bugün

(bkz: medeniyet kaybı)
türkiye'de hakkında tek satır okumadan, karizmayı tamamlamak adına taabiyetinden utanan kesimlerin, yine hakkında tek satır okumadan vakt-i zamanında kızaran kıçlarının siniriyle hakkında atıp tuttukları ideolojidir. sonra farklı alanlarda,mecralarda bir de atatürk milliyetçiliğinden dem vururlar ki, bu da onların hakikatten ne savundukları ideolojiyi ne de çemkirdikleri ideolojiyi hiç okumadıklarını gösterir. okuyun, farklı şeyler de okuyun ki en azından düşmanınızı eleştirirken bari tutarlı olun nasihatı tam bu tipler içindir.
milliyetçilik sapkınlık değildir, esas sapkınlık vatan hainliğidir.
üzerinde uzunca düşünüp, pek çok farklı kaynaktan okuyunca ve gözlemlerinizden çıkarttıklarınızla hakkında tek bir sonuç çıkacak kavram, olgu. o tek sonuçta şudur; insanların dünyayı yok etme ve bölme arzusu. evet doğrudur, milliyetçiler (bkz: faşistler) dünyanın en büyük bölücüleridir. genelde faşist olurlar, çok azı faşist değildir. zaten onları da ezilen uluslarda görebilirsiniz. bu da zaten gelip geçici bir kavramdır. her yerde, hep birlikte, hep beraber demek isteyenlerin karşı çıkacağı kavramdır.
çoğu insan tarafından, hatta bazı savunanlar tarafından bile, ırkçılığa çekilen, aslında ırktan çok "milliyet" üzerinde duran kavram.
aslına bakılırsa güçlü bir ideolojidir; ama bir yandan da bütüncül bir yapı ifade etmez daha doğrusu sosyalizm gib bütüncül bir yapı değildir; bunun yanında virüs özellikleri gösterir [aslında bu miliyetçiliğin en önemli özelliğidir]. diğer akım ve yapılarla birleştiği zaman güçlü olur; kendi başına çok fazla bişey ifade etmeyebilir. bunun yanında ulus devlette devlette yaşayan kişilerin kimliğini meşrulaştıran bir yapıya da sahiptir.

biraz da türkiye'deki gelişimini izlersek;cumhuriyetten önce ve sonrasında da dayandığı yapılar farklılaşmıştır. özellikle kemalizm incelendiği zaman bu noktaya ulaşılır; cumhuriyetten önce bolşevizm ve islam temel dayanak noktaları olurken cumhuriyetten sonra da bunlara karşıt bir şekilde ilerlemiştir: ta ki 1940'da mhp kurlana kadar. aslında mhp de 1960'a kadar laik bir yönde hareket etmiştir daha sonra söylemler özellikle 70'ten sonra türk islam sentezine dönüşmüştür.

yani bir nevi geçmişe dönüş halini alır bu noktada. daha sonra ise; bu hareket içersinde de çeşitli ayrımlar olacaktır. özellikle bbp ile mhp arasındaki ayrım; türk ve islam unsuru arasındaki önceliktedir. mhp'de türk unsur bbp'de ise islami unsur daha önemli bir şekilde yer alır; biri diğerini tamamlar nitelikte bu partilerde konumlanır..

genel anlamda da milliyetçiliği tanımlamak hakikaten zor bir olgudur. 1789 sonrası yayılan milliyetçilik ile 20.yy başındaki milliyetçilik aynı kefeye konumlanamaz. dediğimiz gibi virüs gibi bir ideoloji; sosyalizm, faşizm, etnisite, din, çeşitli bireşimler halinde yer alır. aslında bunu ifade edelnlerde belirli noktalarda neye dayanacaklarını bilemeyebilirler;çünkü oldukça belirsiz bir kavramdır: zaten birlikte bulunduğu yapıları da bir noktada elemine eder.

