Başlık açıldığından tarihten (22.01.2012) beri 115, bugünse sadece 3 kişi giri yapmış. Demekki diğerleri ölmeyecek. Yada ölümü hiç sevmiyorlar ki fikir bile yürütmemiş kimse. Kaç kaç nereye kadar, kaçınca kurtulursun. Kaç. Yaşamayı sevdiği kadar ölümü sevmeyen insan boşu boşuna yaşamıştır.
her canlı bir gün ölümü tadacaktır. kuranı kerimde geçen konudur.

https://www.youtube.com/watch?v=wRBJuTWt-sI
Ruhun varlığına inandığım kadar bedenin ruh için bir yük olduğuna da inanıyorum.
Ruhumuzun bedenlerimizden arındığı gün hepimiz özgürleşeceğiz.
Her an ölebileceğinin farkında olmaktır.
Çok isterim. Çünkü sevdiğim cennette. Onun yanına gitmek istiyorum ...
kimini endişelendirir kimini üzer kimini ise sevindirir ben bu dünyada mutlu olamadım ve olamayacağım belki ölünce öbür dünyada mutlu olurum.
Şu an yaşıyor olduğun gerçeğini değiştirmiyor. Mücadeleye değer sebeplerimiz olsun. Kalp kalp kalp.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya her anın tadını çıkarmaya çalışırken gecenin bir yarısı aklıma düşen kaçamadığım gerçek..
düşündüğümde, aklıma geldiğinde kendime çeki düzen verebilsem, elimde olan her şeyi büyülü bir şekilde kendi potansiyelinin 2-3 katına çıkarabilsem. iş alanında, sosyal hayatta, karakter gelişimimde her şey için geçerli. işte öyle bir tümce benim için umarım işe yarar da artı olarak geri gönüş olur.
Ve O günün bugün olmayışına üzülmek. Belki de asıl ölüm budur.
Niye geldim bu dünyaya ?
Niye gidiyorum ?
Hangi amaçla geldim ?
Niye görmek-bilmek zorundayım bunca kötülükleri. çocuklara, kadınlara ve hayvanlara yapılan zulümleri ?
Neden hep bir adaletsizlik ?
Neden!
bir gün ölmek neyse de 2 nesil sonra kimse seni bilmeyecek ya da mezarını ziyaret etmeyecek o beni düşündürüyor. kim dedesinin babasının mezarına gidiyor ya da yerini biliyor.
Şiddetli bir baş ağrısını haber veren ince bir sızı gibi, bir tohum gibi zihinlerde kendine yer bulan gerçeklik.
Başka bir şeyle uğraşmaya başlayınca kendiliğinden yok oluyor bir süreliğine, ama durup da o sızıya yoğunlaştığında şiddetli bir baş ağrısı başlıyor.

Baş ağrısından kaçmak için kendini sokağa atmanın bir tadı var. Bir gün öleceğini bildiğin için bir heves yaşamanın bir tadı var.
doğru düşünce yapısı ve psikoloji ile nefis bir motivasyona dönüşebilecek çarpıcı gerçek.
Hayatımda okuduğum en güzel tanımlamayı Montaigne, Denemelerinde yazmıştır.

