bugün

Şu sıralar (bkz: toplu halisünasyon) isimli kitabını okuduğum, amerikan beat kuşağının en ünlü şairi. Her ne kadar bir şair olsada, bu kitapta hayatı boyunca yazmış olduğu ve fikirlerini belirttiği araştırma yazıları, düzyazılar, makaleler bulunmaktadır. Özellikle çiçek kuşağı, vietnam savaşının getirdiği sorgulama ortamı içerisindeki abd halkının panoramasını çok iyi irdelemiş bir adamdır. uzun yıllar amerikan yazarlar birliğinin başkanlığını yapmış, dönemin abd hükümetlerine karşı çok sert duruşlar sergilemiş, yeri gelmiş evinin bodrum katında saklanmış, yeri gelmiş dünyanın öbür ucuna, çin' e ders vermeye gitmiştir. ilginç bir adamdır vesselam.

Ayrıca kendisi eşcinseldir. Yine beat kuşağının önemli yazarlarından peter orlovsky' yle ölümüne dek süren bir beraberliği olmuştur.
Kaliforniya'da Bir Süpermarket

Seninle ilgili neler geçiyor aklımdan, Walt Whitman,
başağrısıyla yürürken kenar mahallerde ağaçların altından,
ürkekçe seyrederek dolunayı.
Açgözlü bitkinliğimle satın alacak imgeler aranırken neon
meyve süpermarketine uğradım, senin siparişlerini düşleyerek!
Şu şeftalilere bir bak ya da şu alacakaranlıklar! Aileler tam
takım alışverişte: Koridorlar, kocalarla dolup taşıyor! Avakadoların
içinde kadınlar, domateslerin içinde bebekleri! ya sen, Garcia Lorca,
senin ne işin vardı karpuzların orada!

Gördüm seni, Walt Whitman, çocuksuz, yalnız, koca obur, dolaptaki
etlerin arasında dolanırken ve dikizlerken tezgahtar çocukları.
işittim seni birşeyler sorarken: Kim katletti bu domuz pirzolalarını?
Muzlar kaça? Sen, Meleğim misin benim?
izleyerek seni dolandım parlak konserve
yığınları arasında
ve dükkan dedektifi takip etti hayalimde.
Beraberce adımladık koridorları bu ıssız düşümüzde,
enginarları tadarak, dondurulmuş lezzetlerin her birinden aşırıp
kasaya hiç uğramadan.

Nereye gidiyoruz, Walt Whitman? Bir saate kalmadan kapanacak
kapılar. Sakalın hangi yönünü gösteriyor gece?
(Dokunuyorum kitabına ve süpermarket serüvenimizi düşlüyorum,
bir garip hissediyorum kendimi.)
Issız sokaklarda mı yürüyeceğiz bütün gece? Gölgeler gölgeler
ekliyor ağaçlar, tek ışık yok evlerde, bir başımıza kalacağız ikimiz de.
Mavi arabalar geçerken yanımızdan sesiz klübelerimize doğru yol
alacak mıyız dersin, yitik sevgi Amerikasını düşleyerek?
Ah, sevgili atam benim, kır sakallı, aylnız ve yaşlı cesaret hocası,
nasıl bir yerdi senin Amerikan, küreklere asılıp terk ettiğinde
buraları Charon ve sen dumanlar içindeki sahile çıkıp izlediğinde
geminin kayboluşunu karanlık sularında Lethe'nin?
hakkında söylenecek çok şey olan, howl adındaki yeraltı edebiyatının manifestosu olan şiiri okuduğumda kendimden geçtiğim, böyle birşey nasıl olabilir, nasıl yarattın sen bunu diye söylendiğim, büyümemi sağlayan insan. çok şey borçluyum sana Ginsberg. ayrıca Can Babayla Kumkapı'da rakıya yürümüşlüğüde vardır.
FBI kayıtları tutulamaz hale gelmiştir. ''üst üste konulduğunda 3 metreyi buluyorlar'' demiştir kendisi. fbı onu ''bölücü'' listesine almış, duygusal karmaşa yaşayan, irrasyonel yıkıcı olarak fişlemiştir. reagan döneminde hazırlanan ''uygunsuzlar'' , nixon tarafından belirlenen ''düşmanlar'' listesinde ''şereftir'' diyerek yerini almıştır.

kasım 1966

kali'yi sikiyim
bütün hindu tanrıçalarını sikiyim
çünkü hepsi orospu
[sikmeyi seviyorum]
tüm hindu tanrıçaları
orospudur
anne kali'yi sikiyim
meryem bir fahişe değildi çünkü
bakireydi
hristiyanlar
hindular gibi
tapınmazlar orospulara
anne kali'yi sikiyim
hindu tanrıçalarını sikiyim
çünkü hepsi orospu
hindu tanrıçalarını sikmeyi seviyorum

dawlish punklarına

elektrikli saçlarının altın rengi blake'in mutlu gün'ünün oğlanı denli güzel
endüstriyel haça gerilmek adına kalkıyor kollarımız
üretim hattında haftada 45 pounda
ve 15'i de gitti mi vergiye işte o zaman thatcher'in nükleer amı şişer
gücünüzü zamanınızı para ve gururunuzu sömürür demir leydi
radyo aktif kusmuklarına bular otlaklarınızı
dudaklarınız kıpırdıyor: ''burjuvaya karşı!'' diyorsunuz
o güzelim züppe giysilerinizle amatör gruplarınızın müziğinde poga yapıyorsunuz
paranın kurduğu düzene karşı
iş yerindeki o esaretin sonrasında
burunlarınıza gümüşler kulaklarınıza altın küpeler takıp
plymouth treninde konuşuyorsunuz profesörle
soruyor o size durmadan ''medyada söylendiği gibi çürüyor mu beyniniz gerçekten ot çekip durmaktan'' diye
lanetlenmiş trajik çocuklar, sallıyorlar cornwall coastlin'daki demir bir vagonu
açık olsun dans eden devriminizin yolu!
oxford'un yeniyetmeleri kadar en az, güzel bedenleriniz
öfkeniz daha gerçek cambridge'in zengin piçlerinden
ağzınızda daha fazla küfür ve dudaklarınızda daha çok istek var
eton'un çay yudumlayıp tıkınırken fısıldaşaduran sözde dahilerinden
ki: notalarınızı dizginlemek, sizi verginin zincirine vurmak isteyen,
dilinizi ıslah adına çalışıp duranlardır bunlar.
can yücel için şiir yazmışlığı varmış. tesadüfen denk geldim.

