bugün

milliyetçilik

"milliyetçiliğin yükseliyor mu, ölüyor mu, yaşıyor mu ne olduğunu algılamak için kısaca tarihsel bir sürece baktığınız vakit daha sağlıklı bir yere gidiyoruz. çünkü insanoğlunun doğduğundan bu yana milliyetçilik diye bir hadise yok, kendi ırkı üstünden hayata bakmak gibi bir refleks yok. bu mutlak monarşilerin döneminde mesela milliyetçilik söz konusu değil. peki milliyetçilik ne zaman doğuyor? sanayileşmeyle doğuyor, doruğuna da fransız burjuva hareketiyle ulaşıyor. peki milliyetçiliği doğuran ana, ekonomik sebep ne? bir ulusal pazar ihtiyacı, orada diğerlerinin rekabetinden uzak, sermaye birikiminin yapılabilmesine olanak sağlayan bir düşünce biçimi. bu 1789'da zirveye ulaşan ve temelinde o yerli sermayenin palazlanmasına rahatlık sağlamak isteyen bir anlayış 1989'da mastri anlaşmasıyla birlikte aslında öldü. onun için bu süreç baktığınız vakit en yakın tarihteki en milliyetçi bu anlamda lider miloseviç de hapishanede öldü ve türkiye'nin macerasına baktığımız vakit, 24 ocak'tan bu yana aldığınız vakit sürekli bir dünyalaşma eğilimi var, avrupa birliği keza. yani bütün bu milliyetçilik kavramını doğuran ülke fransa ve avrupa. kendisi avrupa birliği ile birlikte bundan vazgeçmiş durumda ama nedir? bunun yükseliyor mu, alçalıyor mu fikriyatı yeni bir çağa geçmek her zaman çok zor olmuştur. yani sanayii devriminde de çok büyük sıkıntılar, refleksler, ludist hareketler, makine kıran işçilere rastlamışızdır. tarımdan bir şekilde sanayiye geçerken ki alt üst oluş şimdi daha da derin. ayrıca tarımdan feodal dönemden sanayiye geçerken daha niteliksiz bir çerçeve söz konusuydu. yani insanların fabrikada aynı işleri yapması yeterliydi. bugün standart daha da yükselmiştir. beyinsel bir yaratıcılık zenginliği yaratır hale gelmiştir. sen 200-300 yıldır bir sanayii anlayışla, bir üniform, standart, ırka dayalı bir hayat bakışındaki insanların hepsini birden daha üst, beyinsel bir dünya vatandaşlığına bu gezegende yaşayan 6 milyardan biri olma aşamasına getiremeyeceğin için, ayrıca insanların donanımları, yerkürede, gezegende her işi yapabilecek noktada henüz olmadığı için, büyük yığınların bir sanayii sonrası algılamaya gitmesinde zorluklar olduğu için eski reflekse gidiyorlar ama bana sorarsanız, milliyetçilik yükselmiyor tarihsel persfektif açısından baktığınız vakit ölüyor.

