bugün

aslında sana değil, size yazdım, hepinize...

ben kimilerine göre bir dahiyim, kimilerine göre ise tam bir deliyim.
kimilerine göre çok cömertim, kimilerine göre ise çok bencil.
kimilerine göre çok zekiyim, kimilerine göre salağın teki.
kimi hocama göre ben çok büyük müzisyen olacağım, kimilerine göreyse benden amatör müzisyen bile olmaz.
kimi hocamın "sevgili oğlu"yum, kimi hocanın nefret ettiği lanet öğrenciyim.
kimilerine göre ne yaptığımı çok iyi biliyorum, kimilerine göre ise tamamen deli cesareti ve şansla yükseldim.
kimilerine göre vatanını seven biriyim, kimilerine göre ise ucuz milliyetçiyim.
kimilerine göre çok duygusalım, kimilerine göre ise taş kalplinin tekiyim.
kimilerine göre en iyi arkadaşımla topluluk içinde bağıra bağıra gülebilecek kadar hayatı seven biriyim, kimilerine göre ise bunu sadece dikkat çekmek için yapıyorum!
kimilerine göre fazla rahatım, kimilerine göre ise tam bir rahatsız.
kimilerine göre çok açıksözlüyüm, kimilerine göre ise patavatsızın önde gideniyim.
kimilerine göre etrafını fazlaca düşünen bir insanım, kimilerine göre düşünmeyi bile bilmiyorum.

onu bunu bırakın da, benim umrumda değil bunların hiçbiri!
ben en azından kim olduğumu biliyorum!

peki ya siz?
siz kimsiniz?

26 mayıs 2008 - ankara
seni görmeyeli sadece iki gün oldu ve ben, geriye kalan 480 günü yaşamak bile istemiyorum...
beni affet..
öyle sevdim ki beni affet..
yağmur yağmıyor bu gece şehre, gözyaşlarm ince ince sızıyor sadece. bedenim öyle ağır ki bu gece ruhum çıktı gitti bilmediğim hiç bilmediğim yerlere. üstüme sinemeyen kokun son kez tenimde. avuçlarım ilk defa benden farklı kokuyor, sen kokuyor. hep düşünürdüm nasıl yazar insan böyle diye; iskender okudukça içlenirdim nasıl yaşamış ki nasıl yazmış diyip kıskanırdm gizli gizli. anlıyorum şimdi.
biliyorum ki yarın senden bir tek iz kalmayacak..
hani demiştim ya olmasan da mutluyum diye; yalan söyledim, ağır bir yalan.. aslında sana hiç yalan söylemek istemedim ama söylemiş bulundum işte..gittin ya hani döküyorum her şeyi bugün yüreklice.
ben seni severken yaşadığımı hissettim
ben seni severken oyuncaklarımın bir anlamı vardı
ben seni severken derin bir nefes alıp hayatla dalga geçtim..
sen benim her şeyimdin diyemem, değildin. annem vardı, dostlarım vardı, sevmesem de bir babam vardı. haksızlık edemezdim. ama ben her şeyim olmanı diledim.. süpürecekmişsin gibi tüm tozu kiri, bütün pisliğimi, dünyanın acı acı öğretttiği bildiklerimi.. evet öğrendim ama bunlar değil.. aşkın ne denli çıkmaz olduğunu ne denli yaralayabileceğini; evet ben bunları öğrendim..
bak benim şarkım çalıyor, seni tanımam gibi denk gelmiş olmalı bu da. blower's daughter.. uçucu bir şeyim ben, ansızın kokum gelecek soluduğun herhangi bir an ve burada diyeceksin..rüzgar gibiyim ben, üfleyip üfleyip boynunun en hassas yerine gideceğim birden.. sanıyor musun ki unutacaksın? dilerim unutmazsın, dilerim ki her esen rüzgar beni anımsatsın.. böyle hoyrat seviyorum ben; bir sakıncası mı var(dı)?
durdurmak istiyorum baharın hercai akışını, durdurmak istiyorum kalbimi, sussun artık. atmazsa atmasın mühim mi? bugün değil.. diliyorum ki yarın sabah uyanmayayım, çünkü yarın seni silmiş olacağım, çünkü yarın farklı bir ben olacağım. senin sevdiğinden apayrı bir ben, ben gibi bir ben, aynı eski halime benzeyen, seni tanımadığım günlere denk gelen..
yasmin levy şarkıları nasıl yakıyorsa canımı öyle yakıyorsun bu gece, işte sen düşün artık..bir şarksında "seni unutmanın içimdeki acıya deva olacağını düşünmüştüm fakat bu acı çok çook daha büyüktü" diyordu.. bu kadar zor olmasın gidişin olur mu sevgilim? sevgilim.. ah sevgilim.. bu kelimeyi sana hiç söyleyemedim.. neyimdin ki benim? bir süre sonra hiçbir şeyim.. annem demişti bir gün "kimse vazgeçilmez değildir" diye, biliyor musun ben senden hiç vazgeçmek istemedim. sanırım sorun burada. istemedim çünkü ikimiz en güzel aşk filmleri, en derin kitaplarda yazılan aşk hikayeleriydik. ve bir hikaye olarak kaldık, sonu bugün gelen.
yalnız olmayışım rahatlatmıyor; biliyorum ki telefonlar, kapı zilleri hiç susmayacak, arayanlar, isteyenler bitmeyecek.. mühim mi sence?
dün ağladın ya içim gitti sevgilim.. baban, annen, sevgilin, çocuğun her şeyin olmak istedim. nanni nanni diyip ninniler söylüyorum bu gece kendime; hiç bilmediğim bir dille. dur diyor, sus diyor olmalı bu şarkı; öyle olmasını dilerim..çünkü bitiyor her şey bu gece.
jesux d fants izlerken ki heyecanımı bilemezsin, her izleyişimde gelişine daha da yaklaştığımı hissetim. "laaa laaa laaaayyy laaraaa laa laaayy" diyebilmeyi hayal ettim.. senle paylaştığımda "bu ne güzel bir şarkı!" demeni de unutamıyorum, izlemese de hissettiklerimi hissetmiştir dinlerken demiştim. ah ne kadar çok "demiştim" senleyken. beni biliyorsun, yıllardır tanıyormuşsun gibi hissetmiştim..
yarattığıma değil sana aşıktım ben..cümlelerim ne kadar da boş değil mi?"bir rüya gibi" evet evet tam olarak bu. mümkün mü ki bir insanın birini bu kadar sevmesi; değil.. becermiştim işte ben, bu kadar aptalken nasıl becerebildiysem..
çok içme olur mu, üzme kendini boş kadınlar için, iz bırakmasın sende önemsiz insanlar;biliyorsun hep olacaklar.. iyi bak bir de kendine çok hem de..kafa sallayışını görür gibiyim..
bir de
bir de ben seni çok sevdim, sadece bu yaksın canını olur mu..çok sevdim seni! Sadece bu yaksın canını..
sadece sensin dedi. ve güldü.
sadece sen.

