bugün

1960, istanbul doğumlu yazar.
"halkı askerlikten soğuttuğu" gerekçesiyle hakkında iddianame hazırlanan eski radikal gazetesi yazarı.
uçurulmuştu yakın bi zamanda.
Radikal gazetesinde yazdığı "aklı olan alınır" adlı yazısı editör onayından geçmediği için radikal gazetesinden istifa etmiş yazar.

"AKLI OLAN ALINIR

Reality şovları gözetleyerek Türkleri, "true crime" (hakiki suç) kitaplarını okuyarak insanlık Alemi'ni tanımaya çalışıyorum.

Bi de Türkleri tanımak için Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü-çok çok faydalı oluyor.

Daha önce de 10-15 kez yazmıştım: Ama sosyapatların harikulade 1özellikleri var. Hakiki anlamda hissedemedikleri için içlerinde acımayı, acıyı, bunaltıyı, suçluluğu, vicdanı böyle bir GiBi YAPMA zaruretleri.

Ki o GiBi YAPMA hezeyanları esnasında kuyruklarına (iç kuyruklarına) bastığınız anda en çok onlar ağlayacaktır, kendini ordan oraya atacaktır, yırtınacaktır. Tepkisiz filan zannetmeyin onları yani-teşhirsiz. Zannetmeyin. Onlar "Vitrin insanları".

işte bunların Hakiki Hislenme Mekanizmaları'nda çok ciddi bir tıkanıklık olduğu için, harbi bir bozukluk; hadi vur kendini atasözlerine, deyimlere ve klişelere vur. Yaz en uzun ve içli manzumeleri, en beze kompozisyonları döktür gençirisi köşende.

Bir de tabii izledikleri yol haritalarını çıkarabileceğiniz bir sürü sözleri var. "Onlara dokunmayan YILAN bin yaşasın."

1000 yaşasın, 2000 yaşasın hakikaten. Niye uğraşsınlar ki? "Onlardan uzak. Cehenneme direk."

Sonra uğraşmaya kalksalar; aman,aman! "Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık."

Ayrıca "Bükemediğin eli öpeceksin." Köprüyü geçinceye kadar her nevi ayıyı dayılamak da, cabası. Eşyanın tabiatı.

Zaten toplum dinamikleri ayıları dayılamak üstüne kurulu. Ve hatta kim dayı, hangisi ayı hiçbir bilinç de yok. Tüm ayılar zaten dayıları: hemen herkes birbirinin dayısı, yengesi, amcası, kuzeni, olmadı hemşosu, takım taraftarı, kahvehane komşusu.

Koyver Gitsin Medeniyeti.

Aklı olan hiçbir gıcırtı çıkarmaya kalkmaz bir kere. Zira "Keskin sirke küpüne zarar", "Öfkeyle kalkan zararla oturur." Bir kere kardeşim "Maksat bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek."

işte bak bağcıyı dövmeden üzümü yemene imkan yok şerefinle. Ve fakat ARKA KAPI. Dolanacaksın Arka Kapı'dan, bir kere mütemadiyen "Tükürdüğünü yalayacaksın." Ne var yani? "Dilin kemiği yok." Öyle de demiştin. Böyle de.

Herkes, aynı zamanda ilişkilerden, iş yerlerinden, coğrafyalardan, beraberliklerden KOVULMAÖTESi.

Geçtim istifa Özürlü olmalarından, geçtim Terkedebilme Kapasiteleri'nin eksilerde seyretmesinden; bir şeylerin tepesindeyken Büyük Patronun, önünde günde 5 kez namaza durduğun (el pençe divan) Büyük Efendin, aldı seni tepeden dış kapının sol mandalı yaptı, diyelim.

"Kapı açık/ Arkanı dön ve çık/ istenmiyorsun artık"ın kibarcası.

En beş yıldızlı yöneticiliklerinde okkalamadığın para kalmamış (defol git, demiyorum) ÇEK GiT be insan! Git şarkı sözüyaz. Alaska Frigo'yu (masrafları ömründe ilk kez cebinden ödeyerek) gez. Balık tut. Ut çalmayı öğren. Çin alfabesini sök. Sistemini temizle.

Yapışma. Yapışma. Pozisyondan ibaretleme kendini. Yazdığın tüm o peynirli/üslupsuz/berbath makaleleri yazmasan da olur. O kitapları topaçlamasan. Hatta çokçokçok daha iyi olur.

