bugün

bu yaşında bile her gün sabah beşte kalkıp daktilosunun başına oturan,üreten büyük bir yazardır.
Vatan sevgisi nedir ki?
Vatanı seveceğinize gidin evde karınızı sevin.

-Çetin Altan-
21’inci yüzyıl, yadırgatıcı projektörlerle geliyor, sürekli övünmekten hoşlanan ve asla mahalle teyzelerinin çocukluklarıyla genç kızlıklarını, kimlerin çaldığını araştırmayan toplumların üstüne.

bugün ki yazısınından kopartan bir cümle.

tanım:saygıyla önünde eğilinecek büyük üstad.
üstad,büyük yazar.

bugünkü yazısından:

"Şayet 1730'da, Patrona Halil; Sultan III. Ahmet'in Kağıthane'de sürdürdüğü "Lale devri" diye sonradan adlandırılan "zevk-ü sefa" âlemlerine:
-Din elden gidiyor, diye saldıracağına:
-Siz bizi sömürüyorsunuz, diye saldırsaydı; bugünkü durumlar bile, belki de bambaşka olurdu.
"
uğur mumcu'nun, tarikat siyaset ticaret adlı kitabından :
sirk politikacısı

önce şu satırları okuyunuz lütfen :
- biz sosyalist akımı anayasa çerçevesine uyarak meclise kanalize etmek istiyoruz. onlar kaba kuvvetle ve üçkağıtçılıkla meclis dışı bırakmaya çalışıyorlar. bilmiyorlar ki özendikleri yol, sosyolojik bir gerilimi bir iç savaşa sürüklemek mukadder olacaktır. ve böyle bir durumda kendilerini pek güvendikleri amerikan silahlı kuvvetleri de kurtaramayacaktır. nitekim vaktiyle vahdettin'i yabancı emperyalist orduları kurtaramadılar ...

bu satırlar, iki oğlu ile birlikte şu arabesk kapitalizmin dönme dolaplarından aile boyu dönekliklerinin sarhoşluğu içinde ona buna nanik yapan altan ailesinin en büyüğünün imzasını taşıyor. tarihi : 6 eylül 1965. gazete, akşam.

12 ocak 1971 günlü akşam gazetesini okuyoruz :
- ... hala daha sermayeci yoldan kalkınma iddiasında olanların bir kez daha hangi geçit vermez duvara gelip dayanmış olduklarını görmemek için heralde ancak sorumsuzca bir şirk politikacısı olmak gerekmektedir ...
imza : çetin altan ...

bugün arabesk liberalizmi savunan dönek marksistin o gün savunduğu görüşün adı " kapitalist olmayan yol "dur.

- ancak tek bir kurtuluş yolu vardır. o da önce ithalata büyük kent kent tüketimini disiplin altına alacak olan kapitalist olmayan yol ...

şu satırlar da çetin altan'ın :

- ... ve bugün yazdığımızı da yarın tarih aynen yazacaktır. genç ölülerin kanlarıyla doymaya çalışan, doymak bilmeyen umacı ihtiraslar, bir hortlak gibi gelecek kuşakların lanetli cehennemlerinde yaşayacaklardır. ve atatürk daha büyüyecek, daha büyüyecek, daha büyüyecektir ...

tarih 7 mart 1971. gazete; yine akşam.
ne demiş şair :
- akşam, yine akşam, yine akşam ...

evet, sosyalizmde akşam, arabesk kapitalizmde güneş ! (güneş gazetesi)

ne demiş 9 mart 1971'de akşam'da ?
- devleti kapkaççı azınlık çıkarına şekillendirme olanağı yoktur türkiye'de. demek ki devletin, iki ana temele oturması için başka bir sınıfın çıkarlarına uygun olarak yeniden biçimlenmesi gerekiyor.

neymiş rejim düşmanlığı siyasetçilere göre ? şuymuş :
- politikacılara göre şellefyan soygunu rejim düşmünlığı demek değildir. bu soguna karşı çıkmak rejim düşmanlığıdır.
neymiş bu politikanın adı ?
- suçluların suçlama politikası ...

sonra ne olmuş ?
12 mart muhtırası ile silahlı kuvvetler yönetime el koymuş. ne yapmış çetin altan ?
21 mart günü şunları yazmış :
- bizim, demiş, adlarımız tatlı su devrimcileri arasında değil.
ya neredeymiş ?
çok daha ötelerde.