bunun yanında abartılmaması gereken bir akımdır; fazla elastiktir; özellikle türkiye'de doğru düzgün bir sağ sol ayrımının olmaması bu akım ile diğer akımları iç içe grifit bir yapıda bulunmasına neden olur. 70'lerde maocu bozkurt tipi bir kavramın bulunduğunu düşünürsek bu söylemimizde pek yanılmış olmayız. bununla birlikte özellikle belirli yerlerde bir meta aracı[ülker reklamındaki amerikalıların kolayı içtiğinde birden türk olması, burger king reklamındaki hamburger yiyen yeniçeri] olarak kullanılır. hatta devlet ideolojik olarak da sürekli beslenir bu kavramdan[ülkemizde her dönem polisiye mit eskisi ülkeye hizmet eden deli yüreklerin polat alemdarların bilmem ne lerin] dizilerde yer alması da bunu doğrular niteliktedir.
(bkz: milletçilik)
incirlik üssü'ne karşı çıkmaktır. türk askerinin kafasına çuval geçirenlere karşı durabilmektir.
insanın ecdadına yakışanı giymesidir.
fransız devriminden sonra önce avrupada daha sonra tüm dünyaya yayılmıştır.negatif ve pozitif milliyetçilik olmak üzere iki tur milliyetçilik vardır. negatif milliyetçilik ırk ayrımı yapar.ırkçılığa kayar.kendi milliyetini üstün gösterir.sonu faşizmdir. hitlerin milliyetçiliği gibi. her ideolojide biraz milliyetçilik vardır. Stalin bile konuşmalarında slav ırkının devrimdeki üstün rolünü altını üstü kapalı olarak çizmiştir. birde pozitif milliyetçilik vardır. ırk ayrımı gozetmeksizin tüm milliyetlerin eşitliğine vurgu yapar. iç politikada ulusu bütünleştirici dış politikada ise barışçıldır. Kemalizm milliyetçiliği pozitif milliyetçiliktir. "yurtta barış cihanda barış" sözü buna delil olarak gosterilebilinir. Ataturkun milliyetçilik ilkesi de anayasada pozitif milliyetçilik çerçevesinde anlatılmıştır. özet olarak negatif milliyetçilik ulusun ayrılan noktalarına; pozitif milliyetçilik ise birleştirici yönlerine vurgu yapar. biri kaderi olarak en sonunda çatışmayı getirir. diğeri ise barışı amaçlar.
savunması "ben kendi dilimde konuşan, benimle aynı altyapıdan gelmiş ve aynı kültürü paylaşan insanlarla birlikte olunca daha verimli çalıştığıma, daha üretken olduğuma inanıyorum, ama ülkemde yaşayan ve ülkeme zararı dokunmayan herkesi, hangi dili konuşurlarsa konuşsunlar, hangi kültürden gelmiş olurlarsa olsunlar, eşit derecede seviyorum" diye yapılırsa kimsenin karşı çıkmaya hakkı olmayan, ve benim de utanıp sıkılmadan paylaşacağım görüş.
"bir nehir yatağı var, hazırlanmış bir nehir yatağı var. işte bizim gördüğümüz milli eğitimle ilkokuldan itibaren işte çocukluğumuzdan beri seyrettiğimiz milli maçlarda yanlış kalkan her ofsayt bayrağında, türkün türkten başka dostu yok, zaten avusturyalı hakem diye yapılan izahatlarla, zaten hazır bir oluk var ve her türlü toplumsal tepki, her toplumsal problem sanki mecburi tek istikamet gibi oraya akıyor, akıtılıyor. bu özellikle 12 eylül'den sonra, 12 eylül çok önemli bir dönüm noktası. 12 eylül'den sonra iyice böyle oldu. çünkü malum 12 eylül anayasasıyla, rejimiyle, siyasetin alanını, politikanın alanını alabildiğine daralttı ve herhangi bir şeyi söylemenin, söylediğinizin meşru sayılmasının, kamusal zeminde sanki tek meşru dayanağı, tek yolu milliyetçilik gibi oldu. hani şu ali desidero reklamındaki gibi hani bir laf hani yüksekçe bir yere çıkıp bir şey söylediğinizde, o ne olursa olsun bir şey söylediğiniz zaman, hani bir de türk bayrağı gösteriyorsanız ha bu değerli bir şey, bu dinleniyor gibi oluyor. başka türlü laf anlatmak giderek daha zor hale geldi.

insanlar zihniyet yapıları itibariyle buna hazırlanıyorlar, böyle bir teşvik ya da bunu teşvik eden bir yapı var. tamam ama sadece bu değil kuşkusuz. bunun kuşkusuz objektif nedenleri de var. bu objektif nedenlerle de sadece işte bu avrupa birliği meselesi, kürt meselesi gibi dev sorunları kastetmiyorum, bunların da kuşkusuz etkisi var objektif nedenler olarak. daha genel olarak daha temelde bir sosyal nedenleri de olduğunu düşünüyorum ben bunun. şöyle ki; şimdi dünyanın iyi bir zamanında yaşamıyoruz. yani karanlık bir zamanda yaşıyoruz. yani şu ırak işgalinden söz etmek yeter. yani kaba gücün uluslararası hukuka damgasını vurduğu, onun ötesinde bu neoliberal iktisat politikalarının toplumda yoksullaşmayı, yarılmaları, eşitsizlikleri alabildiğine derinleştirdiği, türkiye'de de bu özellikle ağır yaşanyor. mevcut bütün sosyal güvenlik ağları, sosyal dayanışma ilişkilerinin hızla çözüldüğünü görüyoruz. bunun da getirdiği büyük bir sosyal güvensizlik duygusu var, ciddi bir tehdit algısı var. dediğim gibi yani savaş olmasa, avrupa birliği meselesi olmasa, kürt meselesi olmasa bile bu var. ciddi bir sosyal tehdit algısı var. ben bu tehdit algısının, insanların bu yalnızlaşmadan, tutamaksız kalmadan duydukları tedirginliğinde bu büyük siyasi milliyetçilik söylemiyle ve onun tehdit algısıyla bir titreşime girdiğini düşünüyorum. o nedenle bu kadar yaygınlaşıyor, kitleselleşiyor, o nedenle bu kadar güçlü bir taban ve rezorans buluyor. bu kendiliğinden mi oluyor? tabiki değil. bu da sonuçta bir politik ve ideolojik ortamın koşulladığı bir şey. özellikle türkiye'de yerleşik siyasal elit özellikle avrupa birliği süreci ve ona bağlı reformlar nedeniyle toplumu çekip çevirmeye ilişkin alıştığı mekanizmaların elinden gittiğine dair bir kaygı duyuyor. onun yani siyasal elitin en geniş anlamıyla bir yani bu milliyetçilik dalgayı körükleyen, teşvik eden, en azından hoşgören bir tutumu var ve bu çok yaygın olduğunu düşündüğüm, bu genel sosyal tehdit algısıyla da birleşiyor, bir şekilde onunla titreşime giriyor. çünkü alternatif bir öneri yok şu anda. alternatif bir politik öneri yok.

