bugün

durer'in buhranlı ama muazzam tablosudur. paha biçilmezdir..

http://www.math.umd.edu/~atma/durer.html
meşhur 4. dereceden sihirli karesiyle de ünlüdür.
derin sembolizmler içeren bu yapıt, doğayı anlama, kendi varoluşunu "diğerlerine" karşı koyma ves. kaygılarını taşıyan (kanatlı) insanın resmidir.
saatlerce izlemeye değecek bir şaheserdir.
lars von trier'in yeni filmi. felaket filmiymiş sanırım. merakla bekliyoruz. bakalım.
bir heyecanla fragmanına tıklayıp, "netttinnnn lars" diye haykırdığım filmdir. kirsten dunst ne alakadır, bütün hevesim kaçtı. ama sırf lars von trier ne yapsa güzel yapar diyerekten izleyeceğim filmdir aynı zamanda.
04-10-2011' de abd' de gösterime girmiş film.
adı fazla duyulmasa da ünlüler geçidi sayılabilecek film, dünyanın sonunun geldiği andaki aile ilişkileri ve iç çatışmaları gayet güzel anlatıyor ve ilk yarısından sonrası daha bir keyifli. 'Hayat Ağacı' filmi ile bir ölçüde akraba film sayılabilir (mi?)
*** Şu an için korsan altyazı mevcut ve tavsiye edilmez.
http://www.turkcealtyazi..../1527186/melancholia.html
Filmin iyi türkçe altyazısı için;
http://www.turkcealtyazi..../1527186/melancholia.html
Lars von Trier yapıyor hacı durduramıyoruz. adam ne yapsa bana izlettiriyor. bu filmde keza beni biryerden yakaladı inanılmaz etkiledi. özellikle son sahnesi...

--spoiler--

gelin justine'in melankolik tavırları ve filmin adıyla birebir örtüşmesi harikaydı ama bir okadar da yorucuydu. justine'i izlerken yoruldum resmen ama sanırım burda Kirsten Dunst ablamızın hayatının performansını sergilediğini de göz önünde bulundurmak gerekir.

ayrıca her ne kadar justin evrende* yalnız olduğumuzu belirtse bile* sanki dünyayı yutan melancholia gezegeninde yaşam vardı gibi geldi bana. çünkü görüntüsü dünyaya çok benziyordu. muhtemelen okyanuslar vardı üzerinde ve atmosferinde de yağmur bulutları falan gözlerimden kaçmadı.

