bugün

entry'ler (690)

tevfik esenç

"... bir rüya gördüm, anlatsam da anlamazsınız."

(bkz: ubıhça)

bir adam düşünün, görüntülerini izlediğiniz de, yüzüne baktığınız da, dilinizi konuştuğunda, hiç anlamasanız bile gözlerinizin dolduğunu düşünün. bütün öğrendiğiniz dillerin anlamsızlaştığını, sadece o dili öğrenmek için nelerinizi vermek isteyeceğiniz düşünün.
bir ubıh olarak tüylerimi diken diken eden adam. dili alfabetik olarak bilen son insan. geriye sadece bırakılan bir kaç video kayıdı, döküman...

“… yüreğim fazla dayanmaz biliyorum. içime atsam olmuyor, dilime vuruyor. anadilimle anlatmak istiyorum, unutmayı ve unutulmayı…”

https://www.youtube.com/watch?v=7pzrEzAruus

çerkes

(bkz: adige)

anne tarafı uzunyeyle kaberdey(kadının toplumdaki yerine istinaden ilk önce belirtmek önemlidir), baba tarafı ubıh olan bir adige olarak bizlerden çok az da olsa nefret eden bir kesim varsa nedenlerinden biri de bizden adige pşase alamamalarından kaynaklanır. Gerçek bir adige dışarıya kız vermez, kız almaz. yine aynı kesim, hiç anlamamalarına rağmen zexes kavramına utanmadan dil uzatabilmektedir. (kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş)
dil konusuna gelecek olursak, elbette ki her toplum gibi bizde kendi dilimizi konuşmak isteriz. bunun anadilde eğitim talebiyle alakası yoktur çünkü derneklerde bu eğitim verilmektedir. aynı zaman da seçmeli ders olarak da okullarda tercih edilebilmektedir.
bizim meselemiz yıllardır içimizde yara olan büyük zorunlu göç ve soykırımı dünyanın tanımasıdır. elbette ki ülke siyaseti gereği resmi olarak tanınmaması dünya siyaseti ile alakalıdır. en azından adige olmayanların acımızı anlamalarını ve saygı duymalarını bekleriz.
işte bu yüzden adigeler için hiçbir ülke siyaseti öncelik teşkil etmemelidir. kısacası "çerkesler demirtaşı destekliyor" ifadesi kadar yapay ve saçma bi ifade yoktur. kişisel tercihler, milletlerin kararı değildir.

çerkes sürgünü

"Onu ya bana verirsin ya da denize atarsın. Yanında götürmene izin yok!" dedi rıhtımda dikilen asker, Rusça. Omzuna astığı tüfeğinin kayışını gevşetmiş, karşısındaki genç delikanlının bir yanlış yapmasını bekliyordu.

Genç Çerkes gümüş işlemeli kamasının sapına öyle sarıldı ki, ikiz zirvesi buz tutmuş Elbruz yerinden oynasa bırakmazdı onu. Babasından yadigardı o kama. Ona da dedesinden kalmıştı. Mansur'un peşinden giderken dedesi, Şamil'in yanında savaşırken kendisi taşımıştı. Onuru söz konusu olmadıkça kurtulmazdı kınından.

Ama şimdi basit bir asker, bir işgalci Rus neferi ondan kamasını teslim etmesini emrediyordu.

Kamayı yavaşça sıyırdı. Güneşin ışıklarını yakalayan usta işi çeliği ölüm kadar, sürgün kadar soğuk bir ateşle parladı.

Bir an için, kısa bir an için kanında o deli ateş yandı. Vatanını, evini gasp eden bu adamlara haddini bildirmek istedi. Kapanmaya başlayan savaş yaraları umurunda değildi. Kara kaşlarının altında yatan yeşil gözleri alevlendi. Kaması belindeydi, onu savuracak bir omzu hala sağlamdı. Kamasından da keskin yüreği hala göğsünde çarpıyordu. Bir savaşçı daha ne isteyebilirdi ki?