CAN YÜCEL

Aynalar insan değil

Aynalar insan

Hem de ikisi

Hem insan hem ayna

ister manhattan'ın doğu yakasında

ister boğaz şehrinin Kumkapı'sında

Herkes yalanları söyler

Doğruları söyleyerek

Yeni rakı masasındaki sarhoş ağızlar bile



Allen Ginsberg

19.6.1990



Türkçesi: Can Yücel

Kaynak: Can Yücel - Gece Vardiyası / Papirüs Yayınları 1991
"amerika sana her şeyimi verdim ve şimdi bir hiçim." sözlerinin sahibidir.
beatin önemli temsilcilerinden, şair, müptezel ve savaş karşıtı. yazdığı uluma beat kuşağının manifestosu kabul edilirken. amerika isimli şiirinin yeri başkadır.
Carl Solomon
için
I
gördüm kuşağımın en iyi beyinlerinin çılgınlıkla yıkıldığını, histerik çıplaklıkla
açlıktan geberdiğini,
zenci sokakların şafağında gördüm onları bozuk kafalarıyla mal ararken,
gecenin makinesinde yıldızlı dinamo ile eski cennetsel bağ için yanıp tutuşan
melek kafalı hipsterler,
yoksulluk ve paçavralar ve sahte gözlerle şehirlerin üstünde yüzen sıcak suyu
olmayan ucuz odaların doğa üstü karanlığında yükseğe doğrulup sigara içerken
jazzı seyredenler,
Yaradan’ın cennetinde zihinleri apaçık olanlar aydınlatılmış ucuz çatı katlarında
ve yeraltlarında Muhammed’in dolaşaduran meleklerini görenler,
Arkansas ve Blake-ışığı trajedisi arasından parlak ifadesiz halüsinatif gözlerle
bilgi savaşının üniversitelerinden geçip gidenler,
akademilerden delilik ve ahlaksızlığa düzdükleri methiyeleri kafatası üzerindeki
pencerelerde yayınladıkları için tekmeyi yiyenler,
parasını çöp sepetlerinde yakarak ve dehşeti duvardan dinleyerek tıraşsız
odalarda don gömlek sinenler,
apış arasındaki marihuanayla Laredo’dan dönerken New York’da içeri tıkılanlar,
ucuz otellerde ateş yiyenler ya da Paradise Alley’de terebentin içenler, ölüm, ya
da geceden geceye gövdelerini arafta bırakanlar,
düşlerle, ve uyuşturucularla, uyandıran kabuslarla, alkol ve sik ve sonsuz
taşaklarla,
ürperen bulutların emsalsiz kör sokakları ve Canada ve Paterson’un kutuplarına
doğru sıçrayan aradaki zamanın hareketsiz dünyasını aydınlatan aklın şimşeği,
geçitlerin peyote dayanışması, arkabahçe, yeşil, ağaç, mezarlık sabahları, çatı
katlarında şarap kafası, kafaları iyi olduğu esnada çıktıkları zevk gezilerinde
mahallelerin dükkanlarının vitrinlerinde trafik ışıkları gibi yanıp sönen neonlar,
güneş ve ay Brooklyn’in sert kışının alacakaranlığındaki ağacın titremesi, esrar
külünün laneti ve aklın yüce ışığı,
hayvanat bahçesi ışığının iç karartıcı parlaklığında boğazları paramparça ve
kasvetli beyinleri örselenmiş,
benzedrine boğulmuş halde rayların ve çocuk seslerinin gürültüsü arasında
titreyerek
Battery’den Bronx’a sonsuz bir gidiş için kendilerini yeraltında zincirleyenler,
gece boyunca Bickford’da loş ışığın altında dibe vurmuşçasına gömülüp
kalanlar ve dışarı çıkanlar ve gün ortasında ıssız Fugazzi’de bayat bira içerek
otomatik plak çalarda çatırtıları dinlemeye mahkum olanlar,
yetmiş saat durmaksızın konuşarak, parktan mekana, mekandan bara, bardan
Bellevue’ye Belleuve’den müzeye, müzeden Brooklyn Köprüsüne
ayın ötesinde/ki Empire State’in pencere pervazlarından sarkan yangın
çıkışından atlayan platonik belagatçilerin yitik bölüğü,
olayları ve anıları ve anekdotları ve görme zevkini ve hastane şoklarını ve
cezaevlerini ve savaşları bağırıp çağırıp fısıldayıp kusarak konuşanlar,
yedi gün yedi gece harap olmuş anımsamalarıyla parıldayan gözlerle
kaldırımların üzerini örten mağlup sinagog eti,
artlarında Atlantic City Hall’ün belirsiz resminin kartpostalını iz bırakıp
Zen New Jersey’i terk ederek hiçbir yere doğru gözden yitenler,
kederli Doğunun sıkıntı veren terlemesiyle Tanca’nın kemik gıcırdatanları,
Çin’in migreninden mustarip, iç karartan döşemesiyle Newark’ın boktan bir
odasında esrarın etkisiyle pelte-k-leşenler,
geceyarısı demiryolu boyunca oradan oraya amaçsızca gidip gelen yurtsuzlar,
hiç kalp kırmadan çekip gidenler, gece, yükvagonlarında yükvagonlarında
yükvagonlarında sigaralarını yakanlar,
eroin için para sızdırmaya çalışarak dalavereyle, yalnızlık hissi veren
çiftliklerinden geçenler büyükbabanın,
Kansas’ta kozmosun tinlerinde vızıldayıp ayaklarına değin titrediklerini
hissettiklerinde Plotinus Poe St. John üzerine kafa yorup haç çıkarıp telepati,
bop ve kabala ile uğraşanlar,
Idoha sokaklarından birbaşına geçip giderek düşsel Kızılderili meleklerle düşsel
Kızılderili melekleri arayanlar,
parıldadığında Baltimor çılgına dönüp doğaüstü esrimeye dalanlar,
etkisiyle kış gecesinin ortasında sokak ışığının küçükkent yağmurunun
Oklahoma’nın Çin göçmeni herifleriyle limuzinlerde takılanlar,
Houston’da aylak ve aç cansıkıntısıyla yalnızlığın jazz seks ya da çorba için
takılanlar
Amerika ve Sonsuzluk hakkında tartışmak için parlak ispanyolların peşinden
gidip,
Afrika’ya giden bir gemiye çaresiz kapağı atanlar,
artlarınca Chicago’nun mekanlarında yakılmış şiirlerin külünden lav işçi
tulumlarının gölgesi ve döküntülerden başka hiçbir şey bırakmayarak Mexico
volkanlarında gözden yitenler,
Batı Kıyısı’nda F.B.I’ı soruşturarak sakallı ve kısa pantolonlu büyük barışçıl
gözleri ve cinsellik kokan koyu derileriyle hatların ötesinde bildiri dağıtıp
yeniden ortaya çıkanlar,
cigaralarını üstlerinde söndürerek Kapitalizmin ot tezgâhını protesto edenler,
Staten Island feribotu bastırdığında korkunç sesini Wall’un ve bastırdığında Los
Alamos’un korkunç seslerini feryat ederek çırılçıplak soyunarak Union
Meydanı’nda kıyakkomünist bildiriler dağıtanlar,
beyaz okullarında yerleşmiş çetelerin doğrulttukları makineler karşısında çıplak
ve titrek ağlayarak yere yığılanlar,
düzüşmeksizin haykırarak sevişmekten, “zıkkım”lanmaktan ve oğlancılıktan
başka hiçbir şey yapmadıkları için bir suçu olmayıp polisaraçlarında mest olmuş
halde enselerinde dedektifler bitenler,
metroda dizlerine vurarak uğuldayanlar ve elyazmalarına bir göz atıp siklerini
pantolonları üstünden sıvazladıkları için uzayıp gitmesi istenenler,
bi işleri olmadığından azizimsi motorculara götlerini siktirip zevk çığlığı atanlar,
meleksi insanlıklarıyla uçanlar ve uçuranlar, Atlantik ve Karayip aşklarını
okşayan denizciler,
gülbahçelerinde, halk parklarının çimlerinde ve mezarlıklarda önüne gelen
herkese özgürce spermlerini attırarak sabah akşam otuzbir çekenler,
durmaksızın hıçkırarak tükenenler, kıkırdayıp coşarken sarışın & çıplak bir
melek artlarında belirdiğinde deşmek için onları palasıyla, bir Türk Hamamının
odasında mahvolanlar,
aşkoğlanlarını kaderin şirret üç ihtiyar kaşarına, heteroseksüel doların tek gözlü
kaşarına, dölyatağından göz kırpan ve kıçını kırıp oturmaktan,
dokuma tezgâhındaki aydınlanmış altın sarısı ipleri kırpmaktan başka bir şey
yapmayan tek gözlü kaşara kaptıranlar,
doyumsuzca ve esriyerek çiftleşenler bir bira şişesiyle bir sevgiliyle bir sigara
paketiyle bir mumla ve yataktan düşenler,
ve zemin boyunca yuvarlanıp salonu sürüklenerek devam edip duvarın dibine
yaslanarak son amcık vizyonuyla nihayetinde kendinden geçenler ve bilincin
