bugün

yıllar sonra görüp de "ulan ne kadar çirkinleşmiş " denilmesi olası ilk göz ağrısıdır.
büyük saati olduğu için aşık olunmuş,
ön tavşan dişinin biri olmayan ve adı volkan olan biri olabilir bu şahsiyet.
asla ulaşılamayacak kişidir kendileri. zira zaman ve mekan bu aşkın önünde engel teşkil eder. nice zaman sonra kucağında bir çocuk ile görüverirsiniz.
onu hiç unutmayacağım, o olmazsa kimse olmaz, ona bir şey olmamalı diye salya sümük ağlatan ama çabuk unutulan şahıstır. her akla geldiğinde nerdedir ki belki ölmüştür diye düşündürür.
ilkokul sıralarında daha hayat hakkında hiçbir şey bilmezken, her şeyi yeni yeni öğrenirken aşkı da öğrenmemize vesile olan kişidir. "o yaşta ne aşkı la" diyebilirsiniz belki, anlarım ama o duygu da bambaşkadır be...

sabah sabah nereden esti bilmem. bir anda aklıma geliverdi işte. doğaçlama takılacağım zaten. ne yazacağımı da bilmiyorum. aslında "eski sevgili"li başlıklardan ben de sıkıldım sizler gibi ama ilkokul aşkı başkadır dostlar. bir iki kelam etmeye değer.

ben ilkokulda başımı yerden kaldırıp insanların suratına bakma aşamasına ancak ikinci sınıfta geçebildiğim için ilk aşık olduğum kişiye de o yıl rastladım. ismi lazım değil şimdi. esmer, kara kaşlı, kara gözlü bir kızcağızdı. güzeldi. aslında o yaşta ne güzelliği tabi. şirindi diyelim. he işte öyle bir kızcağıza gönlüm şey etmişti. gönlüme sıçayım. zaten nerede bütün sınıfın lavuklarının asıldığı bir kız olur benimki ona şey eder. neyse, o yıllarda karşı cinsi de yeni yeni tanıyoruz. saç çekiyoruz, silgi atıyoruz falan sevgimizi belli etmek için. evet, erkek cinsi böyle belli eder ilgisini, sevgisini. tuhafız işte. nasıl bir mantıkla öyle aptalca hareketler yaptığımızı hala çözemedim. "sağa sola çok bakıyorsun. bak bu saçı çekiyorum. azıcık da benle ilgilen lan" demek istiyorduk sanırım. ya da tamamen anlamsız bir şeydi. ne bileyim alüminyum. hepimiz ayrı manyağız işte.

ne diyorduk? ha, benim aşık olma gafletinde bulunduğum bu kız diğer hemcinslerimin de dikkatini çekmişti tabi. her teneffüs biri gidip saçını çekiyordu. öteki tüftüf saldırısı yapıyordu. biri kalemini alıp kaçıyordu. en hayvanları eteğini kaldırıyordu. herkes bir şekilde ilgisini belli ediyordu yani. kızcağız arada telef oluyordu ama biz pek anlayacak durumda değildik. bütün bu hayvani ilgi gösterilerinin yanında ben napıyordum peki? kızı güldürmeye çalışıyordum. anlayacağınız ben altı yaşından beri kız güldürüyorum lan. ama bir boka yaradığı yok söyleyeyim. etek kaldıran hayvan kızları tavlarken ben sap sap bu günlere geldim. sen taktiği doğru uyguladığına emin misin derseniz bilmem derim. ne bileyim, daha yedi yaşındaydım. taktik olsun falan diye de yapmıyordum zaten. gülüşü hoşuma gidiyordu ben de şaklabanlık yapıyordum. evet, aslında yaptığım tam olarak şaklabanlıktı. bir de gelmiş güldürmek işe yaramıyor diyorum. damına konduğumun anteni, güldürmek var güldürmek var. sen "bir tat bir doku" tarzı komedi yaptın da mı işe yaramadı? 7/24 olacak o kadar izleyip de komik olacam ben dersen öyle mallığınla kalırsın işte.

