bugün

söylemesi gayet kolay olan cümle. bayanlar tenzih ediliyor kafadan zaten. sıra geliyor biz erkeklere.

çok rahat sokakta bağırırım ben asker doğmadım, özgürüm, hürüm diye. bir allahın kulu da ses çıkaramaz. çıkaracak olanlar faşizan tosuncuklardır, dayağımı yerim büyük ihtimalle.

ama kazın diğer ayağı var bir de. bilindiği üzre, ne kadar laf salatası yaparsan yap, askere alıyorlar seni. memnuniyet ve haz göreceli olduğu için kişiler üzerindeki etkileri tartışmaya açılacak bir konu değildir.

ama kazın sol taşşağı var bir de. bilindiği üzre, hayat garip. vapurlar falan var. vapur olduğu gibi terör belası da var tepemizde. ben sokakta türküm diye bağırırken dağda türkiye için ölen insan da var. ne için ölüyor, ülkesi için. yani benim sokakta türküm diye bağırmam boş bir çaba iken, adam canını veriyor.

ama kazın oniki parmak bağırsağı da var. bilindiği üzre, herkes oraya şehit olayım, canım vatanım diye gitmiyor. düzene küfürlerle geçen bir sürü günün ardından terhis oluyorlar. devreleri vatan için canını verirken kendisi işten kaçan, özgürlükmüş, hakmış, hukukmuş derdine düşen insan sokağa çıkıp, ülkeme tapıyorum diyemez. derse de sıfatını skeyim onun.

ama kazın midesi var bir de. ülke sevmek can vererek mi olur diyeceklerdir. hayır, olmayacak. böyle birşey iddia etmiyorum zaten. özgürlük, hak, hukuk diye çemkiren herifin terhis olduktan sonra ülkesine yarar sağlayacağını mı sanıyorsunuz? hayır sağlamaz. her insanın eşit olduğu o asker ocağında, tanrısal bir şeymiş gibi kendini üstün gören, bunlar özgürlükten ne anlar, en özgür benim diyen insan terhis olunca da bir skime yaramaz.

kazın bir sürü organı var. tapılası profesörler tanıdım, hepsi askerliğini yapıp gelmiş. ülkesine sokakta çığırandan daha fazla hizmet eden profesörler. ve inanır mısınız bu tür adamlar gık dememişler askerlik dönemlerinde. sordum, dememişler.

şimdi madalyonun öbür yüzü falan var, ama benim uğraşasım yok. bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık var bir de. yılanın dönüp dolaşıp g.tünden sokacağını bilmeyenlerin kendini ait hissettikleri akım.

hayat ne garip, kamuflaj falan.
(bkz: her türk bebek doğar)
aslında türk olmayan fakat kendisini türk zanneden insanin kurdugu cümle. (bkz: bsg)
(bkz: vicdani ret)
bulunduğu coğrafyada, bulunduğu vatanda ve mensup olduğu milliyette; asker doğmak zorundalığını unutmuş zavallı insan söylemi.

asker doğmaz, askerliği sevmezsen; gün gelir sınırlarından içeri girerler ; karşında anana bacına tecavüz edilir, gider tv kanallarında ağlarsın.

biz türkler bunu kaldıramayız, o sahneyi görmeyiz. gerekirse ölürüz. türk'ün asker doğması, kanının asaletindendir.