son attırımından sıyrılarak gelenler,
günbatımında milyonlarca kızın amcıklarını akıtanlar ve sabah yeri gözleri
kıpkırmızı olsa da gündoğumunun deliğini de sulandırmaya hazır olanlar,
ahırlarda götleri alevlenenler ve göllerde çıplak olanlar,
sayısız çalıntı gecearabasıyla Colorado’da bir boydan bir boya orospulukla hayat
sürenler,
N.C, bu şiirin gizil kahramanları, yarakadam, Denver’ın Adonis’i, yemek vakti
arkabahçede sayısız kıza döşeyerek akıtanlar, sinemanın arka koltuklarında
takanlar, sarsakça yan yana dizilenler, dağların tepelerinde mağaralarda bildik;
sıska garson kızlarla ıssız yol kenarlarında oynaşanlar- elbiselerini yukarı
sıyırarak & bilhassa kıyı benzin istasyonları tuvaletlerinde “tekbencilik”
yapanlar & memleketin çokça ıssız yollarında; solgun demode büyük leş
sinemalarında, düşlerini değişenler, ansızın Manhattan’da uyananlar ve
kendilerini bodrum katlarından dışarı atarak, kalpsiz Macar şarabının
tüketmişliği ve 3. caddenin demir düşlerinin dehşetiyle işsizlik maaşlarını almak
adına, büroya dek tökezleyerek yürüyenler,
Tüm bir gece boyunca karla kaplı iskelelerde kan dolmuş ayakkabılarıyla
yürüyüp, East River’da arzu dolu esrar odalarının kapılarında açılması için
bekleşenler,
Hudson kanyonunun dik kayalıklarına kurulu evlerinde ayın savaş zamanı
ışığına benzeyen projektörün mavi ışığında büyük intihar dramaları yaratanlar &
başlarında defne taçlarıyla unutulacak olanlar,
Düşlerinde kuzugüveci yiyenler ya da Bowery nehrinin çamurlu sularında
yengeç lüpletenler,
sarma kâğıdı ve kötü müzikle mal satıcılarının arabalarında sokakların
romansına ağlayanlar,
Bir köşede oturup köprü altının karanlığında nefes alanlar, tavanaralarında
klavsenle orgazm olanlar,
Teolojinin turuncu sandığıyla tüberkülozlu bir göğün altında alevlerle taçlanmış
Harlem’de altıncı katta öksürüğe boğulanlar,
Gece boyunca sihirli sözlerle esriyip sallanıp yuvarlanarak bir şeyler
karalayanlar, tan ağarmasının sarılığında anlamsızlığın şiirini yazdıklarını
görenler,
Salt bitkisel bir krallık düşleyip de çürümüş hayvanlar ciğer yahnisi yürek paça
pancar çorbası ve Meksika pizzası pişirenler,
bir yumurta peşinden et kamyonlarının altına dalanlar,
saatlarını çatılardan fırlatarak zaman dışı sonsuzluğu seçenler & sonraki on yıl
boyunca her gün çalar saat sesine uyananlar,
art arda en az üç defa bileklerini kesip de başarılı olamayan ve vazgeçip
mecburen içinde yaşlanıp mızmızlanacakları bir antikacı dükkânı açanlar,
kurşuni dizelerin patlamaları & cepleri dolmuş modacıların kafa ütüleyen
safsataları & reklamcılığın ibnelerinin nitrogliserin çığlıkları & zeki editörlerin
fesatlığının zehirli gazında Madison Avenue’da uyduruk elbiseleri içinde
yanarak tükenenler, ya da Mutlak Gerçek’in taksicilerinin sarhoşlukla çarpıp
yere devirdikleri,
Brooklyn Bridge’den atlayanlar, bu gerçekten oldu ve yitik adımlarla
yürüyenler Çin mahallesinin büyüsünde ruhları kendinden geçenler
yol boyu çorba & yangın kamyonları, beleş bira yok,
umutsuzluk içinde pencerelerden dışarı country söyleyenler, metro kapılarından
fırlayanlar, pislik Passaic durağında atlayanlar, zencilerin üzerine atılanlar, tüm
sokak boyu ağlayanlar, yalınayak şarapkadehi kırıkları üzerinde dans edenler,
1930′ların Avrupasının nostaljik tükenmiş Alman jazz fonograf kayıtlarını
paramparça edenler, viskiyi tüketip inleyerek ıstırap içinde iğrenç tuvaletlerde
çıkaranlar, kulaklarında inlemeler ve uğultusu devasa buhar kazanlarının.
geçmişin seyahatlerinin otoyollarından aşağı uçar gibi birbirlerini Golgotha’ya
taşırcasına yol alanlar hapis-yalnız uyanık veya Birming- ham jazzın vücut
buluşu,
sonsuzluğu bulmak için benim bir vizyonum ya da senin bir vizyonun ya da
onun bir vizyonu var mı diyerek tüm ülkeyi arabayla yetmişiki saatte katedenler,
Denver’a yola çıkanlar, Denver’da ölenler, Denver’a geri dönenler & boşyere
bekleyenler, Denver’ı bekleyenler & kuluçkaya yatanlar & Denver’da yalnız
kalanlar ve sonunda Zamanı keşfetmek için uzayıp gidenler & şimdi Denver bu
kahramanları için yalnızlıktan sıkkın,
Ruh bir saniyeliğine de olsa saçlarını halelendirene dek ışığıyla umutsuzca
katedrallerde dizleri üzerine çökerek birbirlerinin kurtuluşu ışık ve sineler için
yakaranlar,
parçalanmış zihinleriyle altın gibi kafaları yüreklerinde gerçeğin tılsımı
cezaevinde imkansız suçlar için beklerken Alcatraz’a tatlı blueslar düzenler,
bir alışkanlığı yetiştirmek için Mexico’ya ya da Rocky Dağlarına Buddha’yı
yumuşatmaya ya da oğlanlar için Tanca’ya ya da kara lokomotif için Güney
Pasifik Hattı’na ya da Narkissos için Harvard’a mezarlıktaki papatya öbekleri
için Woodlawn’a çekilenler,
radyoyu hipnotizmayla suçlayarak akılsağlığı davası açılmasını talep edenler
ama delilikleriyle elleriyle kararları askıda bırakan bir jüriyle kalakalanlar,
New York Şehir Kolejinde Dadaizm sunumu yapanların üzerine patates salatası
atanlar ardından tıraşlı kafalarıyla ve intiharın soytarı söyleviyle akılhastanesinin
granit basamaklarında lobotomiye kuvvetle istek duyanlar,
ve bunun yerine kendilerine insülin ve Metrazol şok terapisi elektrikli su terapisi
psikoterapi meşguliyet terapisi masa tenisi & hafıza kaybının somut boşluğu
sunulanlar,
katatoni içinde kısasüreliğine duralarken şakası olmayan bir karşıkoyuşla
yalnızca sembolik bir pinpon masasını devirenler,
yıllar sonra kandan peruklarını saymazsak geriye kel dönenler, Doğunun
kaçıkkent koğuşlarında salt delirmişlerde zuhur eden kötü kader esriklik
içerisinde parmakla(n)mak,
Pilgrim State’in Rockland’in ve Greystone’un kokuşmuş koridorları, ruhlarının
gölgeleriyle ağızdalaşına girenler, geceyarısı aşkın topraklarında-dolmen setleri
üzerinde- bir başına sallanıp yuvarlanarak, yaşam düşü bir kabus, vücutları ay
denli ağır taşa dönenler,
nihayetinde anayla******, ve ucuz apartman dairesinin penceresinden
fırlatılmış son fantastik kitap, ve sabahın 4ünde kapatılmış son kapı, ve cevaben
şiddetle duvara çarpılmış son telefon, ve zihinsel mobilyası son parçasına dek
boşaltılmış son döşeli oda, gömme dolapta tel askıya iliştirilmiş kağıttan sarı bir
gül, ve bu düşsel bile olsa, hiçbir şey ama küçük umut dolu bir sanrı işteah,
Carl, sen güvende değilken ben de güvende değilim, ve şimdi sen gerçekten
zamanın tüm pisliğinin içindesinve
bundan dolayı buz tutmuş sokaklar boyunca koşanlar, elips katalog metre
titreşen düzlem kullanımının simyasındaki ani parıldamaya takıntılı,
hayal kurup bitiştirilmiş imgeler boyunca zaman ve uzayda somutlaştırılmış
geçitler açanlar ve 2 görsel imge arasında ruhun başmeleğini kapana kıstıranlar
ve doğadaki elementlerin özlerini birleştirip Pater Omnipotens Aeterne
Deus’nun heyecanıyla coşup bir sıçrayışta bilincin ismini koyup çizgisini
belirleyenler,
yoksul beşeri nesrin ölçü ve söz dizinini yeniden yaratmak için ruhlarında
kafalarındaki çıplak ve sonsuz düşünüşün ritmini uyumlu kılacak ikrarı
reddederek huzurumuzda dilleri tutulmuş ve zeki ve utançla titreyerek ayakta