müdahele edemediğiniz ve sürekli kendinizi mağduru hissettiğiniz bir süreç karşısında aciz hissedersiniz. mesela işte bu globalleşme dediğiniz olay ve onun mevcut açıklama biçimleri, dünyanın genel gidişi hakikaten kendimizi aciz hissediyoruz. yani bir şey yapılamıyor. o acz bir şey yapamadığınız şey karşısında da bir hınç duyarsınız. o hıncı doğru bir hedefe mi yöneltiyorsunuz? o hırç duygusu doğduktan sonra artık onu kontrol etmekte o kadar kolay değil. milliyetçilik ideoloji o hıncı bol bol, rahat rahat akıtmayı sağlıyor ve muhtelif düşman imgeleri sağlıyor.

milliyetçiliğin bir komplo olduğunu düşünmüyorum ama milliyetçi ideolojinin çok temel bir unsuru herşeyi komplo ile açıklaması. milliyetçi ideolojinin özellikle bugün gördüğümüz yürürlükteki milliyetçi söylemlerin en geniş yelpazesiyle temel dünyaya açıklama şablonu komplo teorisi. yani kuşkusuz dünyada komplololar da var. yani komplolar da yok değil, oluyor. meşhur söz vardır ya; paranoyak olmamanız takip edilmediğiniz anlamına gelmez, eyvallah ama komplo teorisiyle herşeyi açıklamak, herşeyi komplolara bağlamak bir zihniyet yapısı olarak yerleştiği zaman bunun aklı dumura uğratan bir yanı var. çünkü komplo tasarladığınız zaman mutlaka herşeyin arkasında bir gizli saik ararsınız. hiçbir şeyi açık, mantiki biçimde tartışamazsınız artık. birisi bir argüman söylediğinde, bir söz söylediğinde siz burada ne diyor, bu sözü kendi içinde nasıl tartışabilirimi değil, kim buna böyle söyletiyor? bu adam işte yahudi olduğu için mi öyle söylüyor? aslında soyunda bir şey mi var? dış mihraklarla mı bağlantılı? hep orada artık söylenen şey doğru, yanlış, eksik ona yer kalmaz artık. onu tartışmaya imkan kalmaz. bütün aklınızı buna yoruyor olursunuz artık ve son dönemde bu milliyetçi söylemlere özgü değil ama milliyetçi söylemde çok rahat, çok iyi uzlaşan, çok iyi oturan, birbirine oturan bir özellik bu.

iyice uçlaşan süreçler bunlar ama bunların böyle sadece türkiye'ye özgü süreçler, problemler olduğunu zaten düşünmüyorum. dünyanın kötü bir zamanında yaşıyoruz ve bu problemler bütün dünya için geçerli ama tabi türkiye'de bizim özel ağırlıklarımız var. özel bir sancılarımız var.

milliyetçilik ideolojisinin kendini ifade etme biçimi, ideolojik donanımı elbette döneme göre değişiyor. yekpare bir milliyetçilik yok. zaten farklı milliyetçi akımlar da var ama mesela 60'lı yılları düşünüyorum. 60'lı yıllarda uç sağa gitmeyelim de, merkez sağ olarak düşündüğümüzde örneğin 60'lı yılların ortalarında bu mesela süleyman demirel'in bir liberal anıydı o dönem. orada urfa'da bir baraj açılışında yaptığı bir konuşma vardır, örneğin. der ki; "milliyetçilik urfa'da susuzluk çeken, açlık susuzluk çeken insanı doyurmak, ona su sağlamaktır" ve bunu radikal milliyetçilere karşı söyler. yani milliyetçilik o değildir bu'dur diye. mesela bu liberal bir milliyetçilik söylemi. bugün böyle bir sözü pek duyamıyoruz. merkez sağdan dahi duyamıyoruz. bir mukayese açısından bir bunu söylemek isterim. bir de şu var; o konunun çok derinliklerine girmeyelim ama mesela mhp'yi düşündüğümüzde hem mhp içinde hem de sadece mhp ile sınırlı kalmayarak mhp dışında da türkçülük yani soy türkçülüğün son 10 yıldır çok yükseldiğini görüyoruz. oysa mesela 70'lerde ve 80'lerde mhp'nin ve halefi partilerin yine çok radikal dönemlerinde de dahi mesela türkçü ideoloji biraz marjinalize olmuştu, mhp içinde dahi marjinalize olmuştu. bu son 10 yıldır, son 15 yıldır türkçü ideolojinin yani ırkçılığın çok ayan beyan hale geldiğini gözlüyoruz örneğin, bu yeni bir eğilim. yani çokta yeni değil işte 10-15 yıldır sürmekte olan bir eğilim.

ab sürecinin hani bu düşman imgesi sağlamak bakımından çok büyük bir etkisi var. çünkü bu kompaze bir düşman imgesi, her şey var içinde. dinsel motifte var, batı imgesi var, sonra bütün bu dediğim gibi sadece kürt meselesiyle filan ilintili olmayan bir sosyal güvenlik erezyonuyla da, sosyal tutunum erezyonuyla da ilgili olan o tehdit algısının o osmanlının çöküş dönemiyle mukayese ederek, o dönemin koşullarıyla bugüne göndermeler yaparak düşünmeye çok elverişli kılan bir yapısı var. yani osmanlının çöküş, dikkat ediniz zaten osmanlının çöküş dönemine ilişkin motiflerin şimdi hep yeniden canlandığını, hep ona benzetmeler yapıldığını görüyoruz ama bu gerçek bir tartışma süreci de olmuyor. sadece işte o metaforlar kullanılıyor hep. yani hıyanet metaforları, işte milli mücadeleyle ilgili metaforlar, hiç üzerine eğilmeden, düşünmeden, etmeden böyle bir kolaylık sağlıyor.