kız inanmış gibi yaptı.

bir gün anladı ki hepsi yalandı.

kalbinde kumral bir gölge var sanırdım yalanmış senin teninde esmer bir gölge var. ve kaç gölge daha bilmek istemiyorum.

ama asla sarı bir gölge olmayacak. ateşim seni yakar.

güneşim seni yakar, sen gökyüzümdün geçti.

bir yağmura verdin kendini yıkadın her şeyi

sadece sensin dedin yalan söyledin,

ben değildim, ben tek olmak istemezdim ki, seni sahiplenmedim ki, senden yalanlar istemedim. senden hiçbir şey istemedim.

sadece sensin dedi yalan söyledi.

koca bir yalan beni içine aldı kendi dışarda kaldı.

mayıs bile şubat artık...
uzun zaman olmuş.

'an'ları tek tek sayarken farkedemiyor insan.

ama kalbimin kırıklarının avuçlarımı parçalayışının üstünden çok zaman geçmiş.

halbuki daha dün gibi...

az önce baktım;

o eski derin kesiklerin yerinde şimdi ufak tefek çizikler var.

derlerdi hep, zaman ilaçtır her şeye, ama inanmazdım.

derimi bile güçlendirmiş zaman,

hayret!
ben bu yazıyı sana yazdım üstelik tüm içtenliğimle..

