bugün

entry'ler (30)

aldattıktan sonra pişman olmamak

pişman olacağımı bilsem, yapmazdım.

samimi itiraflar aracılığıyla insanların duygularıyla oynayan, temiz yüzlü, içi kötü, duyfusal ibnelerden olmadım hiç. duygusal itiraflar yapıp, herkesin görebileceği bir yerlerde, ilgi bekleyerek ağlamadım. ağladığım oldu, olmadı diyemem. ama ben, kendimle baş başa kaldığım zamanlarda ağlamayı tercih ettim. ve kendim için ağladım. ne olursa olsun, kendime yaptıklarımdan sorumluydum sadece.

ruhumun hafifliğini hissedebiliyorum. bedenim, ağırlığıyla beni öldürse de, ruhum bomboş. hiçbir şey hissetmiyorum. duygularım yok sanki. ve ilk defa, bu kadar hafifim. görmezden gelinemeyecek kadar büyük bir hafiflik hissi. bunu yapmaya ihtiyacım vardı diyemem ama pişman olmadığımı kabul etmeye ihtiyacım vardı.

kolay oldu. bir kez bile aklıma gelmedi inan. varlığı, hayatımdaki sorumluluk yükleyen varlığı aklıma bile gelmedi. her şey bittikten sonra, güzel kokan bir boyuna son öpücüğü kondurup ardımdan kitlenen kapıdan çıktıktan sonra, aklıma geldiğinde içimi acıttı dersem yalan söylemiş olurum. ve madem en hakiki itirafımı yapıyorum burada, söylemeyeceğim öyleyse. üzüldüm, demeyeceğim.

kötü. gerçekten kötü. dayanılamayacak kadar. neden hissetmedim bir şey? bilmiyorum. yaptığım şeyin iğrençliğinin farkındaydım. kendimi iğrenç hissetmem gerektiğinin, karaktersiz oluşuma üzülmemin icap ettiğinin farkındaydım. ama bir şekilde, bir şeyler ters gitti, taşlar yerine oturmadı, ben pişman olmadım. ve pişman olmadığım için pişman oldum sonunda. bu kadar kolay kötü olabildiğim için kendime kızdım. ama sonunda, bunun da insana özgü olduğunu düşününce geçiyor bazen.

söylemedim. itiraf etmedim. buna yüzüm yoktu diyemem, karşısına çıkıp, gözlerine bakıp ne halt yediğimi anlatabilirdim. ama yapmadım. çıkarlarımı düşünüp sustum. daha da küçüldüm. küçülmek de insana özgüydü. bu şekilde sıyrılabilir mi insan günahlarından?
günahlarımdan kaçmadım ben. olduğu gibi kabul ettim. olduğu için kabul ettim. ve şimdi, açık yüreklilikle söyleyebilirim. pişman değilim.

insanın ne kadar kötüye gidebileceğini kendimle öğreniyorum. kendimle şaşırıyorum ve kendimle nefret ediyorum insanlardan.
kendime hakaret edip kendimi hırpalıyorum. zarar verebileceğim yegane insan kendimim. ve kendime verdiğim zarardan dolayı pişman değilim.

ensest fantezisiyle 31 çekip ahlaklıyı oynamak

dağınık ve soğuk odasında belden aşağısı çıplak, annesi, ablasını ya da kız kardeşini düşünüp 31 çektikten sonra toplum içine çıktığında "ben çok ahlaklıyım" masalı okuyan insan davranışı. ne kadar açık ve ne kadar net.

böyle adamlar, 18 yaşında kızlarla cinsel ilişkiye girmiş adamları bulduğu her ortamda yeren, bulaşılabilecek her türlü ahlaksızlığın karşısında yorgun ama onurlu bir savaşçı gibi dikilen, içten içe düştüğü karmaşık ahlak yapısını dışarıya kapatıp ahlaklıyı oynayarak düşürebileceği yeni fantezilerin peşinde olan böyle adamlar, midemi kaldırıyor. orası kesin.

yaptıklarının arkasında duramayan insanları sevmem ben. yaptığın şey dünyadaki en kötü şey bile olsa, arkasında duracaksın. adam olacaksın. ensest seviyorsan, ahlaksızsan, insanlıktan nasibini almamışsan ya da annene yazık edip orospu çocukluğu yapmışsan birilerine, bunun arkasında durup, adam gibi, yaptım, nedenlerim var, diyeceksin. anlatacaksın. anlatacaksın ki içindeki pisliğin nasıl var olduğunu, nasıl geliştiğini anlayalım. uzak duralım. ya da sevelim. bir şekilde senin hakkında "gerçek" bir fikrimiz olsun. karşımıza gerçek bir kimlikle çık. olduğun kişi ol. o zaman, saygı duyarız belki ahlaksızlığına bile. cesaretini överiz en azından. yaparız işte bir şeyler, mutlu ederiz seni. gereken değeri görürsün. ilgini çeker, siktir olup gidersin.

ama öyle yapmıyor. ve yapmayacak hiçbir zaman. kendi içindeki ahlaksızlığı kabul edemeyip ona buna sataşacak. meleği oynayıp elde edeceği primin peşine düşecek. ikiyüzlülük edecek, mide kaldıracak.

tutabildiğini sikecek bir adam değilmiş gibi, sikenlere laf edecek. sevişmeyi bile aşağılar böyle tipler, an gelir.
tek derdi birilerine yaranmak çünkü. yaranamadığı zaman, yaşayamıyor. var olamıyor bir şekilde işte, nefes alamıyor.