dikilenler,
Zamandaki kaçık serseri, ve kutsanmış melek, bilinmeyen, yine de ölümden
sonraki zaman boyunca söylenecek ne varsa koyanlar ortaya,
Ve jazzın hayaletimsi giysisiyle orkestranın altın rengi nefesli borularının
gölgesinde yeniden dirilerek doğrulanlar ve Amerika’nın çıplak zihninin aşk için
çektiği ıstırapları, kentleri son radyosuna varasıya paramparça eden eli eli
lamma lamma sabacthani çığlığıyla üfleyenler saksafonu
parçalanarak vücutlarından çıkartılmış yaşam şiirinin saf kalbiyle ki bin yıl
afiyetle yenir.
II
Alüminyum ve çimentodan nasıl bir sfenkstir ki kafataslarını açıp parçalamış
beyinleri ve imgeleri yiyip bitirmiş?
Molok! Yalnızlık! Pislik! Çirkinlik! Külkovaları ve elde edilemez dolarlar!
Merdiven diplerinde çocuk çığlıkları! ordularda hıçkırarak ağlayan
oğlançocukları! Parklarda gözüyaşlı ihtiyar adamlar!
Molok! Molok! Kabus Molok! sevgisiz Molok! Zihinsel Molok! Molok ezici
yargıcı insanların!
Molok akıl almaz zindan! Molok kurukafa bayrağı çekilmiş ruhsuz hapishane ve
elemlerin kurultayı! Yapıları yargı olan Molok! Savaşın sayısız taştan abidesi
Molok! sersemlemiş hükümetler Molok!
zihni salt bir makine olan Molok! damarlarında kan yerine para dolaşan Molok!
parmakları on ordu olan Molok! göğsü kendi cinsinin etini tüketen bir dinamo
olan Molok! kenarlarından dumanlar tüten bir gömüt olan Molok!
Molok gözleri binlerce kör pencere! uzun sokaklarında ebedi Yahovalar gibi
gökdelenler dikilen Molok! sis içindeki fabrikalarında düş kurup cavlağı çeken
Molok! devasa bacaları ve antenleriyle kentleri taçlandıran Molok!
Sevdası sonsuz petrol ve taş olan Molok! ruhu elektrik akımı ve bankalar olan
Molok! yoksunluğu dehanın sureti olan Molok! yazgısı cinsiyetsiz bir hidrojen
bulutu olan Molok! Molok adı us olan!
Molok içinde yapayalnız oturduğum! Kendinde melekleri düşlediğim Molok!
Molok Delirdiğim! Sikemiciyim Molok’ta! Aşksız ve erkeksizim Molok’ta!
Molok ruhuma çok önceleri giren! Molok içinde gövdesiz bir bilincim ben!
Molok beni doğal esrikliğimden korkutan! Kendimden geçtiğim Molok!
Uyandığım Molok! Gökyüzünden boşalan ışık!
Molok! Molok! Robot apartmanlar! görünmez banliyöler! hazine çatıkları! kör
sermayeler! şeytansı endüstriler! hayaletimsi uluslar! mağlup edilemez
tımarhaneler! granit yaraklar! canavarca bombalar!
Onlar Cennete kaldırırken Molok’u parçaladılar sırtlarını! Kaldırım taşları,
ağaçlar, radyolar, daha bir dünya şey! zaten varolan ve hep içinde olduğumuz
şehri Cennete kaldıranlar!
Vizyonlar! kehanetler! halüsinasyonlar! mucizeler! esrimeler! Amerikan
nehrinde batıp gitti!
Düşler! tapınmalar! aydınlanmalar! dinler! bir gemi yükü duygu zırvası!
Kirişikırmalar! nehrin diğer tarafına! evirip çevirmeler ve çarmıha germeler!
tufana kapılıp gitti! Yükselmeler! Anlık tanrı görümleri! Umutsuzluklar! On
yılın hayvani çığlıkları ve intiharlar! Bellekler! Yeni aşklar! Kaçık nesil!
Zamanın kayalıklarından aşağı!
Gerçek kutsal kahkaha nehirde! Gördüler her bir şeyi! vahşi gözler! kutsal
haykırışlar! Çekip gittiler eyvallah deyip! Atladılar çatıdan! ıssızlığa! el
sallayarak! yanlarında çiçeklerle! Nehre doğru! sokağa!
III
Carl Solomon! Seninleyim Rockland’da
benden daha kaçık olduğun
Seninleyim Rockland’da
fazlasıyla tuhaf hissettiğin
Seninleyim Rockland’da
annemin gölgesine öykündüğün
Seninleyim Rockland’da
on iki sekreterini öldürmüş olduğun
Seninleyim Rockland’da
o görünmez nüktedanlığınla güldüğün
Seninleyim Rockland’da
aynı korkunç daktiloda büyük yazarlar olduğumuz
Seninleyim Rockland’da
vaziyetin ciddileştiği radyodan bildirilen
Seninleyim Rockland’da
kafatasındaki melekelerin zeka asalaklarını artık içeri sokmadığı
Seninleyim Rockland’da
Utika’nın evlenmemiş kadınlarının göğüslerinden karnını doyurduğun
Seninleyim Rockland’da
Bronx’un kartal bedenli kadınlarının vücutlarında kelime oyunlarıyla eyleştiğin
Seninleyim Rockland’da
Cehennemin dipsiz kuyularında asıllı bir pingpong maçını kaybettiğinden
deligömleği içinde feryatlar ettiğin
Seninleyim Rockland’da
katatonik bir halde takıldığın piyanonun başında ruhun masum ve ölümsüz
olduğunu donanımlı bir tımarhanede asla imansız ölmemesi gerektiğini
söylediğin
Seninleyim Rockland’da
elliden fazla elektroşokla ruhunun hac yolunda gerildiği çarmıhtan bedenine asla
yeniden dönmeyeceği
Seninleyim Rockland’da
doktorlarını akıl hastalığıyla itham edip ulusalcı faşist Golgotha’ya karşı
sosyalist ibrani devrimi entrikaları çevirdiğin
Seninleyim Rockland’da
Long Islang göğünü yarıp insanüstü kabrinden çıkararak yeniden dirilteceğin
kendi yaşayan insan isa’nı
Seninleyim Rockland’da
yirmi-beş-bin çılgın yoldaşla hep bir ağızdan Enternasyonel’in son kıtasını
söylediğimiz
Seninleyim Rockland’da
Birleşik Devletleri öpüp sarmaladığımız çarşaflarımız altında o Birleşik
Devletlerin alışkanlık yaptığı öksürüğüyle gece boyu bizi uyutmayacağı
Seninleyim Rockland’da
Seninleyim Rockland’da
rüyalarımda üzerinde bir deniz yolculuğunun damlalarıyla yürüdüğün
Amerika’da bir Batı gecesinde gözyaşlarınla otoyol kavşağındaki kulübemin
kapısına vardığın
San Francisco 1955–56
HOWL’A DiPNOT
Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal!
Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal!
Dünya kutsaldır! Ruh kutsal! Ten kutsaldır! Burun kutsal! Dil, sik ve el ve
götdeliği kutsal!
Her şey kutsaldır! Herkes kutsal! Her yer kutsaldır! Her gün sonsuzluk! Her
adam melek!
Kaçık olduğu sürece dört büyük melek kutsal! Sen ve ruhum delinin kutsallığı
kadar kutsal!
Daktilo kutsal şiir kutsal ses kutsal dinleyenler kutsal esrime kutsal!
Kutsal Peter kutsal Allen kutsal Solomon kutsal Lucien kutsal Kerouac kutsal
Huncke kutsal Burroughs kutsal Cassady kutsal gizli hayvan sikiciler ve ıstırap
içindeki dilenciler ve iğrenç insan melekler kutsal!
Kutsal tımarhanedeki annem! Kansas’taki atalarımın siki de kutsal!
inleyen saksafon kutsal! Kutsal mahşerî bop! Cazcılar ot hipsterler barış & junk
& sarma kutsal!
Kutsal gökdelen ve kaldırımların ıssızlığı! Milyonlarla dolan kafeteryalar kutsal!
Sokakların aşağısındaki gizemli gözyaşı nehirleri kutsal!
Doyumsuz yalnızlık kutsal! Orta sınıfın büyük kuzusu, isyanın çılgın çobanı
kutsal! Kim Los Angeles’ ı Los Angeles yapan!
Kutsal New York Kutsal San Francisco Kutsal Peoria & Seattle Kutsal Paris
Kutsal Tanca Kutsal Moskova Kutsal istanbul!
Kutsal zamanın sonsuzluğu kutsal sonsuzluğun zamanı kutsal boşluktaki saatler
kutsal dördüncü boyut kutsal beşinci enternasyonel kutsal melekteki Molok!
Kutsal deniz kutsal çöl kutsal demiryolu kutsal tren kutsal görüler kutsal
halüsinasyonlar kutsal mucizeler kutsal gözçukuru kutsal cehennem!
Kutsal bağışlama! Merhamet! iyilik! iman! Kutsal! Bizler! Bedenler! Kederli!
Yüce!
Kutsal ruhun doğaüstü çokça gözalıcı yetenekli şefkati.
Berkeley ‘55
kendisinin anlatıldığı filminde(howl) holy adlı(sanırım) şiiri özellikle giriş kısmı çok çok güzeldir.
http://www.youtube.com/watch?v=ktoIs0JDWBE&feature=related