--spoiler--

bonus: bunu seven bunu da sevdi (bkz: the tree of life)
sevgilimle gidecekken, trafik yüzünden yetişemediğim, ve beni ayrılığın eşiğine düşürmüş film. lars von trier hayranı birinin izlememesi durumda çok tehlikeli olacağını göstermiştir bana. neyse ki yarın nişantaşın'da izleme şansını yakaladık, film matinesinden 1 saat önce kuyruğa girerek. iyi diyolar, hadi bakalım.
izlemek icin sabirsizlandigim ve muhtemelen hafta sonu -sonunda- görecegim yeni lars von trier filmi. bu adamin yaptigi her yeni filmi izledigimde bu filmi gercekten bizim lars mi cekti diye bir kez daha soruyorum kendime. bakalim bu sefer neler bekliyor bizi.
PS: yorum okumak istemedigim icin bu sayfayi hemen simdi kapaticiiiim.
lars von trier sanati icin hafif kalmis diyebilecegim -önceki filmlerine kiyasla- bir film olmus. dügün esnasinda gelinligi bir yana firlatip küvet sefasi yapan kisi olmayi istiyor insan filmin bir yerinde, ancak film ilerledikce gelinimizin tek derdinin kacinilmaz sonun farkindaligi oldugunu görmek bu agir kacamagin ruhunu hafiflestiriyor sanki; derken bir de bakiyorsunuz ki bizim gercegimiz cok mu farkli... dügün dernek, ev bark, coluk cocuk, kariyer vs. bogusmasi icinde küvet kacamagi yapabilme bilincine sanirim ancak kacinilmaz gercegi kabullenenler ulasabiliyor.. he he! lars von trier ne yapmak istemis bilemem ama filmi böyle okudugumuzda yine de ayri bir havasi olabiliyor gibi gibi...
insanın koskoca kainatta aslında yalnız olduğunu hissettiren bir lars von trier filmi.
filmle ilgili bir analiz: http://www.rehabasogul.co...ema-film-elestiri-analiz/
dün gece izlerken fenalık geçirdiğim karnıma giren ağrıların ve krampların beynimin içindeki yansımalarını hala daha hissettiğim evlere şenlik/ olmamış trier filmi.
sanatsallığa koyayım da sana bir şey olmasın lars dedirtti film akabinde. ağrılarım sürüyor hepsi senin yüzündendir bunu bil.
edit: dogville, dancer in the dark, breaking the waves nere bir de melancholia nere? bilmem kaç saatlik zamanımı 3 albüm dinleyerek 1 dergi 2 gazete okuyarakta geçirebilirdim geçiremedim hala beynimim içinde filler...
10 üzerinden 5,5!
edit: evrende yalnız olduğumuz doğru fakat bu tarz filmler yaparsan lars ben de seni yalnız bırakırım olur biter.
post modern kıyamet.
lars abimizin en kötü filmi denebilir.
bu, olmamış.
sıradışı bir lars von trier filmi.
felaket yaklaşırken ortada ne amerikanın çok bilmiş bilim adamları, ne babasıyla kavgalı toy delikanlı, ne ailesini kurtarmaya çalışan fedakar baba, ne kahraman amerikan itfaiyecisi, ne şirin bir köpek, ne ezilmişliğin simgesi sokak dansçısı zenci, hiç biri yok. yalnızlığı paylaşamamanın insanda yarattığı derin ızdırap ve çaresizlik ince ince işlenmiş. ve son sahnede ciğerleri kavuracak kadar sıcak havayı yaşama refleksiyle solumaya benzer bir dayanışma ritüeli. final sahnesinde yüzlerindeki ifade tam bu anda işte böyle olmalı zaten dedirtecek cinsten.
ne yapsam da bir yandan sinir olup bir yandan kafamı karıştırsam, aynı zamanda az biraz da derinlerde yüzsem arayışı içinde olanlar için tavsiye edilesi film.
incelemesine buradan ulaşılabilir:
http://www.kalemsuare.com.../12/melancholia-2011.html
kirsten dunst'ın yeni filmi.
çarpıcı bir film. lars von trier'i bilenler bilir, iyi yönetmendir ama filmleri biraz sanatsal ya da entellektüel ağırlıklıdır genelde. metaforlar, anlaşılması zor sahneler, bilmece gibi bir sunum...özellikle son dönem filmleri böyledir. melancholia da biraz öyle ama bir o kadar da basit ve yalın.
spoiler vermeden film ile ilgili olan bitenleri anlatmak zor . o yüzden filmi izlemeyenler için şiddetle tavsiye ediyorum ama mutlaka sinemada izleyin. herkes sevmeye bilir ama benim gibi sevenler çarpılacaklardır filme. o yüzden bu filme bir şans tanıyın ve sinemada izleyin.