yalnız bırakılmış bir çocuk muydun kuzum? oyunlarına almıyorlar mıydı seni? neden böyle oldun? en kabul edilemez olup en kabul edilebileni oynamaya kaç yaşında başladın? seni almadıkları oyunlardan sonra mı karar verdin böyle olmaya? kimsenin seni istemediğini anladığında mı yemin ettin kendine? ne zaman kendin olmaktan vazgeçtin? hangi ara "bir daha asla!" dedin. çok mu çabuk vazgeçtin? yoksa savaştın mı sen de? içimde önleyemediğim bir merak oluşuyor. bilmediğime duyduğum bu korkunç merak sana çekiyor beni. midem bulanıyor ama dayanıyorum. kokuşmuş dünyana adım atıp içini görmeyi arzuluyorum çünkü. değişiksin, ilk defa bu kadar gerçeksin ve iğrençsin.

cepten sözlüğe girecek kadar oğlan olmak

sevişemedikleri için oluyor sanırım.
madem her şey seks, madem bütün bunların bağlandığı nokta orası, öyleyse bunu da ona bağlayıp, beceriksizliklerinin sonucunda oğlan kalmış insanların cepten sözlüğe girmesini de sevişememeyle açıklamak çok güzel olacaktır. her zaman derim, gidin sevişin. sevişemediğiniz zaman bir yerlerinize kan gitmiyor, yaşayamıyorsunuz. moron moron takılıyorsunuz etrafta ve ne yazık ki yoluna çıktığınız masum insanların da zihinlerini kirletiyorsunuz. yapmayın bunu. ciddiyim, gidin sevişin.

cepten sözlüğe giren bir kadını anlayabiliyorum. kadınların böyle densizlikleri vardır çünkü. varlıklarının koduna işlenmiş bu densizlikler çoktan kabul gördü ve yadırganmıyor. dahası yakışıyor onlara densiz olmak. ancak bir erkek, her koşulda ağırlığını koruması gereken bir erkek, gerçek bir erkek, bu tip densizliklere pabuç bırakmayacak kadar güçlü olmalı. bazı isteklerini dizginleyebilecek kadar hakim olmalı kendisine. kendine hakim olamayan erkekler bir de kalkmış, karı kız götürüp bir başkasına hakim olmaya kalkışmıyor mu? gerçekten şaşırıyorum.

çok mu mühim? sözlüğe girmek, hiçbir şey anlatmayan tek cümlelik entryler yazmak çok mu mühim? dışarıdayken bile, kendini tutamayıp sözlüğe girmeni sağladıkları için olmayan çevrene o kadar kızıyorum ki. bir bilsen. bir bilsen ne kadar sinirleniyorum seni yalnız, asosyal ve zavallı bırakmış insanlara. sana acıdığımdan değil, ki iliklerime kadar acıyorum sana, sadece senin gibileri insanların hayatlarına musallat etmeye hakkı yok kimsenin. çevrendekilerin seni insanlardan koruma bilincine erişmiş olması gerekirdi. şanssızlık. şimdi, başı boş bir şekilde karşısına çıktığın insanların yaşama sevinçlerini söküp alırken, bir de mutlu mutlu gülümsüyorsun ya, nasıl tepem atıyor. nasıl örseleniyorum.

lütfen git. bu gevşekliğini, bu mide kaldıran yumuşaklığını başka bir ortamda icra et. buradaki kimsenin göz zevkini bozmaya, hayat enerjisinden çalmaya hakkın yok. biraz duyarlılık lazım sanırım. biraz farkında olmak. çevredeki insanların bilincinde yaşamak. düşünmek. azıcık düşünmek. bunalıyorum yemin ederim.

terkedilmiş kız avına çıkan erkekler

kızların her daim yanında olan ve terk edildiklerini ilk duyan kişi olan zavallı meriçlerden bahsetmiyorum. onlar, bir ilişkinin kökünü kazımakta oldukça başarılı olsalar da, uzun vadede hiçbir halt yapamayacak kadar beceriksiz yaratılmış ne yazık ki.
benim asıl bahsetmek istediğim, terkedilmiş kızın kokusunu elli metre öteden alıp, kızın başına üşüşen, piçliğin en boktan klasmanında at koşturan tipler. bu tipler ki kendilerini terkedilmiş bir kıza hazırlamak için kendi küçük terk ediliş senaryolarını çok önceden yazmışlardır, terkedilmiş kızların yanlarında bir anda bitiveren, nereden çıktığı belli olmayan, garip insanlardır. nerede üretiliyorlar? olay mahalline nasıl bu kadar hızlı ulaşabiliyorlar? nasıl, her defasında avlarını elde edebiliyorlar? gerçekten anlamak güç. ama terkedilmiş insanın psikolojisini az çok hayal edebildiğim için, kendini bu piçlerin kollarına bırakan zavallı kızlarımızı da anlayabiliyorum. zor olmalı. farkına varmamış olamazlar. bu piçlerin, yatağa giden yolun duygusallıktan geçtiğini bildiğini fark etmemiş olamazlar. tüm duygusallıklarıyla göz yaşlarını, bu geniş omuzlara akıtırken de tümüyle terkediliş psikolojisinin içinde yüzüyor olmamalılar. elbette onlar da, "ben nasıl terkedilirim lan?" açlığıyla, bu geniş omuzlu piçlerden zevk almaya ve kendilerini "ben daha ölmedim" tarzı tatmin etmeye çalışıyorlar.