sakin zamanlarda, büyük bir olayın olmadığı zamanlarda dahi türkiye'de herhangi bir kamusal önem taşıyan, herhangi bir ciddi meselenin konuşulmasında hakim bir dil var ve bu milliyetçi söylemin büyük ölçüde belirlediği bir dil. işte komplo teorisiyle, başlı başına bir argüman olarak, başlı başına bir gerekçe olarak hani bir tür dış bağlantı, dış mihrak göstererek sanki bir şeyi kanıtlamış olduğunu düşünen, başka herhangi bir akıl yürütmeye ihtiyaç duymadan. yüksek dozda hamasetle herşeyi halleden ve güzel eski osmanlıca ifadeyle ufunet dolu ya da işte yeni tabirle olumsuz enerji, müthiş bir olumsuz enerji üreten yani müthiş bir garez, müthiş bir hınç, dizi dizi hain tanımları, herhangi bir konuyu suhuretle, akıl mantık zinciri içerisinde konuşmayı neredeyse imkansızlaştıran bir dil var. hani çok kabarmasada çok vahim yerlere gitmese de yani bu kamusal dilimiz bu olduğu sürece türkiye'de herhangi bir şeyi sağsalim konuşmak mümkün değli.

şu açık, bu çok kötü bir yere gidebilir. yani hakikaten faşizan dediğimiz bir takım oluşumlar basbayağı hani faşist bir rejim olmasada faşist unsurların bayağı güçlü olduğu bir rejime pekala dönüşebilir ama bu bir olağanlık halinde bu şekilde sürebilir. ilanihayet sürebilir, zaman zaman kabarmalar olur, işte 20 sene sonra tekrar kabarıyor mu, yükseliyor mu diye yine programlar yapılır. benim sezgim bu şekilde hep böyle devam edeceği doğrultusunda ama etmemesi gerektiğini düşünüyorum.

bence ısrarla biraz belki takıntı halinde ısrarla üstünde durduğum şey bu hamasete, komplo teorisine, dış mihrak dışında hiçbir argüman ve mantık aramayan ve bu ufunet dolu dediğim müthiş negatif enerji üreten bir toplum tasarımı, nasıl bir toplum olmak istiyoruz biz? hani iyi toplum nedir? bu tür bir tasarımı olmayan bu dilin öncelikle değişmesi, bu dilin terkedilmesi, bu dili kimse terketmez. başka bir dilin meseleleri ele almanın, meseleleri konuşmanın başka dilin hakim olması gerekir."

(bkz: tanıl bora)
"körün fili tarif ettiği gibi, neresini tutarsa orasını tarif eder. çünkü fil bir tane değil aslında. bir çok millet var, her millet içinde o milletin unsurlarından kaynaklanan milliyetçilik tanımları farklı olabilir. fakat esas itibariyle milliyetçiliğin avrupa kökenli bir düşünce hareketi olduğunu düşünürsek yani öteden beri daha 19. ncu asır başlarından itibaren belki daha öncesinden itibaren fransız ihtilali öncesinden başlayan bir takım düşünceler yani insanlığı mutlu bir sona götürecek, işte kilisenin vaad ettiği cenneti bu dünyada sağlamaya çalışacak... yaklaşımlar var, kont'un pozitivist yaklaşım var, marks'ın işte komünal sistemi bu dünyada gerçekleştirme arzuları var. bütün bunlar milletlerin, milli kültürlerin birbirinden farklılığını ortadan kaldıran, bir yerde avrupa'nın müstemlekece çalışmalarına da felsefi bir zemin hazırlayan düşünce arayışları. tabi çok kısa bir süre sonra bunlara karşı hayır, öyle değil, insanı bir bütün olarak ele alamayız, milli kültürler vardır, bu kültürlerin birbirinden farklılığı vardır. her toplumun kendine özgü şartlarında ele almak gerekir diye karşı düşünce hareketleri gelişti. işte milliyetçiliği bu noktada oluşmuş varsayabiliriz sistematize edilmiş bir düşünce hareketi olarak. tabi türkiye'ye de bunun yansımaları kısa bir süre sonra oldu. osmanlı imparatorluğu zamanında milliyetçilik önce avrupa'nın osmanlının parantez içinde ünlemle söylüyorum, hegamonyasından kurtarmak istediği unsurlarda başladı. osmanlı aydınları o zaman buna karşı önce mevcudu koruma endişeleriyle osmanlıcılık dediler ama osmanlıcılık gayri müslim tebaye elden çıkarmayı engellemeyince yerine islamcılık dendi, bütün müslümanları hiç olmazsa birarada tutalım. fakat o da arap kardeşlerimize, arnavut kardeşlerimize osmanlı tebası olarak muhafaza etmeye yetmeyince geriye kalanı elde tutalım diye türkçülük alternatifi teklif edildi. tabi türkçlüğü ırkçı bir anlamda ifade etmek bence yanlış. çünkü türk ifadesi bir defa bir ırkı belirtmiyor. dolayısıyla türk milliyetçiliği veya türkçülük diye ifade edebileceğimiz osmanlının yıkılış zamanında elde kalan Anadoluyu korumanın adı olmuştur.