aslında sen hiç yoktun. hiçbir zaman da olmadın yalnızca ben vardım. sen, seni hatırlayarak izlediğim filmde döktüğüm gözyaşlarımdan biriydin. bazen de sevdiğim şarkıyı dinlerken yazdığım şiir... yüreğimde canlandırdığım mavi bir hayaldin ve inan ki öyle de kalacaksın her nerede ve her ne şartlar altında yaşarsak yaşayalım bu ruh ölene dek ki bilmelisin ruhlar ölümsüzdür yüreğimde yaşatacağım.
gitme demiştim sana ve gerisini söyleyememiştim ya aslında gitme demekle sanden en kötü şeyi istemişim bilemedim. yaşanacak öyle güzel günlerin var ki mavim hiç bekleme ve bekletme hayallerini doyasıya yaşa..
sana sen ölünce yas tutacağımı ben ölmeden bilmeni istedim dedim ya mavim keşke diyorum demeseydim ben yasımıda sana farkettirmeden tutardım. tıpkı diğer duygularımı sana bunca zamana kadar farkettirmediğim gibi..
Her kavganın ardından pişman olsam da, bir daha olmayacak, bu sondu desem de, tutamadığım sözlerime bir yenisini ekledim ve yine tartıştım işte.
Dayanamıyorum, galip gelme hırsıyla dolup taşıyorum. Konu aynı eksen etrafında dönüp duruyor yıllardır. Gözlerimi ukalaca kısıp, sesimi ciddileştirip, "Beni hak etmiyorsun!" diye kendimce rest çekerken huzur doluyorum. O sustuğunda, sigarasını dudaklarına götürüp derin bir soluk aldığında, gözleriyle gözlerimin içini ezdiğinde, olgunluğu karşısında kilitlenip, yenildiğimi hissediyorum ve mantıksızca üstüne üstüne gidiyorum. Hissediyorum, çoğu zaman boş konuşuyorum, gençliğime veriyorum, ama sonrasında hep ben üzülüyorum.
Oturma odasında onu yalnız başına, televizyonla bırakıp odama sığındığımda, elime kalem kağıt alasım geliyor, içimi, sinirimi dökesim... Yazınca anlıyorum ki, çok da haklı değilim. Tartışma anındaki özgüvenim, ukala cümlelerim şu an anlamsızlaşıyor. Onu üzdüğümü biliyorum, bir sonraki kavgayı da yapacağımızdan eminim bir de. Bu da koyuyor sonra. Ders çıkaramayışlarım hayata dair ne kadar çok ve ne kadar acı...
"Beni hak etmiyorsun!" derken, benim onu hak edip etmediğimi sorgulamak gelmiyor içimden. Şu ansa, onun bir melek olduğunu, benimse çelimsiz, değersiz, gerekli şeyleri yaşamamış, hayattan gerekli tokatları yememiş toyluğum altında ezilişimi görüyorum.
incittiysem, özür dilerim meleğim, annem...
Bir dahaki kavgamızda daha olgun davranacağım...
bunu okuduğunu biliyorum ve sana bazı haberlerim var.

hayatımda yoksun artık ve bu beni zerre kadar üzmüyor. evet üzülmüyorum artık. tatlı bir anıdan ibaretsin benim için. bu cümleleri sen bana kuracak olsan canım yanar elbette ama senin canının yanmayacağı gün gibi ortada.

sana hüzünle karışık bir kızgınlık duyuyorum.

hani sana "özelsin" demiştim ya artık değilsin. "sıradan" oldun.

bunun için beni suçlama sakın. sen istedin bunu.

üzülmüyorsun değil mi bunları yazdığım için?

umarım üzülmüyorsundur. eğer üzülüyorsan da umrumda değil ama neyse.

dediğim gibi, artık sende benim için "herkes" oldun. şimdi git ve yeni sevgilinin kollarına at kendini. eğer kendini güvende hissettiğin yer orası ise tabi.

yazık oldu be güzelim. kıymet bilmek sende olmayan bir erdemmiş demekki.

benim "kendini beğenmiş" olduğumu düşünüyorsan da evet öyleyim. ve bunun için bir çok sebebim var.

hadi bakalım sağlıcakla kal.

muck kib bye
10ay sonra seni ilk defa gorup sanki 10ay değilde 10saat once gormuşum gibi tepki vermek şaşırtmadı beni.çünkü çıkarmamıştım seni hayatımdanda hayallerimdende.kimse bilmesede anlamasada hep içimdeydin sen benim.ben bile seni gorunce anladım tum bunları.okadar değer vermişim ki sana seni kaybetmemek için uğraşırken yine kaçmanı sağladım ellerimden.canım acıyo hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum ama yapamıyoum hiçbirini.çünkü bilsen oyle yaptığımı kızarsın kızdırmak istemiyorum seni üzmek hele hiç.işte buyuzden bidaha aranıcam seni.seni aramamamın seni mutlu ediceğini soyledin bende aramıycam.ben bu yazıyı sana yazmadım aslında.kendime yazdım. hayatım boyunca bidaha kimseyi sevemiçeğimi anlayayım elimdeki şansı nasıl kullanamadığımı anlayayım birazcık sabırlı oolmadığım için 1haftamı nasıl mahfettiğimi goreyim seninle 1haftanın bie benim için nekadar değerli olduğunu ama benim nasıl mahfettiğimi goreyim diye yazdım.
her saat, her dakika, her saniye, her nefeste söylemek istediğim ama söyleyemediğim sözleri söylemeye çalıştığım yazıdır bu.

senin gibi olma gayretinde seni mutlu etme çabasında geçen bir ömürü anlatmak için yolda yürürken kurduğum, şarkı dinlerken hayal ettiğim anların, yüzünü hayal ettiğimde mutlulukla gülen yüzümün ve heyecanla kıpırdayan kalbimin bir türli yeterli olmadığı ve hiçbir zaman senin için kurulmuş en güzel cümle olmayacak cümlelerle bezeli bir yazı bu.

sana layık olmayı asla beceremeyecek ve hiçbir tamlamayla sana yetmeyecek cümleler bunlar.