türküm, ama asker doğmadım gibi bir deyiş; esasen kişinin türk olmadığının göstergesidir. çünkü türklük kavramı; askerliği de kapsar, şerefi de kapsar, haysiyeti de kapsar..
askerlik mesleği ırkın getirdiği bir beceri değildir. askerlik mesleği dünya üzerinde devlet, millet gibi korunmaya muhtaç şeylerin varlığının ortaya çıktığı ilk anda kendiliğinden ortaya çıkmış bir meslektir. bu, dünyanın bütün milletleri için böyledir. ancak tarih denen kanlı sürecin sayfalarında kimi milletler bulundukları coğrafyanın doğal sonucu olarak düşman tehdidine diğerlerinden daha fazla maruz kalmışlar ve bu mesleği diğer milletlerden daha iyi icra etmek zorunda kalmışlardır. askerlik mesleği hemen hemen dünyanın bütün medeniyetleri için para kazanma aracıyken türk milleti için yaşamsal öneme sahip bir hayat tarzı olmuştur. yoksa hiç bir türk genci asker olarak doğmamıştır. yok yani sanki yeni doğmuş 100 türk bebeğine test yaptık 99 u şafak olmuş comolokko dedi.
askerde, büyük dünya ülkelerine kızdıkça bazen kurulan gaza getirme özelliğine sahip bir cümledir. ancak türk toplumlarının yaşayış tarzına bakıldığında bu cümlenin sosyolojik yaklaşımında hiçte öle gaza getirmek için söylenmediği anlaşılabilir zira; orta asya türk devletlerinde obalar, boylar halinde yaşayan türk toplulukları ticaret yapmak gibi bir şansları coğrafya itibarı ile yoktu. aynı coğrafyanın tarıma müsait olmayışı, onar göçer bir yaşam tarzı sebebi ilede esasında tarım toplumu olmaya niyette yoktu. geriye profesyonel olarak yapılabilecek tek işin askerlik yapıp sürekli savaşarak yada at yetiştirerek geçimini sağlayan bir toplum olduğu görülürse bu cümlenin ne kadar yerinde olduğuda görülecektir. yaşam şartları ve coğrafya değişmesine rağmen türk devletleri bu asker kimliğini korumaya devam etmiş ve edegelmektedirde. iskenderin büyük dünya seferini yaparken asya içlerine girmek istemeyişi bu hırçın türk boylarında hırpalanışını tahmin ettiğinden olsa gerek. hz.muhammed'in türkler size ilişmedikçe sizde onlara ilişmeyin sözü; halid bin velide kuzeye doğru sefere çıkarken sölemişl olmasıda manidardır. bu ve buna benzer pek çok örnekten yola çıkarak denilebilir ki türkler askerlik ve savaş konusunda oldukça tecrübeli ve maharetli idiler. belki günümüz coğrafyası ve şartlarında iki oğlu olan bir oğlunu asker yapacak gibi bir zorunluluk olmasada... türk olan yada kendini türk hisseden her birey bünyesi kabul etsede etmesede, doğarken meslek seçiminide yapmışta bulunsa askerdir. kabul eder yada etmez... ruhunun gen şifrelerinde bu cümle herdaim kuruludur.
ama önemli olan bu ve benzeri sözlerden bir an önce uzaklaşıp daha akademik ve daha bilinçli yaklaşımlarla ülke adına birşleyler üretebilmek, hamasetten bir an önce uzaklaşmak lazımdır.
9 aylık bebenin ana karnından silahla tüfekle doğduğuna inanan bünyelere haykırılması gereken mantıklı söz. her türk, tüm halkların bebekleri gibi doğar. tanrı türk halkını kutsamamamıştır, bu kadar yüceltmeye gerek yok, hiçbir ırk, halk, devlet diğerinden üstün değildir.
(bkz: ne işe yararsın sen o zaman)
(bkz: gönüllü askerlik basvuruları/#3312065)

bakmaya üşenebilecekler için ilgili paragraf;

--alıntı--
lütfen kimse bana 'her türk asker doğar' demesin, vatan borcu söyleminden ajitasyona ve demogojiye kalkmasın bi' zahmet. her türk bebek doğar, insan doğar, aldığı eğitime ve yeteneklerine, yaşam şartlarına göre ileride bir seçim yapar, doktor, hukukçu, yazar, asker ya da müzisyen* olur. vatana hizmet de illa askerlik yaparak ödenmez, bu halka, bu ülkeye her şekilde hizmet verilebilir, bu hizmeti de 15 ay ile sınırlamak da garipliktir zaten. bu halkın da zaten diğer hizmetlere zorunlu askerlikten çok daha fazla ihtiyacı olduğu kabak gibi ortadadır.
--alıntı--