kokusunu mu alıyorsunuz? ne yapıyorsunuz lan?
kendini, sadece terkedilmiş kızlara adamış adamlar biliyorum. sadece bu konuda çalışan, bu konuda uzmanlaşmış, başka bir şekilde düşürdüğü kızlardan zevk alamayan, kendini işine adamış adamlar. duygusallar. romantikler. kendilerinden beklendiği gibi, ağlamalık geniş omuzları var. aslında her şey, bu seramoninin bir parçası. sokak arası spor salonlarında kaslarını şişirmeye çalıştıkları sırada akıllarına koymuşlar bu kızları. ava çıkabilmek için hazırlandıkları saatlerde kurmuşlar planlarını. bir planları olduğu için başarıya ulaşıyorlar. çünkü doğaçlama, her yiğidin harcı değil elbet. ve başka bir zevk olsa da, üzerinde uzun süre çalışılmış bir kızı elde etmek gibi değil elbet. anlıyorum. ve takdir ediyorum. harcanan emeğin hakkını vermek gerek. bu emekçiler, hayatımızdan hiç eksik olmayacaklar. ve her defasında küçük ayrıntılarını değiştirdikleri planları da her zamanki ucuzluğuyla karşımıza çıkacak bir şekilde.
nasip, kısmet.

bir insanın tuvalette başına gelecek en kötü şey

kendinize ait olmayan bir evde, sıçılan bokun hiçbir şekilde yok edilememesidir.

kendimi en iyi hissettiğim yer bir mezarlıktı

istediklerini söyleyebilecek kadar içmişti sadece. sarhoş değildi.
bense, yine çok güzel bir hikayede sadece tanıklık eden adam olarak yer alacağımı sezmiştim bir şekilde. bu rolü sevmesem de, anlattığı hikayeleri yaşamış adam olmayı tercih etsem de, anlatacak hikayelerimin olduğu fikri beni ayakta tutup, başkalarının hikayelerini kendime dert etmeden anlatmamı sağlıyor. böylelikle bir hikayeye daha girmiş bulunuyorum. sarhoş olmayan, dilediğince konuşabilecek kadar içmiş bu adam, ne bir yakınım ne de bir yabancı. ilişkimiz, amerikan filmi klişelerinden birine benziyor. birden bire göte şaplak olunan yabancılar. birbirine hikayeler anlatıp, beraber eğlenen, birbirini daha önce hiç görmemiş insanlar. bu, gerçekleri anlatmayı daha kolay kılsa da, yavşakça olduğunu şahsım adına kabul ediyorum. ancak karşımda oturan yarı sarhoş adam, öylesine güzel girdi ki hikayeye, kendimi bu hikayeden mahrum edemeyeceğimi hissettim. düşündüm ki yavşak olmak önemli değildi. o an, bu hikayeden daha önemli hiçbir şey yoktu hatta.

hikayeyi tam olarak anlatmayacağım. bunun, bana kalması gerektiği inancındayım. sadece tek bir cümlesini çekip alıyorum içinden ve benim yapıyorum. üzerinden insanlığa nefretimi kusacağım, insanın içindeki en derin gerçeklik üzerinden edebiyat parçalayacağım bu sözü bana, soğuk bir evde, kumaşı yer yer yırtılmış yıkık dökük bir koltukta oturan, yarı sarhoş adam söylemiş bulundu. istemsizce.
"kendimi en iyi hissettiğim yer bir mezarlıktı".

nedenini sormaya gerek var mı? kendi içinde bu adamla kenini özdeşleştiremeyecek kadar riyakar insanlar var mı aramızda?
cenaze evlerinin kalabalıklığını düşünüyorum. cenaze sahibi dışında orada bulunanların, hiçbir şekilde üzgün olamayacağını. çünkü üzerinden iki saat geçtikten sonra atlattığınız üzüntülere üzüntü dememeyi tercih ediyorum ben. bir şekilde hayatın karmaşası içinde yitip gidiveren yapay üzüntülere değer vererek gerçeklerini küstürmek niyetinde olmayışımdandır bu.
cenaze evleri kalabalığını düşünüyorum. o insanları. kendilerini iyi hissettikleri bir yerdeler. tıpkı, lisede en yakın arkadaşının sevgilisinden ayrılmasını kendinden bile saklamak zorunda kalan bir kız çocuğu gibi, kendilerini iyi hissediyorlar. çünkü ölmediler ve dahası, en yakınlarını kaybetmediler. bir şekilde tanıdıkları ve evet gerçek bir üzüntü duydukları insanın ölümü onları ne olursa olsun, çok da etkilemedi. ve devam edecekler hayatlarına. şu an, hayatlarından çalıyor olmalarının nedeni ne? ayıp olmasın. ve bir diğer neden, hayatın ciddiyetini farkına varıp, şükretmek. şükretmek için hayatlarına ara verip bir cenaze evinde bulunan bu insanların içlerindeki umut görülmeye değer. ve aynı oranda mide bulandırıcı şüphesiz.

kendini uzun süreli iyi hissedemeyen bir insandı. sadece bazı, gelip geçici anlar vardı, iyi olduğu.
bir gün, bir mezarlıkta bulunması gerektiğinde, şaşkınlıkla fark etmişti içindeki mutluluğu. üzerine çöken kasveti dağıtan bu umut, bu mutluluk, yaşıyor olmanın verdiği sevinçten kaynaklanıyordu. ve beyin, üzerini örtmeye çalıştığı bu gerçeği sonsuza dek saklayamadı. adam, mezarlık köşesinde mutlu olduğunu anladı. iyi hissettiğinin farkına vardı. ardından, bunu elbette sakladı. çünkü böyle doğal iğrençlikleri saklamak zorundaydınız. yine de, farkına vardığı bu ikiyüzlü mutluluk için pişman mı? değil elbette. keyfini çıkardı. derin derin nefes aldı. bulunduğu o yerde, kimsenin yapamadığını yaptı. ve sevdi kendini, ilk kez.

