bugün

ülkenin yaşayan en iyi hikayecisidir. Bütün kitapları şiddetle tavsiye edilir...
mustafa kutlu'yu okuma kılavuzu;

ibrahim tenekeci (şair) :

edebiyat, biraz da yerini bulma meselesidir. mustafa kutlu, erken denilebilecek bir yaşta yerini bulmuştur. eserlerindeki fikri derinlik, büyük ölçüde bu "yer" ile ilgilidir. mesela nurettin topçu, "üç hâkimin hükmünde hata aranmaz: kalbin, kaderin ve ölümün." diyor. mustafa kutlu da şunu: "allah varsa, trajedi yoktur." bu dünyada, aşk kelimesinin karşısına yazabileceğim tek şey, edebiyata olan bağlılığımdır. bunu, mustafa kutlu hocamızda da gördüğümü söyleyebilirim. onun edebiyata yaklaşımı veya edebiyat anlayışı, iyilik üzerine kuruludur. kötü biri, onun hikâyelerinde ve dünyasında asla barınamaz. mustafa kutlu, bir sohbetimiz esnasında, "şiir, sözün bittiği yerden başlar." demişti. bana kalırsa, kutlu'nun hikâyeleri de böyledir. söz biter ve hikâye başlar. mustafa kutlu külliyatı, birbirinden bağımsız yapıtlardan değil, birbirini tamamlayan eserlerden oluşur. dolayısıyla, onun külliyatını hangi kitaptan okumaya başlarsak başlayalım, sonuç değişmez, hep aynı yere çıkarız. farklı yollardan da olsa, varacağımız yer, insan olmanın basit ve ince kurallarıdır. yani hakkaniyettir, samimiyettir, merhamettir, mesuliyettir.

feridun andaç :
öykülerinde bir bakışın, bir hayatın değiştirdiği zamanı bize sunan mustafa kutlu'nun anlatı dünyasına adım atmak için nereden başlamalı? bir yanımıza yoksulluk içimizde'yi alıp, diğer bir yanımıza uzun hikâye'yi koyduğumuzda; anlatısının sırrına erebilmek için başka bir sesine dönmek kaçınılmaz olacaktır! "kimdir bize hayatı böylesine hikâye eden bu anlatıcı?" diye bir soruyu soracağızdır kaçınılmaz biçimde. öyleyse, onun bakışının izine düşmek için, hayatın baktığımız, ama hiç mi hiç görmediğimiz yüzlerine bizi yolculuklara çıkaran o benzersiz denemelerine göz atmalı önce, derim. örneğin; yoksulluk kitabı'nı başa alabilirsiniz. sizi hayat güzeldir'in o iyimser bakışlı öykülerine taşıyacak kutlu anlatısının sırlı kapılarından geçmek istiyorsanız, bir de ya tahammül ya sefer'e dönmelisiniz derim. benim için mustafa kutlu'nun asıl "açılış anlatısı" yokuşa akan sular'la başlar. okura derim ki; bir yurt haritasında gezinir gibi mustafa kutlu'yu okumak için birkaç koldan başlamak en iyisi. kronolojik okuma yerine böyle başlama noktaları belirlemeli. eminim ki birkaç adım sonra o uzun anlatılarının sırrına döneceksiniz yüzünüzü

necip tosun :

mustafa kutlu'nun öykülerini okuyanlar öncelikle, modernizmin, konforun neye mal olduğunu, insandan, doğal yaşamdan neler götürdüğünü, modern ve çağdaş insanın tabiata, doğallığa karşı acımasız, aldırmasız tavrını, duruşunu görecekler. pek çok öyküsünü ülkemizin yaşadığı sosyal, kültürel, iktisadi değişikliklere ve bunların bireydeki etkisine yaslayan kutlu'nun öykülerini okuyanlar türk toplumunun son dönemde yaşadığı siyasal, toplumsal, teknolojik serüvenin derin izlerine tanıklık edecek, değişimle birlikte neler kaybettiğimizi hatırlayacaklar. kur'an'dan risale-i kuşeyri'ye, dede kor-kut'tan leyla ve mecnun'a, hacı taşan'dan orhan gencebay'a yerli bir coğrafyanın, ruh iklimini teneffüs edecekler. mustafa kutlu öykülerine başlanmadan önce mutlaka nurettin topçu'dan birkaç temel eser okunması gerekir. çünkü topçu tanınmadan kutlu öyküsü tümüyle kavranamaz. kutlu hiç şüphesiz öyküleriyle önemlidir, bu yüzden denemelerinden değil öykülerinden başlanmalıdır. vakti olmayanlar ve seçme yapmak isteyenler ilk dönem öykülerinden ağırlıklı olarak okumalıdır.