özetleyecek olursak, askere gitmeye meraklı olan arkadaşlara hatırlatılması gereken kanlarınız/kanlarımız üzerinden siyaset yapıldığı. bu ülkede köpekten bi farkı yok askerin, hatta koyundan demek daha doğru, genelkurmay başkanı bodrum'da yatlarda mavi tur yaparken dağlarda ordan oraya sürüklenen koyun olmak isteyen varsa, ne duruyorsun anası? helva yapsana...
son derece mantıklı önerme.

on bin yıllık gelenekmiş de, pkk yanlısıymış da, dehey be. cehaletten kırılıyorsunuz hakikaten.

vicdani red dünya çapında bir insan hakkıdır, ki yüzyıldır da amerika dahil pek çok ülkede tartışılıp kabul görmüştür. vicdani reddin sizin öyle 30 senelik tartışmalarınızla, kıçı kırık terör örgütlerinizle, faşist şovenist bölücü türk milliyetçiliğinizle aynı cümlede kullanılması bile bir cehalet belirtisi olsa gerek.

nerelerde kaldı sizin o az gelişmiş beyinleriniz kuzum, hala orta asya da mı?

kimseyi zorla asker yapamazsınız.

kimseye zorla insan öldürtemezsiniz.

kimseyi zorla ölüme gönderemezsiniz.

kimseye zorla kendi idolojinizi benimsetemezsiniz.

ne kimseden üstünsünüz, ne de bu vatan babanızın malıdır.

(bkz: vatanı babasının malı sanan milliyetçi)
-her türk asker doğar, bu böyle biline
-ne yani türkler barbar bir millet mi?
-ne diyorsun lan sen, bölücü pkk lı adi terörist
-bu ne yaman çelişki anne
-bak bir de ahmet kaya, vurun lan bunu, bölücü adi pis kaka kürt bu

(bkz: alparslan ın itleri)
her türk asker doğar...ya sev ya terketçi zihniyetin, militar kremalı ırk aromalı pastasının, milliyetçi duyguları kabartma tozu niyetine kullandığı söz.
bütün türkler diğer ırklarda da olduğu gibi arzulu bir gecenin eylemize edilmiş halinin vuku bulması neticesinde oluşma sürecine girer. yani erk kişisi dişi kişisiyle kollektif üretim içindeyken biz türküz şunun pazularına önem verelim malum asker doğması gerekiyor demiyor ya da tanrı getirin asker kalıbını bir türk doğmak üzere şekillendirelim de demiyor. e öyleyse her türk nasıl asker doğuyor ben anlamadım. sadece 1,5 yıl yada 5 ay yapılan bir icraat ortalama 60 yıl yaşayan bir insanın nasıl tüm ömrünün genel karakteristik özelliği olabilir ki. bu açılımlardan ve bu keyifli sancılanmalardan sonra hiç kimse asker doğmaz demek aklı başında her insan kişisinin asli deyimgeçi olmalıdır demek yanlış mıdır.
ayrıyetten bir dr. skull parçasını hatırlatmaktadır bu cümle;

kimin içindir yaşadıkların,
korkuların, acıların, kavgaların?
manşetlerde, kanallarda, meydanlarda,
söylenmiş sözlerin hepsi yalan!

hepsi uçar küller kalır artık çok geç olduğu zaman.
duvarların altında,
kurşun yağmurlarında,
bosna sokaklarında,
ölmek istemiyorum!

sopalarla, taşlarla,
ateşlerle, yaşlarla,
ölmek istemiyorum,
yaşamak istiyorum!