her ne ise efendim, benim bu güldürme girişimlerim sonuç verdiyse de yani kız güldüyse de netice itibariyle benimle ilgilendiği yoktu. ayrı kıtaların futbol takımları gibiydik. ben fenerbahçe isem o boca juniors'du. yollarımızın kesişmesi o kadar zordu ki... hazırlık maçı talebinde bulunamayacak kadar da korkaktım. kabul etme ihtimali de yoktu zaten. kısacası ben uzaktan onun maçlarını izledim hep. o benim farkımda bile değildi.

ama günün birinde yetti gayrı dedim. gideyim söyleyeyim artık dedim. iyice hazırladım kendimi. tam teneffüste yanına gidip açılacakken samimi arkadaşlarımdan biri gidip kızın saçına asıldı. işte benim bittiğim an budur. kız bu yapılan hareketin anlamını bilmediği için her zamanki oturup ağladı. ama ben saç çekmenin ne demek olduğunu biliyordum. nasıl yapacaktım şimdi arkadaşım da ondan hoşlanıyorken. sokam böle işe diyip vazgeçtim. öyle demedim tabi aslında. terbiyeli çocuktum ben. sonradan öğrendim böyle şeyleri.

peki hikaye burada bitti mi? bitmedi tabi. daha çoook uzun bir kısmı duruyor. ama anlatacak gücüm yok şimdilik. belki başka zaman. ilgili olarak bir de aylar önce yazdığım şu entry var: (bkz: #5072557)**

son olarak facebook'a da lanet olsun. bırak da ilkokul aşklarımızı hafızamızda saklayalım, eskisi gibi hatırlayalım. mecbur musun gözümüze sokmaya!
hiç sözlere dökülmedik bir garip iç çekme... ilk göz ağrın, ilk sevdiceğin...

güzin isminde bir kızdı, uzun dalgalı saçlı, çarpık bacaklı, kemçük ağızlı, tebessüm ettiğinde iki yanında gamzeler biten heidi kırmızısı yanaklı... kocaman kahve gözleri, şişe dibi gözlükleri vardı...

kalbim ritmini şaşırdı onu her gördüğümde, ona sezdirmemek için çırpındığım kaçamak bakışlarda.

yıllar sonra güzin ismini gördüğümde, duyduğumda bile çocukca bir şekilde heyecanlandığım...

en saf, en masum, en beklentisiz, kıskançlıktan ve acıdan uzak ilk aşktı. bilemeyiz ki belki de doğru insandı.
saf aşktır.
unutulmayacak olandır az mı saçını çekip kolunu sıkıp sevgimi göstermedim bee. o zamanlar öyle biliyorduk tabi.
kendisini facebook larda arattım tarattım ama yok. hani ilkokul arkadaşı buluyordu bu facebook.adı hiç unutulmayacak kişidir.
temiz aşktır. içinde ne "yatağa atayım" düşüncesi ne de başka bir ahlaki açıdan sakat düşünce barındırır.
ellerin olmuştur.
ilkokul 5 okulun en güzel kızı bizim sınıfta sarı küt saçları ile okulu yakıp yıkıyor herkes ona aşık ee tabii bende....
ama o hiç kimseye pas vermiyor bütün okul ona ilgi duyduğunu bildiği için dötü 5 metre havada olarak etrafta geziniyor. bizim dönemin meşhur dansı lambada idi herkes kız erkek deli gibi lambada dansı yapıyorduk eş bulamayan saplar günlük antremanını okulun demirlerine tutunarak yapıyordu.

bıkmadan usanmadan hergün etrafında pervane oluyordum ama nafile konusmamız günlük sohbetten öteye gitmiyordu hergün ona yapacağım konusmayı hazırlar onun için süslenirdim.

birgün uyandım ve şöyle dedim "bu böyle olmaz bozukparatamircisi" ona bütün duygularımı anlatan bir mektup yazdım ( hayatımda ilk ve son kez mektup yazdım ) yanına gittim vermeye heryerim titriyordu mektup önlüğün cebindeydi elimde ordaydı lakin bir türlü çıkaramıyordum hatta bana "nasılsın" "neler yapıyosun" sorularına bile karşılık veremiyordum nutkum tutulmuştu.