şimdi feodal dönemdeki unsur aristokrasiydi, serflerdi. sanayi dönemindeki unsur sermayeydi, proletaryaydı. bugün gelinen noktada bu üretim faktörleri açısından bunlar nispeten ağırlıklarını toprak sermaye emek ve girişimci, ağırlığını yitiriyor. bazı yerlerde artık tarım yani avrupa birliği standartlarında bir ülkede tarımın payı avrupa birliği ortalamasında yüzde 4'tür, sanayinin payı toplam yapı içinde hem nüfus olarak hem ekonomik göstergeler açısından 15'i, bilemediniz 20'yi geçmez. hizmetler yüzde 80'e gelmiştir. bu sosyolojik olarak işçi sınıfının sosyolojik çoğunluğunu kaybettiğini, emeğin proleteryanın sanayi devrimindeki gibi en etkin ve devrimci güç olmaktan çıktığını gösterir. onun yerine bilgi bazlı, insan beyninin yaratıcılığı ve dolayısıyla sosyal sınıfların ve üretim faktörlerinin dışında bireyin yeniden varoluş aşamasını yaşıyoruz. rusya ile ilgili olarak söyleyeyeceğim şudur; işçi sınıfının ortadan kalkması, daha doğrusu o sürece girmesi, etkinliğini azaltması bütün dünyada solun yeniden mitterand ile başlayıp blair ile devam eden orta sınıfları da işçi sınıfının ağırlığı azaldıkça orta yeni teknolojilerin getirdiği hizmet sınıflarında bir şekilde siyasal matematiğe ilave etmelerine neden olmuştur ama terminalojik olarak markist, leninist mantık ortadan kalkmıştır, leninist varyan sovyetlerle birlikte bir noktaya gelmiş, büyük yarar sağlamş ve nitelik değiştirmiştir. artık sol markist bir düşünceyle bir değişim bilim analizidir. ayrıca lenin'in söylediği emperyalizmde 1908'lerdeki emperyalizmden ayrımştır ve iç yönetimlerin kendi ülkelerini sömürge gibi yönetmelerine karşı yeni teknolojilerin atağı vardır. burada ulus devlet dediğiniz vakit bunu kuran burjuvazidir ulus devletler burada bir sınıfsal ayrıma gitmediğiniz vakit, millet dediğiniz vakit kendi içindeki farklılıklara değinmediğiniz vakit bunları ulus devletin arkasında kim var? biz mesela ulus devletiz ama birleşmiş milletler insani kalkınma endeksinde 91. nciyiz. burada vatandaşsız bir vatan sevgisi olamaz. vatandaş açısından baktığınız vakitte bu yönetim başarılı değildir. şimdi fransa'daki mesele aslında bütün bu tartışmayı da çok netleştirerek neden anayasayı reddetti? reddedenlere bakınca görüyorsunuz, anayasaya paris yüzde 60 oranında evet dedi. hayır diyenlere aylık 3 bin euro'nun altında olan kırsal kesimdir.

şimdi teknoloji değişmiş yani dünyadaki teknoloji değişmiş, kol gücünden beyin gücüne gelmiş, sosyolojik yapı değişmiş, bir şekilde sanayi devriminin mantığıyla, sanayi devriminin modelleriyle, sanayi devriminin algısıyla tartıştığınız vakit yürümekte olan süreci, anlamakta zorluk çekeceğimizi söylüyorum ben. çünkü bunlar aşılan teknolojik olarak, sosyolojik olarak, siyasal olarak aşılan kavramlara ait bir şey. yani ulus devleti ilericilik adına savunmak sanayi devrimine karşı feodaliteyi savunmakla aynı şey. bunu burjuvazi oluşturmuş, burjuvazi yıkıyor. neden? çünkü insanın beyinsel yaratıcılığı hiçbir faktörün üretmediği kadar büyük zenginlik? onun için insan odaklı bir hayat başlıyor. havel sağcı değildi ama kalktı ne dedi, hem de çek cumhurbaşkanı iken; "insanlar sınırlardan önemlidir" dedi. avrupa birliği ne diyor? bizi kimi yönettiği önemli değil, nasıl yönettiği önemli. yani insan odaklı beyinin yaratıcılığının yeni bir üretim faktörü olması, muazzam bir zenginlik yaratması, insan odaklı yeni bir hayatın kurulması. ulus devlete gerek kalmıyor, bütün onların alt bölümlere bölünmesi insana yönelik bir hizmeti daha nitelikli hale getirmesi. nitekim bugün eğer yerel olarak sizin telefon şebekeniz iyi çalışmıyorsa, uydudan hat alıyorsunuz, dünyanın her tarafınla daha ucuza arayabiliyorsunuz gibi. yani onun için bu bütün yapının değişimini analiz etmek lazım. bu sanayi sonrası bir yeni çağ. bir çağ yangını, onun paremetreleri içinde baktığınız vakit solu, sağı, geleni, gideni hepsi yerli yerine oturuyor benim açımdan.