Himayendeki tüm o karı kız tayfası bırak zırlasınlar ardından. "Sen bizim ne gururlu, ne iktidarlı, ne incesinden koyan efendimizdin öyle," yapsınlar. Seni mumla arasınlar yeni efendilerinin yataklanma kapısında. Arkandan yaktıkları ağdacıkız ağızlarını, kitap boyuna uzatsınlar! "Best-Seller"lanmaya çalışsınlar, sayende. Çok dolgulandılar yokluğundan, çoook. Barajlandılar. Tutamıyorlar alt ve üst çenelerini.

Onlara bu kadarcık kahramanlığı çok görme. Zamanında atıp tuttuklarına sahip çık. Dilin kemiği olmasa da (ki olmalı dilin kemiği ve de belkemiği) her kalemin bir kapağı var. Terk edebilirlik gücün üstüne peynirlediklerin bak hala kağıdın üstünde, yani internet sitelerinde. Kurumadı mürekkebi. Kurumayacak da. Kan gibi.

Ama tabii, "Taşıma suyla değirmen dönmez." "Yalnız kalanı KURT yer." "Yumurtadan kıl bitmez." "isteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü." "Mal canın yongasıdır." Ve ennn doğrusu tüm bu atasözlerinin, en açıklayıcısı Allah için: "Alışmış kudurmuştan beterdir." Alışmışlar bir kere. Alışmışsın. Çekilip de utanmaya, utanmana zamanında attığın manşetler için; fırsat, tanımayacaksın."

Perihan Mağden
bir zamanlar sırf yazılarını okumak için radikal gazetesi aldıran, gazateden ayrılıp geri geldikten sonra eski çizgisini tutturamayan ve şimdilerde tekrar gözden kaybolan,düşündürürken güldüren yazar.
vicdani ret bir insan hakkıdır dediği için halkı askerlikten soğutma suçu işlediği iddiasıyla hakkında dava açılan ahlaklı bir düşünür.
iki genç kızın romanı adlı kitabın yazarı.
genelde yazılarından toplama yapıp oluşmuş kitaplarına korkma bu akşam gelip çalmam kapını, topladım dağılan kalbimin her köşesini, herkes seni söylüyor söyle mutsuz musun, kapı açık arkanı dön ve çık, hiç bunları kendine dert etmeye değer mi gibi neşeli isimler veren yazar
ayrıca
(bkz: iki genç kızın romanı)
(bkz: iki genç kız) *
Perihan Mağden Reha Muhtar'ı eliştiren şöyle bir bir yazı yazmıştır*...

Televizyon yazarları neyi kapıyor?

Hayatımızın yeterince televizyonlaşmış olmadığını mı düşünmekteler; ya da gazetelerimizin (genel kanının aksine) 'ağır' 'başlı' kaçtığını mı? Böyle bir 'dışardan aşılamayla' reyting patlaması yaşanacağını mı?

Ama Papyon Adam Reha Muhtar'a, kamu arazisi boyutlarında bir köşe azmanı açıverdiler. Ve fakat Muhtar, nasıl kabiliyetsiz çıktı köşe kapmacılık konusunda değil de, içini doldurma konusunda -anlatamam.

Hıncal Uluç'un sittin sene alıntılamalara doyamadığı 'Tavuk Çorbası' filan bile; Muhtar'ın muhtemelen internette dokuz bin tur atarak anca bulabildiği 'Çocuk Kalbi', 'Polyanna'yı Ben de Sevmiştim', 'Primitif Bir Zihin için Bernard Shaw dahi Heidegger Ağırlğındadır: Fazla Kaçar' vari sitelerden alıntıladığı zırvaduyguboşulumcukların karşısında, 'uzuneser' filan kaçar-

Neyse, köşe çekmeye başladı. Yine de Muhtar, kendi muhayyilesinden en hoş yaşanmışlıklar olarak bulup çıkardığı 'Kızım Ayşe Nazlı' anılarını bile bir türlü dolduramayıp illa bir 'ağlayan palyaço aslında kaderinden utanıyor' 'çocuğun aradığı elmas, meğer tavuk kümesinde gizliymiş' tarzı demodelikte bir inci internet hikâyelemesiyle ancak şişirip şişirip yine de tamamına erdiremiyor!