bugün için milliyetçiliği sadece milli refleksler, üstelik her taşın altında bir komplo arayan, şizofrenik hayallerle süslü tehditleri algılayan bir refleks olarak ben görmüyorum. yani hollanda'da da bizim milletvekili türk kökenli milletvekili adaylarının adaylığını ermeni soykırımı iddialarını kabul etmediler diye veto eden anlayış yok mu? türkiye'de etnik bölücülük hareketi bir ivme almış, belli bir mesafe almış değil mi? avrupa birliği, amerika türkiye'deki bu kürtçü hareketi bir şekilde desteklemiyor mu? bütün bunları sorduğunuz ve benzer başka şeyleri sorduğunuz zaman sadece türkiye'de değil, dünyanın her tarafında milliyetçiliğin yükseldiğini gördüğünüz zaman türkiye'deki milli reflekslerin de bence objektif, gerçekçi bir tepki olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. gerçekçi endişelerden bugün milliyetçilik kaynaklanıyor."

(bkz: orhan kavuncu)
"milliyetçiliğin yükseliyor mu, ölüyor mu, yaşıyor mu ne olduğunu algılamak için kısaca tarihsel bir sürece baktığınız vakit daha sağlıklı bir yere gidiyoruz. çünkü insanoğlunun doğduğundan bu yana milliyetçilik diye bir hadise yok, kendi ırkı üstünden hayata bakmak gibi bir refleks yok. bu mutlak monarşilerin döneminde mesela milliyetçilik söz konusu değil. peki milliyetçilik ne zaman doğuyor? sanayileşmeyle doğuyor, doruğuna da fransız burjuva hareketiyle ulaşıyor. peki milliyetçiliği doğuran ana, ekonomik sebep ne? bir ulusal pazar ihtiyacı, orada diğerlerinin rekabetinden uzak, sermaye birikiminin yapılabilmesine olanak sağlayan bir düşünce biçimi. bu 1789'da zirveye ulaşan ve temelinde o yerli sermayenin palazlanmasına rahatlık sağlamak isteyen bir anlayış 1989'da mastri anlaşmasıyla birlikte aslında öldü. onun için bu süreç baktığınız vakit en yakın tarihteki en milliyetçi bu anlamda lider miloseviç de hapishanede öldü ve türkiye'nin macerasına baktığımız vakit, 24 ocak'tan bu yana aldığınız vakit sürekli bir dünyalaşma eğilimi var, avrupa birliği keza. yani bütün bu milliyetçilik kavramını doğuran ülke fransa ve avrupa. kendisi avrupa birliği ile birlikte bundan vazgeçmiş durumda ama nedir? bunun yükseliyor mu, alçalıyor mu fikriyatı yeni bir çağa geçmek her zaman çok zor olmuştur. yani sanayii devriminde de çok büyük sıkıntılar, refleksler, ludist hareketler, makine kıran işçilere rastlamışızdır. tarımdan bir şekilde sanayiye geçerken ki alt üst oluş şimdi daha da derin. ayrıca tarımdan feodal dönemden sanayiye geçerken daha niteliksiz bir çerçeve söz konusuydu. yani insanların fabrikada aynı işleri yapması yeterliydi. bugün standart daha da yükselmiştir. beyinsel bir yaratıcılık zenginliği yaratır hale gelmiştir. sen 200-300 yıldır bir sanayii anlayışla, bir üniform, standart, ırka dayalı bir hayat bakışındaki insanların hepsini birden daha üst, beyinsel bir dünya vatandaşlığına bu gezegende yaşayan 6 milyardan biri olma aşamasına getiremeyeceğin için, ayrıca insanların donanımları, yerkürede, gezegende her işi yapabilecek noktada henüz olmadığı için, büyük yığınların bir sanayii sonrası algılamaya gitmesinde zorluklar olduğu için eski reflekse gidiyorlar ama bana sorarsanız, milliyetçilik yükselmiyor tarihsel persfektif açısından baktığınız vakit ölüyor.

