bugün

milliyetçilik

"bir nehir yatağı var, hazırlanmış bir nehir yatağı var. işte bizim gördüğümüz milli eğitimle ilkokuldan itibaren işte çocukluğumuzdan beri seyrettiğimiz milli maçlarda yanlış kalkan her ofsayt bayrağında, türkün türkten başka dostu yok, zaten avusturyalı hakem diye yapılan izahatlarla, zaten hazır bir oluk var ve her türlü toplumsal tepki, her toplumsal problem sanki mecburi tek istikamet gibi oraya akıyor, akıtılıyor. bu özellikle 12 eylül'den sonra, 12 eylül çok önemli bir dönüm noktası. 12 eylül'den sonra iyice böyle oldu. çünkü malum 12 eylül anayasasıyla, rejimiyle, siyasetin alanını, politikanın alanını alabildiğine daralttı ve herhangi bir şeyi söylemenin, söylediğinizin meşru sayılmasının, kamusal zeminde sanki tek meşru dayanağı, tek yolu milliyetçilik gibi oldu. hani şu ali desidero reklamındaki gibi hani bir laf hani yüksekçe bir yere çıkıp bir şey söylediğinizde, o ne olursa olsun bir şey söylediğiniz zaman, hani bir de türk bayrağı gösteriyorsanız ha bu değerli bir şey, bu dinleniyor gibi oluyor. başka türlü laf anlatmak giderek daha zor hale geldi.

insanlar zihniyet yapıları itibariyle buna hazırlanıyorlar, böyle bir teşvik ya da bunu teşvik eden bir yapı var. tamam ama sadece bu değil kuşkusuz. bunun kuşkusuz objektif nedenleri de var. bu objektif nedenlerle de sadece işte bu avrupa birliği meselesi, kürt meselesi gibi dev sorunları kastetmiyorum, bunların da kuşkusuz etkisi var objektif nedenler olarak. daha genel olarak daha temelde bir sosyal nedenleri de olduğunu düşünüyorum ben bunun. şöyle ki; şimdi dünyanın iyi bir zamanında yaşamıyoruz. yani karanlık bir zamanda yaşıyoruz. yani şu ırak işgalinden söz etmek yeter. yani kaba gücün uluslararası hukuka damgasını vurduğu, onun ötesinde bu neoliberal iktisat politikalarının toplumda yoksullaşmayı, yarılmaları, eşitsizlikleri alabildiğine derinleştirdiği, türkiye'de de bu özellikle ağır yaşanyor. mevcut bütün sosyal güvenlik ağları, sosyal dayanışma ilişkilerinin hızla çözüldüğünü görüyoruz. bunun da getirdiği büyük bir sosyal güvensizlik duygusu var, ciddi bir tehdit algısı var. dediğim gibi yani savaş olmasa, avrupa birliği meselesi olmasa, kürt meselesi olmasa bile bu var. ciddi bir sosyal tehdit algısı var. ben bu tehdit algısının, insanların bu yalnızlaşmadan, tutamaksız kalmadan duydukları tedirginliğinde bu büyük siyasi milliyetçilik söylemiyle ve onun tehdit algısıyla bir titreşime girdiğini düşünüyorum. o nedenle bu kadar yaygınlaşıyor, kitleselleşiyor, o nedenle bu kadar güçlü bir taban ve rezorans buluyor. bu kendiliğinden mi oluyor? tabiki değil. bu da sonuçta bir politik ve ideolojik ortamın koşulladığı bir şey. özellikle türkiye'de yerleşik siyasal elit özellikle avrupa birliği süreci ve ona bağlı reformlar nedeniyle toplumu çekip çevirmeye ilişkin alıştığı mekanizmaların elinden gittiğine dair bir kaygı duyuyor. onun yani siyasal elitin en geniş anlamıyla bir yani bu milliyetçilik dalgayı körükleyen, teşvik eden, en azından hoşgören bir tutumu var ve bu çok yaygın olduğunu düşündüğüm, bu genel sosyal tehdit algısıyla da birleşiyor, bir şekilde onunla titreşime giriyor. çünkü alternatif bir öneri yok şu anda. alternatif bir politik öneri yok.