Ben bu yazıyı ve binlercesini içimden, ta kalbimden ruhumdan söküpte senin için yazdım. ama hiç söyleyemedim. Beni az kucağına alan, başımı seyrek okşayan, belki de öldüğü zaman ve o zamanı düşündüğümde hep allah gecnden versin dediğim ama ona sarılmaya doyamadan kaybetmekten korktuğum ve sana bu yüzden sarılamadığım bir babanın oğluyum ben. Ben içinde fırtınalar koparken o fırtına'da bile o beline kadar olan güzel siyah saçlarını usul usul dalgalanırken hayal eden, sana hep o en zor anlarımda ihtiyacı olan, hayallerle avunan, yinede hep susan, tam söyleyecekken cesaretini toplayamayıp söyleyemeyen ve en acısı sevgi sözleri söylemek için cesarete ihtiyacı olanım. ben türk filmlerinde hala ağlayabilen, kalbi pamuklardan da yumuşak, az konuşup aslında çok şey söyleyen bir adamın oğlu olarak yetişmiş, ona benzeyen, onun gibi sessizce seven sevgisini göstermeye cesaret edemeyen, sarılınca gözleri dolan adamın oğluyum.

Sen; şarkıların söylediği, şiirlerin tasviri, çiçeklerin kıskandığı, meleklerin dua ettiği, rüzgarın bile tenine dokunmaktan korktuğu zarif sevgili.

sen; keman kaşlım, suskun aşkım, masum yüzlüm, cennet gülüşlüm, özlemim, hayallerim, yaralarımın merhemi.

sen; 3 yıl önce başlayıp sonsuza uzayan, bitmesini istemediğim, hem ulaşılmazım hem en yakınım, hem cehennem ateşim hem cennet ırmaklarım.

sen; sözcüklere, kelimelere, şiirlere, satırlara, sayfalara, kitaplara sığdıramadığım, kalbimden taşan, ellerimle dokunmaya kıyamadığım, bakıpta doyamadığım.

Sevgilim.

Ben ilk defa cesaret edip bu yazıyı sana yazdım.
gözlerinin içinde bir sonbaharla boğaz boğazayız,
o yağmur yağmak istiyor,
ben ağlamanı istemiyorum..

adı bahar olan ama mevsim bile olmayan bir kayıp zamanın ortasında, masada unutulmuş bir adisyon kağıdına karalanmış şiirler kadar görülme ihtimalinin bittiği bir hiçlikten doldurmuşum masal çantamı. Alelacele gitmişim garip. sokakta oynamışım sanki. elim, yüzüm, sen.. Hava kararınca eve girmişim yoksun..

Ve kalbimde zindan bozması bir yerlerde adını tutuyorum. Mafsallarımda sen varsın da sanki gitmen aklıma gelse düşüyorum..

Ne garip..

boyama kitaplarında öğrendiğimiz gibi olsun istiyoruz her şeyin rengi. Kırmızı üzerine beyaz desenli. Kırmızı sensin biliyoruz Bursa ve ben. Ama boş bıraktığımız yerlerin beyaz kalmasına da anlam veremiyoruz..

Bursa dudaktan dudağa dolaşan bir sessizlik şarkısı söylüyor yine. Saat ikiyi çoktan geçmiş üçe bir asır var. Başını yana hafif eğmiş gülüyorsun sevdiğim gibi. Bir asır daha ekleniyor. Bir pazar yerinden arta kalan son çiçeği almış, kıyametin kopmasını bekliyorum ben de. O sıra otobüsün gidiyor ben duruyorum. Adını sevda masalı koyduğum, ama sırf gerçek olsun diye masal demekten de korktuğum bir şeyler..

Çikolata soslu bir pasta gibi sebepsiz tatlı olan, ama senin gibi sebebe de ihtiyacı olmayan bir şeyler duyuyorum. mevsim bile olmayan bir kayıp zamanın ortasında, kayboluyorum elim, yüzüm, sen..

Ne çabuk geçiyor iki asır.
O sıra sen gidiyorsun ben duruyorum..

gözlerinin içinde bir sonbaharla boğaz boğazayız.
o yağmur yağmak istiyor,
ben senden vazgeçmiyorum...
'yaşadığımız her anı unutabilirsin, sırıl sıklam ıslandığımız o yağmurlu gün dışında'.
bir bozuk paranın düşüşü gibi düştüm hayatın ceplerinden..olanca gücümle yuvarlandım,yuvarlandım senden kaçmak için ve her bozuk para gibi bu kaçışın düşüşe varacağını biliyordum elbet..yine de kaçmak istedim...kaçmak istedim çünkü düşürdün sen beni...cebinde çıkardığım ses hoşuna gidiyordu belki,bu yüzden bir tülü harcamıyordun beni...ne zaman kıpırdasan birazcık ben buradayım diyordum hemen,beni sakın harcama...eline cebine atıyordun sen ben bana dokunmanın zevkini yaşıyordum bir an,sonra bir korkudur alıp yerden yere vururdu beni,şimdi borç verecek beni,şimdi benimle güzel bir kıza bir çay ısmarlayacak,şimdi beni kağıdın altına koyup kopyamı çıkaracak ve sonra bir köşede unutacak beni...dolmuşçu bozuk paranız yok mu diyecek o da çıkarıp:
-evet bozuk bu para!!!
diyecek uzatacak beni elin herifine...allah rızası için diyecek dilencinin biri,dilenciden kurtulmak için verecek beni...hiç olmadı yazı tura atarken düşürüverecek elinden,lösemili çocuklar yararına sakız kutusuna atacak beni..illa ki bir işe yarayacağım..ama istemiyordum işte..cebinde öylece durmak,her elini cebine attığında orada olmak istiyordum...bir gün düştüm hayatının delik cebinden...farketmedin bile...
(#3517309)
ansızın seni düşünüyorum. nefes başına düşen isim sayıklamalarımı, nabzıma oranladığım özlem krizlerimle karşılaştırıyorum. istatistik bir aşk değil bu, sonsuz akan sayıları ölçemiyorum!