şimdi feodal dönemdeki unsur aristokrasiydi, serflerdi. sanayi dönemindeki unsur sermayeydi, proletaryaydı. bugün gelinen noktada bu üretim faktörleri açısından bunlar nispeten ağırlıklarını toprak sermaye emek ve girişimci, ağırlığını yitiriyor. bazı yerlerde artık tarım yani avrupa birliği standartlarında bir ülkede tarımın payı avrupa birliği ortalamasında yüzde 4'tür, sanayinin payı toplam yapı içinde hem nüfus olarak hem ekonomik göstergeler açısından 15'i, bilemediniz 20'yi geçmez. hizmetler yüzde 80'e gelmiştir. bu sosyolojik olarak işçi sınıfının sosyolojik çoğunluğunu kaybettiğini, emeğin proleteryanın sanayi devrimindeki gibi en etkin ve devrimci güç olmaktan çıktığını gösterir. onun yerine bilgi bazlı, insan beyninin yaratıcılığı ve dolayısıyla sosyal sınıfların ve üretim faktörlerinin dışında bireyin yeniden varoluş aşamasını yaşıyoruz. rusya ile ilgili olarak söyleyeyeceğim şudur; işçi sınıfının ortadan kalkması, daha doğrusu o sürece girmesi, etkinliğini azaltması bütün dünyada solun yeniden mitterand ile başlayıp blair ile devam eden orta sınıfları da işçi sınıfının ağırlığı azaldıkça orta yeni teknolojilerin getirdiği hizmet sınıflarında bir şekilde siyasal matematiğe ilave etmelerine neden olmuştur ama terminalojik olarak markist, leninist mantık ortadan kalkmıştır, leninist varyan sovyetlerle birlikte bir noktaya gelmiş, büyük yarar sağlamş ve nitelik değiştirmiştir. artık sol markist bir düşünceyle bir değişim bilim analizidir. ayrıca lenin'in söylediği emperyalizmde 1908'lerdeki emperyalizmden ayrımştır ve iç yönetimlerin kendi ülkelerini sömürge gibi yönetmelerine karşı yeni teknolojilerin atağı vardır. burada ulus devlet dediğiniz vakit bunu kuran burjuvazidir ulus devletler burada bir sınıfsal ayrıma gitmediğiniz vakit, millet dediğiniz vakit kendi içindeki farklılıklara değinmediğiniz vakit bunları ulus devletin arkasında kim var? biz mesela ulus devletiz ama birleşmiş milletler insani kalkınma endeksinde 91. nciyiz. burada vatandaşsız bir vatan sevgisi olamaz. vatandaş açısından baktığınız vakitte bu yönetim başarılı değildir. şimdi fransa'daki mesele aslında bütün bu tartışmayı da çok netleştirerek neden anayasayı reddetti? reddedenlere bakınca görüyorsunuz, anayasaya paris yüzde 60 oranında evet dedi. hayır diyenlere aylık 3 bin euro'nun altında olan kırsal kesimdir.

şimdi teknoloji değişmiş yani dünyadaki teknoloji değişmiş, kol gücünden beyin gücüne gelmiş, sosyolojik yapı değişmiş, bir şekilde sanayi devriminin mantığıyla, sanayi devriminin modelleriyle, sanayi devriminin algısıyla tartıştığınız vakit yürümekte olan süreci, anlamakta zorluk çekeceğimizi söylüyorum ben. çünkü bunlar aşılan teknolojik olarak, sosyolojik olarak, siyasal olarak aşılan kavramlara ait bir şey. yani ulus devleti ilericilik adına savunmak sanayi devrimine karşı feodaliteyi savunmakla aynı şey. bunu burjuvazi oluşturmuş, burjuvazi yıkıyor. neden? çünkü insanın beyinsel yaratıcılığı hiçbir faktörün üretmediği kadar büyük zenginlik? onun için insan odaklı bir hayat başlıyor. havel sağcı değildi ama kalktı ne dedi, hem de çek cumhurbaşkanı iken; "insanlar sınırlardan önemlidir" dedi. avrupa birliği ne diyor? bizi kimi yönettiği önemli değil, nasıl yönettiği önemli. yani insan odaklı beyinin yaratıcılığının yeni bir üretim faktörü olması, muazzam bir zenginlik yaratması, insan odaklı yeni bir hayatın kurulması. ulus devlete gerek kalmıyor, bütün onların alt bölümlere bölünmesi insana yönelik bir hizmeti daha nitelikli hale getirmesi. nitekim bugün eğer yerel olarak sizin telefon şebekeniz iyi çalışmıyorsa, uydudan hat alıyorsunuz, dünyanın her tarafınla daha ucuza arayabiliyorsunuz gibi. yani onun için bu bütün yapının değişimini analiz etmek lazım. bu sanayi sonrası bir yeni çağ. bir çağ yangını, onun paremetreleri içinde baktığınız vakit solu, sağı, geleni, gideni hepsi yerli yerine oturuyor benim açımdan.

şimdi herşey değişiyor, emperyalizm kavramı değişmiyor diye bakmak, ben bunu şöyle izah ediyorum; bir kere şu bu tespiti yaparken müthiş bir sürecin analizini yapıyoruz. yani bugün ortaya çıktığımız vakit küreselleşmenin kazançları yanında muazzam külfetler getirdiği, dönüşümün zorluğundan dolayı insanların çok çileler çektiğinin tabiki bilincinde olduğunu, günlük hayatın akışıyla ilgili bir tespit başka bir şey, bir bilimsel sürecin, tarihsel sürecin analizi başka bir şey. bu programı 1750 yılında ingiltere'de sanayi devrimi için yapsaydınız ve programdan sonra sokağa çıksaydık korkunç sahnelerle karşılaşacaktık ama sanayi devrimi insanlığa muazzam bir zenginlik ve mutluluk getirdi feodal döneme oranla. onun için benim tahlilimdeki tespitim süreç ve günlük fotoğrafların getirdiği acıları siyaset kullanabilir ama o süreçleri daha evvel yaşadık. ikincisi, emperyalizm dediğiniz vakit emperyalizm gerçekten ilkel dönemin de, 1900'lerdeki dönemin de ilkel hammaddeyi aldı, toplumların gelişmesini engelledi, kan ve göz yaşı üstünden muazzam bir sermaya birikimi yaptı ama bugün itibariyle burada en konuşulmayan belki de konu, bilgisayarı size satmak istediği vakit sizin bilgisayarı almanız için dil bilmeniz lazım, zenginleşmeniz lazım, bilgisayara ihtiyaç duymanız lazım. henüz yeryüzünün büyük bir çoğunluğu yüksek nitelikli malları talep edebilecek bir nitelikte değil. yani ben bir sabun tüccarıysam sizin yıkanmanızı isterim. yıkanmanız kötü bir şey değildir ama onu sabun satmak için isterim. bugün bilgisayarların hakim olduğu, yeni teknolojilerin hakim olduğu bir dünyada 1900'lerin emperyalizmiyle aynı şey mi diye bakmak ve tartışmak lazım.