çok daha ötelerdeki adresin, arabesk kapitalizmin suudili, faysallı, nakşibendi tarikatlı, dönek marksistli, hacıyağı ve gülsuyu kokulu kapılarında olduğu çok sonra anlaşılacaktı.

- biz pratik politikacı değiliz, onun için kulislerin etkisinde kalmıyoruz. olayları daha aydınlık, daha yukarıdan görüyoruz.
olayları daha yukarıdan gördüğü için bir de güvence veriyor.
- ... ve inandığımız fikirlerden hiçbir zaman sapmadan daima devrimci çizgide olabilenden yana ve olması gerekene dönük duruyoruz.

eskiden çetin altan, yolsuzlukları yazdığı için kendisine ve ailesine ana - avrat sövülürdü. şimdi yolsuzlukları ve pislikleri, her türlü karanlık ve gizli ilişkiyi sergileyenlere karşı sövme görevi çetin altan ve iki oğluna düşüyor !

28 mart 1971 günü yazdığı gibi " yazarlığı ödemek, siyasetçiliği ödemekten çok daha zor "dur. hele " iflas masası "nda.
(14 ocak 1988)
sf 99, 100, 101.
siyasetci , gazeteci , dusunur kimliginin yaninda kadin-erkek hakkindaki deyisleriyle beni benden alan yazar kimligiyle daha cok sevdigim guzide insan.

iste cetin altan"dan kadin-erkek tasviri:

iyi erkek nedir bilir misin evlat?

bilmiyorum nedir?

karisinin harcadigindan daha cok kazanan erkege iyi erkek denir.

peki iyi kadin nedir bilir misin evlat?

onuda bilmiyorum!

boyle bir erkek bulan kadina iyi kadin denir...
kendinden ve çocuklarından hayır görmediğimiz kişi.
vatanını seveceğine git evde karını sev diyen insanoğlu.
1927 istanbul doğumlu olup galatasaray lisesini ve ankara üniversitesi hukuk fakültesini bitirdi. 1965- 1969 yılları arasında türkiye işçi partisinde milletvekilliği yaptı. altanın 4 romanı vardır büyük gözaltı 1973 orhan kemal ödülü bir avuç gökyüzü, viski ve küçük bahçedir. hepside fransızcaya çevrilmiş olup büyük gözaltı isveçce, yunanca, bulgarca ve ispanyolca bir avuç gökyüzü ise ispanyolca ve romence dillerinde yayınlandı. bir avuç gökyüzü okuduğum romanlar arasında en güzeli olup hala daha kız arkadaşım akşam dışarı çıkarken nereye diye sorduğunda kitaptan alıntı yapar lunapark zamparalığına gidiyorum derim. bazen gürültüden uzak köyceğizde bazende göztepedeki apartman dairesinde yaşar. milliyet gazetesinde şeytanın gör dediği köşesini bayılarak okur yaklaşık 6 senedir keser saklarım. dışarda teke tek düello bizde ise pusu kurma, onlarda etli şaraplı kadınlı kahkahalı bizde ise erkek erkeğe kahve muhabbetindeki ayrımıyla onlar ve bizi mükemmel anlatır. hayat hikayesi ise 1998 yılında eşi solmaz kamuran tarafından ipek böceği cinayeti adlı kitapda kaleme alınmıştır. umarım pancar motorunun sesi hiç kesilmez.. herkese renkli günler..
Bizden önceki " kalem kuşağı ", her ramazan eski ramazanları yazardı.
Bendeniz de, zaman zaman özenmiştim çocukluğumun ramazanlarını yazmaya; Edirne'de, yanağımı cama dayar, " üç şerefeli camii "nin kandillerini gözlerdim.
* * *
Kandiller yanar yanmaz da; yer sofrasında iftar saatini bekleyen babaanneme, babama ve anneme hemen bağırırdım :
- Yandıııı, diye ...
Böylece kendimi, büyüklerle bütünleşmiş sanıyordum herhalde ...