--spoiler--
the world is holy, the soul is holy, the skin is holy
--spoiler--
ŞARKı

Dünyanın ağırlığı
aşktır.
Yalnızlığın yükü
altında,
Hoşnutsuzluğun yükü
altında,
o ağırlık
taşıdımız o ağırlık
aşktır.
Kim öyle değil diyebilir?
Düşlerde
o ağırlık sürtünür
bedene,
düşüncelerde
bir mucize
yaratır,
hayalinde
kıvranır
insan olup
doğuncaya dek-
saydamlıkla yanıp tutuşan
yüreğinden bakınır-
çünkü yaşamın yükü
aşktır,
ama biz taşırız onu
yorgun argın,
dinlenmek zorundayız
artık
aşkın kucağında,
dinlenmeliyiz
kolları arasında aşkın.
Dinlenmek olmaz
aşk olmadan;
uyku yoktur
görülmezse
aşk rüyaları-
çıldırsan da, üşüsen de
kafandan çıkmasa da
meleklerle makineler,
son dilek
aşktır
-acı olamaz o,
inkar edemez
kendini tutamaz
inkar edilirse:
Öyle ağırdır ki yükü.
-vermek zorundadır
çünkü düşünceler gibi
geri çevrilemez de
verilir
yalnızlıkta
ölçüsüzlüğünün
mükemmelliğinde.
Sımsıcak gövdeler
birlikte ışıldılar
karanlığın içinde,
el uzanır
bedenin
tam ortasına,
ten ürperir
mutlulukla
ve can sevinçle belirir
göze-
evet, evet
işte buydu
benim istediğim,
hep isterdim bunu,
hep istedim bunu,
dönmek istedim
içinde doğduğum
bedene.