eldelerimi toplama dahil etmeye çalıştıkça katlananlar, uzaklığın bile bölemeyeceği kadar çok. eksilenler ise hiç yok, ne garip... alıştırmalarla geçen bu ömre, ana problem ve çözüm aynı anda girince böyle bir delilik yaşanıyor işte.

tüm acılar ve anılara bedel, tüm mutluluk ve sevinçlere dönük, aydınlık ve kendinden sır dolu, yıldız tozuna bulanmış bu "her ne ise" için, kelimelerin insafına kalmış bir yoğunluk var içimde. deliliğinden, derinliğinden kararan yanıma, gün ışığı sensin...
kaldırımlarıyla sarmaş dolaş gecelerinde onbinlerce yüreği o yanlızlıklara teslim alan kent! koca kent! karbon monoksit fonlarda otobüs kuyruklarına savrulan nice heder ömrün büyük susuşlara, musvedde insanlıklara taşındığı ... farkında değildin! farkında değildi belki çoğulluğunuz: boğulmuştunuz, boğuluyordunuz ! köşe başlarında çeyrek biletlerle pek de ucuzlamış umutların korunduğu kent; varsıllıklardaki yoksullukların, ağrılı yalnızlıkların, tutmamak için verilen sözlerin terkedilmek üzere sevilen kızların kenti...yirmidört saatlik dostluklar, ego masturbasyonlari ve hep hüzün taşıyan vapurlar... o vapurlara ben binmedim , binmedim: binseydim batardılar! o kent !aşklarına ihbarcılar tüneyen ... kayıp kimliklerin,kimselerin... hani hiçbir taşıtında yerimin tam olmadığı ve hiçbir kadınını öpmediğim yağmurlarında..kalsam... bir kalsam o yağmurlara bir saçağın bile payıma düşmediği ıslaklığın kenti...sonra kendine vurgun o deniz ve çarparken sanki tükürmesi avurtlarıma imbat rüzgarlarının; buğulu bir camımın bile olmadığı ve çalmadan girebileceğim bir ev kapısının... çünkü herkesin bir kenti vardır; herkesin bir adı gibi bir kenti... o kent ! vuran ve vuran... bana bir başıma bağırmayı susturan... katıp önüne o kaypak rüzgarlarla sesimi, sesimi rehin alan! sonra bağırıp bütün varoşlarında yakasını ellerimle tuttuğum, vuruştuğum ve yenik düştüğüm.ama öğrendim ki kentler yenik düşmezmiş insanlara.geç anladım; önce vuruştum ve yenildim sonra ... o kent! herkesin kendini, ısrarla hep kendini yaşadığı, sonra kendine kaldığı ve herkesin giderek kendinden kaçtığı... meydanında göğüne buğulu gözlerimle bir dize yazarak bırakıp kaçtığım kent! aramasınlar! o dizeyi ancak ben bulabilirim orada. o kent, bir dizeye sığmıştır anılarımda... hala menekse gozlu kadınları vardır o kentin; türküleri, bayrakları, bayram yerleri,resmi törenlerle kutlanan kurtuluş günleri ve daha kurtulamayış günleri! törenlerle yeni baştan, yeni baştan kurtarılıp da , insanlarının yeni baştan kurtarılamadığı sabahları hani ıhlamur ve tarçın kokan... geniş çarşıları, düşleri anadolu kokan konsomatrisleri ve ışıklı panolarla kuşatılmış ne azgın,ne tutsak geceleri... (herkesin bir kenti vardir ... bir insanı sevmek gibidir bir kenti sevmek; tanınmayan insan, gidilmeyen kent sevilebilir mi?) herkesin bir kenti vardır; ya senin kentin? hani sokaklarında bir misket için debelendiğin... yokuşlarında kiralık bisikletlerin direksiyonunu bırakıp kendini ana caddelerine delice saldığın kent.hani ilk sevgilinin, o liselinin küçük göğüslerine ve iri düşlerine dokunarak uyumaya çalıştığı gecelerde sana semalarda gülümsediği o günlerin kenti...ilk kez traş olduğun, ilk kez yendiğin ya da yenildiğin... sonra ter içinde yüreğinle yasamla kavga! kavga: peşinde koştuğu ekmeği büyüdükçe kendisi küçülen insanlar arasında... ve ilk sinema geceleri... sevgiliye dehşetle mırıldanılan acemi aşk sözleri...ilk sarhoşluk, ilk korkular, yanılgılar ve ilk sigara...bir gün ölümle ilk tanışmada gözlerin bağlı ilk alınışın; ilk sorgu, ilk çarmıh, ilk çığlık ve ilk duruşma... tutuklu hüznüne ilk kez patlayan bir flaşın gözlerini kamaştırmasını büsbütün unuttuğunda, bir gazetede gözlerin kapalı çıkan ilk resmin...ilk görüşme, ilk volta ,ilk özlemler buram buram ve boğulurcasına...sonrası nakarat; biliyorsun şimdi herşey nakarat! ikinci, üçüncü aşklar, gözaltılar,yalnızlıklar, yanılgılar vs. ama ilkler o kenttedir ve hiçbir güç bu doğruyu değiştiremez...çünkü herkesin bir kenti vardır; herkesin bir adı gibi bir kenti...

