bugün

zıtlıklarla bezenmiş pek leziz film. intihara karar vermiş ancak mezarının ustunun acık kalmasını isremeyen bir adamın, etrafında gorduklerini bu konuda ikna etmeye calısmasını izliyoruz film boyunca.

--spoiler--
film boyunca ana kahramanımız colun ortasında doner durur. her taraf toz topraktır yani adamın yasamak icin pek de sebebi yoktur. aynı yollardan gider durur ki bu yol onu olume goturecektir. yaslı adam arabaya bindiginde ise "soldan git, orası daha uzun ancak daha guzel bir yoldur" diyerek adama hayatın uzun bir yolculuk oldugunu hatırlatmak ve intihardan vazgecirmek ister.

butun film boyunca toz toprak icinde adam debelenirken tam olecegi sırada yagmur yagmaya baslar, yasamak icin bir sebeptir belki. iste bu noktada adamın gercekten intihar edip etmedigini bilememekteyiz, zira filmin son sahnesinde yonetmen kendisini ve cekim ekibini gosterek "ahanda bu filmdi gencler, ben gosterecegim gosterdim, simdi siz nasıl yorumlarsanız yorumlayın" der.

filmde baska hosuma giden detay ise aslında bir olumun baska birinin yasamına onayak olacagı zıtlıgının anlatılması. zira kahramanımızın en son buldugu adam, topraga gomme islemi karsısında alacagı parayla hasta cocugunu iyilestirecektir. işte buradan yola cıkarak aslında olumun korkulması,kacılması gereken bir sey olmadıgı gibi bir cıkarım yapılabilir ki bu da insanlara filmin sonunda adamın intihar edecegi yonunde kanı uyandırabilir, ki bende uyandırdı.

bir de film boyunca adamın niye intihar edecegi uzerinde hicbir fikir edinmiyoruz.zaten bunun pek onemi de yok. asıl vurgulanmak istenen yasama umutu ile umutsuzlugu arasında kalmıslık ve bunun sonucunda ne yepılacagı... bu sorunun cevabını da yukarıda belirtildigi gibi bilemiyoruz, akılda soru isaretleriyle kalakalıyoruz. belki de filmin guzel olmasının sebebi budur...
--spoiler--
abbas kiyarüstemi'nin toz toprak kokan filmi.

nereden başlayacağımı bilmiyorum...

doğu dillerindeki kibarlıktan mı, o araba içindeki diyaloglardan mı, (gbkz: iran)'dan bertaraf olmuş yaşamlarından kesitler mi?!! kiyarüstemi'nin serisine başlarken bundan başlayayım dedim, sanırım gayet yerinde bir tercihte bulundum. majid majidi, bahman ghobadi eserlerini yalayıp yutmaya çalışan birisi olarak; kiyarüstemi'nin bu çalışmasını çok beğendim.
--spoiler--
bu sıcak öğleden sonrası için yerinde bir tercih. bu açıdan mutluyum. filmde metaforlar çok. yaşam-ölüm zıtlığına göndermeler, toprağın aldığı gibi geri vermesi gibi birbiri içinde zıt kavramların uyumu. final sahnesinde e noluyor yahu tüm bunlar da neyin nesi gibi soru geçebilir ama kiyarüstemi'nin kamerasından her şeyin aslında bir kurgu olduğunu, ölüm-yaşam çizgisine atfettiği noktalar başarılı.

film izlettiriyor kendisini. yani pat diye akşam, sabah olmuyor. her şey kendi halinde (bu doğal süreçte) yol alıyor, zamanın akışıyla ilerliyorsunuz. yaşlı amca (ramiz dayı gibi nan); bir çıkıyor, yemin ederim o adam böyle pesimist insanları hayata bağlar, hızır gibi. intihar için gittim, bir dut hayatımı değiştirdi diyor. e kiraz geçiyor mu diyecekler? var, adam onu araya serpiştiriyor. o halde şurada bir parantez açayım; "(...)tüm bunlardan vazgeçmek mi istiyorsun? her şeyi bırakmak mı istiyorsun? kirazların lezzetini bırakmak mı istiyorsun?(...)"

ayrıca bedii bey'in şehrin dışından tek tek adam çağırıp kendisini gömmesini istediği adamlar nasıl oynamışlar, şaştım. sanki orada oynayanlar halktan birisi, öyle pek tanınmamış gibiler. oraları da iyidi. türk fıkrası anlatılıyor arada, o gayet hoştu. yukarıdaki entrylerde vermişler ama özet geçeyim dedim. çöplükteki o adam, asker, ilahiyatçılar ile konuşmalar.