norveç'te olsaydık ab'yi mi konuşacaktık? niye ab diyoruz? çünkü dünya standartlarında vergi veriyorum, aynı oranda bu devletten hizmet almıyorum. ben ulusal çıkar dendiği vakit anladığım şey benim zenginleşmem ve özgürleşmemdir. o zaman birleşmiş milletler yaşam endeksine baktığımız vakit ben avrupa'nın en kötü yönetilen ülkesinin vatandaşlarından biriyim ama verdiğim para onlardan çok daha yüksek. yani insan açısından baktığımız, devlet devlet diye konuştuğunuz vakit devlete kim hakim? yani bu toplumun çıkarları açısından icra organı olarak durmayınca dünya buraya geliyor. bir de uyum paketleri dendiği vakit uyum paketlerini hatırlamak lazım. ben türkiye cumhuriyeti vatandaşı olarak o kabul edilen uyum paketlerinin hiçbirisi benim aleyhime değil. kadınların erkeklerle eşit malından tutun, bilmem milli güvenlik kurulunun gizli belgesinden tutun mesela bugün hastalansak hiç konuşmadığımız konular var. gidip kan vereceğimiz laboratuvar dünya standartlarının dışında. o uyum yasaları sayesinde böyle bir daire kuruldu ve düşünebiliyor musunuz, tüm türkiye'deki laboratuvarların sadece 3'ü dünya standartlarında onay aldı. şimdi yaşam kalitemizden memnun muyuz, bu rejimden memnun muyuz?

şimdi buradaki milliyetçilik vatandaş sevmeden vatan sevilemez. o siyasal milliyetçilik. eğer sen gerçekten bir milliyetçiysen o zaman dünya standartlarındaki bir mukayesede en üst olma arzusu içinde olmalısın. yani bu türkiye'nin şu anda muazzam bir yoksulluğu var, sefaleti var, gelir dağılımında adaletsizliği var, bölgeler arası eşitsizlik var. avrupa standartlarında o devletin insanlara verdiğinin hiçbirinin verilmediği bir toplumsal yapı var, şişli ile bitlis arasında 274 misli fark var. yani insan odaklı baktığınız vakit bu yönetim başarısız, bu sistem insanı düşünmüyor, kaale almıyor ve buna dünya sahip çıkıyor."

(bkz: mehmet altan)
kendi halkını diğerlerinden üstün görme düşüncesi..
millet ortak mirası olan topluluktur(din, dil, tarih, kültür, ortak yaşam alanı/vatan vb...) bunların tamamı olmasa bile salt çoğunluğunu paylaşan toplululğa millet veya ulus denir.

halk ise bu ortak değerleri henüz oluşturacak kadar uzun geçmişi olmayan topluluktur. bu ortak paydaları nesiller boyunca oluştururlarsa o zaman millet veya ulus olurlar, oluşturamazlarsa halk olarak kalırlar.

nacizane fikrim budur. bu nedenle milliyetçilik ve/veya ulusçuluk kavramı halk olarak tabir edilen sosyal topluluğa değil millet/ulus olabilmiş toplumlara aittir. maksat kavram kargaşası olmasın.
karşılıksız bir duygudur.
türk milliyetçiliği kafatasçı bir milliyetçilik değildir. dünya türk olsun falan diyede düşünülemez.saçma bir düşüncedir zaten bu. ama türk tarıhının hiçbir doneminde utanılacak bir hadise yoktur. bu yüzden türkler milletini sevmek ve türk oldukları için gurur duymakta haklılardır. ayrıca milliyetçilik hiç bir partinin tekeli altında değildir. türk milliyetçilinde herkese hoşgörü ve saygı vardır.aşırı olmasıda hoş değildir.dozunda olmalı ve türk millietini birleştiren tarzda olmalıdır çünkü saolsun etrafımız türk düşmanıyla dolu milliyetçilik bu yüzden gerekilidr
otobuste yasli teyzeye yer vermektir milliyetcilik...
bas ortusuyle okula girebilmek...
bebek olum hizini dusurebilmektir bazen...

kisi basina gsmh yi yukseltebilmektir milliyetcilik...
modern siniflarda ders yapabilmek...
bacaklarin ve kollarin koptugunda, basini uzatabilmektir bazen...