uçurtmaları bırakırsın göklere,
ve iplerin takılır hep bir yerlere.
onlar düşünür senin yerine,
sen savaş ve öl onların yerine!
çırpındıkça saplanıyor kancalar dahada derine!

duvarların altında,
mayın tarlalarında,
ölmek istemiyorum,
yaşamak istiyorum!

sopalarla, taşlarla,
ateşlerle, yaşlarla,
ölmek istemiyorum,
yaşamak istiyorum!

ve güneş doğduğunda ve güneş battığında
ve dağlarda ve kırlarda
yaşamak istiyorum!
denizin kıyısında
ve şehrin ortasında
ve dostlar arasında.

yaşamak istiyorum!
yaşamak istiyorum!

ölmek istemiyorum!
yaşamak istiyorum!

yaşamak istiyorum!
yaşamak istiyorum!

ölmek istemiyorum!
yaşamak istiyorum!

sen bu vatanı babanın malı gibi gör, önüne geleni ezme hakkını kendine reva gör, bu kanların üstünden para kazan sonra her türk asker doğar de ve ezdiğin halkı sonrada benden öldürmemi iste. aranızda ölmek ve/veya öldürmek, katil veya maktül olmak isteyen varsa illa, şunu talep edebilirler; (bkz: profesyonel askerlik) ama vicdani ret'de bir haktır.

ek/düz: bazı şeyleri belirtmek gerekiyor, malum yaftalanıyorsunuz hemen işe gelmeyen şeyleri söylediğinizde. türk'üm efendim, önce insanım ama.
her türk asker doğar lafının garip geldiği bünyelerdir. sanmaktadırlar ki her doğan ebek g3 ile çıkmakta daha sonra elinden alınmakta. bu lafın savaş zamanlarında türk milletinin dirayetine, yardımlaşmasına örnek olarak söylenmiş bir söz olduğunu bilememek ayıptır.
evet, bebek doğdum ve insan gibi yaşamak istiyorum demek gibidir.
ezik halklara mensup kişiciklerin * türklerin kültürlerinin can damarı olan askerlik kurumuna saldırılarının insan hakları, yok "askere yatırılan para; eğitime, yoksul g.doğululara verilsin daha hümanistik olmaz mı" maskesi altına gizlenmesi ne denli gözlerinin döndüğüne işaret eder. ama bilinmelidir ki kellesini aptal solcu-bölücü-devrim türküleriyle doldurmuş canlı askerlik kurumunun lavaboya sıçan diyarbakırlı kürde okuma yazma öğrettiğini (bak çok istediğin eğitimi veriyor) g.doğuda 30 tane eniklemiş 3 karılı ağaların çocukları hastalanmasın diye aşı kampanyaları düzenlediğini, ülkeye silah çekmiş pkklının anasını helikopterlerle hastaneye taşıdığını, ülkenin en kaliteli beyinlerinin askerlik vazifesi esnasında bulunduğu bölgedeki insanlara eğitim ve sağlık konularında ücretsiz ilgilerini esirgemediği gerçeğini bir kenara bırakarak sığdan öte bir beyinsizlikle askerin görevinin sadece dağda terörist imha etmek olduğunu sanan birşeylerin aynı sığ çamur beyinlerinden sıçrattıkları düşünceciktir. askerlik kutsal bir görevdir ve türk olarak doğmamın verdiği gururla asker doğama uygun olarak bu görevimi seve seve yerine getireceğimdir.
ilkokuldan bu yana beyni militarizmle yoğrulmuş bünyelerin anlayamayacağı ve ancak pkk türevlerinin propagandası olabileceğine inandığı cümle. oysa tek bir sözcük yerleşmeli körpe dimağlara.

(bkz: barış)
çok aşırı doğru bir önermedir,bu önerme doğru olsaydı her amerikan asker doğardı dünyanın en kaliteli orduları onlarda dünyanın her yerini kolayca işgal edebiliyorlar.her türk asker doğar bir milliyetçi zırvasıdır,faşistliktir,savaşı ve militarizmi övmedir.
her türk asker doğar sözü, türk'lerin içindeki askerlik genlerini vurgulamak, zora düştüğünde yaşlısından gencine herkesin doğuştan bir askermiş gibi savaştığını belirtmek için söylenmiştir..