http://galeri.uludagsozlu.../r/allen-ginsberg-124161/
LSD 25

Milyon kere milyon gözlü bir canavardır o.
Tüm fiilleri ve kendi kendi içinde gizlenmiştir o.
Elektrikli yazı makinalarında mırıldanır
Kendine bağlı bir elektrik gücüdür o, kendi telleri
Olduğu zaman
Geniş bir örümcek ağıdır
Ve ben örümcek ağının son milyonuncu sonsuz uzantısı
üstünde bir tasalı kişi
Yitik, ayrık, bir solucan düşünce, bir kendi kendisi
Çin'in milyonlarca iskeletinden biri
Özel yanlışlıklardan biri
Ben allen ginsberg bir ayrık bilinç
Tanrı olmak isteyen ben
Sonsuz Uyum'um en küçük titreşimini duymak isteyen ben
Titreyerek ateşteki uçucu müzik tarafından yokedilmesini bekleyen ben
Tanrı'dan tiksinen ve ona bir ad veren ben
Sonsuzluk yazı makinasından yanlışlar yapan ben
Ben, mahvolmuş ben
Ama evrenin öbür ucundan milyon gözlü adsız bir örümcek
Sonu olmayan bir ağ örüyor kendinden
Canavar olmayan canavar elmalarla, kokularla,
Demir yollarıyla, televizyonlar, kafataslarıyla yaklaşıyor
Bir evren ki kendi kendini yiyor, bir evren ki kendi kendini içiyor.
Kafatasının kanı
Göğsü kıllı tibetli yaratık ve karnının üstündeki Zodyak
Eğlenmesini bilmeyen bu adaklık kurban
Aynadaki yüzüm, ipek saçlar, gözlerimin altında çizgiler halinde
Birikmiş kan, emici, bir kokuşuk, bir kokuşkan uçarılık
Bir hırıltı, bir zırıltı, sonsuzluk içinde bir bilinti ki
Tüm Evrenlerin gözünde bir sürüngen
Varlığımdan kurtulmaya çalışarak, Göz'e girmeyi beceremeden
Kusuyorum, trans halindeyim, gövdem çırpınıyor, miğdem
Buruluyor ağzımdan sular geliyor, burda Cehennem'deyim
Örümcek ağları üstündeki çıplak yaşamsız mumyaların sayısız
Kurumuş kemikleri, Hayaletler, bir Hayaletim ben
Müzikte bağırıyorum durumumu, odaya, yakınımda kim varsa ona,
Bağırıyorum, siz, Tanrı mısınız siz?
Hayır, Tanrı olma mı istersiniz?
Cevap yok mu?
Her zaman bir Cevabın olması mı gerek? Cevap verin,
Sanki benim elimde Evet ya da Hayır demek
Tanrıya şükürler tanrı değilim! Tanrı'ya şükürler Tanrı değilim!
Ama girebilmek için Birlik'in Evet'ini özlüyorum
Dalabilmek için evrenin her köşesine, hangi koşullar altında olursa olsun
Bir Evet, var... bir Evet varım, yaşıyorum... bir evet siz
Varsınız yaşıyorsunuz.... bir Biz
Bir biz
Ve bir Şu olmalı, ve bir Onlar, ve bir Cevapsız Şey
Borulardır o,
Multiple Scelorosis'dir o,
Umudum değildir o
Sonsuzluktaki ölüm değildir
Sözüme dikkat
Bir Hayalet Tuzağı, Sıkkım ya da Tibet'te bir rahibin dokuduğu
renk renk binlerce ipliğin bir birleşik biçimi
Örülmüş, gerilmiş, ruhsal bir tenis raketi
Bakınca, uçucu ışık dalgalarının yayıldığını görüyorum
Milyarlarca yıl gibi teller üstünden akıyor parlak enerji
Tellerin kumaşı tılsımla değiştiriyor renklerini
biri öbürüne Doğru tıpkı, sanki
Hayalet Tuzağı
Evren'in küçük bir örneğiymiş gibi
Bilinç birbirine bağlayan makinanın algılayan parçası
Dışarda, Zaman içinde Gören'e doğru dalgalarını salıyor
Kendi görünümünü küçük bir örnekte sunuyor
bir kez - ama her zaman için
Dikkatlice yenileyerek aşağı doğru sonsuz değişiklerle
Ve bu her parçada aynı her yerde aynı
Gerçek Başlangıç'tan bu yana uzayın derinliklerinde kendi kendini
Çoğaltan bu enerji - ya da görünüm
Bir 'O' ya da bir 'Aum' olabilir
Kendi öz Görünümü'nün modeli üstünde kendi kendini kuşatmış
bu bir tek Sözcük'ün çeşitlemelerini çekerek
En uzak Nebula ve en geniş Astrolojilerin dalgalarında dışa
doğru dönüyor
Yüklü, kendi kendine sadık kalması için, bir Fil derisi üstüne
Çizili Mandala'da
Ya da gülümseyen bir düşsel Fil'in böğründeki resmin fotoğrafında
Fil'in görünüşü her ne kadar yersiz bir şakaysa da-
Bir Ateş Şeytanınca tutulmuş bir işaret olabilir bu.
ya da bir geçicililik canavarı
Ya da boşluktaki karnımın fotoğrafında
Ya gözümde
Ya da haç çıkaran rahibin gözünde
Ya da kendisine kendi gözünde bakan ve ölen
Ve gerçi bir göz ölse de
Ve gerçi benim gözüm
ölse de
Milyon gözlü canavar, Adsız, Cevapsız, Benden-saklanan,
sonsuz varlık
Kendi kendisini doğuran Yaratık
En küçük bir davranışıyla titreten, bütün gözleri aynı anda ayrı ayrı yerlere
bakan
Tek ve Tek-Olmayan kendi yönünde kıpırdanan
Daha sonrasını bilemem
Ve ben bu canavarın betimlemesini yaptım
Ve bir gün bir başkasını göstereceğim
Bir Cryptozoid duyganlığı bu
Sürünüyor ve dalgalanıyor denizin dibinde
Kenti teslim almaya geliyor
Her bilinci yok ediyor
Evren kadar ince, karışık
Kusturuyor beni
Çünkü göze görünmesini kaçıracağımdan korkuyorum
Nasıl olsa beliriyor
Nasıl olsa beliriyor aynada
Deniz gibi aynadan da yıkanıp geçiyor
Sonsuz dalgalanmalar bu
Aynayı temizleyince çekiliyor ve Bakan'ı boğuyor.
Yeryüzünü boğuyor yeryüzünü boğduğunda da
Kendi kendi içinde boğuluyor
Müzikle dolu bir ceset gibi açıklara doğru yüzüyor
Kafasında bir çocuk gülüşü
Karanlık denizde bir ölüm çığlığı
Kör bir heykelin dudaklarında bir gülümseme
O orda
Benim değil
Kendim için kullanmak isterdim onu
Kahraman olmak için
Ama bu bilince satılık değil o
Her zaman kendi yolunda ilerliyor
Tüm yaratıkları bitirecek
Geleceğin radyosu olacak
Zaman içinde kendi kendini duyacak
Dinlenmek istiyor
Kendi kendisini görmekten, kendi kendisini duymaktan yorgun
Başka bir içim istiyor bir başka kurban
Beni istiyor
Bana akıl veriyor
Bana varoluş nedenini veriyor
Bana sonsuz cevaplar veriyor
Ayrık olmak için bir bilinç ve görmek için bir bilinç
Ya bir olacağım ya da bir Başkası, alın yazım bu,
Hem ikisiyim hem de hiçbir değilim demek
Ben olmasam da kendi kendiyle uğraşabilir o
Cevapsız bir Çift'tir o
Elektrikli yazı makinalarının üstünde vınlıyor o
Parçalı bir sözcük yazıyor
Yazdığı parçalı bir sözcük
AMERiKA