hiçbirsey diyemeden oradan uzaklaştım cesaretimi bi türlü toplayamadım ortam oluyor sohbet ediyoruz ortam danslar başlıyor gözlerine bakıp dans ediyorum ama bi türlü mektubu veremıyorum günlerce bu böyle gitti geldi ve artık emindim o mektubu ben veremicektim.

başka bi bayan arkadaşı bu iş için görevlendirip ( bu bana 2 adet kek 1 jelibon ve 1 lolipop a maloldu ) rüşvet dahilinde ona mektubu vermeye ikna ettim kız hemen gitti bende uzaktan kesiyorum kız durumu anlattı mektubu verdi ben heyecanımdan altıma zıçmak üzereyim

mektubu açtı okudu okudu okudu okudu ( bana yıllar gibi geldi o yüzden uzatıyorum ) mektubu yırrtı ve kızın eline verdi git bunu bozukparatamircisine geri ver diye.................

dünyam yıkılmıştı büyük aşkım bana ziktir çekmişti ama koç burcunun inatçı kişiliği ortaya çıktı yılmadım kaçmadım aşkımın peşinden koştum.

yine bakışlar yine danslar yine mektuplar ve yine bi bok olmadı.

aradan 20 yıl geçti ve onunla face de karşılastık msnlerimizi ekleyip sohbete başladık resimlerine baktım eski aşık olduğum kızdan eser yok
çok çirkinleşmiş "lan ben bu kızamı aşıktım" diye içsel düşünceler geçmişti aklımdan ve ona sordum bunca yıl sonra sorulacak soru değil ama mektuplarımı neden yırttın dedim cevap veremedi.

şu an bile msnimde online şimdide sorsam yine cevap veremicek ve ben bu sorunun cevabını öğrenemeden ölücem.

ama ilkokul aşkı güzeldir hatta en iyisidir karşılık beklemeden menfaat güdmeden cinsellik için değil gerçekten ama gerçekten yaşayabileceğiniz en iyi aşktır.

büyüyünce kirlendik be abiiiiiiii.............
liseya başlayana kadar unutulmaz. aşkların en masumudur.
o kadar masumdur ki başlığa girene kadar hayatımda yüzüme oturan ender derecede geniş tebessümlerden birini yaşadım.
ilk okulda 10 kişi aynı kıza aşıktık. zaman zaman toplanır onu över, aşkımızı pekiştirir sonunda da kavga ederdik. ey gidi ey..
merak edilendir.
elini tutturmayan sevdiceğe tekme tokat dalarak zorla elini tutmaktır..
tek ümidim oydu şimdi yaşamıyor..
Doğum gününde kola alacak kadar temiz çıkarsız.
aşkın en saf halidir kim ne derse desin.
babamın onaylamadığı aşkımdı.

+baba sivaslılar nasıl insanlar?
-uzak dur.

faşist baba, aşkımın katilisin*
hisslerimiz açıklakmakta zorluk çekmediğimiz tek aşk.

+merve seni seviyorum.
-bende seni.