Madem ki ölümün önüne geçilemez, ne zaman gelirse gelsin. Sokrates’e; “Otuz zalimler seni ölüme mahkum ettiler,” denildiği zaman: “Tabiat da onları!” demiş.
Bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek ne budalalık!
Nasıl doğuşumuz bizim için her şeyin doğuşu olduysa, ölümümüz de her şeyin ölümü olacaktır. Öyle ise, yüz sene daha yaşamayacağız diye ağlamak, yüz sene evvel yaşamadığımıza ağlamak kadar deliliktir. Ölüm başka bir hayatın kaynağıdır. Bu hayata gelirken de ağladık, eziyet çektik, bu hayata da eski şeklimizden soyunarak girdik.
Başımıza bir defa gelen şey, büyük bir dert sayılmaz. Bir anda olup biten bir şey için bu kadar zaman korku çekmek akıl karı mıdır? Ölüm, uzun ömürle kısa ömür arasındaki farkı kaldırır, çünkü yaşamayanlar için zamanın uzunu kısası yoktur. Aristo, Hypanis ırmağının suları üstünde bir tek gün yaşayan küçük hayvanlar bulunduğunu söyler. Bu hayvanlardan, sabahın saat sekizinde ölen genç, akşamın saat beşinde ölen ihtiyar sayılır. Bu kadarcık bir ömrün bahtlısını, bahtsızını hesaplamak hangimizi gülünç etmez? Ama edebiyetin yanında, dağların, şehirlerin, yıldızların, ağaçların, hatta bazı hayvanların ömrü yanında bizim hayatımızın uzunu, kısası da o kadar gülünçtür.
Tabiat bunu böyle istiyor. Bize diyor ki: “Bu dünyaya nasıl geldiyseniz, öylece çıkıp gidin. Ölümden hayata geçerken duymadığımız kaygıyı ve korkuyu, hayattan ölüme geçerken de duymayın. Ölümünüz varlık düzeninin, dünya hayatının, şartlarının biridir. (insanlar birbirini yaşatarak yaşarlar ve hayat meşalesini, koşucular gibi, birbirlerine devrederler – Lucretius).
Yaşadığınız her an, hayattan eksilmiş, harcanmış bir andır. Ömrünüzün her günkü işi, ölüm binasını kurmaktır. Hayatın içinde iken ölümün de içindesiniz, çünkü hayattan çıkınca ölümden de çıkmış oluyorsunuz. Yahut şöyle diyelim isterseniz; hayattan sonra ölümdesiniz, ama hayatta iken ölmektesiniz. Ölümün, ölmekte olana ettiği ise, ölmüş olana ettiğinden daha acı, daha derin, daha can yakıcıdır.
Hayattan edeceğiniz kârı ettiyseniz, doya doya yaşadıysanız, güle güle gidin.
“Niçin hayat sofrasından, karnı doymuş bir davetli gibi kalkıp gidemiyorsun? Niçin günlerine, yine sefalet içinde yaşanacak, yine boşuna geçip gidecek daha başka günler katmak istiyorsun? Lucretius.”
Hayat kendiliğinden ne iyi ne fenadır, ona iyiliği ve fenalığı katan sizsiniz.
Bir gün yaşadıysanız her şeyi görmüş sayılırsınız. Bir gün bütün günlerin eşidir. Başka bir gündüz, başka bir gece yoktur. Atalarınızın gördüğü, torunlarınızın göreceği hep bu güneş, bu ay, bu yıldızlar, bu düzendir.
Ölüm kapıda kaçarı yok.
Hayatı fazla ciddiye almadan yaşamak gerektiğinin kanıtıdır.
Bildiğimiz canlıların çoğunda ruh vardır, insan da ruh ve organizmanın birleşimidir. Her gece uykuda ruh bedenden kısmen ayrılır, çağrıldığında geri döner. Ruhun varlığını kavrama, ayrılığı anlamak için kolaylıktır.
Etle tırnak gibi bütünleşen bedenle ruh, birgün ayrılmaya mahkumdur. Çünkü beden, çürümeye mahkum bir organizmadır. Ruh ise basittir, bozulma ve çürümeye uğramaz. Beden bir evdir, ruh ise onun misafiridir. Ev yıkıldığı zaman misafir de kendine başka bir yer bulur. Ölüm, ruhun bedeni terk etmesidir (yılanın kabuk değiştirmesi, tırtılın bedenini bırakması gibi). Yeni evimiz, ruhlar alemi nasıl olacak, şu an bilmiyoruz.
Ayrılık bazen acıdır bazen tatlı. Sevdiklerinden ayrılıyorsan acı verir, sevdiklerinin yanına gidiyorsan tatlıdır.
"Küllü nefsin zâikatül mevt." - "Her nefis ölümü tadacaktır." <Âl-i imran/185> ayetindeki tatmak ifadesi, canlılığı devam eden bir ruhu ifade etmektedir. Çünkü tatmak için, canlılığın devam etmesi gerekir. Acı veya tatlı, ölümü tatmak ifadesi, ruhun beden misafirliğinden sonra da canlılığını sürdüreceği vaadi ve ihtarıdır.