Amerika her şeyimi verdim sana, şimdi bir hiçim
17 Ocak 1956 ve iki dolar yirmi-yedi sent.
Kendi kafam bile destek değil bana.
insanlarla savaşı ne zaman sona erdireceğiz Amerika?
Al şu atom bombanı kıçına sok.
Kafam bozuk, Amerika, bir de sen üstüme varma,
Kafam yerine gelene dek şiir miir de yazmayacağım.
Söyle bana Amerika ne zaman melekleşeceksin sen?
Ne zaman anadan doğma olacaksın
Ne zaman bakacaksın mezarlıktan Amerika?
Ne zaman milyonlarca troçkistine yakışır olacaksın?
Amerika, kitaplıkların niçin gözyaşı ile dolu?
Amerika, Hindistan'a yumurtaları ne zaman yollayacaksın?
Amerika bu senin kılı kırk yarmalarından bıktım artık.
Ne zaman süpermarket'e gidip, şu güzel gözlerim için
gerekenleri alabileceğim?
Amerika, her şeyin bir yana, eksiksiz olan bir sen varsın
bir de ben, öbür dünya değil.
Şu makinalarına da dayanasım kalmadı Amerika, bil.
Bende bir ermiş olma isteği uyandırdın.
Bu tartışmayı çözmek için bir başka yol olmalı.
Burroughs şimdi Tanca'da, sanmıyorum ki geri dönsün
Korkunç bir şey olurdu bu.
Sen de korkunç musun Amerika yoksa bir oyun mu bu?
Saplantımdan döneceğimi sanıyorsan aldanıyorsun.
Öyle üstüme varma Amerika, ne yaptığımı biliyorum ben.
Amerika, erikler çiçek döküyor.
Aylardır gazete okuduğum yok, her gün
cinayetten birisi Kodesi boyluyor.
Amerika, Wobblie'lere tutkunum ben.
Küçükken komünisttim Amerika, özür mözür de dilemiyorum
şimdi her fırsatta esrar çekiyorum.
Günlerce evde oturup iş olsun diye kilerdeki gülleri seyrediyorum.
Chinatown'a gittiğimde kafayı çekiyorum ölesiye,
ama hiç kimselerle yatamıyorum.
Bu işin içinde bir şamata olduğunu sanıyorum.
Ah! Sen beni Marx okurken görmeliydin Amerika.
Ruh doktorum hiçbir şeyin yok diyor.
Hiçbir şeyim yok gerçekten, Tanrı' ya yakarma dahil.
Mistik görünümlerim ve kozmik titreşimlerim var yalnız.
Amerika, daha sana Max Amcam Rusya'dan döndükten sonra
ona yaptıklarından söz açmadım.
Sana sesleniyorum Amerika.
Heyecanlarının daha Time eliyle yönetilmesine göz yumacak mısın?
Ben Time'a tutkunum Amerika
Her hafta bir tane alıp okuyorum
Köşebaşındaki şekercinin yanından geçerken kapağı beni gözlüyor
Onu Berkeley Halk Kitaplığı'nın bodrum katında okuyorum.
Sana hep sorumluluktan söz ediyor. iş adamları ciddi.
Film yapımcıları ciddi. Herkes ciddi, ben hariç.
Zaman zaman Amerika ben değil miyim diye düşündüğüm oluyor.
Yeniden kendi kendimle konuşmaya başladım işte.
Asya bana karşı ayaklanıyor Amerika.
Bir metelik talihim yok.
En iyisi ulusal kaynakları inceleyip, onlara dönmek.
Ulusal kaynaklarım, biliyorum, iki parça esrar,
binlerce cinsiyet organı, saatde 1400 mil hızla giden
bir özel basılmaz edebiyat ve yirmibeşbin tımarhane.
Cezaevlerinden ve beşbin güneş ışığı altında saksılarda
Yaşayan fakir fukaradan sözetmiyorum.
Fransa'daki kerhaneleri kaldırdım, şimdi sıra Tanca'da.
Katolik olmasına katoliğim ama gene de Başkan olmak istiyorum.
Amerika senin bu alık ve çılgın havanda nasıl kutsal bir yakarma yazabilirim?
Dörtlüklerime Henry Ford gibi devam edeceğim,
yazdıklarım onun çıkardığı otomobiller kadar
kişisel, üstelik her biri değişik cinsiyetten.
Amerika dörtlüklerimi peşin para 2500 dolardan satarım sana,
eski dörtlüklerimi de 500 eksiğine alırım.
Amerika Tom Mooney'i serbest bırak.
Amerika ispanyol cumhuriyetçilerini kurtar.
America Sacco ve Vanzetti ölmemeli. Amerika ben Scottsboro çocuklarıyım.
Amerika, yedi yaşımdayken anam hücre toplantılarında götürürdü beni,
orda bize leblebi satarlardı, bir karneye bir avuç leblebi
beş sent ve söylev beleşti
herkes bir melekti orda Amerika ve işçiler karşı iyi
duygularla doluydu herkes içtendi Amerika ve bilemezsin
parti 1833'de nasıl iyiydi ve Scott Nearing ne hoş
bir ihtiyardı Bloor Ana bir seferinde nasıl da ağlatmıştı
beni bir kez israel Amter'i görmüştüm orda.
Her biri birer casus olmalıydı onların.
Amerika biliyorum gerçekten savaşmak istemiyorsun.
Amerika onlar rus haydutları biliyorum.
Ruslar onlar Ruslar ve Çinliler. Ve Ruslar. Ve Ruslar.
Rusya bizi canlı canlı gövdeye indirmek istiyor.
Lüpletmek istiyor. Gücünde çılgına dönmüş Moskof.
Elimizden arabalarımızı ve garajlarımızı almak istiyor.
Chicago'yu ele geçirmek istiyor. Onun kızıl Reader Digest'a ihtiyacı var.
Bizim otomobil fabrikalarımızı Sibirya'ya taşımak istiyor.
Benzin istasyonlarımızı o büyük iğrenç bürokrasi yönetsin istiyor.
iyi bir şey değil bu.
O kızılderililere okuma yazma öğretmek istiyor.
Onun güçlü kuvvetli zencilere ihtiyacı var.
Bizi günde on-altı saat çalıştırmak istiyor.
imdat.
Amerika bu iş ciddi.
Amerika ben bunları televizyona bakarak çıkarıyorum.
Amerika doğru mu bunlar ?
Hemen çalışmaya başlasam iyi olacak, öyle görülüyor.
Ama orduya yazılmak istemiyorum, ne de fabrikalarda tasviye tekerleği çevirmek,
miyobun biriyim, üstelik kafadan çatlak.
Amerika dönsün çark. Nasılı masılı yok. Şu oğlan omuzlarımızla dönsün.
(bkz: lsd 25)
William Blake mistisizmi, Walt Whitman coşkusu, William Carlos Williams edası şiirlerininin benisenmesinde önemli rol oynamış şairdir.

YAPITLARI

Howl and Other Poems (Uluma-Çığlık ve Diğer Şiirler,1956)
Kaddish and Other Poems (Kaddiş-Ağıt ve Diğer Şiirler, 1961)
Empty Mirror (Boş Ayna, 1961)
Reality Sandwiches (Gerçeklik Sandviçleri, 1963)
Airplane Dreams (Uçak Düşleri, 1968)
Planet News (Gezegen Haberleri,1968)
First Blues: Rags, Ballads & Harmonium Songs 1971 - 1974 (ilk Hüzünlü Ezgiler:Şamatalar, Baladlar ve Uyumlu Şarkılar,1975)
The Gates of Wrath: Rhymed Poems 1948-1951 (Gazap Kapıları: Ritmik Şiirler,1972)
The Fall of America: Poems of These States (Amerika'nın Düşüşü: Bu Eyaletlerin/Toprakların Şiirleri, 1973)
Iron Horse (Demir At,1972)
Mind Breaths (Zihin Solukları,1978)
Plutonian Ode: Poems 1977-1980 (Cehennemî Ode: Şiirler,1982)
Collected Poems: 1947-1980 (Toplu Şiirler,1984)
White Shroud Poems: 1980-1985 (Beyaz Kefen Şiirleri, 1986)
Cosmopolitan Greetings Poems: 1986-1993 (Evrensel Selamlaşma Şiirleri,1994)
Howl Annotated (Şerh Edilmiş Uluma-Çığlık,1995)
Illuminated Poems (Aydınlatan Şiirler,1996)
Selected Poems: 1947-1995 (Seçme Şiirler,1996)
Death and Fame: Poems 1993-1997 (Ölüm ve Şöhret,1999)
kendisine yöneltilen "tarihe nasıl geçmek istersiniz?" sorusunu şöyle yanıtlamıştır:

"sessiz düşünceyle cia'i mahveden, söylediği blues ezgileriyle zencileri mest eden, rock'çıları ağlatan, adalet bakanlığı'nı havaya uçurmakla tehdit eden ve 48'inden sonra tanrıdan ve ölümden korkmayan, dünyanın en akıllı adamı olarak tarihe geçmek istiyorum".
radyo sol ' da şiiri okunan şair.
küçük iskender'in kendisine özendiğini söyleyenler olabilir lâkin aralarında benzerlikler sizi $a$ırtmasın. ginsberg bir biseksüel, bir uyu$turucu bağımlısıdır. iskender'de periler ölürken özür diler'deki türkiye $iirini onun america'sına benzetmi$ ve o çok sevdiği beat ku$ağına kar$ı olan sorumluluğunu kendince yerine getirmi$tir.

neal cassady, jack kerouac gibi isimlerle bile e$cinsel münasebetleri olmu$ bir ayya$ olarak ginsberg,
lsd 25 ile deneyimlerini ve uyu$turucu batağını muhte$em bir $ekilde anlatmı$tır. yahudidir; yazma eylemini her daim ikinci plânda tutmu$ ve hedonizmin kölesi olmu$tur. nembutal dahi kullanmı$ bir morfinmandır. gabrielle kerouac tarafından hiç sevilmediği için jack'e olan a$kı daha da büyük olmu$tur.
"Haftada 45 pound alırsınız, üretim hattında
ve 15'i vergiye gider,
Bayan Thatcher'ın nükleer rahmi şişer"

To the Punks of Dawlish, 1979

1997'de yetmiş bir yaşında ölen Allen Ginsberg, Yahudiydi, gay'di ve sosyalist bir anne - babanın çocuğuydu. Şairliğiyle ün ve para kazanmadan, dile düşmeden önce denizci, bulaşıkçı, kaynakçı ve gece bekçisi olarak çalıştı. Eşi Naomi, radikal bir komünist ve bastırılamaz bir nudistti. Genç yaşta, delirdi. Ginsberg'in utangaç ve karmaşık çocukluğu Paterson'da geçti. Bütün çocukluk öyküsü annesiyle ilgili tuhaf ve korkulu bölümlerle doludur. Annesi tehlikeli bir paranoyaktı; bütün bir ailenin hatta dünyanın kendine karşı planlar yaptığını düşündüğünde bile tek güvendiği kişi Allen'dı. Bu duygusal çocuk, çevresinde neler olup bittiğini anlamaya çalıştığında genellikle içinde olup bitenlerle savaşmak zorunda kalıyordu.

walt Whitman'ın şiirlerini lise yıllarında keşfetti ancak babasının tavsiyelerine uyarak şiir ilgisini bir yana bıraktı ve bir iş hukuk avukatı olarak kariyerini inşa etmeye başladı. Ama Columbia Üniversitesi'nin ilk yıllarında karşılaştığı vahşi ruhlar -ki bunlardan bir tanesi Jack Kerouac, öğrenci olmayanlardan biri de Burroughs'tu- bu planlarını çabucak değiştirdi.