(bedii bey : sabah 6'da buraya geldiğinde iki kez bedii bey bedii bey diye bağır. eğer sana karşılık verirsem, elimi tut ve bu çukurdan çıkmam için bana yardım et. ama şayet sana cevap vermezsem üzerime 20 kürek toprak at.)
--spoiler--
valla uzatırım daha da gerek yok.
arşivlik bir film. bakar bakar hatırlarsınız arada. tozlu ama bir o kadar da hoş bir yapıt...
ta'm e guilass seklinde yazilan 1997 tarihli altin palmiye odullu enfes bir abbas kiarostami filmi, iran sinemasi. homayon ershadi ve abdolrahman bagheri basrolleri paylasmistir. umutsuz bir insanin mukemmel betimlemesi. ama aslinda film tamamen umutsuzluk uzerine degil kesinlikle.
iranlı usta yönetmen abbas kiyarüstemi'nin izlenmesi gereken başyapıtı. belki de iran sinemasının/ yeni dalgasının en başarılılarından.
yakın zaman filmlerinden ten 'deki gibi toplumsal yapının irdelenişinden çok * * , bir içsellik yaşam ve ölüm arasındaki ince çizginin doğallığında buluyoruz kendimizi.
film intihara ve nasıl yapacağına yani şekline karar vermiş bedii'nin kendisine bu konuyla ilgili yardım aramasını yansıtıyor. bir ilahıyatcı bir asker ve de bir güvenlik görevlisi bedii'nin tahran yolculuğunda karşılaştığı kişilikler. ve bunlarla bedii arasındaki diyaloglara tanık oluyoruz. bedii, bu yardım karşılığında para teklif ediyor. yeter ki kendisine yardım edilsin. film bu şekilde yaşama ölüm paradoksları içinde izleyiciyi kilitlerken bedii'nin son olarak arabasına aldığı bıyıklı göbekli amcanın anlattıklarıyla farklılaşıyor. hastalıklı olan düşüncelerimiz diyor malum amcamız. sorun bakış açımızda. herkesin sorunu olabilir hayatta belki de anlatmıyorsun çok büyüktür. lakin her sorunu olan bu yöntemi seçseydi * dünyada insan mı kalırdı? amcanın dünya görüşü ve ifadelemeleri hayata ne kadar pozitif ve geniş bakabildiğinin kanıtı. bu ifadelemelerden sonra bedii'nin kararından dönmeye başlayışı sürecinde film zirve yapıyor. bedii'nin amcamızın yanına gelmesi akabinde söyledikleri. ölüp ölmediğini kontrol esnasında taşı 2 değil 3 kere atmasını istemesi bakış açısının değişmeye başlayışını ve kararsızlığın olumluluğa dönüşünü göstermesi açısından hayli güzel bir sahne. ruh halinin karmaşıklığının tavan yapışı.
şu arabada konuşulanlar esnasında dikkat kesildiğim bir nokta da amcanın yıllar evvel sorunlardan bunalıp ölümü istemesi intihar etmek için bir ağaca çıkması ve akabinde ağaçtaki kirazdan tatması. sonra ağacın altındaki çocuklara kiraz vermesi. daha sonra da ev de eşine kiraz götürmesi akşamleyin. önce kendi mutlu oluyor sonra kiraz verdiği çocukları mutlu ediyor. daha sonra da eşini. görünürde basit ve sıradan bir kiraz nelere mal oluyor. o bir dünya güzelliği çünkü. diğerleri gibi. paylaşıldıkça güzelleşen. işte bu diyalog bana dondurmam gaymak'ta intihar etmek isteyen dondurmacımıza dedenin anlattıklarını çağrıştırdı. dede, düriyeyi sevmiş zamanında. onun için askerden firar etmiş ve düriyenin düğününe gelmiş. düriye, düğün de bir baksa dünyalar onun olacak kaçıracak düriye'yi. lakin düriye oralı bile değil. bu onun çok ağrına gidiyor ve ölmek istiyor sevgisinin karşısızlığı üzerine. sonra kendisini öldürmek istiyor ve biraz daha sakinleşip kendisini görmezden gelen kendisine değer vermeyen birisi için değmeyeceğini düşünüyor. bu ölümü düşünen dondurmacımıza dedenin hayat tecrübesi eşliğinde söyledikleri birazcıkta öğütleri.
şu kirazın tadı bana bu diyalogları anımsattı belki de yüksel aksu'dan bir göndermedir kimbilir.
basit sıradan bir kiraz deyip geçmeyecekmişiz. güneşin doğuşu bile kendi içinde bir anlam silsilesiymiş her zaman. bu güzellikler ve niceleri bırakılıp gidilir miymiş? gidilmezmiş elbet.
10 üzerinden 8.5!
Filmi sıcak ve oldukça sarı bir Akdeniz gecesinde izlemiş olmam etkileyiciliğini arttırdı.