ahmet turan alkan :
her yiğidin bir yoğurt yeme tarzı vardır; benim için kutlu üstadımızın külliyatına uzun hikâye'den başlamak daha doğru görünüyor; ardından mavi kuş ve arka kapak yazıları. yeni başlayanlar tâbiri beni duraklattı; niçin, çünkü mustafa kutlu'yu daha önce okumamış ve şimdiden sonra okumayı düşünenlerden biri olmak, benim için imrenilecek bir şeydir. dünyanın en tatlı, en dolgun ve en zengin darı ambarına düşmüş bir aç tavuğun heyecanını, o tatlı kalp çarpıntılarını nasıl tarif edebilirsiniz ki? sizi bir şölen bekliyor ey yeni okuyucu, bir okuma şöleni; okumaktan zevk almak, okudukça daha çok okuma arzusunu kamçılamak âyini de diyebiliriz buna pekâlâ. yeniden okumak isteyenlerin yapacağı tek şey, dergâh yayınları'na bir mektup yazıp, "üstadın bilumum eserlerini ödemeli olarak felan adrese gönderiniz" dedikten sonra paketten çıkış sırasıyla işe koyulmaktır ama dikkat, mümkün mertebe ağır ağır...

nazan bekiroğlu :

ben ana kubbeden başlamayı öneririm. sır ile. sonra "beşleme"nin tamamlanması gerekir. yokuşa akan sular, yoksulluk içimizde, ya tahammül ya sefer, bu böyledir sırasıyla tekrar sır kitabına gelinir. böylece onun hikâyesinin asıl karakteristiğini veren şeyin, şark hikâyesi ile kurduğu ilişkinin tadı, bilgisi, estetiği oluşur. bundan sonra sır sonrası uzun hikâyeler kendi kronolojileri içinde okunabilir. uzun hikâye, beyhude ömrüm, mavi kuş, tufandan önce, menekşeli mektup, chef, huzursuz bacak, tahir sami beyin özel hayatı. bu eserlerle de onun halk hikâye geleneği ile kurduğu ilişki fark edilir, tadı alınır, bilgisi edinilir. mustafa kutlu bir yazar olarak külliyatıyla kavranır

cihan aktaş :

mustafa kutlu'yu "yokuşa akan sular"dan bu yana okumaya devam ediyorum. "yoksulluk içimizde" sanki kentleşmeye çalışan müslüman topluma asıl sorunun nerede boy verdiğini, yolun henüz başlarında anlatıyordu. tesettürü benimseyerek hayat tarzını değiştiren süheyla, edebiyatta kadın kahraman bağlamında aynı derinlikte işlenmemiş bir muhasebenin öznesi olması itibarıyla önemlidir. taşıdığı erzincan sesleri ve renkleri itibarıyla "bu böyledir", kutlu'nun en sevdiğim eserlerinden biridir. "uzun hikaye", edebi metinlere pek konu edilmemiş türde bir muhalif kimliği geliştiren anadolu aydınları çevresinde geçiyor, bu bağlamda yok olan kasabalılığı ve kaybolup giden kişileri, serüvenleri kayda geçiriyor. "rüzgarlı pazar", istanbul şehrinin derinlerini gören, bir bakıma bu şehirde dalgalanan henüz göze o denli görünmeyen yaratıcı devinimi kurcalamasıyla edebiyat zemininde "yalnız" bir hikâye; bana kısmen "sır" ve "huzursuz bacak"la bir bütünlük içinde görünüyor. "menekşeli mektup"u, bırakılıp gidilen insanın hayata tutunmasını sağlayacak umutların bir alegorisi olarak, özellikle hac hikâyesiyle birlikte günümüzün yalnızlaşan insanına neleri unuttuğunu hatırlatan bir mektup olarak önemli. "zafer yahut hiç" ve "kapıları açmak", kutlu'nun sinemacı bakışını kavramakta "mavi kuş" kadar yardımcı olacak evsafta hikâyeler.