http://gundem.milliyet.co....2012/1571873/default.htm
zamanında iğdiş edilmediği için üzüldüğüm tek kişi. çirkin üreticisi.
türkiyedeki en iyi yazarlardan biridir ama böyle bir insandan nasıl olur da ahmet altan gibi bir yaratık çıkar onu hala çözebilmiş değilim.
Bir ramazan, kaç yılda döne dolana yine aynı aya rastlıyor dersiniz; galiba 36 yılda bir ...
Bendenizin hatırladığı ilk ramazan, kışa rastlamıştı; babam Edirne'ye " Vilayet Hukuk Müşaviri ", o dönemlerin lügatine göre " Umur - u Hukukiye Müdürü " olarak atanmıştı; bendeniz 2.5 yaşındayken gelmiştik Edirne'ye.
* * *
Ancak, kışa rastladığını anımsadığım ilk ramazan anılarım, 4 yaşında başlıyordu.
Demek ki, 40 yaşındayken 2'inci kez görmüştüm kış ramazanını; 3'üncü kez de 76 yaşındayken ...

http://gundem.milliyet.co....2012/1582108/default.htm
180 derece dönmek deyiminin, en iyi örneğidir.
Epey bir süre okuduğum, sonrasında enseyi karartmayın diye bitirdiği yazılarından gitgide daha az anlam çıkartmaya başladığım için okumayı bıraktığım, geçmişte chp de bakanlık ve milletvekilliği yaptığı öğrenince önce şaşırıp takdir ettiğim ancak oğullarını okuduktan sonra (bkz: ahmet altan) (bkz: mehmet altan) daha da gelmem deyip ilgilenmediğim yazardır.

Memleket meselelerine duyarlı gözüküp de aslında pek olmayandır. mesleksiz toplum vurgusu yapıp devlet memurlarını aşağılar ama çözmek için bakanlık kariyeri dahil birşeyler yapabilmiş midir emin değilim, zannetmiyorum da. merak edip ne yazdığına bir bakayım dedim, hazır gürültü patırtı da bolken:

http://gundem.milliyet.co....2012/1584906/default.htm

ilk bölümde bir günahını aldığımı düşündüm ama, ikinci bölümde bu kadar felaketlerden sonra pat diye kendi gündelik yaşamına geçmesi aradığım kanıt niteliğindeydi. böyle işte, herkes işini düzgün yapsa sorun olmayacak da, kebap köşelere çöreklenip yedi sülalesini de buradan nasiplendirip karşılığında ülke bölücü, bir dediği diğerini tutmayan tipler türeyince insan bir tiksiniyor mu ne?

edit: ya bu arada enseyi karartma diye yüzdük yüzdük bula bula faşizm, savaş, otorite bulduk. daha da karartmayalım mı acaba? bir de karartsak ne olacak kimbilir?
ahmet-mehmet altan kardeşlerin babası. şeytanın gör dediği adlı milliyet'teki köşesiyle ünlü yazar.
Geçenlerde milliyet gazetesindeki "şeytanın gör dediği" isimli köşesinde 30 yıl önce yazdığı bir yazıyı tekrardan yayınlamıştır. 30 yıl geçmiş ama bişey değişmemiştir, üzmüştür.

--spoiler--
iyi bir dangalak mısınız?