bu kadar basitti işte.
bazen hep söyleyip isteyip de bir türlü söyleyemediğin tek bir cümlenin seneler sonra karşına bir kısa mesaj olarak çıkmasına sebep olandır. bu facebook denilen zımbırtı çıkıp insanlar gerçekte yüzüne bakmadığı insanların her fotoğrafını beğenip yorum yapmaya, gün boyu evde oturup sosyalleşmeye başlayıp, senelerdir görmeyip özlediği anaokul arkadaşlarını dürtmeye başladığından beri yazar da facebook hesabı almış ve çemkirdiği bu insanlar gibi sosyalleşme yarışına katılmaya başlamıştır. ilk önce aynı okuldakiler, sonra akrabalar, arkadaşların arkadaşları, eski okuldan arkadaşlar derken bir acaba düşüncesi belirmiştir yazar kişisinin kafasında. adını bilmekte ama soyadını hatırlayamamaktadır. sonra çeşitli kombinasyonlarla muhtemel soyadları atılarak denenir ama olmaz. sonra mezun grupları falan derken çat! bulunmuştur malum insan. hemen arkadaşlık isteği yollanır. bir sonraki online olunan zamanda mesaj alınmıştır. inanmıyorum nasılsın çok aradım ama bulamadım vs. gibi beklenen cümleler gelmiştir. mesajlaşmaya devam edilir bir süre sonra karşılıklı telefonlar verilir; en kısa sürede konuşmak temennisiyle. aradan bir kaç gün geçer yazar kişisi aramak istemektedir ancak daha uygun olur düşüncesiyle önce mesaj atmaya karar verir. ancak alınan mesaj olumsuzdur şu aralar çok meşgul olduğunu bir süre bana ayıracak zamanının olmadığını söyler. yazar kişisinin bunun üzerine gururu incinmiştir. o aramazsa ben hiç aramam diye kendine söz verir. sonra aradan aylar geçer. bir sabah telefona bakıldığına bir mesaj görülür; günaydın diye. yazar kişisi bunun üzerine mutlu olur. nihayet der ki: o aradı çünkü aramadığı için kendini üzgün hissetti ve terslemesine rağmen dayanamayıp aradı. sonra bir kaç mesaj daha atılır ama bu sefer yazar kişisi oyunu kendi lehine çevirmeye karar verir. biraz da emri vaki bir şekilde yarına konuşma sözü alınır. ertesi gün sabırsızlıkla beklenir. ama niye beklenir, neden heyecacan duyulur bunun sebebini bilmemektedir. seneler önceki küçük iki insanın masum hisleri bugüne kadar kalmış olamazdı. seneler geçmiş, mesafeler ayrılmış, insanlar değişmiş herşey bambaşka olmuştu. ama nedensiz bir heyecan kaplamıştır bünyeyi. sonra telefon çalmaya başlar. telefonda alo sesi duyulur. tabi nasıl bir düşünce varsa kafada o seneler önceki küçük çocuğun kalemtraşın var mı derken sahip olduğu ses tonu beklenir. kısa süreli bir duraklamadan sonra: x sen misin denir. cevap olumludur. ilk başta cümleler resmidir biraz herkes kendi egosunun ne kadar güçlü olduğunu ispat etmek ister sanki. sonra cümleler cümleleri açar. herşeyden söz ediir; anılardan, geçen seneler boyunca neler yapıldığından, hobilerden, okuldan, gelecek planlarından... konuşma uzadıkça uzamakta bir türlü bitmemektedir. yazar kişisi de ısınmış, kanı kaynamıştır ona. ne kadar farklı yönlerinin olduğunu düşünürken aslında ne kadar kafa dengi olabileceği de bu upuzun konuşmaktan çıkarılmıştır. yer yer sıkıcı, yer yer heyecanlı, yer yer de geçmişe özlemle dolu cümlelerle örülü upuzun bir konuşmadan sonra tekrar görüşmek üzere söz verilip telefonlar kapatılır. görüşme eski bir dostla özlem telefonda özlem giderme modunda olmuş iki tarafta eskiden birbirine olan hislerini açmamıştır. sonra bir banka oturulur kocaman bir şehrin ortasında gecenin ilerleryen saatlerinde. derin bir iç çekilir ve geçmişte olanlar beyne hücum etmeye başlar. yazar kişisi hayatının kısa bir sorgulamasına girişmek üzeredir tam. o sırada telefondan bip sesi gelmiştir. acaba denir ne yazdığı tahmin edilmeye çalışıldığından mesaj bir süre açılmaz. sonra gelen