müdahele edemediğiniz ve sürekli kendinizi mağduru hissettiğiniz bir süreç karşısında aciz hissedersiniz. mesela işte bu globalleşme dediğiniz olay ve onun mevcut açıklama biçimleri, dünyanın genel gidişi hakikaten kendimizi aciz hissediyoruz. yani bir şey yapılamıyor. o acz bir şey yapamadığınız şey karşısında da bir hınç duyarsınız. o hıncı doğru bir hedefe mi yöneltiyorsunuz? o hırç duygusu doğduktan sonra artık onu kontrol etmekte o kadar kolay değil. milliyetçilik ideoloji o hıncı bol bol, rahat rahat akıtmayı sağlıyor ve muhtelif düşman imgeleri sağlıyor.

milliyetçiliğin bir komplo olduğunu düşünmüyorum ama milliyetçi ideolojinin çok temel bir unsuru herşeyi komplo ile açıklaması. milliyetçi ideolojinin özellikle bugün gördüğümüz yürürlükteki milliyetçi söylemlerin en geniş yelpazesiyle temel dünyaya açıklama şablonu komplo teorisi. yani kuşkusuz dünyada komplololar da var. yani komplolar da yok değil, oluyor. meşhur söz vardır ya; paranoyak olmamanız takip edilmediğiniz anlamına gelmez, eyvallah ama komplo teorisiyle herşeyi açıklamak, herşeyi komplolara bağlamak bir zihniyet yapısı olarak yerleştiği zaman bunun aklı dumura uğratan bir yanı var. çünkü komplo tasarladığınız zaman mutlaka herşeyin arkasında bir gizli saik ararsınız. hiçbir şeyi açık, mantiki biçimde tartışamazsınız artık. birisi bir argüman söylediğinde, bir söz söylediğinde siz burada ne diyor, bu sözü kendi içinde nasıl tartışabilirimi değil, kim buna böyle söyletiyor? bu adam işte yahudi olduğu için mi öyle söylüyor? aslında soyunda bir şey mi var? dış mihraklarla mı bağlantılı? hep orada artık söylenen şey doğru, yanlış, eksik ona yer kalmaz artık. onu tartışmaya imkan kalmaz. bütün aklınızı buna yoruyor olursunuz artık ve son dönemde bu milliyetçi söylemlere özgü değil ama milliyetçi söylemde çok rahat, çok iyi uzlaşan, çok iyi oturan, birbirine oturan bir özellik bu.

iyice uçlaşan süreçler bunlar ama bunların böyle sadece türkiye'ye özgü süreçler, problemler olduğunu zaten düşünmüyorum. dünyanın kötü bir zamanında yaşıyoruz ve bu problemler bütün dünya için geçerli ama tabi türkiye'de bizim özel ağırlıklarımız var. özel bir sancılarımız var.

milliyetçilik ideolojisinin kendini ifade etme biçimi, ideolojik donanımı elbette döneme göre değişiyor. yekpare bir milliyetçilik yok. zaten farklı milliyetçi akımlar da var ama mesela 60'lı yılları düşünüyorum. 60'lı yıllarda uç sağa gitmeyelim de, merkez sağ olarak düşündüğümüzde örneğin 60'lı yılların ortalarında bu mesela süleyman demirel'in bir liberal anıydı o dönem. orada urfa'da bir baraj açılışında yaptığı bir konuşma vardır, örneğin. der ki; "milliyetçilik urfa'da susuzluk çeken, açlık susuzluk çeken insanı doyurmak, ona su sağlamaktır" ve bunu radikal milliyetçilere karşı söyler. yani milliyetçilik o değildir bu'dur diye. mesela bu liberal bir milliyetçilik söylemi. bugün böyle bir sözü pek duyamıyoruz. merkez sağdan dahi duyamıyoruz. bir mukayese açısından bir bunu söylemek isterim. bir de şu var; o konunun çok derinliklerine girmeyelim ama mesela mhp'yi düşündüğümüzde hem mhp içinde hem de sadece mhp ile sınırlı kalmayarak mhp dışında da türkçülük yani soy türkçülüğün son 10 yıldır çok yükseldiğini görüyoruz. oysa mesela 70'lerde ve 80'lerde mhp'nin ve halefi partilerin yine çok radikal dönemlerinde de dahi mesela türkçü ideoloji biraz marjinalize olmuştu, mhp içinde dahi marjinalize olmuştu. bu son 10 yıldır, son 15 yıldır türkçü ideolojinin yani ırkçılığın çok ayan beyan hale geldiğini gözlüyoruz örneğin, bu yeni bir eğilim. yani çokta yeni değil işte 10-15 yıldır sürmekte olan bir eğilim.