1- Dolmuştan inerken rahatsız ettiğiniz kişilere Mersi demeden kapıyı çarparak hıyar gibi çekip gidiyor musunuz?
2- Kafayı çekerken kimlere nasıl dayak attığınızı anlatmaktan hoşlanıyor musunuz?
3- Ülkenin yükselmesi için önce ahlakın düzelmesine inanıyor musunuz?
4- Avrupalı erkekleri boynuzlu, Avrupalı kadınları da orospu olarak görüyor musunuz?
5- Otobüs biletçilerine, Ben kimim biliyor musun? diye babalandığınız oluyor mu?
6- Lokantada garsonları, tabağın kıyısına çatal vurarak mı çağırıyorsunuz?
7- Gülüşerek konuşan gençleri, hafif ve zirzop buluyor musunuz?
8- Cinsellik hiç sözü edilmemesi gereken ayıp bir konu mudur?
9- Birçok bozukluğun üç beş kişiyi sallandırınca düzeleceğini kabul ediyor musunuz?
10- içerlediğiniz kişilere, tanıdığınız büyüklerin forsunu kullanarak üstünlüğünüzü kanıtlamaktan zevk alıyor musunuz?
11- Şayet ülkeyi siz yönetseniz, vereceğiniz emirlere herkes uyduğu zaman her şeyin bir anda güllük gülistanlık olacağına inancınız tam mı?
12- Kalabalık bir yerde gözlerinizi havada bir noktaya daldırıp, sanki çevrenizde hiç kimse yokmuş gibi bacaklarınızı açarak oturuyor musunuz?
13- Evde kafası kızık, katı bir erkek gibi misiniz?
14- Arada sırada koyun kestiğiniz oluyor mu?
15- Bir devenin en iyi nasıl kesilebileceğine aklınız takılır mı?
16- Bir keman konçertosuna, darbukayı yeğ tutar mısınız?
17- Kişiliğinizi hep sert durarak mı belirtmek istersiniz?
18- Yere sümkürdüğünüz oluyor mu?
19- Bilgili olmadığınız konularda söylenenleri anlıyormuş gibi, kafa sallamak adetiniz var mı?
20- Bir tabloyla bir sustalı arasında, birini almak zorunda kalsanız; sustalı size daha çekimli gelmez mi?
21- Bir kanser araştırmacısı yahut bir kimya bilgini olmaktansa; milletvekili olmayı kendinize daha uygun bulmuyor musunuz?
22- Ezilenlerle ilgili fikir akımları, size de tehlikeli geliyor mu?
23- Sizi kollayan biri, bir haksızlık yaptığı zaman; kendisini kızdırmamak için, sessiz duruyor musunuz?
24- Gözünüzün kestiklerine umacı gibi, gözünüzün kesmediklerine de kuzu gibi görünmeyi akıllılık sayıyor musunuz?
25- Seçim kazanmak için, elli bebek kesmek gerektiğini söyleseler, hemen yapar mıydınız?
26- Anlamını çıkaramadığınız karikatürler çok oluyor mu?
27- Arabanız olsa, herkesi geçmek istemez misiniz?
28- Biri şiir okusa, hemen uykunuz geliyor mu?
29- Kendinizi bayağı önemli bir kişi gibi hissediyor musunuz?
* * *
Şayet bu yirmi dokuz sorunun da cevabına Evet diyorsanız; hiç kuşkunuz olmasın yüzde yüz su katılmadık bir dangalaksınız. Politikada büyük ve üstün başarılar sağlayabilirsiniz.
* * *
Yok şayet soruların yarısına Evet diyebiliyorsanız; sadece dangalakımtraksınız. Politikadaki şansınız büyük olmayabilir.
* * *
Evetler yedi sorunun ötesine geçmediyse, hiç politikayla uğraşmayın. Politikacı olup demokrasiyi kurtarmanız için, hırtlık ve dangalaklık oranınız çok düşük.
Unutmayın ki, bugünkü koşullar altında çağdaş olduğunuz ölçüde, bütün kapılar kapanacaktır yüzünüze. Ona göre ayağınızı denk alın ve kabil olduğu kadar dangalak olmaya çalışın.
Not: Zurnada Peşrev Olmaz kitabından, 30 yıl önce yazılmış bir yazı...
--spoiler--
siyaset meydaninda anlatmisti..

