acı çektirmekse ben ne yapabilirim ki? zaten her dakika çektiğim acıyla biraz daha şiddetlendiriyorum demek her şeyi...

ben her dakika senin yüzünü hayal ederken arkada şu anda çalan parça benle dalga geçiyor resmen:

oh you look so beautiful tonight
in the city of blinding lights...

26 ocak 2007 - ankara
tanım: cesaret işidir belki de...

--spoiler--
bitmemesi için edilen duaların çok olduğu günlerdi. hayatın su içmek kadar sıradanlaştığı, aşkın ise ortalıkta dolaşan üç beş anıya teslim olduğu zamanlar. yine sebepsiz kuruntular çıkarıp, yine onlara inandığım ve sevmelerin az olduğu zamanlar...

bütün cümleler istila edilmişti ve kelimelerin kısa yazılışları aklıma geliyordu, uzun cümleler kurmamak için... geri gelmeyecek günlerimin gelecek günlerim için karar verme tasarrufundaydım. sanki bu aşk yaşamın eş anlamlısı ve ikinci bir kelime yok bunu açıklamaya. sözlüklerde sadece iki kelime var. aşk eşittir yaşam. acaba yaşam mı bu sonsuz karanlıklarda hayatımı felç eden, yoksa aşk mı yaşamdaki bütün felçlikleri meydana getiren? beynimin kıvrımlarında cevap merkezi ararken bütün bu sorulara, ben yine aşkın "ya sen ya ölüm" anlarındaydım...

ve birgün çıkıp gittin hiç girmediğin yaşantımın tam ortasından... gitmenle kayboldu gözlerimdeki ışık ve hücrelerimdeki yaşama sevinci. bütün hastalık sendromları üstümde benimle alay edercesine yer kapma savaşı verirken, bense sırf sana inat, hatta sırf bana inat aşkı bırakmadım. belki de ben sana değil, sana duyduğum aşka aşıktım. ya da çöl rüzgarlarına. saçlarını; hiç dokunamadığım saçlarını tarayıp bıraktığı için... güneşe belki de, tenine dokunduğu için...

o kadar aşık olmama rağmen beni istemediğin için sen hariç her şeye aşık olacağım neredeyse. paranoyak belirtiler gösterdiğim söylenebilir. ya da tipik bir şizofreni... seni seviyorum! hayır! seni değil galiba. rüzgarları, güneşi, arkadaşlarımı, sen hariç her şeyi seviyorum. sana olan korkumdan değil, aşktan da korkmuyorum aslında. (korku da nereden çıktı) hiçbir şeyden korkmuyormuşum. o zaman sorun ne? hiçbir şey. iyi o halde sana aşığım...

sersem bahar yağmura tutarken yaz'larımı,
aşklarsa ütopik gelmektedir zaten
giyinmiştim en kalın yalnızlığımı...
gözlerimi kapadığımda gözlerin karşımda,
hasretin kancası boğazımda,
çeksen öleceğim,
çekmesen ölüyorum...

(şizofren*, ankara-önemsiz)

--spoiler--
ben bu yaziyi sana yazdim

ben bu yazıyı sana yazdım... (belkide yazmak zorundaydım)

siyah beyaz film afişleri kadar nostaljik, akla geldiğinde burnumun direğini sızlatacak kadar güzel günlerdi. hayatın devrik cümlelerin de gizli öznemdin sen, umut ikliminde ki harflerim, ter kokan yastığmıda ki gül bahçesiydin. hayat; tost yapılmak için kaderini bekleyen bayat ekmek kıvamında geçerken, günler dönerken seyr-ü seferden,ki seyr-ü sefer sözcüğünün burda geçmesi sadece kelimeyi sevdiğimden...

fırtına öncesi sessizlik değil de, fırtına sonrası sessizlik bıraktın üzerime. yaşadığımız o en güzel, en fırtınalı, en şehvetli günlerin sessizliğini. öyle güzeldin ki eftelya, bakmak içimi burkardı, bu güzelliği hak etmiyorum derdim hep kendi kendime, seni her öptüğümde, her sarıldığım da, her dokunduğum da, şükrederdim yaradana, bahşettiği bu mutluluk için...
her cuma vakti senle bir ömür için kaldırdım ellerimi semaya, onu bana çok görme, onu benden alma diye yalvardım allaha. kabul edeceğini düşünsemde, olmadı ayrıldık, acımadan çekip gidebildin başka kollara eftelya...