Ekranda belki de alameti farikası olarak kanıksadığımız Türkçe bozuklukları ve mantık düşüklükleri, basılı kağıdın üstünde bas bas bas bağırıyor. 'Bırak beni! Bırak beni! imza: Köşe.'

Bu arada Megalo Muhtar'ın yaptığı 'anlaşılamamış, boş yere eleştirilmiş dâhilerden' alıntılar, artıkça artıyorlar'. Beethoven'le de özdeşleşirim, Einstein'la da: imza: Reha.'

Türkiye sanırım harca harca harcanamayan değerlerin, emekliye bir türlü ayrılamayan egoların diyarı. Güner Ümit dışında ıskartaya çıkarmaya muvaffak olabildiğimiz kimse; olabildi mi?

Hürriyet'te köşecilikte epeyce denenmiş bulunan Cem Özer'in, çene şovculuğunun son zamanlarında nasıl da otobiyografik soslarla bezenmiş 'Fukara oğlanın babası, aslında o gece kahrından ölen palyaçoydu' hikâyelemelerine abandıkça battığını da hatırlayın bir. (Battı da, şimdilerde fırlaması yakındır. Hacıyatmaz, Çakaralmazlar Diyarı.)

Hoş (olumlu senaryo) elinin kalem tutmazlığına başkaları da uyanmış olmalı ki; müstesna beyinlerin katılımıyla 'Kadın dırdırı var mıdır?' üstüne bir Ateş Hattı düzenledi Muhtar. Ve köşe topaçlamacılığına kıyasla pırlanta gibi parlamaktaydı münazara şişesi: Epeyce eğlendirici ve sürükleyiciydi esasında var olmayan bir tartışma olaraktan.

Ahmet Hakan Coşkun'un oldukça başarılı ve kıta TC üstündeki hemen her şeye alabildiğine heveskâr köşeciliğine geçişinin verdiği baş dönme hissi de 'Haydi televizyon şöhretlerinden birer de yazıcı çıkaralım' ruh haline yol vermiş olabilir. Gazetelerin fevkalade tıkanmış bir vaziyette oldukları ortada.

Ama muhabirlere önem ve değer vererek, sansürsüz haberciliğin önünü açmak yerine, zaten köşeci bolluğundan boğulmasına ramak kalmış gazeteciliğimize verilen bu televizyon öpücüklerini-

Bakın magazin ilaveleri başka hikâye. Armağan Çağlayan hakikaten üstün yeteneksizliğiyle yarışmacılara çımkırdığı kadar şişman, detone ve sözleri unutulmuş şarkıcılık muadili yazı(r)lamalarıyla) Kelebek'e oldu mu? Bence oldu. Orda yani başka ne olsundu?

Günaydın'ında da Sabah'ın, yeni bir kalemin hem-en farkına vardım. Ayşe Özyılmazel (Neco'nun Kızı?) bir kere tıkıs tıkıs yazmıyor; şu gibi akıp gidiyor yazıları. (Ki bu Allah vergisi bir yetenektir.) Türkçesi bir dolu zorlamanınki gibi ıksırıp tıksırmıyor. Bu Hiçlik/Magazincilik Gençliği'nin kendine mahsus diliyle ve üstelik komik de (bu da yine ya vardır, ya yoktur: öyle tepinmeyle edinilmez) yazıyor. Yazabiliyor.

Peki de, Hıncal Bey'in köşesinde bir zamandır izlediğimiz Sevgi'nin Bahçesi'yle bu hanım kızımız aynı kişi değil mi? Eğer iki ayrı yazar söz konusuysa, diğeri hakkında yapmış olduğumuz 'Avrupa Yakası'nın Selin'inin köşe yazarı olmuş hali' benzetmemizi bu ikisi (ya da biri) için (yeniden) yapabiliriz. Böyle konuşup dolaşıp yaşayan Tiki kızlar var ve ben onların deli saçması mevzularını ve alabildiğine light bakış açılarını izlemeyi, son derece matrak buluyorum.