Korkunun sebeplerini ise şöyle sıralayabiliriz: Ölüm sonrasını bilmemek, iman zayıflığı veya Allah'ı inkar, dünya sevgisi, dünyada elde edilen her türlü sermaye (mal-mülk-çevre-sevgi-itibar vs.).
insanın içinde ebedi yaşama hissi ve isteği vardır. Dünyada kişi, ömür boyu hapiste bile olsa yaşamak ister. Hücrede dahi olsa yaşamak ister. Kişinin ruhuna duyurulan hisleri, karşılığı olmayacak olsa yerleştirilmezdi. Kişide aşk duygusu varsa, bir karşı cins olmalıydı ve oldu. Kişide binlerce yıldır özgürce uçma hissi varsa, bu bir gün gerçekleşecekti ve gerçekleşti. Tüm duyguları ruhumuza işleyen, bunların karşılığını da yaratmıştır. Sonsuzluk hissi de böyledir ve yaratılmıştır. Ölüm kapısıyla sonsuzluğa açılacaktır.
Ölüm kapısının ardını bilmemek, korkunun sebeplerinden biridir. Anne karnında bir sıvı içinde yaşayan insan, kordon vasıtasıyla göbeğinden beslenen insan, aklı erseydi muhtemelen diyecekti ki; "Yaşamımı sürdüren bu kordon kesilirse ve bu nefes aldığım sıvı atmosferden çıkarsam, nasıl yaşamaya devam ederim? Burdan ötesi yok, bu benim sonum olur!" Aklımız olsaydı ve dış dünyayı bilmeseydik, muhtemelen böyle bir çığlığımız olabilirdi. Aslında bir süre ana rahminde yaşamamız, hem de şu an yapamayacağımız şekilde su içinde ağız yerinde göbekten beslenerek yaşamamız, imkansız sandığımız şeylerin aslında bizi yaratan ve ruh veren için hiç de zor olmadığını göstermektedir.
Matematikte hipotezler vardır. Örneğin; "x=1 iken, y pozitiftir. x=2 için y pozitiftir. .... O zaman x=n için de y pozitiftir" sonucuna ulaşılır. Ölümden sonra da yaşamın devam edeceğine dair dünyada ipuçları vardır: Ana rahminde ölümi tadıp dünya alemine gelmek, her uykuda ruhun ayrılıp uyandığımızda geri gelmesi, kışın aylarca buz içinde yaşam fonksiyonları durup baharda buzun çözülmesiyle yaşama dönen kurbağa türü, kışın yapraklarını döküp yaşam fonksiyonları kısmen durup baharda tekrar canlanan ağaçlar, kış ve baharın bizzat kendisi vs. Bunların hepsi, bize sunulmuş ipuçlarıdır.
Son olarak şunu tekrar edeyim; dünyada nice ölüm ve yeniden doğuş örnekleri vardır. Bunların hepsi, Yaratıcının bizzat verdiği ve kendisine bunlarla ulaşmamızı istediği, aklederek perde arkasını anlamaya çalışmamızı istediği ipuçlarıdır. En büyük alem olarak bildiğimiz kainattan, en küçük alem olarak bildiğimiz hücreye kadar muntazam ve karmaşık nice alemi yaratan Allah'a ulaştığımızda, sekülerlikten ve korkularımızdan da kurtulacağız.
hayatı güzelleştiren en hakiki gerçektir. hiç ölmeyeceğini bildiğini düşünsene. ne yediğinden zevk alırsın ne içtiğinden. her gününün son günün olabileceğini her gün kendine hatırlatabilirsen başına güzel gelen her şey daha güzel gelir. kötü şeyleri de nasıl olsa bitecek emuğaaa goyumm* diye daha hafif atlatabilirsin.
insan, öleceğini bilerek yaşayan tek canlıdır. Bu gerçekle yaşamak yorucu olduğundan ölümden korkar.

Ama ölümden en çok korkanlar, hayatı yaşamayanlardır. Yani geçip giden ömrü doyasıya yaşadığına inananlar ölüme daha hazırdırlar ve gülüp geçerler.

Bir gün pişman olmamak için hayatınızı yaşayın. Her şeye ve herkese rağmen.
Ölecek olmak kadar, ölümden Sonra yasamin olmamasini bilmek de kötü.
yaşamın tüm yükünden, gamından, kederinden, stresinden, kaygılarından, keşmekeşliğinden, bunaltısından kurtulmak...
bir gün edebi huzura kavuşacak olmak demek.
Hayatın kaçınılmaz gerçeğidir, bir son değil başlangıçtır.
Allah ölümün de hayırlısını versin inşallah.
"Ölümden korkmak anlamsızdır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuzdur." demiş Epiküros. Her ne kadar safsata (mantık yanlışı) yapılmış bir söz olsa da insanı rahatlatıcı bir etkisi var.