hayatım orta yerinden ket yemişti, bakar ama görmez, konuşur ama anlatamaz olmuştum. göğsümde sürekli bilinmedik bir kasılmayla dolaşıyordum, her çalan telefona sen diye koşmam, her gelen mesajı ''acaba o mu?'' diye okumam ayrı bir çentik atıyordu ruhuma. gamsız kedersiz görünen ben, yıkılmanın arefesinde, intiharın şerefesinde sürünmekteydim.
prozac yaşam destek ünitem, insolin gece vardiyam, passiflora yoldaşım olmuştu, göçmüştüm, ayakta duramıyor, yemiyor içmiyor, sürekli kusuyordum...o kadar derinlere işlemişti ki aşkın, ta hücrelerimin bile en ücra köşelerine kadar, gidişin metabolizmamı dahi bozmuştu... iliklerine kadar sevmek böyle bir şeydi eftelya.

son bir konuşma istemiştim sadece senden. kuşluk vakti, en güzel sonbaharların başkenti ankaradan, tüm ailemi karşıma almak pahasına, senin için yollara düşmüştüm. bursanın ufak tefek taşlarına takıla takıla gelmiştim ayağına kadar. şerefimi, gururumu, herşeyimi o otobüsün tekerinin altına atıp gelmiştim...belki bir umutla, geri dönersin diye değil son bir kez yüzünü görürürüm hevesiyle çalmıştım kapını. ama açılmasıyla beraber aynı anda suratıma çarpan o kapı, adeta altın kemerini kaybedip knockout olan bir boksörün yediği son kroşe kadar ağırdı ve sen beni kapından kovduğun da, ölmek benim için dünyanın en kolay işi oluvermişti... göğsümde ki kasılma artık kriz boyutuna çıkmış oracıkta yığılıp kalmıştım. sonrasın da gözümü bir sandelyenin üzerinde açtım...gerisi tuzlu ayran, kolonya muhabbetleri falandı işte. zaten duyduğun da çokta önemsememişsin, ''öyle mi'' verdiğin en büyük tepki olmuş yazık...

hava griydi ve son derece kasvetli, bitmiş bir adamın adımları ile ritim tutyordu rüzgar, en baba aşk filminden bile daha hüzünlüydü hikayem...hani yazsam roman olur derler ya, işte aynen öyle...
artık anlamıştım, sen beni sevmemiştin asla, emeğime, fedakarlığıma saygın olmamıştı hiç. oysa ki ben; denize düşmüş bir gül gibi, düşmüştüm senin için ateşe, ben yangınını sevmiştim eftelya...artık ne önemi vardı ki, içimdeki tüm sevmeye dair olan herşeyi, iyi niyeti, şefkati, sıcaklığı kısaca tüm manevi servetimi de kendinle beraber alıp gitmiştin. annesini kaybeden bir kedi yavrusu kadar savunmasız, korkak ve güvensizdim insanlara karşı artık...yani dünyada ki herkes için herhangi biriydin ama herhangi birinin dünyasını değiştirdin be eftelya...

cuma namazların da ettiğim tüm dualar kadar beddua ediyorum şimdi arkandan, ama allah belanı versin diyerek değil, allah aynı acıyı sana da yaşatsın diye. çünkü sebepsiz akan hiçbir damla gözyaşı yerde kalmazmış eftelya...

sebepsiz akan tüm gözyaşlarım adına, son bir kez yüzüne söyleyemediğim düğümlü sözcüklerim adına, sana bu satırlardan elvada eftelya, elveda... * *
uzanip sessizce geceye fisildasam
nerdeyim ben soyle
baksa gozlerimin icine
yildizlarini gorse
ay utanip gozbebeklerimden cekilse
kirpiklerimde kalsa yakamozlar
sesimde hircin dalgalar patlasa
omuzlarimdan yuvarlanip suya dusse taslarim
kimbilir
belki bu gece seni anarim
kimbilir
belki bir kadehte kendimi de seni de bogarim
kimbilir
belki kanima umdugundan da cabuk karisir anilarim
bir yudum almadan yoklugun yakar bogazimi