Ama gazeteciliğin çıkış yönünü gösteren ok, itilip kakılan/sansüre uğrayan/adam yerine konmayan/hiçbir konuda görüşü alınmayan/inisiyatifini geliştirip kullanmasına izin verilmeyen muhabirlere yeniden önem ve değer vererek: Daha MiT'iyle, itiyle, Yargıtay'ıyla, satılmışıyla, mafyasıyla, vurguncusuyla, adaletsizcisiyle, yerel yönetimsiziyle, muhalefetsizliğiyle, şunuyla bunuyla bu naçar ülkenin gözlerimizin önünde hallaç pamuğu gibi atılıp TEMiZE ÇEKiLMESiNE vesile olunmasında, olunabilmesinde yatıyor.

Gerisi süstür. Püstür. Olsa da çeşit katar; olmasa da olabilir. Gazetelerin de bu nedenle, her geçen gün çekmesidir. Ufalıp daralıp giderek yok olmasıdır. imha etmesidir. Kendi. Kendini.

Perihan Mağden

Radikal
Daha sonra "Askerlikten Soğutma" iddasıyla hakkında dava açılan perihan mağden hakkında Reha Muhtar şöyle bir yazı yazmıştır... Reha Muhtar'ı çokta beğenen biri olmama rağmen takdir ettim doğrusu...

Konuşmadığım Perihan Mağden...

Aslında bir süredir konuşmuyorum onunla...
iyi ki de konuşmuyorum ...
Çünkü konuşsam, o siyahla beyazın birlikteliğine benzeyen dostluğumuzu sürdürüyor olsam, şimdi söyleyeceklerimin bir anlamı kalmayacak...
Perihan Mağden'in 3 yıl hapsi isteniyor...
Yazdığı yazıda, insanları askerlikten soğuttuğu iddia edilerek...
Ne ilginç tesadüf...
Perihan'la benim konuşmama nedenim de bir yazı...
Dostça olmadığına inandığım bir yazı...
Elbet eleştirirken dost olmak zorunda değil kimse...
Ama Perihan dostumdu...
En azından benim açımdan böyleydi...
Eleştirirken, düşmanca eleştirmemesini beklerdim...
Neyse iyi ki, şu aralar görüşmüyoruz onunla...
Yoksa söyleyeceklerimin ne anlamı kalacaktı?..

Perihan yazısıyla insanları askerlikten soğutuyormuş...
Olabilir...
Benim için yazdığı yazıda da benden soğutuyordu insanları...
Ama ben, benden soğuttuğu için Perihan'ın hapse girmesini istemedim...
Ben Perihan bana çok daha ağırlarını yazdı diye, "Sesi kesilmeli" demedim...
Perihan'a küssem de, Perihan'ın yaşam alanını kısıtlama hakkını kendimde görmedim...
Çünkü bir yazarın hapse girmesini aklım, başım havsalam kaldırmaz...
Elbet, sonsuz bir küfür ve hakaret özgürlüğünden yana değilim...
Elbet yazar özgürlüğü derken, küfür özgürlüğünü kastetmiyorum...
Ama yazar "suç"ları hapsi gerektirmez...
Perihan'ı hapse sokup, millet askerliğe ısındırılmaz...
Gerekiyorsa para cezası verirsin...
Bu çağda yazarı hapisle yargılayacak kanun dünyaya anlatılmaz...

Perihan ancak bir yazarda görülebilecek ölçüde komplike bir kişilik...
Karmaşık da diyebilirsiniz...
Acıtan üslubu vardır......
Ele avuca gelmeyen kişiliği ürkütücü gibidir...
Hayata olumlu bakmaz...
Olumsuz bakarak beslenir...
Mutluluğu kızıdır...
Yalnızlığıdır...
Az sayıdaki birkaç dostuyla kaynattıklarıdır...
Zaman zaman içinde hapsettiği merhamet duygusu ortaya çıkar...
Bunu hiç göstermek istemez...
Zaafı ortaya çıkacakmışçasına kendi merhametinden ürker...

iyi ki bir süredir konuşmuyorum Perihan'la...
iyi ki, özellikle yazdığı bir yazıdan dolayı konuşmuyorum Perihan'la...
Yoksa şimdi söyleyeceklerimi söyleyemezdim...
Perihan yazıdan dolayı hapse girmemeli...
Perihan değil, kimse yazıdan dolayı hapse girmemeli...
Türkiye'nin yüzü, hapse yazar atan, bir Ortadoğu ülkesi olmaktan kurtulmalı...
Perihan Mağden bu ülkede yazar gibi yaşamalı...
Avrupa'daki Amerika'daki meslektaşları gibi yaşamalı...
Bunları dostluğumuzun dorukta olduğu günlerde söyleseydim, el çaka yer çaka durumuna düşerdim...
Ona yazısından dolayı en kırgın olduğum anda yazıyorum bu yazıyı...
Yazındaki hiçbir şeye hiç katılmasam da...
O fikirleri savunabilmen için üzerime düşen her şeyi yaparım...