(bkz: çanakkale savaşı)

(bkz: kurtuluş savaşı)

ama siz doğuştan asker olmayın, boşverin reddedin geçmişinizi... yüzyıllarca bizi bu askerlik anlayışı ayakta tutmuş ve tutmakta ama bozulsun yapımız. istedikleri olsun, özgür olalım, kimse asker olmasın...

o zaman bakalım, böyle özgür düşünmenize bile izin verecekler mi?

(bkz: sevr)

(bkz: ya sev ya sevr)

duyar gibiyim: ya biz de seviyoz ülkemizi, biz de türk'üz ama askerlik kalksın, gitmeyelim biz... tabi efendim gelmeyin..
(bkz: evet türküm ama asker doğmadım)
gelin 1900'lerde anadolu'da yaşayan türkler'i bir tanıyalım;

--alıntı--
derse başlarken istanbullu başçavuşa dersi sadece dinlemesini, sual cevaplara katılmamasını söyledim. sonra da askerlere sordum:

- bizim dinimiz nedir? biz hangi dindeniz?

hep birden;

- elhamdü-l-illah müslümanız;

diye cevap vereceklerini sanıyordum. fakat öyle olmadı. cevaplar karıştı. kimisi imamı azam dinindeniz dedi, kimisi hazreti ali dinindeniz dedi. kimisi de hiçbir din tayin edemedi. arada:

- islamız

diyenler de çıktı ama;

- peygamberimiz kimdir?

deyince, onlar da pusulayı şaşırdılar. akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı. hatta birisi;

- peygamberimiz enver paşadır!

dedi. içlerinden peygamberin adını duymuş olan birkaçına da;

- peygamber sağ mı ölü mü?

deyince iş gene çatallaştı. herkes aklına gelen cevabı veriyordu. bir kısmı sağ, bir kısmı ölüdür tarafı tuttu. fakat birisinin kuvvetle konuştuğunu, yahut bir tarafın daha ağır bastığını görünce, diğer tarafın da kolayca o tarafa kaydığı görülüyordu.

peygamberimiz sağdır diyenlere;

- o halde peygamberimiz hangi şehirde oturur,

diye sordum. cevaplar tekrar karıştı. onu istanbul'da, şam'da, yahut mekke'de yaşatanlar oldu. hiçbir yer tayin edemeyenler daha çoktu.

peygamberimiz ölmüştür diyenlere de;

- peygamberimiz ne kadar zaman evvel ölmüştür?

denildiği zaman bu sefer onlar şaşırdılar. yüz sene önce, beş yüz sene önce, bin sene önce diye gelişigüzel cevaplar verenler oluyordu. fakat çoğu vakit tayin edemiyorlardı.

dinimizin adı ve peygamberimiz bilinmeyince de din ilkelerini ve ibadetleri doğru dürüst bilen hiç kimse çıkmadı. ezan dinlemişlerdi. fakat ezan okumayı bilen yoktu. namaz kılan bir iki kişi çıktı. fakat onların da hiç biri, namaz surelerini yanlışsız okuyamadı. daha garibi, niçin namaz kıldıklarını bir türlü anlayamadılar. sonra;

- köyünde cami olanlar ayağa kalksın

dedim. gerçi köylerinde cami olan birkaç kişi kalktılar. fakat onlar da bayramlarda, cumalarda adet yerini bulsun diye camiye gitmişlerdi. köylerinde mektep olan bir tek kişi çıkmadı. bazı camili köylerde, cami odasında küçük çocuklara imam tarafından kuran ezberlettirilmeye çalışıldığını görmüşlerdi. ama usulü dairesinde ve ayrı bir köy mektebi gören kimse yoktu.

ilk ders beni şaşırtmıştı. bu bölük, o zamanki milletin bir parçasıydı. hepsi de anadolu köylüleriydiler. biz anadolu köylüsünü dindar, mutaassıp bilirdik. halbuki bu gördüklerim sadece cahildiler.

fakat asıl şaşkınlığım ikinci derste oldu. daha ilk sual cevaplarda anlaşıldı ki, bu askerler yalnız hangi dinden olduklarını değil, hangi milletten olduklarını da bilmiyorlardı.