sabah olsa ben gozumu kirpmadan
gunese sorsam
nereye gideyim
isiklari yolumu cizse
gozlerim kamassa goremesem
sicakligin gozyaslarimi geri puskurtse
genzime dolsa serinligin
kimbilir
belki seni de kendimi de daha cok severim

gokkusagina rastlasam bilinmeze yolculugumda
altindan izin almadan gecsem bulsam duslerimi
hayallerim utanmayip kosup boynuma atlasalar
anilarim yaralarini sarsa
biri bir yudum seni verse
al susuzlugunu gider diye
kimbilir
belki uzanamam sen dolu kadehe
ellerim titrer agzima gotururken
dokulursun aniden yere
dudaklarim yine col ikliminde
yuregimle birlikte kum firtinasinin tam orta yerinde
ruzgarlara fisildasam adimi
getirseler sana
animsasan
yuzunde belli belirsiz bir gulumseme
fonda ortacgil "basit" dese..
bu muydu aşk dedikleri şey, acı çekmek mi, sabahlara kadar ağladığın duyulması diye başını yastığına gömüp nefes alamamak mı, ölümü tek çare görmek mi...

ama öyle değildi filmlerde, öyle değildi... kandırdılar beni, yalan söylediler. küçücük bir çocukken pamuk prensesle yakışıklı prensin aşkına inanmamış mıydım ben? nerdesin adamım, neden gittin bir veda bile etmeden, neden gittin arkanda beni gözü yaşlı bırakıp...

daha 16 yaşındaydım ben, gözünü açtım seni gördüm, sana inandım. o kadar inandım ki altı yılımı verdim sana, altı koca yıl... neler gördük, neler geçirdik biz seninle, ne vadireler atlattık, sonuna kadar dedik, çocuklarımıza isimler seçtik, evimizin duvarları ne renk olsun diye tatlı kavgalar ettik... ne çok sevdik birbirimizi, ya da ben öyle sandım.

her şey iyi güzel de, bir şey soramadım ya sana çok içimde kaldı, ben bir vedayı hak etmedim mi? hadi benden geçtim, beraber geçirdiğimiz altı yıl hak etmedi mi o vedayı. her şeyim derdin bana, gözleri yeşillim derdin, peki o çok sevdiğin gözlerim de mi hak etmedi vedayı...

yanlış tanımışım ben seni, benim adamım olamaz bu diyorum kendime aylardır, hayal görmüşüm ben diyorum, altı senemi onunla geçirmedim ben diyorum, uğruna 3 gün komada kaldığımı bile bile arayıp sormayan adamı sevmedim ben diyorum. sen yoksun artık, gittin, bittin, arkanda gözü yaşlı bir angelina bıraktın, ahını aldın onun...

seninle geçirdiğim her ana şimdi yüz bin defa lanet ediyorum, sana verdiklerim, uğruna göze aldıklarım için kendimden nefret ediyorum, senin adaşlarından, beraber her yerini gezdiğimiz bu şehirden, adının ilk harfi olan omzumdaki dövmeden, seninle tanıştığım o deniz kıyısından, senin izini taşıyan her şeyden tiksiniyorum ve artık allah'ıma tek dua'm seni bir daha karşıma çıkarmasın...
(bkz: sevgilim bunu okuyorsan seni çok seviyorum)
ben sen diye yazdığımda buraya.. o nun sen olduğunu mu düşünüyorsun..
umarsız dalıyor gözlerim karşı tepeden
yerine bir başka şehir ışıldıyor
nasılda arıyor ellerim kör ve dilsiz
yerine bir başka koku sinmiş sanki
kalbim seni soruyor, eski günleri arıyor
bu ağlayan deniz benim değil

hani nerede, hani gülüşün?
hani nerede, neredesin göz bebeğim?
hiç beceremedim. Öyle ki halim, acıklı görünür ben anlatırsam. Halbuki en fazla bir "de" halidir. "dahi" olabilecek kadar uzak yazamadım ki hiç. Olsa olsa bir "de" halidir. Tamam tamam bakma öyle, kabul, "bende bir hal var: bende bir hal".