ab standartlarini asabilmektir milliyetcilik...
milletinin imani icin yanabilmektir kimi zaman...
kimi zaman omzun cikik top oynamak...
kimi zaman "seyit" gibi topu sirtlamak...
sloganlari birakip gerceklerle yuzlesebilmektir bazen...
Kısaca Avrupa'da henüz ortaçağda(evet efendim yeniçağ değil!); burjuva sınıfının, oluşup gelişmesi üzerine(bu ortaçağın sonlarına tekabül eder) kendilerine mevcut düzenden rant elde edebilmek için oluşturmaya çalıştıkları sistemdir. Adının ulusalcılık olması uluslarını sevmelerinden falan değil sadece hakim din sınıfının elindeki tanrı kozuna karşın iyi bir alternatif yaratabilme ihtiyacından doğmuştur.(bu bilgiyi ders kitapları vermez ama!) işte bunun üzerine vatan kavramı oluşturulmuştur. Hemen akabinde kavramı pratize edebilmek için ihtilale girişilmiş(fransız kalınmayası gereken ihtilal) ve oluşturulan bu ham fikirimsi son olarak kendi entelijansını(diderot, voltaire, montesque ve daha biçok hedehüde) da oluşturmak suretiyle toplumların fikir dünyasında kendine sağlam bir yer hazırlamaya başlamıştır.
Konuya ülkemiz açısından bakacak olursak gene anlaşılamamış ve doğal olarak laiklik gibi boku çıkarılmış bi başka konudur. Efendim biz kimiz ulusalcılık kimdir? Osmanlı'da ulusalcılık mı vardır(ümmetçilik) son 50 yılda çıkarılmaya çalışılan ulusalcılıktan nolur? Kaldı ki elin Yunanı, Bulgar,Makedonu bile üstelik Avrupa'dan gelen onca baskıya karşın bunca sene (takribi 100 kadar) dayanmış ve ayrılmamışken, türklerin bu fikri savunması nasıl beklenebilir?? (kaldı ki türkler ticaretten, burjuvaziden bihaber köylü(türk kelimesinin lügatlarde belirtilmeyen gerçek anlamlarından biri de budur) veya olmadı düşük seviyeli memur güruhlarıdır) işte bunlardan ötürü ulusalcılık da bizde o sarsak cumhuriyetin ilk zamanlarında aynı ileride Atatürk'e yapılacağı gibi anayasayla korunmaya alınmış ve çeşitli hedehüdelerle desteklenmeye çalışılmıştır. Diğer birçok devrim gibi bu da tutmayınca bu sefer de jakobenliğin doruklarına çıkılarak, çıktıkları o tepeden bunu savunmayan insanlara hem manevi hem de maddi roketler atılarak zorla ulusalcı oldurulmaya çalışılmışlardır. Solu sağı yoktur efendim bu vahşetin üstelik, kendi yoz sistemlerine uymayan kim olursa olsun harcanmıştır. Ve hala son gaz bu saçmalıklar devam etmektedir...
Okuduğumuz tarih kitapları sadece kazanan tarafların entelijansları tarafından hazırlanır! Haliyle tarihi yazan bunlar yaptıran galip kumandanlar ve hakim sınıflar bok yoluna gidenlerde daima halktır.
"milliyetçilik, 19. yüzyılda avrupa'da milli devletlerin kuruluş dönemi ve ikinci dünya savaşı'ndan sonra sömürgeciliğe karşı milli kurtuluş mücadeleleri dalgasından sonra, yeni bir baharını yaşıyor. kara bir bahar bu: milliyetçi çatışmalar, düşmanlaşmalar büyük yıkımlara yol açıyor; bin türlü sorun yüküyle biriken öfkeler, kendi gibi olmayana karşı beslenen "milli" hınçların potasına akıtılıyor; toplumlar "milli birlik" adı altında teksesli korolar olmaya zorlanıyor; tek sahici kimlik olarak milli kimlikler iş görüyor..."

(bkz: tanıl bora)
Milliyetçilik her ideolojiyle birleşebilecek dolayısıyla kendi başına bir ideoloji olmayan bir fikir akımıdır. Dominant bir içeriği yoktur Faşizm, komünizm gibi. Yani aşırılık içermez. Genelde merkezin sağı tarafından benimsenmiş gibi görünür. Oysa sol görüşlü biri de pekala milliyetçi olabilir. O yüzden ilginçtir ve siyaset biliminde daima tartışılmaya açık olmuştur milliyetçilik kavramı. Siz de tartışın o yüzden haydi.
milliyetçilik kolay bir kavram değildir. kavramlar kargaşasında yamulup gitmiştir. örnek vermek gerekirse milliyetçilik odadan çıkarken ışıkları kapatmaktır. milliyetçilik yolda hiç tanımadığın insanlara selam vermektir. komşularının halini hatrını sormaktır. milliyetçilik bölgede olan bir olaya tepkisiz kalmayıp gerekirse cumhurbaşkanına dilekçe vermektir. milliyetçilik gönlünde ülkesini sevmektir. eline green card geçtiği zaman hemen ülkesini terk etmek değildir. milliyetçilik düşünmektir. saçma sapan işlerle uğraşmak değildir. milliyetçilik yaşamaktır gelecek nesillere iyi bir ülke bırakma çabasıdır. yapılan her şey için ülkesini bu günlere getirenlere teşekkür etmektir. milliyetçilik diğer düşüncelere saygıdır. ümmetçilikle taban tabana zıttır. ezik insanların ülkü ocaklarına arka edinmek adına girmesi değildir. milliyetçilik örftür. milliyetçilik adettir. milliyetçilik tek başına düşünülünemez. milliyetçilik herkesin içindeki saf duygudur. milliyetçilik ülkesinin başarılarına sevinç göz yaşları dökmek, şehidinin arkasından ağlamaktır. işte milliyetçilik bu kadar çok dalda incelenebilir. öyle ülkü ocağına girdim milliyetçiyim yakarım yıkarım demekle olmaz.
fransız topraklarından doğmuş, fransız topraklarına karşı kullanılan düşünce. ilginç.
eğer sözkonusu milliyetçilik kendi milletinin tarihte hiçbir yanlış/hata yapmadığına, eleştirilecek bir eylemi olmadığına inanmak demekse bu milliyetçiliğin iyiliğinden ve güzelliğinden bahsedilemez.