Rus askeri omzundan tüfeğini indirdi. Elinde, ucunda kan lekeli bir süngü takılmış tüfeği olmasına rağmen, karşısında sadece kamasına sarılmış bir Çerkes gazisi olmasına rağmen üç adım geri çekildi. Çünkü o bakışı iyi bilirdi. Bu "dağlıların" kanlarında yanan, bir türlü söndüremedikleri ateşin iziydi o gözlerdeki ışık.

Çerkes gazisinin dikkatini bir ağlama sesi böldü. Kundaktaki kızının sesiydi o. Babasının huzursuzluğunu mu hissetmişti, yoksa yine açlıktan mı ağlıyordu? Genç Çerkes'in bu soruya bir cevabı yoktu. Ama aklını bir an çelen o soruya cevap bulmuştu. Kamayı tamamen kınından kurtardı. Rus askerinin tüfeği ona doğrultmasına aldırış etmedi. Parlayan güneşin altında son kez onuruna, gururuna, ata mirasına baktı. Ve Karadeniz'in soğuk, tuzlu sularına kamasını gömdü. Deniz kamayı bağrına kabul etti. Pek çoklarını ettiği gibi...

Genç Çerkes kucağında kızıyla bekleyen karısının yanına gitti. Karısı yaşlı gözlerle ona baktı. "Geri dönecek miyiz dersin?"

Elbruz'un gururlu tepelerine baktı Çerkes genci. Ve yalan söyledi. "Elbette. Elbette geri döneceğiz."

Kadın gözlerinin yaşını sildi. Genç adam iki parça küçük bohçadan oluşan yüklerini sırtladı ve daha şimdiden dolmuş olan gemiye bindiler.

Genç adam güverteden son bir kez güzel vatanına baktı. Onun bağrında şehit düşmüş dedesi, babası, kardeşleri, kardeşleri gibi sevdiği silah arkadaşları yatıyordu. Gözlerinde yine o yeşil ateş yanmaya başladı. Ve işte o zaman yalan söylemediğini anladı".

çerkes kızı

onur, onun için her şeyden önde gelir.
Rus Tarihçi SULUJiYEN: “Dağlılar teslim olmuyor diye biz davamızdan vazgeçemezdik. Silahlarını alabilmek için yarısının kırılması gerekti. Kanlı savaşta bir çok kabile tümüyle yok oldu. Ayrıca,çoğu anneler bize vermemek için kendi çocuklarını öldürüyorlardı...”

psem yipe nape (candan önce onur).
ataları kendi topraklarında katledilen, zorunlu göçe uğratılan, soykırımın çocuklarına selam olsun.

abhazya

30 Eylül'de Abhazya'nın Bağımsızlık Günü için gideceğim vatan yarısı. bir ubıh olarak kendimi her zaman abhazalara yakın hissetmişimdir. zaten diasporada bir çok ubıh kendisini abaza, bir çok abaza da kendisi ubıh sanmıyor mu. * iç içe gemiş halk.

rada

yıllar sonra bir gün, bir oğlum olursa koyacağım isimdir.
bu da tarihe not düşülsün.

Abhaz şarkı ve danslarında birçok mitolojik kişilerin adına hitaben çağrılar yapılır.
Wa Rada! Wa Raşa! Wa Ridad! Rada, Raşa ve Rara üç kardeştir. Raşa kızdır. Rada en büyükleri, Rara en küçükleridir. Babaları Ridada, anneleri Rinana’dır.

reyda

yıllar sonra bir gün, bir kızım olursa koyacağım isimdir.
bu da tarihe not düşülsün.