Canını sıkma...

Bugünler de gelir geçer...

Gözlerinden öperim Perihan...

Reha Muhtar

Sabah
haftalık olarak çıkan aktüel dergisinde yazı yazan,sağlam fikirlerinin yanında,insanın aklının almadığı,alamadığı yazılarıda mevcut yazar.
(bkz: marjinal)
"Askerlikten Soğutma" iddasıyla hakkında açılan davadan beraat etmiş yazardır..
az sayıdaki düşünebilen ve düşündüğünü söyleyebilen türk kadın yazarlardan biri.
yazdığı her satırı kendin yazmışım gibi hiç yabancılık çekmeden okuduğum, düşünce özgürlüğü olmayan bir ülkede yanlış anlaşılan yazar.
denktaş kuzey kıbrıs türk cumhuriyeti'inde cumhurbaşkanı iken, kıbrıs sorunun çözülmeyişinin tüm suçunu denktaş'a yükleyen ve hatta ona " kıbrıs tıkacı" ismini takan yazardır. bugün talat'ın denktaş'la benzer söylemler içinde olması karşısında ona da aynı lakabı takıp takmayacağı merak edilmektedir.
kalemi kadar güzel bir sese de sahip kadın.
radikal'e geri dönen.
an itibariyle kürkçü dükkanım başlıklı yazısıyla radikale geri dönen köşe yazarı, dönüş yazısında radikal'e olan kırgınlığını, kurtlar vadisi hakkında yazdığı yazıdan dolayı bir cumhuriyet savcısının hakkında 16 yıl hapis istemine olan şaşkınlığını, 2006 nın anne horribilis 2007 nin ise kim bilir nolucağını sorgulamakta... dönüşüyle (d)okur larını mutlu etmiştir. dönüş yazısı için aşağıdaki linke tıklanabilir
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=212045
üşenmeyin lütfen okuyun...