- biz hangi milletteniz

deyince her kafadan bir ses çıktı:

- biz türk değil miyiz?

deyince de hemen

- estağfurullah!...

diye karşılık verdiler. türklüğü kabul etmiyorlardı. halbuki biz türk'tük. bu ordu türk ordusuydu. türklük için savaşıyorduk. asırlarca süren maceralardan sonra son sığınağımız ancak bu türklük olabilirdi.

fakat ne çare ki bu biz türk değil miyiz? diye sorunca estağfurullah diye cevap verenlerin görünüşe göre türk demek kızılbaş demekti. kızılbaşlığın ise ne olduğu bilinmiyordu. ama, onu her halde kötü bir şey sanıyorlardı. yahut belki de aslında kendileri kızılbaş oldukları halde böyle görünüyorlardı.

anadolu'da vaktiyle binlerce, on binlerce insan kızılbaş oldukları için öldürülmüşlerdi. gerçi bu öldürülenler hakiki saf türk aşiretler halkı, oğuz türkleri'ydiler. demek ki korku hala yaşıyordu.

dininde, milliyetinde birleşmiş olmayan bu bölük, dersler ilerledikçe görüldü ki, devletin şeklini, devletin adını, padişahın ismini, devletin merkezini, başkumandanını ve onun vekilini de bilmemektedir.

hele iş, vatan bahsine dönünce büsbütün karıştı. kısacası, vatanımızın neresi olduğunu bilen yoktu. yahut da bütün bilgiler, belirsiz, köksüz, şekilsiz ve yanlıştı.

- acaba hangi devirde, nerede yaşıyorum?

dersiniz. her şey sizden ayrı, her şey size yabancıdır. bu alem sanki başka bir gezegenden kopmuştur. başka bir çağdan arta kalmıştır. toprağında çalı bile bitmeyen bu ölmüş dünya kabuğu üstünde öküzler, inekler, eşekler, ancak keçi kadardırlar. dağda adına ekin denilen şey, ancak nasırlı ellerle yolunabilen, sıska, dağınık bir şeydir. insanlarla hayvanlar bu kavruk bitkiden nasiplerini nasıl çıkarırlar? diye düşünürsünüz. tıpkı karataşlar gibi kavruk, tıpkı karataşlar gibi yüzyılların soğuğunda, sıcağında kuruya kuruya adına güzellik denilen hayatiyeti tamamen unutmuş mihnetli bir insan varlığı sizde acı düşünceler uyandırır.

gençleri ise, işte bu hayatı korumak için ve işte bu dünya nimetlerinin hakkını ödemek için yabancı cephelere götürülmüşlerdir. bu mağaralarda kalanlar, o gidenlerin, hatta gittikleri memleketlerin isimlerini bile beceremezler:

- hasan kaliçadaymış (galiçya'da)... mehmet arap içine gitti...

- neresi bu arap içi?