2015 oscar ödül töreni

Oscar'ın kazananı kesinlikle "Whiplash"
Kaybedeni, şükür ki "Boyhood"
Aldığı ödülü sonuna kadar hakeden, "Eddie Redmayne"

john wick

şahsi fikrim; müzikleri filmin önüne geçen yapıttır.
"bu dünyada bir marilyn manson gerçeği vardır."

film hakkında bir kaç karalama yapmak gerekirse, Keanu Reeves böyle senaryosu basit filmlerin adamı değildir. herhalde onu zirvede tanıdığımız için beklentileri karşılayamıyor. (bkz: martix)
yani ben Keanu Reeves izliyorsam senaryonun mükemmel olması lazım, zaten adam üzerine düşeni, aksiyonu en iyi şekilde yerine getiriyor. Constantine gibi bu filmde de oyunculuğuyla izlenebilir kılmıştır.

adige nise

çerkes gelini. bir de şarkısı vardır;

https://www.youtube.com/watch?v=UY9VUNxLe9E

video klipte; ilk baştaki eski görüntüde yer alan savaşçılar Kafkas Halkları Konfederasyonu gönüllüleri "konfederat"lar. Gürcistan işgaline karşı Kabardey-Balkar'dan gelerek Abhazya savaşına katıldılar. bulundukları yer cephe hattı. gumısta nehri boyunca uzanan eşera cephesi. komutanları sağdaki gena karden. aynı cephe hattında daha sonraki bir çatışmada hava saldırısıyla tamamı şehit düştü.

2015 oscar ödül töreni

adettendir bizde tahminlerimizi yazalım;

en iyi film
-The Grand Budapest Hotel (diğer tahminim boyhood)

en iyi yönetmen
-Richard Linklater, Boyhood

en iyi özgün senaryo
-Birdman

En iyi Uyarlama Senaryo
-The Imitation Game

En iyi Erkek Oyuncu
-Eddie Redmayne, The Theory of Everything (diğer tahminim Benedict Cumberbatch, The Imitation Game)

En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu
-J.K. Simmons, Whiplash

En iyi Kadın Oyuncu
-Julianne Moore, Still Alice

en iyi yardımcı kadın oyuncu
-Keira Knightley, The Imitation Game

En iyi Kurgu
-The Grand Budapest Hotel

En iyi Özgün Müzik
-interstellar

En iyi Ses Miksajı
-Whiplash

En iyi Yapım Tasarımı
-interstellar

the theory of everything

stephen hawking'in hayatını anlatan eddie redmayne'in oscarlık performans sergilediği(tabi bir benedict cumberbatch gerçeğide var, bu ikisi dururken Michael Keaton alırsa çok üzülürüm) a beautiful mind havasında, fizik-bilim konularına nedense fazla değinilmeyen(izleyicinin sıkılacağı düşünülmüş olabilir, böyle de sanki çok çıplak kalmış) James Marsh imzalı 5 dalda oscar adayı filmdir.

--spoiler--
jane: -kozmolog nedir?
hawking:- zeki ateistler için bir din tarzı
--spoiler--

--spoiler--
nefes aldığın müddetçe umut vardır.
--spoiler--

tahminimce en az 1 oscar alır.
puanım: 8/10

birdman

film kendisini adeta Riggan Thomson'ın (Michael Keaton) sözleriyle anlatmıştır;

--az bi spoiler--
''en son los angelas'dan gelirken george clooney iki sıra önümde oturuyordu. kol düğmeleri çok hoştu. afili çenesiyle arz-ı endam ediyordu. uçak, çok korkunç bir fırtınaya yakalandı, zangır zangır sallanıyordu. ve uçaktakiler ağlıyordu. yani ağlayarak dua ediyorlardı, tamam mı? ben öylece oturuyordum. onlar ağlarken ben yerimde öyle duruyordum. şöyle düşünüyordum: ''of ya. yarın sabah sam(kızım) gazeteyi açtığında ön sayfada clooney'in fotoğrafı olacak, benimki değil.'' dank etti öyle. farrah fawcett'ın micheal jackson'la aynı gün öldüğünü biliyor muydun? saçma değil mi?''
--az bi spoiler--

9 dalda oscar'a aday olması bence biraz abartı olmuştur. aynı şeyi The Grand Budapest Hotel içinde söyleyebilirim. birdman gerçekten çok iyi kadroya sahip, üstün oyunculuk ve farklı-kült bir film olmuştur. tahminlerime göre en iyi yardımcı erkek oyuncu oscar'ı için zorlar. tabi Whiplash J.K. Simmons' la kapışır.