türkçe'nin en güzel kelimesi "merhamet" diyen bir yazardan söz ediyoruz. "allah varsa, trajedi yoktur" sözü de ona ait. daha üniversite yıllarında 19 yaşındayken günlüğüne düştüğü not onun sanatkarlığının nüvesi gibidir: "yurdun penceresinden erzurum ovası'na bakıyorum. her yan bembeyaz. kar tepeleri, evleri, yolları, ağaçlar örtmüş. manzarada hiçbir kıpırtı yok. sanki bembeyaz bir sayfa. bu sayfa beni kışkırtıyor. hem bir tuali hem bir çizgisiz defter sayfasını çağrıştırıyor. resim mi yapsam, yazı mı yazsam?" kutlu, yazıya şiirle başlar, resim yapar desen çizer ama hikayede karar kılır. 1968 yılında desenleri ve yazıları ile hareket dergisinde gözükür. ilk hikaye kitabını (ortadaki adam) 1970 yılında yayımlar. sade, anlaşılır bir dille yazar kutlu. türkiye'de insanlığın ne yönde değiştiğini; neleri kaybedip neleri muhafaza ettiğimizi zarif bir dille hikaye eder

http://www.zaman.com.tr/h...fa-kutluyu-okuma-kilavuzu
Oğlu 'Murat Kutlu' Pendik Final dershanesi'nde az bir paraya öğretmenlik yapmaktadır , aslında çok daha iyi yerleri hak etmesine rağmen.
türk romanı ve hikayeciliğinin şuan en iyi kalemidir. beyhude ömrüm ve uzun hikaye kitapları gayet iyidir efendim. ama malesef bu ülkede elif şafak gibi boktan yazarlar 500binler yasarken mustafa kutludan çoğu genç, yaşlı insanlar habersizdir.
hikayeyi yeniden canlandıran adamdır. basit,akıcı ve güzel.büyük yetenek vesselam.
tanışıp beraber çay içme fırsatına nail olduğum büyük insan.

sadece muazzam hikayeleri değil onu değerli kılan , her haliyle başka biri , eski adamların son temsilcilerinden.

Allah ömürler sağlık sıhhat versin.
hikaye kitaplarını çok pahalı bulduğum yazar. harika, farklı, derinlemesine kitaplar tamam da az daha uygun olsa da daha çok okusak.
haftaya bugün adına üç üniversitede iki gün süren bir sempozyum düzenlenecek olan yazar.
açılışı fatih ali emiri kültür merkezinde olacak olan sempozyumun bir bölümüne kendisi de katılacaktır.
türk edebiyatında, yaşayan yazarlar arasında, günümüzün anadolusunu en iyi anlatan yazar.
kimse anadolu'yu, anadolu insanını anlatmıyor, yazmıyor. yazanlarda istanbuldan anlatıyor anadolu'yu. mustafa kutlu öyle değil. anadolu'dan istanbul'a gelen yazarlar gibi anadolu'ya dışardan bakmıyor.

uzun hikaye kitabında çocukluğumun geçtiği kasabayı gördüm. istasyonunu, esnafını, emeklilerini, sevdalı liselilerini...
mavi kuş'ta, sein taşlıklar, bahçeli evler, komşular, ezelden bir birini tanıyan insanlar...

mustafa kutlu anadolu'dur.
lisedeki mantık hocamdır. ünlü olanı yazar olanı değil tabiki bu mustafa kutlu bukalemuna ''bukamelon'' diyerek bir sınıfın ömür boyu hafızasına kazınmış kişidir.
kendisi türk edebiyatının en verimli ve etkili yazarıdır. ergenlerin bu adamı keşfi zor zira onların cinsel dürtülerini gidermeye yönelik kitaplar yazmıyor. kalbe sesleniyor.
sehl-i mümteni tarzında hikayeler yazan bilge hikayeci.
(bkz: sır)
(bkz: ya tahammül ya sefer)
uzun hikaye, seyfettini severdik, sır gibi hikayeleryle bana çok şey katmış, ömür boyu ruh dünyamda yer sahibi olmuş, ve olucak insandır.

--spoiler--
Seyfettin'i Severdik
Çünkü birden ortaya çıkardı.
Herkes ondan yana bakar:

-Aa, Seyfettin gelmiş, derdi.