mecliste konusma yapiyormus.. baskan sozunu kesmek isteyince, buyuk fransiz ihtilalinin mahkemelerine gonderme yaparak:

-sizin orada bulunmaniz marangoz hatasidir.

demis. bu lafi anlamayan meclis, yuh cekmeye baslayinca, baskan

-sozunuzu geri alin, deyince
-sizin orada bulunmaniz marangoz hatasi degildir. diye cevap vermistir.

mecliste ilk kez linc edilmek istenen adamdir
toplumsal hava durumundan bahseder.
http://gundem.milliyet.co....2012/1637158/default.htm

--spoiler--

"Çok övündük, şimdi yeriniyoruz..."

Yıllar yılı inanmadan övündük: - Yeryüzünün en büyük milleti biziz, dedik. ilk insan da Türk’tü dedik.
Sonra hızımızı alamadık:
- Bütün insanlar da aslında Türk’tür, dedik.
Tarihi, aslanlara benzettik, üstüne çıktık, yelesini tuttuk:
- Hey bizi tanı, biz senin sahibiniz,
dedik.

Atalarımıza Altaylar’dan ok attırdık. Okları okyanusa düşürttük. Velhasıl bir şeyler söyledik işte... Bütün bu övünmeler neyi halletti bilmiyorum. Hala dünyadaki en cahil on memleketten biriyiz. Hoş, hepimiz de fert fert övünmeye az çok mecburduk ya; övünme dışı lafları yasak etmişlerdi. Bu furyada çok kimse, akla hayale gelmez martavallar savurarak epey dünyalık edindi, mebus oldu, siyaset adamı oldu.

Kazara bunlardan biri:
- Biz olmasak tarih boş kalırdı, diye; kolayından irice bir bahşiş ele geçirirken, kalkıp da:
- Atma ulan divane, ansiklopedilere yarım futbol takımı isim sokamamış bir toplum, tarihi nasıl boş bırakır, deseniz; ömrü billah kodesten çıkamazdınız.

Bugün o övünme meddinin ceziri içindeyiz. Ne de olsa hürriyetin verdiği bir rahatlıkla memleketin iler tutar yerini bırakmıyoruz.
Dün:
- Dünyada bizden başka adam yoktur, diyorduk.
Bugün:
- Bizde adam yok, diyoruz.

Karaktersizliğimizi, bencilliğimizi, avantacılığımızı, hainliğimizi, usta hokkabazların lobutları gibi atıp atıp tutuyoruz.
Övünmeye susamış olmanın verdiği çılgınlık bitti, tenkidi özlemiş olmanın mazoşizmi başladı şimdi... Övünme komikti, yerinme acıklıdır. Ve ikisi de aynı ölçüde yanlıştır.

Biz serkisofu yani kafayı çalıştırmasını bilmediğimiz için, her şeyin kolayına ve hissi yönüne kaçıyoruz. Onun için de memleketteki bozuklukları tenkit ederken, suçu düzenin kötülüğünde bulacağımıza, teker teker fertlerde buluyoruz. Yeni bir düzen yaratmaktan daha kolay geliyor bu. Oysa Türkiye’de de insanlar başka memleketlerdeki kadar namuslu veya namussuzdur.
- Kardeşim, herif yalan söylüyor; kardeşim, herif namussuzluk ediyor; kardeşim, herif rüşvet alıyor; kardeşim, kimsede ahlak yok ki...

Yalan, namussuzluk, rüşvet daha rahat bir hayat sağlıyorsa; “Sen yalanı, namussuzluğu, rüşveti bırak da sürün. Ne yapalım, memleketin kurtulması için senin sürünmen lazımdır” mı diyeceğiz adama? Ve böyle dersek dinletebilecek miyiz sözümüzü? Vallahi kimse dinlemez, zaten dinlemiyor işte...