şener şen abartılmış balon bir oyuncudur

leonardo dicaprio gibi bir oyuncunun oscar alamadığı bir dünyada şener şen'in oscar alamamasının tartışıldığını da gördü ya bu gözler ölsemde gam yemem.
efenim şener şen 3 defa Altın Portakal Film Festivali ödülüne layık görülmüş türk sinemasının en önemli oyuncularından birisidir.
gönül isterdi alt alta yazalım oscar'a aday gösterilmiş ülkemiz aktörlerini, yönetmenlerini, senaristlerini; lakin yok. olmaması da onları "balon" olarak nitelendirmez.

whiplash

en büyük hatayı filmi izledikten sonra "neden böylesine bi filmi evde izledim ki" demiş olmamdır. akabinde filmin sadece 19 günde çekilmiş olması bende inanılmaz duygular uyandırdı. ikinci bi hayranlığım sahnelerin gerçekten Miles Teller tarafından canlandırılmış olmasıydı.
en büyük tavsiyem benim gibi sakın evinizde izlemeyin.

--spoiler--
Sanatta başarının bir gecede, kolaylıkla, mutlulukla değil, büyük acılarla gelmesi.
--spoiler--

son olarak en iyi film oscar'ını alamayacağını düşündüğüm filmdir. ne yazık ki en iyi film The Grand Budapest Hotel ve boyhood arasında geçecektir.
taş gibi bir The Imitation Game dururken...

the imitation game

alan mathison turing hayatını konu eden, benedict cumberbatch in başrolünde oynadığı değil, efsaneleştiği ingiliz filmi. daha yeni izlemiş birisi olarak kısaca 8 dalda oscar adayı olması filmi özetler diye düşünüyorum.

--spoiler--
turing'in koştuğu sahnenin turing'in aynı zamanda bir uzun mesafe koşucusu olduğu bilgisinin filme konulması gayet başarılı olmuştur.
filmde gösterilmeyen intihar sahnesi( turing'in siyanür enjekte edilmiş bir elmayı ısırarak intihar etmesi) neden konu edilmemiş ve sadece intihar diye geçiştirilmiş olması eleştirdiğim bi nokta olmuştur. /aynı zaman da apple'ın simgesinin bu elmadan geldiği rivayet edilmektedir.
filmin isminin the imitation game olması turing'in 1950 yılında mind dergisinde yayınlanmış en ünlü makalesinin başlangıcıdır;

1. the imitation game
i propose to consider the question, ' can machines think ? '.this should begin with definitions of the meaning of the terms ' machine ' and' think '. the definitions might be framed so as toreflect so far as possible the normal use of the words, but this attitude is dangerous. if the meaning of the words ' machine' and' think ' are to be found by examining how they are commonly used it is difficult to escape the conclusion that the meaning and the answer to the question, ' can machines think ?' is to be sought in a statistical survey such as a gallup poll. but this is absurd. instead of attempting such a definition i shall replace the question by another, which is closely related to it and is expressed in relatively unambiguous words.

yani türkçesiyle

1. imitasyon oyunu ( taklit oyunu )

