bugün

ben bu yazıyı sana yazdım

gözlerinin içinde bir sonbaharla boğaz boğazayız,
o yağmur yağmak istiyor,
ben ağlamanı istemiyorum..

adı bahar olan ama mevsim bile olmayan bir kayıp zamanın ortasında, masada unutulmuş bir adisyon kağıdına karalanmış şiirler kadar görülme ihtimalinin bittiği bir hiçlikten doldurmuşum masal çantamı. Alelacele gitmişim garip. sokakta oynamışım sanki. elim, yüzüm, sen.. Hava kararınca eve girmişim yoksun..

Ve kalbimde zindan bozması bir yerlerde adını tutuyorum. Mafsallarımda sen varsın da sanki gitmen aklıma gelse düşüyorum..

Ne garip..

boyama kitaplarında öğrendiğimiz gibi olsun istiyoruz her şeyin rengi. Kırmızı üzerine beyaz desenli. Kırmızı sensin biliyoruz Bursa ve ben. Ama boş bıraktığımız yerlerin beyaz kalmasına da anlam veremiyoruz..

Bursa dudaktan dudağa dolaşan bir sessizlik şarkısı söylüyor yine. Saat ikiyi çoktan geçmiş üçe bir asır var. Başını yana hafif eğmiş gülüyorsun sevdiğim gibi. Bir asır daha ekleniyor. Bir pazar yerinden arta kalan son çiçeği almış, kıyametin kopmasını bekliyorum ben de. O sıra otobüsün gidiyor ben duruyorum. Adını sevda masalı koyduğum, ama sırf gerçek olsun diye masal demekten de korktuğum bir şeyler..

Çikolata soslu bir pasta gibi sebepsiz tatlı olan, ama senin gibi sebebe de ihtiyacı olmayan bir şeyler duyuyorum. mevsim bile olmayan bir kayıp zamanın ortasında, kayboluyorum elim, yüzüm, sen..

Ne çabuk geçiyor iki asır.
O sıra sen gidiyorsun ben duruyorum..

gözlerinin içinde bir sonbaharla boğaz boğazayız.
o yağmur yağmak istiyor,
ben senden vazgeçmiyorum...