---spoiler---
Iran sinemasının tamamında olduğu gibi bu filmde de Iran hakkında bir dolu sosyolojik şey öğrenirsiniz. Sırayla gidelim;
* ilk sahnede arabayla gezerken amele pazarında etrafta birisi gelse de iş bulsam edasıyla yanıp tutuşan insanlar var. işsizlik çok iyi anlatılmış.
* sonra arabaya binenlerin etnik kökenleri iran'da yaşayanların özeti; bir Kürt bir afgan ve bir Türk.
* arabaya binenler ayrıca 3 temel otoritenin de sembolü;
Kürt bir asker devleti, afgan ilahiyatçı dini ve Türk de babayı yani aileyi.
* ayrıca kürde köyünün yakılmasını ve Kürdistandaki zorlukları, afgana da savaş yüzünden kaçmış olmasını hatırlatıyor. Hatta bir yerde; burada da savaş var neden geri dönmediniz diyor ve afgan da ona "Irakla olan savaş sizi ilgilendirir." Diyerek bölgede olan şeylere de gönderme yapıyor.
* Türk'ün anlattığı hikaye ve yaşamak için bahaneler bulması oldukça başarılı. Zaten yukarda da ayrıntılı bahsedilmiş.
* bir de şu ayrıntı çok dikkat çekici; Türkten önce kimse kabul etmiyor adamı gömmeyi. Türk kabul edince de şoför biraz heyecanlanıyor. Hatta ilk kez belki kararını gözden geçiriyor ve Türke dönüp "geldiğinde bana taş at hatta sars omuzlarımdan." Diyor. Yani adam öncesinde kendini kararlı sanıyordu ama net şekilde olacağını anlayınca bahaneler bulmaya başladı.

---spoiler---

Sonuca bağlayacak olursak film gerçekten iyi sadece biraz hareketsiz. Ama yaşam ve ölüm arasındaki meseleyi durağan anlatması kararsızlığı da yansıtmış aslında. izlenmesi gerek filmlerden.
Başrolün gelen geçene nerede çalıştığını ne yaptığını paraya ihtiyacı olup olmadığını gizemli bir hava katarak sormasını, yan rol oyuncuların da bu beklenmedik sorular karşısındaki gerginliğini çok çok çok doğal bir şekilde karşıya aktarabilmiş bir film. Öyle ki arabaya gizli kamera koyulup bu yan rol oyunculara yine aynı durum anlatılsa sanki yine böyle tepki verebileceklermiş izlemine kapılıyor insan. Ayrıca Sonunun muamma olarak kalması da filme ayrı bir güzellik katmış.
(bkz: iran sineması)
-----spoiler-------

Öncelikle film aşırı derecede yavaş ilerliyor, bir ara kapatmak geldi içimden ama dayanıp sonuna kadar bekledim.
1 saat 35 dakikalık film aslında 35 dakikaya sığar hatta fazla bile 35 dakika. Filmi yaymışlar da yaymışlar.

Filmi yorumları okumadan izlemeye başlasanız Başrolün sapık birisi olduğunu, arabasına aldığı insanlara neden böyle sorular sorduğunu anlamaya çalışırsınız.

Arabaya binen ilk kişi okulu bırakmış kürt genç Bi askerdir. Başrol isteğini Kürt'e söyler, ondan kendisini gömmesini ister. kürt, onun bu isteğini yerine getirmeyeceğini söylediğinde adam kürt askere dönerek "hiç cesaretin yok mu" der. Rahatsız olan Kürt koşarak kaçar.

Arabaya binen ikinci kişi Afgan bir ilahıyatcıdır. Orta yaşlı afgan da başrolümüzdeki iranlıyı intihar fikrinden vazgeçiremez ve ona kur'an'dan ayetler okur. Yapacağının doğru olmadığını, günah olduğunu söyler.
Kahramanımız da ona kendisinin mutlu olmadığını ve etrafındaki insanların mutsuzluğuna yol açtığını söyler ve ekler "mutsuzluk da günah değil mi? Başkalarının mutsuzluğuna sebep olmak.. "
Genç ilahiyatçı da ağzının payını almıştır.