Onun için fertleri bırakalım bir yana da, şu bozuk düzenle uğraşalım. Öylesine kurmaya çalışalım ki düzeni; yalan, namussuzluk, rüşvet kimseye rahat bir hayat sağlayamasın.

insanlar kendi menfaatleri uğruna her türlü imkanı istismar ederler. Mesele bu imkanı yaratmamaktadır.

Biz bu tür imkanları hudutsuz bırakan şu bozuk düzeni ele alacağımıza, fertlere ahlak dersi vermeye kalkıyoruz. Niye karaktersizlik ediyor, neye katakulli çeviriyor, neden bu kadar pısırık gibi... Tabii bir türlü de muvaffak olamıyoruz.

Siz iktisadi tenkidi, hesapların açık konuşulması prensibini, toplumcu görüşlerin tartışılmasını, eşitliği, adaleti, yani tek kelimeyle gerçek demokrasiyi, bütün icapları ve teminatıyla kabul edin de, ondan sonra bakın, insanlar namuslu olmak yarışına girişiyorlar mı, girişmiyorlar mı?

Girişmeyip de ne yapacaklar; öyle bir ortamda namussuzluk ayakta duramaz ki... Bugün ise namuslu adamı gözümüzde büyütüyoruz, çünkü namussuzluk daha çok getirdiği halde; bu nasıl namuslu kaldı, diye şaşıyoruz. Herkesten de bu feragati bekleyemeyiz ve memleketin düzelmesini bu feragate bağlayamayız.
--spoiler--
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
bugün yazmış oldugu yazıda gene güzel bir tespit yapmış usta.

--spoiler--
Canı sıkıldıkça, yazı-tura atmak fena bir oyalanma değildir.

Mısır’da iç savaş çıkacak mı?
“Yazı” gelirse çıkacak, “tura” gelirse çıkmayacak.
***
Brezilya’da kargaşa durulacak mı?
“Tura” gelirse durulmayacak, “yazı” gelirse durulacak.
***
Uzay haber ve görüntüleri, artacak mı, artmayacak mı?
Yazı-Tura atmaya gerek yok; hiç kuşkusuz artacak.
***
Değişimler istemek ve değişimlere karşı olmak...
Politik dilde birincilere, “devrimci” deniyordu; ikincilere de “tutucu”.
***
Artık devrimciler; astronotlar, kozmonotlar, Uzay takımı; tutucular, dünya siyasetçileri ve yandaşları.

--spoiler--

tanım:siyasete, olaylara,gündeme başka taraflardan bakan kalem ustası.
çetin altan sosyalistlerin en ateşli olmaları gereken zamanda onlara konuşmayı öğreten adam değil midir? kahvehane köşelerinde onun yazılarındaki cümleleri kopyalayan, onun oyunlarını izleyip örneklemelerinde kullananlar kimlerdi? meclis`te en büyük fiziksel şiddete maruz kalmış vekillerden biri değil miydi altan? sözlerine cevap veremeyenler suratına vurmamışlar mıydı üstadın?

çetin altan bir gözünü savunduğu dava uğruna kaybettiğinde nasıl da kahramanlaştırmadılar mı onu? o ise kendini, kendi yazdığı fıkralara meze etti en güzel haliyle anlattı gözünü kaybedişini. 68 liler onun kelimelerine sığınarak konuşmuş sosyalistlerdi. en kutuplaşılmış zamanda, en hızlı koşan, en cesur söz üstadı değil miydi sol cenahın?

yattığı koğuş, nöbetçi jandarmalar tarafından kurşunlandığında, ölüme en yakın anda yine de davasından ödün vermeyen o değil miydi? asker üniforması görünce korkusundan saygı gösteren bir milletin içinden, şahsını sorgulayan orgeneralle dalga geçen bir kahramanı çıkarttığı için gurur duymuyor muydu solun gençliği?

düşünün! uğruna ölümlerden döndüğünüz bir dava düşünün, kurşunlandığınız, dayak yediğiniz, lanetlendiğiniz, acı çektiğiniz, kahraman ilan edildiğiniz, hayatınızı, kaleminizi adadığınız bir dava düşünün.