bir başkasının acılarıyla üzülen insanlar, içlerinde bir yerlerde sevinen, böyle bir acıyla yüzleşmek zorunda kalmadığı için şükreden insanlar, bu mide bulandıran gerçeği saklamaya çalıştıklarında çok daha iğrenç olmuyorlar mı sence de? zaten boka batmış varlıkları, biraz olsun anlamlanmaz mıydı gerçekleri kabul ettiklerinde? biraz olsun cesaret gerektirmiyor mu yaşamak?

cesaret? o sende yok güzelim. sen içinin tüm kokuşmuş kötülüğü ile, midemi kaldıran tüm düşüncelerinle, onları saklamayı öğrendiğin günden beri cesaretini bir kenara bırakmış, sıradan bir insansın. mutsuzluğunun sebebini sorgulamak için belki fazla yaşlandın artık.
bırak. bir şeylerin peşinde zaman öldürmeyi bırak. içindeki insanla barış. varlığını, tüm pisliğiyle kabul et. suçunu itiraf et. cezanı çek. yeniden başla. cesaretle.

bir kızın bekaretini bozmaya çekinmek

şu dünyadaki en yoz insan olmak demektir.
insanların ve insanların görüşlerinin esiri olmak, kızı da bu esarete mahkum etmek ve bekareti değerli kılıp hayatı kabusa dönüştürmektir.

"onu çok istiyorum ama bekaretini alırsam sonra nasıl bırakırım?"

bunu, geçen gece, tam anlamıyla bir erkek ortamında, arabalardan, spordan ve seksi kadınlardan başka bir şeyin konuşulmadığı düşünülen bir ortamda yani, bir arkadaşımdan duydum. yüzüne öylece bakıverdim. bir orospu çocuğu olduğunu biliyor muydu acaba? kızla beraber olduğu ilk andan beri ayrılığı düşünecek kadar samimiyetsiz bir insan olduğunun farkında mıydı? bilincinde miydi boş beleş bir insan olduğunun?

bazı insanların hayatları, varlıklarından daha değersiz akıp giderken, bu hayatlara şans eseri dahil olan güzel insanların hayatlarını mahvedebiliyor. bu, dünyada katlanamadığım yegane şey.

böyle tiplere acıyorum. seviştikleri kızı bırakamayacak kadar baskının esiri olmuş bu insanlar, bir hayatta buluştukları diğer insanların da kalbini zehirlerken, yaşamlarının tüm değersizliğine rağmen onlara katlanmak zorunda olmak acı veriyor. bir şekilde, bir yerlerden çıkıveriyor olmaları, keyfimi kaçırıyor. üzülüyorum. keşke, var olmadıklarını oynadığım şu küçük dünyamda, oyuna dahil olup yokmuş gibi yapmayı becerebiliyor olsalar. keşke, varlıklarını unuttuğum her an, sinsice yanıma sokulup tekrardan hatırlatmasalar. çok şey mi istiyorum? sadece, yanıma yaklaşmasınlar, yaşadıklarını bilmeyeyim diyorum.

her karşıma çıktıklarında, görmezden gelmekten sıkıldığım bu insanlar, bela oldukları hayatları da kendi esaretlerine ortak ettiklerinde, toplum şimdiki çekilmez halini alıyor işte. çünkü her yerdeler. ve o kadar her yerdeler ki bir kurtuluş yolu bulamayacak kadar çaresiz bırakıldık.

dünyaya rezil olduk yavşaklığı

kendi içinde kendisi olmayı becerememiş, sürekli olarak insanlar ne der? korkusuyla yaşayan, en ufak bir hadisede bile çevreye vereceği hesabın peşine düşmüş, siyasi ve ciddi konularda bile bir çözüm önerisi sunmak ya da en azından eleştirmek yerine dünyaya rezil olunduğunun altını çizen boş beleş insanın içine düştüğü yavşaklıktır. bazen düşünüyorum, sadece bir olay olmasını ve olaydan sonra gelip bu cümleyi kuracağı anı bekleyen insanlar var mıdır acaba? bence varlar. görev yerlerini ve zamanlarını çok iyi biliyorlar ve o an geldiğinde sahneye çıkıp oyunlarını sergiliyorlar. sonrası allah kerim.

ülkenin dünyadaki konumu elbette önemlidir ancak ancaktan sonrası her zaman daha önemlidir.
ülke içinde, ülke insanını yakından ilgilendiren mühim hadiseler cereyan ederken kalkıp da "dünyaya rezil oluyoruz" diyecek kadar sığlaşmanın kime ne yararı var? sorun gerçekten dünyaya rezil olmak mı? yoksa insanların özgürlüklerinin ellerinden alındığı bir ülkede yaşamak mı? bu kadar fazıl say olmaya, bu denli halkından kopuk üst tabaka rolü kesmeye gerçekten gerek yok. sanki tek derdiniz dünyaya rezil olmakmış gibi, dahası sanki dünya sizi sikine takıyormuş gibi, elinizden alınan özgürlükleriniz için savaşmak yerine köşenizde oturup rezil olmaktan dem vurduğunuz zaman o kadar gereksiz, o kadar mide bulandırıcı ve o kadar çirkinsiniz ki verdiğiniz bu dayanılmaz görüntü karşısında insanın sizi ülkeye küstürüp kaçırana kadar ülkeyi dünyaya rezil edesi geliyor.

bir bitmediniz be canına yandıklarım. bir bitmediniz.
savaşmayı götü yemeyip de bu denli çığırtkan takılan bir sizi gördüm ben.
ne yazık ki, samimiyetsiz dünyanın özüsünüz siz. ve iyi bakın kendinize. sakın size bir şey olmasın.