ab sürecinin hani bu düşman imgesi sağlamak bakımından çok büyük bir etkisi var. çünkü bu kompaze bir düşman imgesi, her şey var içinde. dinsel motifte var, batı imgesi var, sonra bütün bu dediğim gibi sadece kürt meselesiyle filan ilintili olmayan bir sosyal güvenlik erezyonuyla da, sosyal tutunum erezyonuyla da ilgili olan o tehdit algısının o osmanlının çöküş dönemiyle mukayese ederek, o dönemin koşullarıyla bugüne göndermeler yaparak düşünmeye çok elverişli kılan bir yapısı var. yani osmanlının çöküş, dikkat ediniz zaten osmanlının çöküş dönemine ilişkin motiflerin şimdi hep yeniden canlandığını, hep ona benzetmeler yapıldığını görüyoruz ama bu gerçek bir tartışma süreci de olmuyor. sadece işte o metaforlar kullanılıyor hep. yani hıyanet metaforları, işte milli mücadeleyle ilgili metaforlar, hiç üzerine eğilmeden, düşünmeden, etmeden böyle bir kolaylık sağlıyor.

sakin zamanlarda, büyük bir olayın olmadığı zamanlarda dahi türkiye'de herhangi bir kamusal önem taşıyan, herhangi bir ciddi meselenin konuşulmasında hakim bir dil var ve bu milliyetçi söylemin büyük ölçüde belirlediği bir dil. işte komplo teorisiyle, başlı başına bir argüman olarak, başlı başına bir gerekçe olarak hani bir tür dış bağlantı, dış mihrak göstererek sanki bir şeyi kanıtlamış olduğunu düşünen, başka herhangi bir akıl yürütmeye ihtiyaç duymadan. yüksek dozda hamasetle herşeyi halleden ve güzel eski osmanlıca ifadeyle ufunet dolu ya da işte yeni tabirle olumsuz enerji, müthiş bir olumsuz enerji üreten yani müthiş bir garez, müthiş bir hınç, dizi dizi hain tanımları, herhangi bir konuyu suhuretle, akıl mantık zinciri içerisinde konuşmayı neredeyse imkansızlaştıran bir dil var. hani çok kabarmasada çok vahim yerlere gitmese de yani bu kamusal dilimiz bu olduğu sürece türkiye'de herhangi bir şeyi sağsalim konuşmak mümkün değli.

şu açık, bu çok kötü bir yere gidebilir. yani hakikaten faşizan dediğimiz bir takım oluşumlar basbayağı hani faşist bir rejim olmasada faşist unsurların bayağı güçlü olduğu bir rejime pekala dönüşebilir ama bu bir olağanlık halinde bu şekilde sürebilir. ilanihayet sürebilir, zaman zaman kabarmalar olur, işte 20 sene sonra tekrar kabarıyor mu, yükseliyor mu diye yine programlar yapılır. benim sezgim bu şekilde hep böyle devam edeceği doğrultusunda ama etmemesi gerektiğini düşünüyorum.

bence ısrarla biraz belki takıntı halinde ısrarla üstünde durduğum şey bu hamasete, komplo teorisine, dış mihrak dışında hiçbir argüman ve mantık aramayan ve bu ufunet dolu dediğim müthiş negatif enerji üreten bir toplum tasarımı, nasıl bir toplum olmak istiyoruz biz? hani iyi toplum nedir? bu tür bir tasarımı olmayan bu dilin öncelikle değişmesi, bu dilin terkedilmesi, bu dili kimse terketmez. başka bir dilin meseleleri ele almanın, meseleleri konuşmanın başka dilin hakim olması gerekir."

(bkz: tanıl bora)