- bilmeyik ki... aha buradan iki aylık yolmuş..!

fakat jandarma, zaman zaman bu mağaralar alemine uğrar. ya kaliçaya, ya arap içine yeni yeni askerler çağırır. yahut köye, koynunda buruşmuş birtakım sarı kağıtlar bırakır. bunlar, gidenlerden geri dönmeyecek olanların haberidir... herkes bu sarı kağıtlarda adı çıkanların kovuklarına üşüşür. buralarda ağlamak bile, ürkek, tıkanık, doyurmayan, içi boşaltmayan bir şeydir.

yalnız kalınca toprak sedirin üzerine uzanırsınız. sırtınızda bir mezar serinliğinin ürpertileri dolaşır. yaşarken gömüldüğünüz bu mezar içinde bir şey düşünmeye çalışırsınız:

- peki ama, biz bin yıl önce girdiğimiz şu anadolu topraklarına ne verdik?

selçuklular, anadolu beylikleri, son imparatorluk hayalinizde canlanır. basra körfezi'nden viyana'ya, habeşistan'dan hazar denizi'ne kadar uzanan sahada geçen ve sizi bütün çocukluk hayallerinizle o kadar sarhoş eden şeyler, fetihler, istilalar, şanlar, alaylar; sarayların, vezirlerin hikayeleri gök yakuttan taçlar, köprüler, medreseler, camiler?

- peki ama, bu yayla ki imparatorluğun hem temeli, hem mihveriydi. bütün yollar bu yaylada toplanır, bu yayladan dağılırdı. burası kan ve can hazinesiydi. buraya ne bıraktık? birkaç yıkık kümbet, birkaç harap kervansaray, birkaç kale kalıntısı?

bir büyük masal ki, sonu hiçlikle biter....
--alıntı--

şevket süreyya aydemir - suyu arayan adam

kendi öğrendiğiniz resmi tarihi sorgulamanız gerekir, işte türk'ün 1900'lerdeki geçmişi! nitekim şevket süreyya'da bu gerçeklerle karşılaşana kadar türkçü olarak tanımlamaktadır kendini. her türk asker doğar sözü enver ve talat'ın anadolu köylüsünü kendi siyasi çıkarları adına galiçya'da, arabistan çöllerinde harcamak için uydurduğu, ulus devlet kurulunca da elleşilmemiş bir sözdür ahali. her türk asker doğarmış, ne verdiniz siz türk'e de askere çağırıyorsunuz? kaçınız gitti anadolu'ya da biliyorsunuz asker mi çiftçi mi doğduğunu be? oturduğunuz yerden olmaz bu işler, hele gen mevzuuna hiç girmeyin, daha gen haritası yeni çözüldü. kodlarda ''türk ve asker'' mi yazıyor ulan? biyolog musunuz siz lan, ey bunu söyleyenler? bu yüzden bu söz bağıra çağıra söylenmelidir, kimsenin oyuncağı olmamak için en başta!

ek/düz: kötülenmesinden anlıyorum ki, okumuş cahillerimiz çok. işte o sizin büyük türk tarihiniz gençlik, gerçekler acıdır.
içimizdeki Barbar Conan'ları rahatsız eden eksik milliyetçi maneviyat. Pehlivanın iyisi er meydanına çıkışından belli olurmuş derler ya işte kendisini asker hissetmeyen ve emir-komuta dayatmasına gelemeyenlerin türk sayılmamasını isteyen yumurta götlülerin rahatsız olduğu gerçeklik . Oysa modern savaş çağında ortaçağın " allah allah " nidaları ile girişilen fetih savaşlarından geriye kalan bütün sanayi kollarında olduğu gibi montaja dayalı dışa bağımlı teknoloji ile sınırlarını suni ya da gerçek düşman ilan edilenlere karşı korumak için mühimmat yığını oluşturmak . Pehlivanların kısbetleri az gelişmiş ülkelerde artık götlerinden düşmekte.

Türkiye Cumhuriyeti'nde insanlar ırklarına göre vatana ait olmadıkları için , hangi ırktan hangi dinden olurlarsa olsun vatandaşlık hakkı kendilerine verildiyse türk olduklarının beyanatına da gerek yoktur. insanların ırkından kime ne!