--spoiler--
film bende hiçbir kıyamet filminin yapmadığı etkiyi yaptı. kıyamet filmlerini izlerken hep senaryo çok zorlama gelirdi ve inandırıcılıktan uzak bulurdum. oysa bu filmde kıyamet çok farklı bir şekilde gelmese de, armageddon'dakine benzer bir senaryo (göktaşı değilde bu sefer bir gezegen) olsa da etkisi çok daha güçlü oluyor. çünkü armageddon'da ki diğer kıyamet filmlerinde ki hiçbir klişe bu filmde yok. film hollywood filmi gibi değil yani.
hiçbir kıyamet filminin yapamadığını yapıyor film, şehirlerin yıkılma sahneleri olmadan, sadece basit bir kaç efektle yapılmış sahneleri ile...işte sinema bu yüzden özel. her ne kadar görsel bir sanat olsa da herşey görsellikte bitmiyor. binaları güzelce yıkarak, şehirlerin yok oluşunu tüm teknolojiyi kullanıp beyaz perdeye aktararak güzel film yapılmış olmuyor. işin gerçekten de bir sanat yönü var.
film bittikten sonra dünyanın böyle bir sonunun olabileceğini düşünüyor insan ama çok daha önemlisi kendi ölümünü düşünüyor. ölüm geldiğinde clair gibi çırpınacak mıyız yoksa justine gibi dingin bir şekilde mi karşılayacağız?
evet ölüm söz konusu olunca ister istemez dini bilgiler akla geliyor hemen. her ölüm bir kıyamettir aslında ve herkes ölecek, herkes o kıyameti yaşayacak. ne garip, oysa hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz gerçektende. sanki ölüm hep başkalarını buluyor, bize çok uzak. daha genciz çünkü...
diğer taraftan kuran'da ki kıyamet ayetleri geliyor akla. dağların paramparça olduğu, denizlerin taştığı bir kıyamet senaryosu. kuran'ın bu ayetleri indiğinde bir çok insan dünyanın sona ermesini bir türlü akılları almamış, alamamış. onlara göre dünyanın böyle paramparça olması imkansız çünkü. oysa günümüz insanı için kıyamete inanmak çok da zor değil. hatta hatırı sayılır bir grup 2012'nin sonuna doğru kıyametin kopacağına inanıyor.
insan ölümle karşılaşınca "bana ne olacak?" diye soruyor. yok olacaksam neden var oldum? yok olmayı kabul etmiyor insan. şairin dediği gibi dönen yok ki seferinden, oturup bir güzel anlatsın, şunlar şunlar olacak desin. öyle de bir şey olmayınca kocaman bir belirsizlik kafaları kurcalayıp duruyor. din haricinde hiçbir şey dolduramıyor ya da doldurmuyor o belirsizliği. belki de o yüzden dinler çok prim yapıyor. bilim de cevap veremiyor çünkü sonrasına. benim gibi oldukça realistler bile "inanmakta fayda var, yok olacaksak zaten olacağız ama yok olmayacaksan inançlı gidelim bari" gibi gayet gerçekci ve biraz da çıkarcı bir düşünce ile bakıyor ölüm sonrasına.
ya dünyanın ölümü? herşeyin, tüm medeniyetin yok oluşu...ama justine'e göre zaten dünya kötü, ölmeyi çoktan hakediyor. insan ilişkileri iyice kokuşmuş. medeniyet dediğin tek dişi kalmış bir canavar olmuş. clair ise tedirgin çünkü çocuğu var, güzel bir düzeni var, hayatla arası çok da kötü değil, hayatla bir türlü barışamayan kız kardeşine inat.
belki de o yüzden justine ölümü bir son değil de bir kurtuluş olarak görüyor, sadece kendi ölümü değil tüm dünyanın ölümünü de öyle karşılıyor.
ölümü kimse klişe kıyamet filmlerinde ki gibi ellerde şampanya, bethoven'ın 9. senfonisi ile karşılamaz. kuran'da da kıyamet günü insanların birbirinden kaçtığından, telaş ve panik içinde olduğundan bahseder. elde şampanya, klasik müzik ile kıyameti karşılayan filmlere çok güzel bir taş atıyor, trier.
fakat her son bir sona eriş midir? dünyanın sonu, kıyamet bir sona eriş midir? yoksa yeni bir başlangıç mıdır?
ölümden korkmak ayıp mı? ölümü sakince, huzurluca karşılayamamak? mevlana'ya daha çok saygı duyuyor insan, ölümü bir kavuşma günü olarak gördüğü için, ölümünde yas değil, kutlama olduğu için...
filmde ki hemen her erkek sorunlu. patron tam bir kapitalist, paracı, güç budalası; koca dersen karısının güzelliğine vurulmuş, çok da ötesini hesap edemeyen, kestiremeyen mıymıy bir tip, baba zevk düşkünü bir pezevenk, hizmetliler düzenin uşağı, enişte en zor anlarında ailesini arkada bırakacak kadar hödük...
filmin iki ana karakterinden justine hasta...hastalığının da etkisi ile hayatla bir türlü barışamıyor, deniyor ama olmuyor. filmin başında ki limuzin gibi, yollara sıkışıp kalıyor. etrafımızda çok var justine'ler. facebook'ta şurda burda "çoooook mutlu" olduğunu o kadar çok haykırıyor ki anlıyorsunuz aslında bu kişilerde ki olmamışlığı, yapaylığı. hep birşeyler eksik. düğünün sonunda kocası ile değil elin oğlu ile sevişecek bir sürü tip, fiziken olmasa bile ruhen bunu yapan, mutluluk oyunu oynayan o kadar çok kadın var ki!
clair ise hayata barışık gibi, dengeli, mantıklı, güzel bir yaşamı var, ailesi, çocuğu, kahyası, atları, çiftliği var.
belki tek eksiği golf sahasında 19. delik. 19. delik filmin sonunda kendini gösteriyor ama kıyametle birlikte hiçbir şeyin anlamı kalmadığı için sahip olduklarının artık hiçbir anlamı yok. o yüzden de endişeli gezegenin çarpmasından, varolduğu herşeyin elinden kayıp gitmesinden. bu dünyaya ne kadar bağlanırsan kopması da o kadar güç oluyor. dini bir motif daha...
gezegenin uzaklaşıp gideceği sansırı ile sevindirik olurken daha sonra işlerin sarpa sarması çok bilindik bir durum. bazen tüm uğraşlar sonunda tamam bu iş oldu diyorsun, olduğuna dair işaretleri de görüyorsun, tıpkı gezegenin çemberde küçülmesi gibi ama sonra nasıl oluyorsa o iş geri dönüyor, bozuluyor. çok büyük bir hayal kırıklığı bırakıyor arkada.
melancholia gibi dağıtıyor ortalığı...