bir sevda

önceleri saray palas (!) otelinin ağır açılan kapısından girip saklı boğuntularımı hapsettiğim odanın kenti; senin kentin! oda nosu: 305! 305 nolu odanın kenti ve yüzünün sahibi senin...siluetini duvarlarına düşürdüğüm: 305! sabahları üç beş sandalyeli otel lobisinde bir çay, bir cıgara içimi konuk yüzün...sonra mesai çıkışlarıyla eve dönüş saatlerine kıstırılmış akşam merhabaları ve o çıplak, o deli sevda! sonra o kente yeniden konuk geldim; akşamdı ve haziran. bir kaçak gibi geldim, bekledim...geldiğinde o kent kadar üşüyordu ellerin; ellerimi sana verdim; al dedim: -eti benim, ılıklığı senin sevgilim... sonra düşmanlarımı anlattım sana; iz sürenleri gösterdim ardımda...dedim çarmıhlar kuruludur hep benim aşklarıma; dedim yok bir şeyim, bir şeylerim sevdadan başka... o kente konuk geldim; akşamdı ve haziran. seni tepeden tırnağa sevdim...sen, o kent kokuyordun; dudaklarında o denizlerin tuzu, saçlarında bulut katarları o kentin. saçların sarı mıydı? sarıydı...her telinde o kentin baharları. o kaypak baharları... yüzüme bir yer açtın yüzünde sen de; önce kokunu ezberledim, sonra susuşlarını,duruşlarını bir bir...yürüdük o kentin bütün rüzgarlarına, bütün mezarlarına, ağrılarına, puştluklarına karşı...ne iri bir aşktım: gözlerin nereye ben oraya kadar aşk! gözlerin o kentteydi senin; büyüktü o kent ve büyük aşk!(üstüme üstüme geliyordu senin kentin; ama sana korkusuzdum, sana ateş, sana külsana bela! sana korkusuzluğumla ben o korkuyu yendim ve o kente konuk geldim...)

ve veda

usulca ihanetlere açılıyordu pencerelerin; belki yeni sesler, yeni sözler, yeni aşklar çağırıyordu seni, gitmeliydin... ben gittim! mağlup bir sevgi ve bir matem bıraktımo kentte; ellerim uzaklarda kaldı, ya ellerin? sen kıyısız bir ihanettin; belki de özetiydin bütün ihanetlerin... orada bakmıştım ya o kuyruklara; o bezgin, ürkek, üşümüş kalabalıklara, bakmıştım da, kendimi gösterip: -bu adamı bırakmam,demiştim bu kuyruklara! alıp kaçırdım bendeki adamı sonra. belkikısa mesafelerin feodal yürüyüşçüsüydüm; sığmadım, sığmazdım o kuyruklara... giderken sevginin sol bileğinden kan sızlıyordu ve kalbimde kan bulaşığı bir güz; kalbimde sanki fırtınada yapraklar... sanıktın... bir sevgiyi ağır yaralamıştın! infazın o eylul ayına gömüldü ve anılara... ihanet 1 sevgi 0 , yer o kent... sevgi mağlup geldi ! o hep kazanırdı oysa. sonrası ne yazılır ne anlatılır bir şey... ne yazılır ne anlatılır... ne yazılır ne anlatılır? infazı o eylül ayına ve anılara... daha her yıl eylul ün avuçlarını her açışımda o aşkın enkazı duruyordu; ateşti,ateşti sevginin göklerinde, küller ise susuyordu...onun denizlerinde bir adam, usulca çekiyordu ağlarını sulardan, gençbir çift konakta öpüşüyordu; yasli fahiseler geçiyordu alsancaktan, kordondan filan; o kadın anılarda sapsarı gülüyordu... sevginin bileklerinden kan sızıyordu... artık yolları uzaktır o kentin; aramızda bin kilometre yol, nice sıradağ durur ve unutulmuş gibi susan ihanetler anılarda vurulur, vurulur! o kenti onunla birlikte yeniden sevmek, artık ölmekten zordur; o , kendi şafağını kirletmiş bir ufuktur... öyle günler vardır ki ömürlerimizde, bir şey ansızın başlar ve başlatmak düşer insana; bitince simsiyah bir nokta ayak uçlarına...işte bir kentti ve bir sevda! özlemi yitik, cürümü enkaz; dağıtır rengini yalnızlıklara...bir kentti ve bir sevda: önce ağrılar şimdi de anılarda... bir kent, gidince ve bir sevda, ayrılınca biter mi? bir kent bitse bile, bir sevda bitse bile, o kente ve o sevdaya gitmiş olmak bitmez ki! bir sevdanın son sözlerini yazdım şimdi ben ona ve giderek küllenen bir aşkın son direncini... noktalama imleriyle sürüp giden bir oyuna benziyor yaşam; noktalı virgüllerle, soru imleriyle sürüp gideni ya da bir ünlemle, bir noktayla ansızın biteni yaşıyor insan. çok şey başlar çok şey biter... bitmeyen anılardır. anılar bitmeyi bilmezler ve bir uğultu gibi savrulurlar yüreklerde, dinmezler... bir sevdanın son sözlerini yazdım şimdi sen ona ve anılarla tütsülenen bir aşkın son direncini... 'artık kendini bicak gibi isiyan yeni gune bagisla ; yürü, arkana bakma, ama umursa; bazen anılara en çok yakışan elbise, birkaç damla gözyaşıdır unutma...' !!!!!