Bazen Amerika'dan, bazen Mançurya'dan gelirdi.Üzerinde Uzunçarşı'dan kaçmış bir parka olurdu.Parkasını Yusuf'a satar, karşılığında gülücükler alırdı.Gülücükler Erenler'in sarımtrak kubbesinden gül yaprakları gibi dökülürdü.
Hepimiz o alâmet sobanın çevresinde, Seyfettin'in yanına sokulurduk.

-Ee, derdik Seyfettin, anlat hele...

Torbasında filmler, haberler, kitaplar, olmayacak arzular, patavatsız laflar, şakalar,fındık fıstık,en çok da Koska mamulü kuşlokumları olurdu.
incecik parmakları, şeffaf bir yüzü vardı.
Kalkın sinemaya gidelim, Karababa Tekkesi'ne gidelim derdi.
Ne kadar adam tanır, ne kadar sokak adı bilirdi.Bir gün Kanlıca sırtlarında, ertesi gün Çukurbostan'da olurdu.Ara sıra fakülteye de uğrardı.Yalnızlıktan korkar, yalnız yaşardı.Cennet bahçesinde oturmuş Nusretiye Camii'nin minareleri üzerinden Marmara'ya, Sarayburnu'na, beyaz gemilere doğru bakmıştık.

Derin bir melankoli her yanını sarmıştı.
Havada leylak kokusu, etrafta kimsecikler yok, ileride bir yaşlı adam bilmece çözüyor.
Şimdi, herhalde bana kalbini açacak diye bekliyordum.Birer sigara içtik, sessizlik derinleşti.

Gerginliğe dayanamazdı, kırılgan bir ruhu vardı.Pişmanlıklarla dolu kavgaları, geri dönüşü zor küskünlükleri, acımasız kahkahaları.
Bütün bunlar o değildi.
Bütün bunlar benliğini törpüleyen hengâmelerdi.
O mahzun bir tebessüm idi.Bir demet menekşe idi.Yuşa Tepesi'ne doğru tırmanan bir gölge.
Mecrasını bulamamış, hangi denize döküleceği meçhul bir dere.
Seyfettin'i severdik...
Çünkü çizgiden çıkan bir yanı vardı.
Biraz şairdi, Japon estamplarına, bitpazarı antikalarına tutkundu.
Naz çeker, gözyaşı siler, dert dinlerdi.
Kendisi için bir hayat kurmaya, onu başkalarından kıskanmaya, insanlarla arasına bir mesafe koymaya çalışmadı.
Tabiatıyla dağınık bir manzara arzediyordu.
Belki de Marmara Kıraathanesi'nin son atlısı idi.
Onunla birlikte yitip gitti.
--spoiler--

ardımdan hoca sır oldu, demişler...
(bkz: uzun hikaye)
(bkz: yoksulluk içimizde)
(bkz: huzursuz bacak)
(bkz: rüzgarlı pazar)
ve bunlar gibi daha birçok güzel öyküler yazan türk hikayesinin büyük ismi. 'bizi' anlatır ve çok samimi anlatır.