--spoiler--
bugün yeşilçam sinemasında izlediğim 2011 yapımı bağımsız film. beğendim ben, daha kötülerini de gördüğüm oldu.

(bkz: sihirli mağara)

görsel
görsel

What's the point? What's it all for? I'm going to die one day. The Earth is going to die.
bazı saçma filmler vardır, sevip sevmediğini bilemezsin. işte bu da öyle.
ama;
eğer bu bir trier filmi ise, o gözle bakarsak; çok kötü. bence bunu unutsun.
herhangi birinin filmi gözü ile bakarsak fena değil.

ama karakter analizi yok.
hikaye sıradan.
bi şey yok. sadece astrolojiye merakım sebebi ile sardı ama o da çok dar bir sarmasyon.

ha, film çok sıkıcı - durağan izleyemedim bile diyenlere de yuh diyorum; o kadar da değil. neleri gördük.

10 üzerinden 6 alsın, gitsin düzgün film çeksin trier.
ismine bakıp aldanmamak lazım . sanat filmi ama hic de sıkıcı degil. onyargılı olmayınız. heryerden bir bakıs acısı yakalanıyor notmal yasantılara elestiri. ve yalnızlık uzerine baskın soylemler var arada . tecavuz kacınılmazsa dunya batarsa da ... demis sonunu gorun ama sonu da gercek olmus . biraz daha umutlu keyifli hale gelebilir de ne gerek var .
leyla ve mecnun'un 38. bölümünde feci dalga geçilmiş olan lars von tirer filmi.
biz anca dalgasını geçebiliriz zaten, öyle bi film yapmak imkansız zira.
aşırı derecede saçma ve bi o kadar da sıkıcı film. filmin başında 12 dakika boyunca imgelere maruz kalıyoruz. bu imgelerden bazıları filmin ilerleyen bölümlerinde çözülse de bazıları muallakta kalıyor. bu filme bayıldım diyen insandan uzak durun arkadaşlar. bok gibi bok. evet.

(bkz: sanat filmlerinin bir boka benzememesi)
müthiş bir melancholia yazısı için;
http://ducanecundioglusim.../2012/09/melancholia.html
7658615869 saatlik düğün sahnesiyle şahsımı, gitmeye mecbur kalıp da istemeyerek de olsa katıldığım bir düğündeymişim hissiyle, bayım bayım bayan film.