unutma bu ayrılık bize çok yakıştı!

--spoiler--
içimin en iç yanığı
Bendeki bir enkaz yığını
Seni terketmenin bile
Başkaydı tadı
Sana hasretlenmek
Zaten bana mübahtı
Baksana bu ayrılık
ikimize de çok yakıştı

içimin acıyan yüzü
Sakın ağlama sen
Bendeki bir ayrılığın hüznü
Sende kaybetmişliğin acı telaşı
inan seninki çabuk geçer
Ama benim ayrılığım
Kim bilir kaç ömür sürer
--spoiler--
yalnızlık var gecede.. gecenin körü olmasını bekliyor ve diliyorum uyuyabilmek için.. uyumak ve yatıştırmak için kendimi..
bir ses..içimde yankılanıyor yine.. sıcacık bir günaydın.. komşudan gelen çatal bıçak seslerinin çınlaması gibi sevimliydi.. aniden gelen keskin bir kahve kokusu gibi mutlu etmeliydi yine beni.
neydik biz, ne yapmıştık, ne atmıştık? temel mi koca bir demir mi..
çağlar senin ruhu okyanus.
ben demir attığım yerde huzurluyum..
sevenler ayrılmaz derler ya yalan orada başlıyor...

hiçbir konuşma yokken, sadece gözlerinin taa içine bakarken çalan şarkının ikimizi de ağlatması belki, belki de iki kadeh şaraptan sonra ağzından kaçırdığın sözlerden anlıyorum, bu üzüntüyle sadece ben başetmiyorum. biliyorum!
üzülmeyeyim diye gözlerin yaşlı gülümsemeye çalışırken vuruyorsun beni birkez daha. uzun zaman görmediğimde farkediyorum herkesi sana benzetme yeteneğimin olduğunu ama hiçbiri sen olamıyor sonunda. her kelime, her eşyada seni buluyorum, özlüyorum.
unutmak istemiyorum ki! hep derler ya başka insanlar geldiğinde unutursun diye. belki haklılar bilmiyorum, bildiğim tek şey senden vazgeçmek istemiyorum.
"dün akşam şarkı duydum bir tanem, çok güzel tam bizi, benim sana olan aşkımı anlatıyor" dediğimde, daha şarkının ismini söylemeden mırıldanmaya başlaman bitiriyor beni bir kez daha. aynı şeyleri hisseden, ayı şarkıda oturup hıçkırarak ağlamamız ve kavuşamamız belki de bizi değerli kılan. ne demiş üstad iki kişi birbirini sever kavuşamaz, işte o zaman aşk olur. aşk olsun birtanem, kavuşmamızla bitecekse bu sevgi aşk olsun!..

senin için senden geçerim diyor ya şarkıda yalan burada bitiyor.

aşkım!