iğde ağacına ayrı bir ilgisi vardır ayrı bir sever. ben de çok severim iğdenin kokusunu.
eşine az rastlanır türden biridir ve kendi gibi eşine az rastlanır eserlerin sahibidir.
Kendisinde yaşlılık profilimi bulduğum gümüşhane-sivas-erzurum şivesini öykülerinde kullanarak insanı köyüne ve güzel günlere sürükleyen güzide insan.
Mavi kuş kitabı harikulade olan olan yazar. Adeta yaşatıyor hikayenin her anını gözünün önüne canlandırıyor.
onsekiznisanikibinoniki... gözüm vitrindeki türk edebiyatı dergisinin nisan sayısına takılıyor. daha doğrusu kapağındaki sakallı yaşlıca adamın resmine. altında kocaman mustafa kutlu hikâyeciliği diye bir başlık. demek bu bey amcamız hikâye yazıyor. hikâye? hani bizim o edebiyatın ilk gelişme evrelerine hapsedip yorgan altına sakladığımız, ancak yıldan yıla oradan çıkarıp edebiyat yarışmalarına iliştirdiğimiz hikâye mi? hikâyenin zamanı çoktan geçmedi mi? artık insanı alıp götüren, bir solukta okunan romanlar moda değil mi?
daha sonra mustafa kutlu için türk edebiyatı hikâyeciliğinin dönüm noktası diye bir not düşülmüş. şu an çoğunuz gibi önceden nasıl olur da böyle bir adamı duymam diyerek mustafa kutlunun yıllarca örmüş olduğu kozasının içine giriyoruz. amiyane tabirle bir deryaya dalıyor bu dar düşünce ufkumuz, şöyle bir kendine geliyor. hikâye deyip, ağız büküp burun kıvıranlara ise damdan düşme etkisi yapıyor kutlu.
ne kadar şanslı okurlarız ki kutlu her yıl bir kitap çıkarma geleneği hâlâ sürdürüyor. biraz edebi kaygı biraz da kariyer tutkusuyla hikâye yazarlarının mutlak bir noktadan sonra rotalarını romana çevirmelerinin aksine kutlu inatla, yıllardır sadece hikâye yazıyor ve türk edebiyatı hikâyeciliğinin en vazgeçilmezleri arasında yerini alıyor.
hikâye içine roman sığar mı ya da bir hikâye nasıl bu kadar tazim edilebilir gibi sorular soran okuyucular için kutlunun toprak altındaki hazineleri yeni kâşiflerini bekliyor. artık sizin de hikâyeniz başlıyor, ipi hikâyecinin elinde bir uçurtmanın peşinde
Bir hikayeci olan Mustafa Kutlu'ya hikayeci nazarıyla bir hayli muhabbetim vardır. Fakat okuduğum her kitap hikayeciliğine olan muhabbetimi azaltmaktadır. Kendisi varoşları, kıyıda köşede kalmış insanları çok güzel tespitlerle hikayelerinde anlatır. Rüzgarlı pazar'ı, Uzun Hikayesi, Chef'i, zafer yahut hiç'i gerçekten kaliteli uzun hikayelerdir. Kendine has bir tarzı vardır lakin bu tarzı hemen hemen bütün hikayelerinde kendini tekrar eder ve bir yerden sonra bu okuyucuyu sıkar. Açıkcası kendisini tekrar etmesi dışında pek eleştirilecek bir yanını göremiyorum. Eğer bu kendini tekrar etme işine bir çözüm bulursa gerçekten günümüz türk edebiyatının hikayeci alanını doldurabilecek yetkinlikte bir isimdir.
Sevilen bir uzun hikaye yazarıdır. Uzun hikaye derken, cidden hikayeleri uzundur. Ayrıca röportaj yapmaya gittiğimde iki de bir sen kahkahalar patlatan sevilesi bir insan olduğunu gözlemledim. Çok matrak. Bir de ayak bilekleri çok ince, hastalıktan sanırım.
Kendisine ülkücü hocaların zaafı vardır. Gazideyken az kitabından sorumlu tutulmadık...
iyi hikayecilerimizden biridir ve aynı zamanda güzel abilerimizden biridir.
5-6 kitabını okuyup rahatça hangi kitabını okursanız okuyun beğenirsiniz diyebileceğim yazar. Öyle samimi, akıcı bir üslubu var. Birkaç da alıntı yapmadan geçmeyeyim.
"Nedir gökdelen? Firavundan miras kalan ve tanrıya kafa tutan bir kule mi? Yoksa çağdaş küresel fikriyatın dünyayı istila eden zihniyet sembolü mü? Evet o. Nereye bir gökdelen dikilmişse, orada paganist gücün paradan başka ilah tanımayan kanunu geçer. "
(bkz: huzursuz bacak)

"sahi hayatın bu sıcaktan cıvımış asfaltlarda benzin kuyruğuna dadanmış arabalardan başka manası yok mu?"
(bkz: yoksulluk içimizde)
güzel hikayeler yazan güzel insan allah uzun ömür versin. her ne kadar akp'li olsada sevmeyen ülkücü yoktur kendisini.

bu toprağın insanını anadoluyu anadoluluyu kasabayı ne güzel anlatır bize.

kendisi ''iyi insan olun önce sonra zaten iyi şeyler yazarsınız.'' der.
Kalemi kuvvetli yazarlardandır . O yazsın , biz okuyalım .

--spoiler--

insan şehirlerin hayhuyu içinde ömrünün hangi emeller peşinde tükenip gittiğini pek fark edemiyor . Çünkü kendi kendisi ile baş başa kalma imkanı yok . Araya mutlaka bir unsur , bir kıvılcım , bir korna sesi , bir görüntü , bir komisyoncu karışıyor .

--spoiler--