kaç insan bunca emekten, kavgadan, acıdan sonra hem de putlaştırılmışçasına sevilmesine rağmen, yanılmışım! diyebilir. ki onun yanılgısı olduğunu düşündüğü fikirsel devinim aslında sadece şuydu:

işçinin, bireyin hakkını eskiden çalanlara kazan kaldırırdık şimdi ise öyle bir durum yok. gelişen dünyada bireysel hak ve özgürlükler daha adildir ve teknoloji çok daha adil bir hale gelmesini sağlayacaktır. bireysel hak günümüz medeniyetinde liberal düşünce ile korunabilir.

çetin altan hala bireyin hakkını savunuyordu ama bunun farklı bir yolunu, kendine göre daha gerçekçi ve ulaşılabilir, uğruna savaşmaya daha değer olanını keşfetti.

şimdi onu taşlayan eski hayranları, düşünceye önem dahi verme gereği duymadan hain ilan ediverdiler. duymak istediklerinin dışındaki kelimelere kulak tıkadılar, yüz çevirdiler ve çetin altan`a asıl yanılgısının sol cenahtaki fikri açıklığa, özgürlüğe, farklılığa inanmak olduğunu fark ettirdiler.

onu taşlıyorlar, o ise bu ülkede aslında en fazla hor görülen, en az destekçiye ve hatta anlayana sahip, hoşgörünün neredeyse hiç gösterilmediği bir düşünce akımının kalemini tutuyor.

liberalizm, uygarlık yolunu şiar edinmişlerin tek ülküsüdür.
Biten yüz yılın ilk yarısındaki iki Dünya Savaşı bizden önceki kuşaklarla bizim kuşaklara o kadar pahalıya mal oldu ki, bombardımanlar, yıkılan kentler ve toplamı 80 milyonu bulan öldürülmüş insanlarla peş peşe yaratılan küresel cehennemlerden herkes bir ölçüde kavruk çıktı.

***

Benim de ortaokul ve lise yıllarım 1939-45 yıllarının karanlık dönemlerine rastladı. Adam başına düşen ortalama ulusal gelir zaten 100 dolar cenderesine hapsolmuş gibiydi. Bir de buna vesikayla alınan ekmekten, bulunmayan ilaçlara ve hatta una kadar çeşitli kıtlıklar eklenmişti.

***

Yatılı okuldaki yemek porsiyonları nerdeyse esmer yüzlü bir pilavda 3 kaşığa kadar inmişti. Otoriter ve gerçekten de sorumlu bir müdür olan rahmetli Behçet Bey, tam yetişme çağında olan öğrencilerin öğünlerde bir dilimlik ekmekle doyamayacaklarını düşündüğünden, bir dilim ekmeğin yanında, bir de haşlanmış patates vermeye başlamıştı.

***

1876-77 Osmanlı-Rus Savaşı’ndaki büyük Balkan göçünde, islimye’den 7 yaşındayken ailesiyle birlikte önce istanbul’a gelen, sonra da Bergama’ya iskân edilen babaannem, sade yoksullukların değil, aynı zamanda yoklukların koşullanmasıyla eli sıkılıkta adeta düğmük düğmük olmuş gibiydi. Evde zeytinyağlı fasulye biraz bolca yağla pişmişse, sofrada cumbulumsu yağ fazlasına dik dik bakarak:
- Oh babam, derdi; tencereye tenekeyi mi boca ettiniz, ne yaptınız? Ve söylenmeye başlardı.

***

Babam Ankara’da görevli olduğu için, okuldan hafta sonu çıkışlarında kendimi tümden öksüz hissetmeyeyim diye, Göztepe’deki dedemin köşkünde babaannem, tek başına kalmıştı. Pazar akşamları okula dönerken, boş bir prünol şişesine tuzla biberi karıştırarak doldurur, ekmek banarak yemem için yanıma verirdi:
- Tuzla biber hızlı gider, derdi.