Bu küçük filozof grubunun her üyesi, eşit biçimde kafayı uyuşturucu, suç, seks ve edebiyata takmışlardı. Bu grubun en genç ve en masum üyesi olan Ginsberg, diğerlerinin edebi yetilerini geliştirmelerine yardımcı olurken, grup üyeleri de karşılığında Ginsberg'in romanlarda bulunan cinsten naifliğini kırmasına yardımcı oluyorlardı. Columbia'da başlayan üniversite öğrenimi, kısa bir süre sonra, çalışmaları konusunda hiç de destekleyici olmayan arkadaşlarının yardımıyla, son buldu. Ve Ginsberg, kendini Times Meydanı'nda eroinmanlar ve daha çok Burroughs'un arkadaşları olan hırsızlarla birlirkte, Benzedrin ve marihuana üzerine deneyler yaparken ve homo barlarında keşiflere çıkarken buldu. Elbette grup, bütün bu süreçte "Yeni Bakış" adlı bir edebi akım üzerinde çalıştığına ikna olmuştu.

Ginsberg bundan sonra bu konuda epey istekli olan Neal Cassady ile (en azından kendisi için tutkulu olan) bir cinsel meseleye girdi. Daha sonra Kerouac'a "Yolda" adlı kitabı yazdıracak olan ülke gezilerine başladı. Ginsberg'in şehir arkadaşlarının neşeli delilikleri sürerken, annesinin deliliği pek de neşeli olmayan bir biçimde ilerliyordu. Ailesindeki herkes delilikle o kadar çok ilgileniyordu ki, herkes abartılmış bir biçimde normal olmaya çalışıyordu. Ama Ginsberg tam da ters yöne gitti ve kendini temelde deli olarak tanımlayıp, tuhaflığı bir hayat biçimi olarak seçti; annesinin düştüğü uçurumun kenarında yürümeyi sevdi.

1948'de William Blake'i Harlem'de bir apartman dairesinde okurken, daha 26 yaşındayken harika bir dellikle tanıştı. Blake'in kendisine göründüğünü söyledi. Bu olayı arkadaşlarına "Tanrıyı buldum" diye anlattı. Ginsberg, 29'una geldiğinde hiçbirini yayınlatmadığı bir sürü şiir yazmıştı. O daha çok Burroughs ve Kerouac'un yazdıklarını yayıncılara satmakla meşguldu. Hemen sonra "Howl/Uluma"nın yayınlınmasıyla Beat kuşağının* en önemli sembollerinden biri haline geldi.

Dünyayı gezip, Budizm'i keşfettikten ve sonraki 30 yılda sürecek bir dostluk demek olan Peter Orlovsky'ye aşık olduktan sonra daha da olgunlaştı. Beat bir düşünceden bir harekete, sonra da bir klik'e dönüşürken Ginsberg kendini hippilerin arasına attı. Bundan sonra Timothy Leary'nin yeni keşfi LSD üzerine yayınlar yapmakla uğraştı.

Çok ünlü bir Amerikan şairi olarak Ginsberg, bütün dünyada kitleleri politik olarak harekete geçirme yeteneğine sahipti ve '60'lar boyunca bu yeteneğini fazlasıyla kullandı. Devlet yetkililerini hiç durmadan sinir ediyor, Hindistan'da yöneticileri kızdırıyor, Küba ve Prag'dan kovuluyor ve sonu gelmeyecek biçimde Amerikan sağını gıcık ediyordu. Vietnam savaşı karşıtı gösterilerin sakallı adamıydı ve toplum içinde bütün politik muhalifliğiyle Amerika'da devrimci düşüncenin ve eylemin gelişmesinde tek başına çok büyük bir payı vardı.

1960'larda Ginsberg'in katıldığı eylemler saymakla bitmez. 1965'de ingiltere'de Royal Albert Hall'de diğer beatnik'lerle okuduğu şiirler daha sonra bünyesinden pink Floyd ve The Soft Machine gibi grupları çıkarakacak ingiliz underground'unun ilk ortaya çıkışını gösterdi. Bob Dylan, Ginsberg'i "dayanabildiği" az sayıda edebiyatçıdan biri saydı. Ginsberg daha sonra Dylan'ın "Subterranean Homesick Blues" adlı video filminde arkada göründü ve Dylan'ın 1977'de çektiği Renaldo ve Clara adlı filminde büyükçe bir rol aldı.

Ginsberg'in '60'lar boyunca katıl(a)madığı tek radikal eylem Stonewall'da düzenlenen Homoseksüellerin eylemiydi. Ve Ginsberg, ertesi gün aynı yerde bağırarak eylemcilere destek verdiğini açıkladı. 1970'de Tibetli muhalif guru Chogyam Trungpa Renpoche ile tanıştı ve hemen onu kişisel guru'su ilan etti. Daha sonra Anne Waldman ile birlikte Trungpa'nın Naropa Enstitüsü'nde Jack Keraouac Yapısız Şiir Okulu'nu kurdu. '80'lerin başlarında Ginsberg, punk rock hareketine bile katıldı. Clash grubunun 'Combat Rock' albümünde müzik yaptı ve onlarla birlikte sahneye çıktı. Ginsberg, son güne kadar eylemin, şiirin ve müziğin içinde kaldı. Brooklyn College'de ve Naropa'da öğretmenlik yaptı.

Dünyanın en büyük ajansı AP, ölümünü "Yazdıkları ve hayat tarzı ile önümüzdeki 40 yılın müziğini, politika ve protestolarını şekillendiren..." diye başlayan bir metinle duyurdu. CNN, Washington Post, New York Times ve Ginsberg'in tam karşısında durduğu 'diğerleri' de benzer ifadeler kullandılar onun için.

3 Nisan'da internet'te (wired.com), 4 Nisan'da da CNN'de karaciğer kanserine yakalandığı duyurulduğunda doktoru, 4 ayla 12 ay arasında bir ömür biçmişti ona. Ginsberg ise buna tepki olarak "şiir yazmaya devam edeceğini" açıklamıştı. Birkaç gün sonra, "Al şu atom bombasını kıçına sok", "herşeyimi verdim sana, şimdi bir hiçim", (En ünlü şiirlerinden Amerika'dan*, çeviri Ferit Edgü, Ada Yayınları, Ginsberg/Ferlinghetti-Amerika) dediği, bir yandan da çok sevdiği Amerika'da öldü. 5 Nisan'da, saat 2.39'da, arkadaşı Bill Morgan'a ait, New York'taki bir apartman dairesinde, arkadaşlarının ve ailesinin yanındaydı.

çeviren: ece temelkuran

(bkz: america)
Irwin Allen Ginsberg (1926/1997) Amerikalı şair ve şavaş karşıtı. Beat kuşağının en önemli şairi olarak tanınır. Can Yücel'le buluşup içmişliği de vardır * *