Geçenlerde (burda yaşayan 'yabancı' gazetecilerle artık hısımlaştık) bi röportaj teklifini geri çevirdim.
Ve artık mümkün olduğunca konuşmayacağım 'dış' basına.
Konuş, konuş, nereye kadar? Böyle, Konuşan Kafa gibi hissediyorsun kendini. Biraz da sabrımın sonuna geldim: Ne anlıyorlar? Nereye kadar anlıyorlar? Ben meramımı-zı iyi anlatabiliyor muyum? Peki, en mühimi:
ben meramımı-zı iyi anlatmakla mükellef miyim? Kronik Mağdur pelerinini de iade edeyim.
Sonuç olarak ben bir Türk yazarıyım, diplomatı değil.
Bi ilter Türkmen kadar sabırlı, dirayetli, hakikâtli, dengeli ve tecrübeli olsam- tamam anlatayım dertlerimizi o zaman. Ama 'dert anlatma' mevzuunda sabrımın sonuna geldim. Anlatamıyorum, anlatamayacağım! Türk'ü Türk'e şikâyet etmek çok daha doğru ve güzel. (En azından benim meşrebimde biri için.)
En vahim/rezil örneğini (yoğunlaştırılmış bir 'Anlasana Ulan!' hadisesini) 2 yıl önce Saint-Malo'daki Fransızların ünlü mü ünlü (ay, her şeyleri 'ünlü' herrr şeyleri mühimdir bacaksızların) kitap festivalinde yaşadım.
Dört mü, beş mi kaç konuşmaya katıldıysam şiddetli kavgalar çıkartmaya muvaffak oldum. Yorgun düştüm hakikâten: kendimden ve durumdan! Netice itibarıyla insankızı barışsever bir varlık, o kadar kavga edip didişince gidişatından kaygılanıyorsun. 'Ben nerde yanlış yaptım'dan dahi daha çok 'Allahım, yoksa ben Emin Çölaşan mıyım?' Yurtdışında yaşadığım duygulanımların tamm karşılığı budur okurlar: Alter-egomun esasında Emin Çölaşan olabilirliği korkusudur!
Şöyle bir ortamlama tahayyül edin: Allah'ın Çinli yazarına kitabıyla alakalı soru soruluyor. Allah'ın Lübnanlı yazarına kitabıyla alakalı soru soruluyor. Allah'ın Beyaz Rus'una kitabıyla alakalı soru soruluyor. (Burdaki Allah'ın nitelemesi kesinlikle ırkçı ve bu ulusları horrr görmeye yönelik değildir: aynı çatı altında hepimiz kardeşiz vurgusu önemlidir.)
Sıra bana geliyor, soru aynen şöyle: "Sizce Türkiye, Avrupa Birliği'ne girmeye hazır mı?"
Bu arada dikkâtinizi çekiştiririm: Benim Fransa'da çıkmış olan kitabım 'Avrupa Birliği'nin Kıyısında Türkiye' (adlı inceleme) ya da 'Bir Yahudi, Bir italyan, Bir Baron, Bir Turşucu ve Bir Ermeni Kuzguncuk'ta Bir Konakta Çok Mutlu Olmuşlardı' temalı sahte birleştirilmiş bir roman dahi değil!
Kitabım 'Haberci Çocuk Cinayetleri' ismindeki fantastik mi nerdeyse bilimkurgusal, hiç bu toplarla alakasız bir novella! Kardeşim onlara sorular edebiyat üstüne, edebiyatları üstüne de bana niye böyle bir Dışişleri Bakanlığı'ndan Mağden muamelesi? iyi bir muameleden geçtim zart zurt; eşit değil, eşitlikçi değil, normal ya da adaletli değil.
Ben tabii açıyorum ağzımı, "Siz şimdi kendinize uşak/ahçı alacaksınız da, benden referans mektubu mu istiyorsunuz?" diyorum.
"Benim kitabımla alakası yok bu sorunun. Ne hakla bana böyle bir soru yöneltebiliyorsunuz?" diyorum.
Dağılıyor mu ortalık? Karışıyor mu salon! E bana ne? istemezdim tabii böyle olmasını. Ben de Müzisyen/Unicef insanı tabiatlı bir Zülfü Livaneli tadında çıkartıp sazımı 'Kar koleksiyonladım senin için' pardon 'Kartopulandım da geldim' pardon 'Karlı kayın ormanında'yı çalayım, milletler el ele tutuşsunlar, Fransızlar duygulansın hüngürt şakırt ağlasınlar. Hepimiz kardeşiz. Gözyaşlarımızda eşitiz, bunu türkülendirmek buram yorgan, isterdim.
Ama durunamayan bi tabiatım var (anlaşılan). "Çinli beyefendiye neden Çin'de hâlâ idam olması gerçeğini sormuyorsunuz da bana Türkiye'nin hak ve hukuk karnesini soruyorsunuz" diyorum başka bi toplantıda. "Lübnanlı beyin kitabını okumuşsunuz. Benimkinden haberiniz var mı?" filan.
Başka bi salonda (çok büyük bir salonda üstelik bu talihsizlik) "Türkiye, Avrupa Birliği'nden ne istiyor?"
sorusu çıkıyor torbadan. Bu soruları bulup buluşturanlar da 'sol' 'entel' Fransız gazeteci-yazarlar! Yalnız Türklere Özel Bir Menü bu, inanın.
Ben: "Para!" diyorum. "Yatırım yapsın Avrupa ülkeleri. Serbest dolaşım hakkı tanısın ki, bizde de işsizlik azalsın. Genç, dinamik bir nüfusuz ve işsizlik çok ciddi sorunumuz. Bizler de size sperm vermiş oluruz."
Salon yine dağılıyor. Doğru cevap: 'Yüksek kültürünüzü ve yüce değerlerinizi, medeniyet seviyenizi istiyoruz'muş!
Ben doğru cevapları tahayyül dahi edemediğim gibi adamların/kadınların cinlerini tepelerine çıkartmaya muvaffak oluyorum. Her salon/her toplantı! Yani bi pembe incili kaftanım eksik omzumda. Ve fakat benim kaftanım: ben onlardan çok daha seri ve yetkin bir ingilizce konuşuyorum. Fransızların yabancı dile yatkınlığı malum! Bana cevap yetiştirme kaygısıyla bağırıyorlar. Bu defa "Niye bağırıyorsunuz?
Sakin olun" diyorum. "Türkiye sizin tırnak kontrollerinizden bezdi" diyorum. "Irkçılık temayüllerinizi denetlemeye çalışmalısınız" diyorum.
Ağbi, ben anlaşılan yurtdışında çok sinir bozucu bir Türk'üm. Nereye gitsem kavga çıkartıyorum. Festival Başkanı kapanış partisinde, "Başınıza gelenler için çok özür dilerim, seneye sizi yine davet etmek isteriz" diyor. (Yankı yankı yankılandı zira ortamlarım.)
"Boşuna zahmet etmeyin. Korkunç günler geçirdim. Sayenizde kendimi bi yeniyetme gibi hissettim" diyorum. (Tarotta da: Perpetual Peter Pan çıkmıştı!)
Hakikaten (bir de toplantılar dışında şahsi politik kavgalarım var) Avrupalılarla baş etmek/meramını anlatmak/onların o zırhlı önyargılarını delebilmek/onlardan eşitlikçi bir yaklaşım talep etmek- Başkaları atlatsın bu develere bu hendekleri.
Yükselen Türk Irkçılığı'nda Yüksek Avrupa Irkçılığı'nın katkılarını da lütfen yabana atmayalım, bu zehirle uğraşmak zorunda kaldığımız/kalacağımız bu karanlık günlerde. Ben denli bi uyum insanını dahi şirazesinden çıkartabiliyorlar. Yazıklar olsun onlara Emin ağbi!
bugün yazdığı köşe yazısında, akli dengesiyle ilgili kuşku duyulan kenan evren'e ayar üstüne ayar veren, radikal yazarı:

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=214582
(bkz: ironi kraliçesi)
"Ama Evren'e rağmen; Leyla Zana gibi ömrünün on yılını çalmış bulunduğumuz bir kadın kahramanın niye bir Kürt partisinin, Kürt demokratik hareketinin içinde ve hakkıyla başında olmadığını sorgulamadan edemiyorum". Sözleriyle terör örgütüne yardım ve yataklıktan mahkum olmuş bir kişinin hareketin başına geçmesini önererek "ya önceki yazımda fena vurdum bari bu yazımda gönül alayım" demiş yazar.
robert kolej ve bogazici universitesi psikoloji mezunu garip yazar.
radikal gazetesinde bugün yazdığı köşe yazısında; biraz tarzının dışına çıkarak dansöz asena'ya epey bir giydiren, buzda dans denen absürd programı da yerden yere vuran gazeteci, yazar.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=215626
betimleme ve anlatım tarzı çok hoştur bu hanımın,anlayana hitap etmesi nedeniyle özeldir benim adıma diğer yazarlar arasında, lakin zaman zaman tarzını muhafaza ve müdafa etmek adına kasan ve bu sebeple arkadaş ortamında bile yapıldığında "öğğğh iğreeeğnç" şeklinde tepkiler verilen cinsten basit esprileri kullanmaktan imtina etmemektedir. daha seçici ve doğal olmasını temenni ediyorum...
türban ve iktidar
--spoiler--
Merve Kavakçı (seçilmiş bulunduğu) Meclis'ten o korkunç sahnelerle
atılırken yerin dibine geçmiştim.
Seçilmiş bulundukları Meclis'in merdivenlerinden alınıp götürülen ve hayatlarının on yılını hapishanede geçirmek zorunda bırakılan DEP'liler
adına duyduğum mahçubiyet ve utanç kadar yoğun bir utanç söz konusu olamaz, pek tabii ki.
Kadınlarımızın yarısı başörtülüyse, onların Meclis'te temsil edilmiyor olması benim için kabullenilir gibi değil.
Bir türlü sayısını bilmedğimiz (6 ila 20 milyon) Kürt vatandaşımızın Meclis'te temsil edilmemesi de öyle.
Muhakkak, bu memlekette bir TEMSiL SORUNU var.
--spoiler--

devamı için ;

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=217337
tüm aklı selim köşe yazarlarının erken seçim ve muhtıra gibi başlıklarla gündemi işaret ettikleri, en azından artık susmadıkları bir dönemde , bir günde 'her hafta tunaya bir özür kırık bacaklı balerin'e hulahup' gibi gereksiz bir köşe yazısına imza atmış, türkçeye güzide(!) katkılarda bulunan radikal gazetesi yazarı.
güncel Önemli Başlıklar