şu sıralar "julia dream" şarkısını sürekli dinlediğim muhteşem grup.
modern zamanlarda müzikal bazlı realist ve eleştirel duruş ve duyuşlar pink floyd ile evrildi, değişti... onlara vicdani birşeyler borçluyuz zannımca sevgili sözlük...
insanlığa kalmış müzik mirası.
her şarkısının mükemmelliği su götürmez bir gerçek olsa da, goodbye blue sky şarkısıyla beni benden alan grup.
dünyanın en aşmış ve (last fm deneyimlerimden yola çıkarak vardığım sonuca göre) farklı farklı tarzları dinleyen çoğu kişinin buluşma noktası olabilmeyi başarabilmiş bir gruptur.high hopes, comfortably numb, echoes, sorrow, time gibi parçaları dinlenirken akıl sağlığına dikkat edilmelidir.
syd barrett' in olduğu dönem en kaliteli dönemleridir. syd barrett gilmour, waters ikilisinden kat ve kat daha iyi bir müzisyendir. nedeni lsd etkisiyle yazdığı sayko sözler de değildir, doğallığıdır. sadece pink floyd döneminde yaptığı albümleri değil, solo kariyerinde çıkardığı albümleri de harikadır.
ruhumdaki izleri asla silinmeyecek olan evrensel değer.
syd barrett'ın dönemine övgüler yağdırıp sonrasını ezenler için söylüyorum; "cliff öldü metallica bitti abi yeaa" diyenlerden zerre farkınız yok. müzik denen şeyden de bihabersiniz gençler. comfortably numb'ı, another brick in the wall'ı, hey you'yu da eniştem yazdı söyledi zaten. hatta comfortably numb'ın pulse konserindeki solosunu da kayınçom attı. division bell'i de bacanak çıkardı. aslında biz sülalecek müzisyeniz de pf hesabına çalışıyoruz.

bu aradai yaşınız kaçtı, merak ettim?
insanı başka başka dünyalara sürükleyen nadir şeylerden biridir pink floyd. şarkıları eşliğinde, 'yak bir sigara' komutunu yerine getirmemeniz için hiçbir sebep yoktur. dalar gidersiniz uzaklara.
syd barrett' li dönem sadece 3 yıl sürmüştür, etkilerinin daha uzun olmasının tek nedeni grubun ona haksızlık yaptığının düşünülmesiydi ve yapılan müziğin tam anlamıyla "psychedelic rock" olmasıydı ki o dönem the doors' la birlikte en büyük akımdı bu.
roger waters' la birlikte daha çok progressive rock yolunda gitmiştir ve bence de çok çok iyi yapmıştır.

açıkçası roger waters dönemi müzik tarihi açısından pek çok şeyi değiştirmiştir.
the dark side of the moon
the wall

david gilmour' la the division bell vardır zaten ki benim favorilerimdendir bu albüm.
her dönemi de kendine göre güzeldir efendim neticede.
pembe panterin gelişmiş versiyonudur.
ayrıca eloy siker atar pink floy' du.
pink floyd'u sevenler ikiye ayrılabilir:

birinci grup çoğunluğu oluşturur ve bu grubun progressive rock bilgisi neredeyse, sadece pink floyd ile sınırlıdır. yani bunlar için varsa yoksa pf'dir. ya da progressive eşittir pink floyd'dur adeta. işte bu gruptakiler pf'yi yere göğre sığdıramazlar, fanatikçe ve inanılmaz övgüler dizerler pf için. sözlüklerdeki pf severlerin de çoğu bu gruptandır.

ikinci grup azınlıktadır ve elit bir progressive rock dinleyicisi grubudur. bu grup da pf'yi sever, pf'nin progressive rock ve psychedelic rock'taki önemli yerini gayet iyi bilir. ama pf kadar önemli olan ve daha önemlisi birbirleriyle karşılaştırılmaları hata olacak diğer devleri de bilir: rush, king crimson, jethro tull, genesis, van der graaf generator, yes, camel, eloy, gentle giant, supertramp vs.
"pigs on the wing" adlı şarkılarında basit kelimelerle eşsiz bir müziği birleştirerek ortaya bir şaheser çıkaran topluluk.
en iyi, en olgun, en bir progressive ve en ustaca yaratılmış albümleri wish you were here ile animals olan efsane müzik topluluğu. her bağlamda, yere göğe sığdırılamayan the dark side of the moon'a tercih ederim bu albümlerini.
insan ihtiyaç duyuyor bazen, resmen. kan istiyor yani.
careful with that axe eugene isimli şarklarının orta yerlerince roger waters uraaaaaoooovvvvv diye çığlık atmaktadır. aman korkmayınız
londra'daki nehir* yakınlarında konser verirlerken ses dalgalarının yoğunluğundan nehirdeki balıkları öldürmüşlerdir.

tü kaka.
ne zaman dinlesem, kedimi yatağımın baş köşesinde gözünü kapatıp müziği dinlerken bulurum. O derece beni ve kedimi buradan alıp başka yerlere götüren gruptur.
sesleri işleyerek insanı anlatan daha yetkin bir oluşumun var olduğunu sanmıyorum. bu anlatımı esrarengiz yapan ise aşka değinmeksizin yapmaları, aslında çok ilginç bir durum bu. her hangi bir şarkılarını üst üste ikinci veya üçüncü kez dinlediğinizde hayattan soyutlanıyorsunuz, çevresi buğulaşmış bir fotoğraf karakteri gibi hissediyorsunuz, vücudunuz katılaşıyor hareketsizleşiyorsunuz. kutuplarda yalnız kalmış soğuktan donmak üzere olmak gibi bir şey... ve karşınıza çıkan ilk nesneyi sahiplenmek istiyorsunuz. o anki yaşadığınız his ve arzu aşk kadar kuvvetli, ama aşk değil! bu da ne denli bir yalnızlığı kabullenmenizden ileri gelse gerek. böyle tuaf duyguları bir biri ile garip bir şekilde harmanlayabilen ve insana son derece 'özenli' ve 'karmaşık' bir biçimde sunabilen bir oluşum.

her insan için bir ya da birkaç favori sanat eseri mutlaka bulunan, benim için ise high hopes'i yaratmış olan grup.
syd barrett olmasa olmayacak gruptur. ilham, teknik ne varsa barrett sayesindedir.
Sadece 40 karakteri doldurmak için bukadar uzun yazı yazığım normalde sadece ''...'' koyacağım hayatımın efsanesi grup.
"what do you want from me" şarkısına bir youtube yorumu:
"That thing when the guitar starts playing is not sound, it's sex."
nasılki rakı içmek bir içki kültürü isterse pink floyd dinlemekte bir müzik kültürü ister.wish you were here şarkısının olayıda çok hoştur.
beni mesleğimden soğutan şarkıların üreticisidir kendileri.gerçekten de dinlemek ve anlamlandırmak ciddi bir donanım ister.