her kadına aynı yalanı söylemek

savaşta her şeyin mübah olduğunu kabul edelim önce.
ilişkilerin de savaşlardan farklı olmadığını.

bir savaşa giriyorsanız taktiğiniz bellidir. bu taktik ya tutar ya tutmaz ve yenilerini doğurur.
tuttuğunda, hemen aldanıp, sürekli aynı taktikle oynayamazsınız. çünkü düşmanlarınız, size düşman olmalarına rağmen o kadar da aptal değildirler. ve kadınlar, kendilerine "yatağa atmak" için söylenen yalanlara inanmaya eğilimli olsalar da bir erkeğe inanmaya "o kadar" hazır değildirler.

kendi aralarında yaptıkları kulislerden mi kaynaklanıyor bilmiyorum, tutan erkek yalanları, bir süre sonra topluma mal oluyor. bir zamparanın boku yediği an da tam olarak bu noktayla kesişiyor işte. bulduğunuz, yerinde kullanılmış, doğru bir taktik birden bire herkesin diline düşüyor ve gerek kadınlarca, gerek emek hırsızı erkeklerce ayağa düşürülen taktiğiniz kullanılmaz hale geliyor. bir süre sonra kendinizi sevişmek için sürekli farklı yalanlar söyleyen bir insana dönüşmüş olarak buluyorsunuz.

sevişmek için yalan söylemeye gerek kalmaması gibi ütopik hayalleri bir kenara bıraktım ben. en masumundan hissedilmeden söylenmiş bir "seni seviyorum"a bile ihtiyaç duyduğumuz bir dünyada yaşıyoruz ve hal böyleyken yalanlardan uzak kurulmuş bir seks hayatı düşlemek zor. yalanınız ister "hayatımdaki en değerli varlıksın" olsun, ister "seni yarın ararım", bir şekilde kendinizi yalan söylüyorken yakalamanız kaçınılmaz. işin acı tarafı, beni her şeyden soğutan tek tarafı, en doğal duygularınızı dilediğinizce yaşamak adına yalan makinesine dönüşme zorunluluğunuz. bir yalan yetmiyor ve yenileri gerekiyor sürekli. bu, çok yorucu.

bir yalanın girintili mekanizmasına, birkaç tutarlı yalan daha eklenerek servis edilme zorunluluğu içeren yapısına oldukça ters bu durum. sürekli, aynı ustalıkta yalan söyleyemezsiniz ve en iyilerden bile olsanız, bir şekilde, bir yerde patlak vermeniz kaçınılmaz.
sonu, yalnız uyunan gecelerdir ki bir insan yalnız uyumamalıdır.
ben büyümeyi yalnız uyuduğum gecelerde öğrendim. istiyorum ki sizler büyümeyin. hep çocuk, hep mutlu kalın.
ve aklınızda bulunsun, her kadına aynı yalanı söylemeyin.
komik oluyor.

bir şekilde, sonunda boka batılmasına neden olabilecek bir davranıştır. yalan kaçınılmazsa, hayal gücünüzü kullanın.

oral sekse şiddetle karşı çıkan kadın

-vurgu "şiddetle"de.-

her şey güzel başlar. güzel bir gece, güzel bir kadın, güzel bir içki, güzel bir kafa. ardından güzel bir ev, temiz, yeni yıkanmış çarşafın serili olduğu güzel bir yatak.
aklındaki tek düşünce "bu çarşafları bugün buraya birinin geleceğini bildiği için mi serdi?", "işe" koyulursun. uzandığın yumuşacık yatakta hayatının en rahat anlarından birini yaşadığın sırada olaylar gelişir.
aklından geçmesi muhtemel bir eski sevgilinin bile keyfini kaçıramayacağına inanmaya başladığın anda, sınırlar gelir. yatakta olmaması gereken ve ne yazık ki varlıklarının kadınlığın şanından sayıldığı birkaç "küçük" sınır.
tüm gece şehvetli şehvetli göz süzmüş kadını karşında bir anda, "ışıkları kapatalım", "arkadan olmaz", "oral mı? iğrenç" diyen bir kıza dönüşmüş bulursun. koyduğu sınırlara namusu gibi tapan bu kızla ne yapacaksın?

çekip gitmek olmaz tabi. önce iknaya girişilir, değiyorsa eğer. değmediği takdirde bir zorunluluğa dönüşen "iş"ini halleder, çıkarsın yataktan. birlikte uyumak için çok sınır var aranızda. yaklaşamazsın.

karşı çıkılmasını anlıyorum da, "şiddetle" karşı çıkılması, konu açıldığında aniden sinire kesilmesi ve oral sekse dünyanın en iğrenç, en düşük, en beter şeyi gibi bakılması, beni ziyadesiyle üzüyor. içinden geldiği gibi davranamayıp seksi de hisleriyle yapmayı beceremeyen insanlara acıyorum. ve bir kez olsun istedikleri gibi davranabildikleri, insanların ne diyeceğini umursamadan hareket edebildikleri anı görmek için şu dünyada veremeyeceğim hiçbir şey yok.

hiç güzel kankası olmayan şişman kız

yıllarca atılıp tutulmuş "şişman kızın güzel kankası" yalanını çürütmeyi amaçlayan kızdır.
bilerek ve isteyerek hayatı boyunca güzel kızlardan uzak durarak, onlara ulaşmak için kendisini kullanan erkekleri göt etmiştir.
bir nevi halk kahramanı ve çok da sevimli.