burada “ makineler düşünebilir mi? ” sorusunu tartışmayı öneriyorum. bu soruyu tartışmak ise ancak “makine” ve “düşünme” kavram ikilisinin anlamlarının net bir şekilde tanımlanmasıyla mümkündür. söz konusu tanımlar, kavramların gerçek anlamlarından (normal kullanışlarından) olabildiğince uzak anlamlarla (kullanımlarla) çerçevelendirilerek yansıtılabilir fakat bu tutum tehlike yaratacaktır, çünkü eğer “makine” ve “düşünme” kavramlarının anlamlarını genelde kullanılan şekilleriyle incelersek vereceği farklı sonuçlardan kaçınmak oldukça zor olacaktır ve “ makineler düşünebilir mi? ” sorusu - tıpkı kamu yoklaması gibi- istatistiksel bir araştırmadan öteye gidemeyecektir. bu ise çok yersiz (absürt) bir şey olur. o halde böyle bir tanım girişimine başlamak yerine, bu soruyu daha yaklaşık ve daha belirgin şekilde olan başka bir soruyla değiştirmek istiyorum.
--spoiler--

interstellar

son zamanların, bilim kurgu dalındaki en iyi fimlerindendir. her tarafta inceptionla çıtayı çok yükselten christopher nolan ın interstellar ile bir kıyaslama konusu yapılarak tartışıldığını duymaktan sıkılan bi insan olarak (çünkü inceptionla interstellar bana göre tamemen farklı değerlendirilmesi gereken filmlerdir) * interstellar filmini ayrı tutmak isterim.
ilk öncelikle filmin yapımcısının Kip Thorne'nun olması işin ne kadar profesyonel yapıldığının bir göstergesidir. Kip Thorne kimdir; kütleçekim fiziği ve astrofizik konularında araştırmalar yürüten, Stephen Hawking ve Carl Sagan gibi büyük bilim insanlarıyla uzun zaman arkadaşlıkları ve ortaklıkları bulunan (Sagan'ın Contact kitabına katkılarda bulunmuştur), Dünya'nın en önde gelen üniversitelerinden Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü'nde (Caltech) 2009 yılına kadar Feynman Teorik Fizik Profesörlüğü unvanını taşımış, Einstein'ın Genel Görelilik Teorisi'nin astrofiziksel çıkarımları konusunda Dünya'nın en önde gelen araştırmacılarından biri olan kişidir.

--azıcık spoiler içerebilir--
kısaca Filmin konusuna geçecek olursak; yakın gelecekte geçen (tam olarak ne zaman geçtiğine dair bir bilgi yoktur) Çeşitli sebeplerden ötürü insan ırkının büyük oranda kırılması ve Dünya yaşanılmaz bir hale gelmesi ile başlamaktadır. Bunun üzerine NASA'dan arta kalan bir grup bilim insanı, uzun soluklu bir projeye imza atarak yeni bir yaşanabilir gezegen bulmaya çalışıyorlar. Ancak elde yeterince veri olmadığı için, birçok gezegene öncül astronotlar gönderiyorlar. Film de, bu önden gönderilen astronotların bir kısmının Dünya'ya gönderdikleri verilerden yola çıkarak en iyi koşullara sahip olan gezegene gidip kolonileştirmeyi hedefliyor. Bu sırada birçok olay yaşanıyor elbette.
uzayda uzaklık ve zaman probleminin solucan deliğiile çözülmeye çalışılması üzerinden yola çıkılarak bu seyahat gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Filmde solucan delikleri, bir kağıdı elinize alıp, iki kenarını birbirine değecek şekilde katladığınızda, birbirine değen uçlar arasında seyahat edebilmeniz şeklinde anlatılmaktadır. Normalde kağıt açıkken, bir kenardan karşıt kenara kadar çizeceğiniz bir çizgi uzun bir yol oluşturacaktır. Ancak kağıt kendi üzerine katlanırsa, aynı yol bir anda kısacık bir sıçramayla alınabilir hale gelir.
Washington DC'deki Kongre Kütüphanesi'nin Astrobiyoloji Başkanı olan Dr. David Grinspoon, bunun anlatıldığı sahneyle ilgili şunları söylüyor:

"O sahneye bayıldım. Bu, bir fizikçinin bir solucan deliğini tam olarak nasıl anlatacağıdır! Kip Thorne, bir solucan deliğini tam olarak böyle izah ederdi. Ki zaten solucan deliği fikrini çıkaran da odur. Bilimsel açıdan bu sahne muhteşemdi. Bir fizikçi aynen böyle anlatırdı."
--azıcık spoiler içerebilir--

christopher nolan'ın etkilenmemek için gravity'i izlememiş olması da filmi daha eksantrik bir hale getirmektedir.

predestination

gece gece beyin amcıklaması yaratan film. aslında sorun ne anlattığını çözmek de değil, zaten esinlendiği yer nam-ı değer dede paradoksu başka bir deyişle;
(bkz: predestination paradox)
bundan sonrası;

--azıcık spoiler--

bir adamın(veya kadının) kendisini sevmesi, doğurması, becermesi, çalması, bırakması, kısacası kendi neslini kendisiyle paranoyak bir şekilde yaşamasıdır.
gelelim fizzle bombacısı'na. paradoksun yaratılma sebebi robertson (şu spacecorptaki eleman). kendisi bütün bu paradoksun sebebi. yaratma sebebini de zaten film içinde söylüyor. "belki de fizzle bombacısı bu büro için iyi bir şeydir" diyor filmde.

paradoksu yaratan kişi o. bütün bu fizzle bombacısı döngüsü/paradoksunu oluşturuyor.

--azıcık spoiler--

selahattin demirtaş ile vatandaşın uçakta kavgası

selahattin demirtaş'a yakışmamışmış. bu adama neyi yakıştırıyorsunuz, tek bir açıklamasıyla halkı sokağa döken ve 45 kişinin ölümünden sorumlu kişidir. sizin özgürlük anlayışınızı sikeyim.

yaralı bir babanın sonuna kadar katıldığım haklı söylemi. ağzından en ufak bir kötü, argo kelime çıkmamış ve susturulmuştur.

selahattin demirtaş

1 kasım'da kobani için yine halkı sokağa çağıran halkların demokratik partisi eşbaşkanıdır. hayır küfür etmeyeceğim, sakince yazacağım. tane tane, bir istanbul beyfendisi gibi. zaten bu adamda bi sorun yok, bu adamın içi belli, sorun da bu adam değil zaten;

kısa bir süre öncesine gidelim, cumhurbaşkanlığı seçimlerinden öncesine. çok farklı bi imajla karşımıza çıktı bu az muhterem şahıs, neydi efenim halkların kardeşliği, kürt milliyetçiliğini bir kenara itmiş gibi hareketler, tüm halklara kucak açmak falan filan.. çevremde görmüş olduğum ekmeleddin ihsanoğlun'un adaylığından şikayetçi veyahut mhp ile birlik olmaktan son derece mutsuz, umutsuz kişilerde (aynı zamanda cumhuriyetçi sol tabaka değil, kürt olmayan sosyalist sol tabaka) bir selahattin demirtaş sevdası başladı. onu destekleyen paylaşımlar, konuşmalar.. sanki bi anda her şey unutulmuştu, sanki bu ülkenin kanayan yarası, terörü chp-mhp ittifakıydı. her tarafta afişler, her dilde lanse edilmiş pankartlar..

ben değil, buna sen oy verdin. bu adamı %10'a kadar çıkaran sensin. şimdi bu gün tutup da biz hata etmişiz demeyeceksin.. bu sokak terörünü bu noktaya getiren kişiyi sen destekledin. bu adam sokak terörünün mimarıdır ve yine bu cumartesi halkı sokaklara çağıran kişidir. tarih bu ve bunun gibi kişileri affetmeyecek.

ve diğer bir konu, neymiş efenim kobani de insanlık suçu işleniyormuş. eyvallah, buna kimsenin bir şey dediği yok, yıllarca filistin'de yaşananlar, rusların kafkasya'da hala devam etmek de olan katliamları. ben de çerkesim, rusya bize soykırım yaptığı için ve hala çatışmalara devam ettiği için bu ülkenin sokaklarını savaş alanına mı çevireceğim. asla ve asla. çünkü bizim kanımız bozuk değil.