mesaj açılır ondan olduğu anlaşılır ve okunmaya başlanır. o andan sonra vücudu müthiş bir ılıklık kaplamaktadır, bir ürperme ile birlikte hafif bir titreme hissedilir ellerde ve gözler dolmuştur düşmeyi bekleyen damlalarla. "sen benim ilkokul aşkımdın biliyor musun?" . defalarca tekrarlanır bu cümle hem dilde hem de zihinde. mecburen bir cevap yazmak gerekmektedir: "biliyorum sen de benim ama çok uzun zaman oldu sen benim en iyi dostlarımdan birisin hem de sonsuza kadar " denir ve iyi geceler dileyip telefon cebe atılır ve kafanın türlü düşüncelerle ağırlaşıp dayanacağı otobüs camına varması için hızlı adımlarla durağa yönelinir. yirmi dakikalık bir yolculuktan sonra eve varılır, gün geceyarısını çoktan aşmaktadır artık ama yazar kişisi onu düşünmekten vazgeçirememektedir kendini. bu düşüncenin kendisine hiçbir yarar getirmeyeceğini bilmekte aradan çok uzun zaman geçtiğini, hiçbir şeyin eskisi gibi kalmadığını, bir daha asla eskisi bir sevgiyi besleyemeyeciğini kendine anlatır ama nafiledir. kafa dağıtmak için müzik dinlemeye karar verilir ama winamp da aşka ve özleme dair ne kadar şarkı varsa bir bir karşısına çıkarmaktadir. o gece bağıra bağıra şarkılar söylenir ve gece sabaha karşı kavuşmak için acele etmektedir. ama gece ne yaparsa yapsın bir türlü kavuşamaz sabaha ama kovalamaktandan da vazgeçmez hiçbir vakit. bilgisayar başından yatağa zor varılır ve uzun bir uyku çekilir. sabah uyanıldığında akla gelen o dur. bir kaç saat boyunca çıkılmaz yataktan geleceğe dair planlar yapılmakta, ilk uçakla yanına gidilmekte, onu bulup ne kadar sevdiğini söylemek istenmektedir. ama karşılık alamama korkusu bir yana ne kadar saçma bir düşünce olduğunun da bir önemi yoktur artık. çünkü kaan abi şöyle demiştir: "denizler aştım geliyorum, ister eğlen benimle yüzünü bir görsem yeter, yolumuz ayrı biliyorum ölmeden son bir defa belini kavrasam yeter". yazar kişisinin tek bir korkusu kalmıştır artık binbir hayal kurduğu aşkının hayallarindeki gibi olamayabileceği. kendisi hayalperestin önde gideni ve en alakasız şeyi bile hayallerle süsleyip kutsallaştırmayı çok iyi yapan yazar hayatta çok kez yaralanmıştır bu yüzden. ya korktuğu başına gelirse ya beklediği sıcaklığı, cevabı göremezse ya çok değişip de artık sevemeyeceği birine dönüşmüşse ve ne yaparsa yapsın o eski saf duygularını paylaşabileceği insan yerine başka bir insan gelmişse ya o cesareti kendinde bulamazsa. tek bir cümleden ne kadar hayal, şarkı, düşünce türetilmiş, günler harcanmıştır. sonra herşeyi hayallerde bırakmanın daha doğru olacağına karar vermiştir. çünkü hayaller insanı yaşatan, ona umut veren ve onu sürükleyen, yaşam heyecanını ve sevincini capcanlı tutan güçtür. bazı şeyler eski haliyle hatırlanmalı, bazı şeyler hayallerdeki gibi sanılmalıdır ve öyle yaşatılmalıdır çünkü yazar kişisi bilmektedir ki: "yaşamdaki hiçbir gerçek kurulan bir hayal kadar güzel değildir".
Herkesin mutlaka bir ilkokul aşkı vardır. Benim ilkokul aşkımın ismi burcu. Öğretmene yakın masanın 2. sırasında oturuyordu. O zaman 4. sınıfa gidiyordum. Aşk nedir bilmiyordum tabi. ama garip bir şekilde burcudan hoşlanmıştım. Soyadını hatırlıyorum. Bir ara facebook tan araştırdım. Evlenmiş. Allah mesut etsin. Çocukluk işte.
beynin en masum en kirlenmemiş bölgesinde depolanır, hiçbir zaman unutulmaz. Yaptığınız salaklıklar gelir aklınıza, montunuzu onun montunun üstüne asmanız, sınıf başkanı olduğunuz dönemde bütün yaramazlıklarını görmezden gelip öğretmene söylememeniz, bunun üzerine arkadaşlarınızın hışmına uğramanız, hiç unutulmaz... Şimdilerde nerelerde neler yapıyordur merak edilendir.