kimi zaman güzel kızların moral düzeltmek için yanlarında bulundurdukları, erkeklerin güzel kıza açılan kapı olarak gördükleri, çok az insanın gerçekten çıkarsız bir şekilde birlikte olduğu şişman kızların üzerine yapışmış olan bu "güzel kız kankası" etiketinden nefret ediyorum. yüzüne bakılmayacak kadar çirkin kızlarla takılan şişman kızlar görmek istiyorum çevremde. güzel kızların güzelliklerini vurgulamak için kullandığı şişman kızların gözlerini açmalarını ve bu çıkarcı soytarılardan kurtulmalarını istiyorum. daha özgür, daha güvenli, daha sevilen şişman kızlar istiyorum. belli bir ortama girebilmek için güzel kankasına yamanan kızlardan hepimiz bıkmadık mı? onlara yaklaşan sinsi erkeklerden herkes yılmadı mı?

el ayar: insanları şişman, çirkin, güzel diye ayıran bazı "insanımsı"lara kapak olmuş kızdır.

yalnızlığını farklı olmasına bağlayan insan

öncelikle, başlık öyle güzel geliyordu ki gelişine bir "mal" eklememek için kendimi çok zor tuttum. büyüklük, dedim, bende kalsın.

çevrede bazı insanlar görüyorum. tutunamayanları okuyup, farklı olanın yalnız olmaya muhtaç olacağını öğrenip yalnızlığını farklılığıyla süsleyip prim yapmaya çalışan, yalnızlığıyla bile hava atma derdine düşmüş ve en nihayetinde bir yerlerden bir kız düşürür müyüm? telaşına girmiş insanlar.

farklı olmakla hiçbir zaman bir derdim olmadı. farklı olanlarla sorun yaşamadığım gibi kendimi farklı olunca daha havalı olacağımı düşündüğümden farklıymış gibi de göstermedim. kesinlikle ilişmedim farklılıklara. öylece durdular. ilgimi çekmediler.
ancak, sanıyorum kızların ilgisini çekiyor olacak ki, birtakım ergenler türedi ortalıkta. "yalnızım çünkü farklıyım ayten".

hadi ordan!

yalnız bile olmayan insanların çıkıp yalnızlıkla dalga geçercesine yalnızı oynamasına ve bu işten ekmek yemesine sinir oluyorum. yalnızlığı bir yalnız bıraksak oysa, bir kullanmasak iğrenç emellerimiz için...

gerçekten farklı olduğu için yalnız kalan insanlara sabır dilerken diğer ergen ruhlu piçlere de nefretlerimi sunuyorum buradan. eviniz yansın!

bir insana kendini değersiz hissettirmek

en güzel sevişmelerinin sonunda yatakta yalnız bırakılmış bir kadın.
aldığı çiçekler elinde, terkedilmiş bir adam.
geleceğe dair en temiz ümitleri yok edilmiş bir çocuk.
hayalleri ellerinden alınmış insanlar.
güvenleri sarsılmış, yalnız bırakılmış, umutsuz kalmış insanlar.
hepsinin arkasında bir insan.
kötü mü?
kötü elbet.

bir kötüye sahip insanların kaçınılmaz sonu, değersiz hissetmek.
ne oluyor?
önce kocaman bir boşluk. sonra kabullenememe. böyle hissediyor muyum gerçekten? dersin. ben böyle hissediyor olabilir miyim?
biri gerçekten bana bunu yapmış olabilir mi? bu kadar değersiz, bu kadar önemsiz olabilir miyim birinin hayatında?
kendi hayatının baş rolüne sahip insanların başkalarının hayatlarında ötekileştirilmesi, kaçınılmaz ve en acıklı sondur. birinin hayatına girmek yükünü sırtladığında insan, bu hazin sona da kendini hazırlamalı. ancak ne yazık ki, öyle bir hazırlık yok. buna kendini hazırlayabilecek kadar güçlü, bu kadar gerçekçi bir insan yok. alıştığımız baş rolü oynamak için dahil olduğumuz hayatlarda kısa kesilmiş sözsüz rollerimizle bazen bir yatakta, bazen bir sokağın ortasında yalnız başımıza kalıverdiğimizde, arkamızda yalnızca "çek git" repliği bırakarak açık bırakıp gittiğimiz kapılar kapanır. iki kez kitlenir. ve hayat devam eder. bu sefer daha değersizdir.

kaldırımda bir kadın ağlıyor. insanlar uzaktan bakıyorlar. belki acıyorlar ya da belki umursamıyorlar. rahatsız olanlar var mı?
yanına gidip ne olduğunu soruyorum. bunu soramayacak kadar yabancı olmama aldırmadan anlatıyor. aynı hikaye. aynı vasat hikaye.

ne zaman bu kadar duyarsızlaşabilir insan?
bir insana kendini kötü hissettirebilecek egoya ne zaman ulaşır?
nasıl bu yükün altına girip acı çekmeyecek kadar umursamaz olabilir bir insan? ardında bıraktığı mutsuz bir insanla ne kadar yaşayabilir? geçmiş, o kadar uzakta mı gerçekten? o kadar sessiz mi?

vicdan yoksunu insanlardan korkuyorum. çünkü biliyorum, onları durdurabilecek hiçbir şey yok.
hüzünleniyorum sonra, anasını satayım. dünyanın bu kadar berbat bir yer olmasına, insanın bu denli çirkinleşebilmesine üzülüyorum.
ve bırakıyorum. insanlar duvarların ardında kalmalı.

psikolog konuşması

insana dinginlik veren bir kısıklık, çekici bir sakinlik, her şeyin bir çözümünün olduğunu ilk andan itibaren kanınıza işleyen bir konuşma... psikolog konuşması.