***

Hali vakti yerinde ailelerin çocukları evden getirdikleri börekleri çörekleri yerken, ben de tuzla bibere ekmek banardım. Ailenin olanakları o ölçüde kısıtlı olduğundan değil; babaannemin, kişisel tüketimi, neredeyse sıfıra doğru indirmeye dönük koşullanması, daha ötesine geçit vermediğinden...

***

ikinci Dünya Savaşı yıllarında, ilk gençliğim yamalı çoraplarla, dirsekleri yamalı okul içi ceketleri giyerek geçti. Yakası eskimiş gömleklerin arka eteğinden bir parça kesilerek yakalar onarılır, tabanı delinmiş ayakkabılara en az iki kez pençe yaptırılırdı.

***

Ortaokula başladığımda babaannem de Ankara’daki ailenin yanına gitmişti.
1 lira haftalığım vardı. Sinemalarda alt salon koltuğu 66 kuruştu. Okulun karşısındaki içkisiz şarküteride küçük boy sandviçler 5, büyük boy sandviçler 10, sucuklu yumurta da 50 kuruştu.
Ve girip çıkanlarla dükkânın kapısı açılıp kapandıkça, mis gibi sucuklu yumurta, haşlanmış sosis kokuları taşardı dışarıya...

***

1 liralık haftalık hem sinemaya gitmeye, hem de sucuklu yumurta yemeye yetmezdi. Neyse ki o zamanki Lale sinemasının en tepe balkonu 22 kuruştu. Dayanamayıp sucuklu yumurta yediğim zamanlarda oraya giderdim...

***

Öğrenci arkadaşlar, cumartesilerle pazar akşamlarını evlerinde geçirirlerken, ben birkaç avuç parasız yatılının kaldığı bomboş okula dönerdim kös kös... Aileleri istanbul dışında olduğu için kendilerine bekâr öğrenci denilen 30-40 arkadaşın doldurulduğu ortak bir sınıfta, kuytu bir sıra seçer, onların itiş kakışları arasında roman okurdum.

***

ikinci Dünya Savaşı yıllarında iç benliklerimize hangi silinmez damgaların vurulmuş olduğunu kestirmek kolay değil...
Hâlâ daha paketlerin iplerini elimde sarıp belini düğmükleyerek bir yerlerde saklarım. Hâlâ daha kendime bir şeyler alma dürtüleri pek şahlanmaz içimde...

***

Savaşlar da gelir geçer, ama işte eski bir deyimle “deler de geçer.”

http://gundem.milliyet.co...detay/1758632/default.htm
tarihin saklanan yüzü adlı kitabıyla osmanlı'nın cinayet kronolojisini ortaya çıkarmıştır.

dile kolay 400 yılda idam edilen tam 44 vezir-i azam yani günümüzün deyişiyle başbakan... ortalama 8 yılda bir başbakan idam edilmiş. bunun yanı sıra devletin bekası için(!) katledilen 3 yaşındaki şehzadeler, tahtan indirilen padişahlar, torununu bile boğabilen bir saltanat sistemi.

1215'de magna carta imzalanıyorken, matbaa icat edilip, reform ,rönasans harketleri yaşanırken bizim birbirimizi boğma tarihini ortaya koymuştur bu kitap.

okullarda öğretilen ve sadece topraklarımızın büyüklüğüne övgü ya da temeli olmayan yüceltmelere maruz kalan tarihimizin en güzel elştirisidir.

ayrıca 87 yaşındaki bu güzel amcamız milliyet'te şeytanın gör dediği adıyla bir köşe yazıyor ki her yazısı tarihi belge.

okumak, okutturmak gerekilen en önemli yazarlarımızdandır. çok çeşitli dalda eser vermesine rağman ne yazık ki fazla okunmamakta, tanınmamaktadır.
ahmet altan ve mehmet altan gibi iki dönek, puştun babası. harika edebiyat insanı ve benim diyen entellektüel.