Arabaya binen son kişi bir türk'tür.
Türk adam görmüş geçirmiştir.
Kendisinin de bir ara intihara kalkıştığını ama intihar etmeye diye gittiği yerden taze dutlarla döndüğünü anlatır. Türk adam kahramanımıza konuşmalarıyla birazcık da olsa "umut" vermiştir.
Ve evet kamera açısı da değişmiştir artık.
Diğer iki kişi de sadece arabanın içi çekilirken şimdi yollar gösterilmektedir. Yaşama olan bağlılık, istek artmıştır.

Filmin sonunu anlayamadım. Çok ikilemde bırakan Bi son bu. Herkesin kendi sonu olmuş gibi geldi bana.
Ama ırklara yüklenen bu yorum beni çok çok şaşırttı.
--spoiler--
bedii, üzerine toprak atması için ilahiyat fakültesinde çalışan bir hocayı ikna etmeye çalışırken, hoca:" intihar, en büyük günahlardan biridir" der. bunun üzerine bedii öyle bir cevap verir ki, bence bu diyalog, filmin bütününden büyük parçasıdır.
şöyle cevap verir bedii:"intiharın, en büyük günahlardan birisi olduğunu biliyorum. Fakat mutsuz olmak da büyük bir günah değil mi?"
--spoiler--
görsel

'Ayrılmadan önce, sana türkçe bir şiir okuyacağım.

Azizim uçtum gel,
Dost bağına düştüm gel,
yahşi günün kardeşi,
Yaman güne düştüm gel.'

Abbas Kiyarüstemi, 1997.
başrolünde fenerbahçeli semih'in oynadığı film *...
homayoun Ershadi'nin oscarlık oyunculuğuyla harikalaşmış filmdir. intihar ve dut ağacı hikayesi ise şu ömrümde dinlediğim en dokunaklı ve umut dolu hikayeydi.

türk yolcu intiharı düşünen şöförümüze anlatır bu başına gelen olayı:

--spoiler--
Size başımdan geçen bir olay anlatacağım.
Henüz yeni evlenmiştim.
Belaların her türlüsü bizi buldu.
Öylesine bıkkındım ki her şeye son vermeye, karar verdim.
Bir sabah şafak sökmeden önce,arabama bir ip koydum. Kendimi öldürmeyi kafama koydum. Mianeh’e gitmek için yola koyuldum.
Bu 196o’daydı. Dut ağaçlarıyla dolu bir bahçeye vardım. Orada durdum.
Hava hâlâ karanlıktı. ipi bir ağacın dalı üzerine attım, ama tutturamadım.
Bir kere iki kere denedim ama kâr etmedi. Ardından ağaca tırmandım,ve ipi sımsıkı düğümledim.
Sonra elimin altında yumuşak bir şey hissettim. Dutlar. Lezzetli tatlı dutlar. Birini yedim.
Taze ve suluydu. Ardından bir ikincisini ve üçüncüsünü. Birdenbire güneşin dağların zirvesinden doğduğunun farkına vardım. O ne güneşti, ne manzaraydı,Ne yeşillikti ama!
Birdenbire okula giden çocukları, seslerini duydum. Bana bakmak için durdular.
“Ağacı sallar mısın?” diye bana sordular. Dutlar düştü ve yediler. Kendimi mutlu hissettim.
Ardından alıp eve götürmek için biraz dut topladım.
Bizim hanım hâlâ uyuyordu.
Uyandığı zaman, dutları güzelce yedi. Ve hoşuna gitti.
Kendimi öldürmek için ayrılmıştım ve dutlarla geri geldim.
Beyim, bir dut hayatımı kurtardı. Bir dut hayatımı kurtardı…
--spoiler--
abbas kiarostami'nin cannes'da altın palmiye kazanan muhteşem filmi. hele ki o final yok mu o final..
doğallığıyla dikkat çeken enfes bir kiarostami filmi. özellikle orjinal dili olan farsçadan izlemek çok büyük keyif vermiştir.
http://www.sinemazingo.co...irazin-tadi-ta-me-guilass
abbas kiarastami'ye 1997'de altın palmiye getiren dağ taş toz toprak filmi.

hatta şöyle bir de türk fıkrası geçer filmde..

kadının biri doktora gider ve toktur beye şöyle der :
- doktor bey elimle nereme dokunsam çok acıyor , koluma dokunsam acıyor , karnıma dokunsam acıyor..

doktor kadını muayene eder ve kadına şöyle der
- vücudun sağlam, ama parmağın kırık.