merak ediyorum, bu işin eğitimi veriliyor mu? bu insanların işi bu denli çözmüş, hayatı anlamış, dünyanın en gizli sırlarına ulaşmış bu duruşlarının nedeni ne? nasıl da sessiz sakin, zor duyulacak bir sesle, mutlu mutlu konuşuyorlar. şişman bir insan kadar rahatlar ve bu genişlikleri güvensizliğe çıkmıyor hiçbir zaman. içimdeki tüm güveni onlara verip kollarına uzanmak istiyorum. belki şakaklarımda küçük daireler çizerler hayaliyle uzanmak istiyorum dizlerine. tatlı tatlı anlattıkları şey her ne olursa olsun, gözlerim kapalı dinlemeye hazırım. belki de sonsuza dek.

insanı mutlu eden, kendi konuşmasından soğutan ve bir süre taklidini yapmaya iten bu sakinliği yüksek dozdaki konuşma yıllarca özlemini çekip bir türlü kavuşamadığım bir şey sanki. ne olurdu, bu hızlı, bu hoyrat konuşmam yerine, böyle sakin, böyle huzurlu bir konuşmam olsaydı? ne olurdu ben de hayatın tüm gizemini çözmüşçesine insanlara mavi boncuk dağıtan bir psikolog olsaydım?
herkese sevgilim diye hitap eden şişman, geniş adamlar, kısık sesle konuşup insanı kendine bağlayan psikologlar... hayat onların dünyasında yaşayınca ne kadar sakin, ne kadar yavaş ve ne kadar değerli.

blendax reklamında oynayan erkek olmak

dünyanın en aç insanı olarak fişlenmek demektir.

hayatına girmiş erkeklerden yediği kazıkları "en büyük erkek yalanları" tipi başlıklarda paylaşan gözü yaşlı kadınlardan, yatağına bir şekilde girmeyi becerebildiği kadın tarafından tatminsizlik kaynaklı siktir edilen erkeklerden bile daha aşağı bir seviyede olmak, üzerine bulanmış bu kara lekeden hiçbir zaman, hiçbir şekilde, hiçbir karizma yapma girişimiyle kurtulamayacak bir zavallı olmak demektir.

blendax reklamında oynayan, sadece saçına bile tav olunabilecek kızı canlandıran kadınları çok iyi anlıyorum da, allahın açını, saça tav olan manyağını oynamayı kabul eden erkekleri bir türlü anlayamıyorum. saç lan o?

şahsım adına konuşuyorum, eğer bir gün bir kadının saçından tahrik olmam gerekirse bu kesinlikle papaz saçı kıvamında dağınık ve gereksiz dolgun saçlara sahip olan bir kız sayesinde gerçekleşmeyecek. iğrenç lan. yemin ederim iğrenç.

orospu çocuğu mıknatısı olmak

şu dünyada orospu çocuğu olmaktan daha kötü bir şey varsa, o da sürekli orospu çocuklarıyla haşır neşir olmaktır.

burada küfrü izah etmek istiyorum önce. gerek var çünkü.
anneler kutsaldır. ben böyle bilirim. lanet olsun ki dilime yapışan bir küfür direkt olarak anneleri ilgilendiriyor. oysa bir insanın orospu çocuğu olmasında annesinin hiçbir günahı yok. tamamen kişisel bir küfür bu. ama anneye ediliyor. çok sinirim bozuluyor lan.
şu bilinsin, orospu çocuğu kişiye yöneliktir ve ne kadar iğrenç bir insan olduğunu belirtir. anneye burada bir laf yok. çünkü onun bir günahı yok. keşke daha kişisel ve aynı etkiyi yapan bir küfür olsa. mukadderat deyip geçeceğim.

şimdik. hayatın her alanında karşısına orospu çocukları çıkmış bir insan olarak, bu konu hakkında ciddi bilgi sahibiyim.
okula başlarsın, hayatının ilk orospu çocuğuyla karşılaşırsın. okul yılların boyunca orospu çocuğu sayısı artar. okul biter, işe başlarsın, orospu çocuğu oradadır. bir kadını seversin, arkasındaki orospu çocuklarıyla yüz göz olman gerekir. elini attığın her işte, ilgili olduğun her olayda bir orospu çocuğu bulunması tesadüf mü? bence değil amk.

cenabet miyim neyim anlamıyorum. kendimce temiz de bir insanım aslında. lakin, orospu çocuğu sahibiyim, hayatın her alanında. önüne geçemiyorum. her gün yüzüne gülmem gereken sayısız orospu çocuğuna içimden küfretmekten başka bir şey yapamıyorum. böyle hayatı da, affına sığınarak, sikicem güzel kardeşim. olmuyor. hata var. beni alın.

kadın erkek kavgasını bırakmak

(bkz: büyümek)

herkese sevgilim diye hitap eden erkek

şişmandı. keldi.
gözleri güzeldi. güzel bakardı.
dudakları dolgundu, bir erkeğe göre fazla dolgun.
bol gömlekler giyerdi, bazen de bol tişörtler.
fular, bazen bir atkı kullanırdı. renkli fularları severdi. genelde siyah giyinirdi.
elleri zarif bir adamdı. sigarayı tutuşu hayran bırakırdı.
elini çenesine koyup saatlerce anlatılanı dinleyebilirdi.
bir psikolog ses kısıklığında konuşur, konuşurken huzur verirdi.
geniş bir adamdı. hiçbir dert onun için yeterince iyi değildi. acısı yoktu. ya da çok iyi saklıyordu.
kadınlarla arası iyiydi. nereye kadar gidiyordu bu ilişki bilmiyorum. ama iyiydi işte. ağzı laf yapardı zaten.
orta yaşlarda, çok yiyen, şarap seven, iyi niyetli bir adamdı.
herkese, o psikolog dozunda kısık sesiyle "sevgilim" diye hitap eder, bu hitap insanı yumuşatır, rahatlatırdı.
içinize su serpilirdi tedirginseniz, rahatlardınız gerginseniz.
tüm genişliğiyle "boşver sevgilim" dediğinde, sorunlarınızı unutuverirdiniz.
iyi niyetliydi. çok görmüş, çok geçirmişti. tavsiyelerine güvenebilirdiniz.
ve yavşaktı amk. kelimenin tam anlamıyla yavşak.