Feodal tarım toplumunda göçebe moğollar gibi , istilacı kavimler gibi ya da çok eskilerden britanyayı kırıp geçiren anglo-saksonlar ve denizlerde korsanlık yapan vikingler gibi yaşanılan coğrafyanın zor şartlarından ve tarihsel ilerleme metodu olan istila ve sömürgecilikten insanoğlunun günümüze kadar geçirdiği evrim o doğuştan savaşçı olan barbar konanlar dönemini atlattığımızı kafamıza yağan bombalardan , nükleer patlamalardan sonra mı keşfedeceğiz!?

Teknolojik ilerleme ve bilişim çağı ile orantılı bir şekilde gelişen savaş teknolojisini ve küreselleşen silah piyasasını sağlık ve eğitime ayrılması gereken bütçeden kesintilerle ayakta tutan militarist politikalara maneviyatını ırk ve din yoluyla mı vereceğiz!?

Muhammed Ali Clay 1968'de Vietnam savaşına gitmeyi reddetmiş ve gerekçesinden dolayı hapsedilmiştir.
(bkz: Ama vietkonglular bana zenci demiyor ki!)
"sen doğmadın biz doğduk, savaş cıkarsa götünü oynatma oynatsanda faydası olmayacaktır cünkü aklı namazda olmayanın kulağı ezanda olmazmış misali olacaktır,sen götünü devirip yatarken dolaylı olarak biz senin "ben asker doğmadım" diye bilmeni mümkün kılmak için uğraşıyor olacağız" cevabı verilecek kimsedir.
Hiç olmadı "aç tarihine bak" denecek kimsedir.
her türk ün asker doğduğu görüşü türk ırkının kökenini araştırdığımızda karşımıza çıkan bir olgudur.

tarihimizi irdelediğimizde karşımıza çıkan at binip kılıç kuşanan, savaşmayı her türlü esarete yeğleyen bir ırktır. yakın tarihte de bunun örnekleri mevcuttur, yunanistan denen ülke de atatürk ün evine bomba atıldığı iddiası kamoyuna düştüğü vakit binlerce vatandaşımız sınıra dayanmıştır ellerinde kazma kürek sopa ve taşlarla. bundan birkaç sene önce manisa da türk bayrağını yakan çocuklar gündeme geldiğinde milyonlar ellerinde türk bayrakları sokağa dökülmüştür, zeytinburnu nda pkk gösterisine türk bayrağı asılı motoruyla dalan vatandaşımızı yunuslar korumuştur linç edilmekten.

bu demektir ki her türk asker doğar. türk ırkının genlerinde bir başkaldırı, savaşçı bir kimlik gezmektedir. fakat ne üzücü ki yakın tarihimiz birçok olumsuz örneklerle de doludur, cumhuriyet döneminden beri ikinci meclisten itibaren birer yanlış hükümetler ve yanlış yönetimler silsilesidir ki aldı başını gidiyor. bu durumun sonucunda da halkımızın birbirine karşı cephe alması, komünizm ayağına rusya sempatizanı gençlerimiz, uygarlık ayağına batıya özenenlerle birlikte yanlış sapmalarda bulunduğumuz da ne yazık ki birer gerçektir. fakat gerektiğinde her türk askerdir ve vatan bir bütündür parçalanamaz.

şimdi bu yazdıklarımdan yola çıkarak aşırı sağcı bir tutum sergilediğimi düşünenler ya da benzer akımlar etkisine girdiğimi düşünenler de olabilir, fakat söylemek istediğim şu ki vatan sevgisi taşımak için aşırı milliyetçi olmak şeklinde bir şart yoktur, ve olmayacaktır da. ikileme düşürülmeye çalıştığımız sağ-sol çatışması insanların farklı siyasi görüşünün olabildiğini gösterir, ve olmalıdır da. fakat vurgulanması gereken ekonomik, siyasi ya da dini vicdanlar değil, her şeyin vatan için istendiğidir.

yukarıdaki başlığın ne olduğunu unutanlaraysa şimdiden teşekkür ederim.