şubat 2008
bu kadar odun olduğunu bilmezdim. yani gerçekten kalasın tekiymişsin. ama kabahat bende seni gözümde çok büyüttüm.
erişemiyorum ne kadar istesem,
uzandıkça kaçıyorsun.
gelmek bilmiyor,
aklımdan çıkmıyorsun.
deli edeceksin beni,
ne biçim insansın sen
çekiyorum gelmiyorsun,
itiyorum gitmiyorsun..
acı acı doluyor gözlerim.. senleyken "hiçbir kadın hiçbir erkeği ve hiçbir erkek hiçbir kadını bu biçim sevmedi" diyebilirdim.. şarkılar sadece avutma niyetinde sanki, filmlerin mutlu sonları yalan gibi.. hata diye bir şey olmadı hiçbir zaman, benim yanılgılarımdan ibarettin sadece, benim sandıklarımdan öteye gidemedin hiç. hazır olmak nereye kadar, neye yarar? o geniş ufkun bana yaramıyor artık, gör..
bu değil.. bu olmamalı. sen, ben, "biz" bu olmamalıydık..
özlememeliyim böyle, kim diye sorgulamamalıyım seni.. öyle ya da böyle ya.. öyle misin böyle mi diye düşünmemeliydim. ne olduğunu, nereye konulman gerektiğini çözmek istemiyorum.. çözdükçe azalmamalısın, çoğalmalısın.. bir yere kadar değil son ana kadar hissetmeliyim, neredesin?..
'düşlerimle yaşamaya başladım, farketmez artık gelsen de'.
kocaman bir boşluğa yazdım.
seninle de , sensiz de varolabilen boşluğuma. 'senin şarkılarını dinledim, senin resimlerine baktım ve seni özümsedim, böyle unuttum seni' demekten ötesini gördüm sonra. gittim gidebildiğim kadar uzağa. kendime. içtim ama alkolü kendime yakıştıramadım, kinyas'ın aksine, yüzüme gözüme bulaştırdım.
zamanı; içinde jelatinle kaplanmış bir çok bölümü olan bir şişeye benzettim ve sivri bir şey alıp geçmişimi delmeden önce deliklerine baktım. ne çok kurcalamışım 'eski' yi. ne kadar çok delmişim içinde senin olduğun bölümü...
kimseye bu kadar cimri olmamıştın eminim.
sadece kendime ait olduğum şu ana denk geliyor bunu anlamam. hani tek ayağının üstüne düşersin de ötekini koymaya korkarsın ya nereye basacağını bilmediğinden öyle işte. geri adımlar atmak istiyorum hatta geri geri koşmak!

herkesle paylaşabileceklerini bir benden sakladın.
iyi niyetim mi korkuttu yoksa.. ansızın gülmelerim, melek olmam mı?avuç içlerimde garanti belgesi damgası mı var sanıldı acaba..

neremden kavradığını bilmemek asillik katıyor sandın ruhuna.
farkında bir görüntü, susmayan bir dil aslında seninki. susuşların yüksek sesle bağırmakta; "git!" "sus!"
peki.

kimseye olmadığım kadar dürüst oldum sana.
bunu bile bile durmaksa istediğin; bir yıldız kaymıştı ya, olmasın dileğim. sana olan açlığımı şu an yendim. dilimi uzattığımda diline değmesin.

kimsenin canını benim ki kadar yakmamıştın eminim.
ruhuma değmene denkti toparlanma çabalarım. bir kez daha yıkmaya mı geldin? utancını, ağrılarını, acılarını almaya gelmiştim. bu denli mi zordu dik durmak ve bildiğinden şaşmamak? ah pardon bildiğin senin bildiğin "ben" hariç her şeydi.

aslında sen bir melektin!
ruhun aşka müsait, acıya alışkın. sevmişsin bu düzensiz düzenini. gerçek bir el değse eksik gibisin. senin gerçekliğin hangi noktada başlıyor bunu hiç düşündün mü peki? kurduğundan öteye gidememek nasıl bir gerçeklik hiç farkettin mi?

okudukça tanıyorum seni. ben aynı kalayım. sen kitap ol ne bileyim şarkı ol.. topraktan bir türlü kopamayan bedenine daha da yapış, kendini harca.

kaydı yıldızım yine öpmediğin gecelere. bir anlamı yok! peki dedim bir kere..
bebeğim, canım, herşeyim...
2 yıllık bir arkadaşlıktan sonra dalgasına başlayan mesajlaşmaların bu seviyeye geleceğini hangimiz tahmin edebilirdik? ilk başta 'bebişim' diye aslında iğrenç olan bir kelimenin zamanla içten bir şekilde söylenen 'bebeğim'e dönüşeceğini. 2 yıl boyunca senin bana 'bak şu kız hoşmuş adı ne acaba' demeni ya da benim sana 'ya hasan beni yine takmıyor üff napayım artık ya sevdiğimi de söyledim elimden bir şey gelmiyor' diye sızlanmalarımın artık asla olamayacağını... hangimiz bilebilirdik ikimizin kaderinin beraber yazıldığını... 1 ay oldu bebeğim. 'bize bir şans verelim mi' demenin üzerinden 1 ay geçti. şu 1 aydır bulutların üzerinde gezmemin, aşk şarkıları dinleyip ağlamamın, hani derler ya midende kelebeklerin uçuşması işte o hissi tatmamın yegane sebebi senin artık benim sevgilim olman. iyi ki varsın hep var ol hep benimle ol...