mutsuz olmamak adına insanlardan uzak durmak

ne kadar gizleyebilir bir maske ardındakini?
ne kadar yaklaşabilirsin uçsuz bucaksız bir karanlığın içindeki kötüye?
ne kadar kaçabilirsin yaşamaktan?
kaç kere yakalanabilirsin tekrar hayata?

maskemi çıkardım. insanları istemiyordum artık. bir duvar ördüm. taştan, beyaz bir duvar.
ardında çocuklar oynayacaktı belki. sarhoşlar işeyecekti geceleri.
bilmeyecektim hiçbirini. arkamda bıraktığım dünyaya çektiğim duvar daha güçlü kılacaktı beni.
sonra, incinmemeyi öğrenecektim. üzülmemeyi.
önce insanları hayatıma dahil etmemeyi ama. sonrası gelirdi nasıl olsa. geldi de.

bir tercih, bir seçim, bir vazgeçiş.
ne kadar uzak bir hayal, ne kadar yakın bir gerçek.

ve gülümsemelisin şimdi.
olduğunu sandığın insana inat, kendini sakındığın topluma inat, bir adım geride duracaksın daima.
çekeceksin kendini. nasıl olsa gelmezler. hiç gelmediler. hep vardılar ama. artık yoklar.

bir kere sevebilirsin. bir çok kez incinirsin.
ve bir kere gelirsin hayata. ömrünü harcayış şekline karışamam da, yazık ediyorsun kardeşim.
en çok da kendini sakındığın zaman belki.

"...ama böylesine ihtiyatla ve kendimi böylesine sakınarak zevk almaya çalışırsam,
benim için artık bir zevk olmaz ki bu."

kızların reddedebilmek için erkeklere yanaşması

buna isterseniz reddedilmeye mahkum bir erkeğin son çırpınışları deyin, ister gerçeklik olarak değerlendirin ister bana ayar verin böyle bir şeyin var olduğuna dair inancımı hiçbir şekilde sarsmanız olası değil. ve asıl önemli olan şey dünya üzerine tek de olsa bir insanın böyle bir şeyin var olduğuna inanmasıdır. bu haliyle bu durum bir gerçeklik olarak kabul edilebilir. kabul eden kişi sayısını göz ardı etmekten aldığım hazla bunun bir gerçeklik olduğunu belirttiğimde deliye dönecek kadınları düşündükçe kendimden geçiyorum. bunu ciddiye almayan olgun kadınlaraysa selam ediyorum. her zaman bir mesaj uzaklığınızda olacağımı bilmeniz benim için yeterli.

uzun süre kesişilen kızın yanına gidince "salak" tepkisiyle karşılaşan erkekler bu durumun varlığını doğruluyor. bir kızın bir erkeği reddetmek için yapabilecekleri içinde kesinlikle ve kesinlikle erkeğe yanaşmak vardır. erkeğe umut verip arkadaşça görmeyi seven kadınlardan bahsediyorum. böyle kadınlar tahmin dahi edemediğim bir açlıkla kurbanlarına yanaşırken akıllarından sadece biraz sonra elde edecekleri zaferi geçirirler. böyle kadınlar dünyanın en tehlikeli türüdür demeye dilim varmasa da oldukça sinir bozucudurlar.

reddedebilme becerisi başlı başına incelenmesi gereken bir konuyken bir de bu beceriden zevk alan kızların olduğunu bilmek beni insanlara dair derin bir ümitsizliğe itiyor. başkasının acısıyla mutlu olan insanlar, başkalarına çektirdikleri acılarla statü kazanacaklarını zanneden zavallılar midemi bulandırıyor. oldukça duygusal ve biraz romantik yaklaşıyorum bu tiplere. ruhumu zedelediklerinden dem vurup romantik piç kontenjanından giriyorum hayatlarına. reddetmede hayli becerikli ve istekli bu insanlar nedense bir piçe karşı koyamıyorlar ve biz bir şekilde birlikte uyanıyoruz. işte o zaman tüm erkekler adına kazandığıma inandığım bir zaferle gülümsüyorum kadına. ondan kurtulmanın bir yolunu aradığım dakikalarda kendine duyduğu özgüvenin kaynağını da anlıyorum. özgüvenimiz götümüzü kaldıran insanlar yüzünden haddinden fazla yükseliyor. ve haddinden fazla yükselmiş bir özgüvenden daha dayanılmaz bir şey yoktur. kendimden de nefret ediyorum sonunda ve iyice içime gömülüyorum.

bu tip özgüven çıkışlı davranışlara bir neden biçmek zor aslında. ego tatmininden başka bir yere varılamaz çoğu kez. bu kızlara biraz olsun değer verseydim işi karakter analizine kadar götürmeye niyetlenirdim. ancak taytlarının üzerine giydikleri bol kazakları ve dizlerine kadar tırmanan çizmeleriyle o kadar basit görünüyorlar ki yapamayacağım. böylelerinin hayatına çok önemli biri olarak girip onları sevdiğime inandırdıktan sonra "ben gidiyorum" demek istiyorum. acılarından zevk alırken biraz olsun anlarım belki onları. nasip.