şimdi herşey değişiyor, emperyalizm kavramı değişmiyor diye bakmak, ben bunu şöyle izah ediyorum; bir kere şu bu tespiti yaparken müthiş bir sürecin analizini yapıyoruz. yani bugün ortaya çıktığımız vakit küreselleşmenin kazançları yanında muazzam külfetler getirdiği, dönüşümün zorluğundan dolayı insanların çok çileler çektiğinin tabiki bilincinde olduğunu, günlük hayatın akışıyla ilgili bir tespit başka bir şey, bir bilimsel sürecin, tarihsel sürecin analizi başka bir şey. bu programı 1750 yılında ingiltere'de sanayi devrimi için yapsaydınız ve programdan sonra sokağa çıksaydık korkunç sahnelerle karşılaşacaktık ama sanayi devrimi insanlığa muazzam bir zenginlik ve mutluluk getirdi feodal döneme oranla. onun için benim tahlilimdeki tespitim süreç ve günlük fotoğrafların getirdiği acıları siyaset kullanabilir ama o süreçleri daha evvel yaşadık. ikincisi, emperyalizm dediğiniz vakit emperyalizm gerçekten ilkel dönemin de, 1900'lerdeki dönemin de ilkel hammaddeyi aldı, toplumların gelişmesini engelledi, kan ve göz yaşı üstünden muazzam bir sermaya birikimi yaptı ama bugün itibariyle burada en konuşulmayan belki de konu, bilgisayarı size satmak istediği vakit sizin bilgisayarı almanız için dil bilmeniz lazım, zenginleşmeniz lazım, bilgisayara ihtiyaç duymanız lazım. henüz yeryüzünün büyük bir çoğunluğu yüksek nitelikli malları talep edebilecek bir nitelikte değil. yani ben bir sabun tüccarıysam sizin yıkanmanızı isterim. yıkanmanız kötü bir şey değildir ama onu sabun satmak için isterim. bugün bilgisayarların hakim olduğu, yeni teknolojilerin hakim olduğu bir dünyada 1900'lerin emperyalizmiyle aynı şey mi diye bakmak ve tartışmak lazım.

norveç'te olsaydık ab'yi mi konuşacaktık? niye ab diyoruz? çünkü dünya standartlarında vergi veriyorum, aynı oranda bu devletten hizmet almıyorum. ben ulusal çıkar dendiği vakit anladığım şey benim zenginleşmem ve özgürleşmemdir. o zaman birleşmiş milletler yaşam endeksine baktığımız vakit ben avrupa'nın en kötü yönetilen ülkesinin vatandaşlarından biriyim ama verdiğim para onlardan çok daha yüksek. yani insan açısından baktığımız, devlet devlet diye konuştuğunuz vakit devlete kim hakim? yani bu toplumun çıkarları açısından icra organı olarak durmayınca dünya buraya geliyor. bir de uyum paketleri dendiği vakit uyum paketlerini hatırlamak lazım. ben türkiye cumhuriyeti vatandaşı olarak o kabul edilen uyum paketlerinin hiçbirisi benim aleyhime değil. kadınların erkeklerle eşit malından tutun, bilmem milli güvenlik kurulunun gizli belgesinden tutun mesela bugün hastalansak hiç konuşmadığımız konular var. gidip kan vereceğimiz laboratuvar dünya standartlarının dışında. o uyum yasaları sayesinde böyle bir daire kuruldu ve düşünebiliyor musunuz, tüm türkiye'deki laboratuvarların sadece 3'ü dünya standartlarında onay aldı. şimdi yaşam kalitemizden memnun muyuz, bu rejimden memnun muyuz?

şimdi buradaki milliyetçilik vatandaş sevmeden vatan sevilemez. o siyasal milliyetçilik. eğer sen gerçekten bir milliyetçiysen o zaman dünya standartlarındaki bir mukayesede en üst olma arzusu içinde olmalısın. yani bu türkiye'nin şu anda muazzam bir yoksulluğu var, sefaleti var, gelir dağılımında adaletsizliği var, bölgeler arası eşitsizlik var. avrupa standartlarında o devletin insanlara verdiğinin hiçbirinin verilmediği bir toplumsal yapı var, şişli ile bitlis arasında 274 misli fark var. yani insan odaklı baktığınız vakit bu yönetim başarısız, bu sistem insanı düşünmüyor, kaale almıyor ve buna dünya sahip çıkıyor."

(bkz: mehmet altan)