bugün

bir andrei tarkovsky filmi, ayrıyeten en meşhur filmlerinden...
"...bu hasta edecek kadar güzel görüntüleri görmekten bıktım."

yol götürür bi yerlere. sabır ey yolcu! italyan köyü...yeşil...otel odasında eski bir yatak, pencereler açık ve yağmur yağıyor. yağmur güzel yağar. şair pardesüsüyle yağmur üzerinde çalışmalar yapmadan öylece uyur. kıvrılarak...umutsuz , sakin, tütün kokuları içinde. hayır en çok toprak. toprak kokusu...

sonra tavanı akan koca bir ev var. delinin evi...yeşil yeşil şişeler konmuş, kocaman kocaman yağan yağmurun altına. iç duvarı olmayan yere kapı konması kadar mantıklı. en azından duvardaki 1+1 eşittir 1 yazısı kadar mantıklı... bi parça ekmek bi bardak şarap ve cigara. suskunluklar...damla sesleri geliyor. sonra votka kokusu. evet bir kitap yakılmalı. bir şiir kitabı...bir şiir kitabını yakmak bir matematik kitabını yakmaktan neden daha acıtı ve ısıtıcıdır? cızır cızır cızır. damlalar, cızırtılar, alkol kokusunun sesi ne güzel...

şair irkilir sonra, büyük sözler söylemek zamanıdır şimdi:

"Büyük aşkları bilirsin, öpüşmek yok, hiçbirşey yok, çok saf, bu yüzden büyük.
Duygular, dile getirilmeyen duygular unutulmazdır."

köyün delisi sığamaz artık köye, söylenmesi gereken şeycikler vardır insanlara. meydan bir sahne gibiyken, figüranlar hakkını verirken herşeyin, meydan-ı şehirden seslenir bizim deli : "...sadece doğaya bak, hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin...bir zamanlar olduğumuz yere dönmeliyiz. deli bir adam size kendinizden utanmanız gerektiğini söylüyorsa, ne biçim bir dünya burası? "

bir mum sönmeden taşınmalı. hem de o rüzgarda. hem de bu soğukta. itinayla sabır sınanır. itinayla. ayak sesleri, mumun çıtırtısı, çakmaklara gaz, çakmaklara gaz. ayak sesleri, nefes nefese bir içsel yarış.
'her birşeye özel anlamlar yükleme densizliği köyü' buradan biraz uzaklarda. geçmişin izlerini ararken bir şair, bu izlemesi biraz da zor filmde, altıüstü basit bir izleyici, yani ben, imrenerek sakinliğe biraz saygı duysam hiç fena olmaz. italyanların meşhur bir sözü vardır. ama ben bilmiyorum. şiire benziyor bu film , işte bunu biliyorum.

ve tekrarlanmalı bi kez daha: "deli bir adam size kendinizden utanmanız gerektiğini söylüyorsa, ne biçim bir dünya burası? " o biçim bir dünya...

Beethoven girer...
farklı yorumlara oldukça açık bu filmin tasavvufi bir analizinin yapılması mümkündür. rus bestekar pavel sosnovski'nin hayatını araştırmak üzere italya'ya gelen bir araştırmacı, kaldıkları kaplıcalarla dolu bir mekanda, geçmişte ailesini bir odada aylarca hapsetmiş bir "deli"yle karşılaşır. filmin sonlarına doğru meydanda bağırıp toplumu uyarılar yağdıran bu adam, tasavvufta "sekr" (manevi sarhoşluk) olarak bilinen bir hâl içerisinde olması sebebiyle "delilik" olarak nitelendirilen davranışlar içerisine girmiştir.
bu adam, sosnovski'nin hayatını araştıran baş kahramanımızın ilgisini çeker. zira kendisi de manevi boşluk içinde olduğunu hisseder. film ilerledikçe kendisine manevi önderlik yapıp, bir nevi "şeyh" olan "deli adam" onun manevi yükselişini sağlar. kendisine asılan güzel çevirmenine yüz vermeyerek, dünyevi zevklere yüz çevirir. filmin sonlarına doğru da meşhur mumla yürüme sahnesi belirir. sosnovski araştırmacısı, bu sahnelerin paralelinde meydanda kendini yakan deli adamla, ateş yoluyla manevi iletişim kurmakta, bir nevi ritüel icra etmektedir.
tarkovski'nin bir sonraki filmi olan "offret" de tarz, üslup ve ele aldığı temalar bakımından "nostalghia"nın bir devamı gibidir.
--spoiler--
nostalghia; Yaşamanın imkansızlığından, özgürlüğün olmadığından söz ediyor. Eğer aşka sınır koyarsak insan tamamen şekilsiz bir hale gelir; aynı şekilde eğer manevi yaşama sınır koyarsak insan büyük bir sarsıntı geçirir. Bazıları bunu diğerlerinden daha güçlü hisseder; dünyayı aşk eksikliğinden kurtarmak için kendilerini tamamen bir başkasına adarlar. Bir kurban gibi. Bu aşka, içinde yaşadığımız dünya tarafından sınırlar konulduğunu gördüğü zaman insan acı çekmeye başlar. "Nosthalgia" nın kahramanı, dost olmanın imkansızlığından, dünyayla dostluk içinde olamamanın olanaksızlığından acı çeker. Bununla birlikte kendisi kadar acı çeken bir dost bulur: Deli Domenico.

Nostalji bütün bir duygudur. Diğer bir değişle, kendi ülkemizde, yakınlarımızın yanında, mutlu bir aileye rağmen nostalji duyabiliriz. Çünkü ruhumuzun kısıtlandığını hisseder, onu istediğimiz gibi geliştiremeyeceğimizi anlarız. Nostalji, dünya önündeki bu güçsüzlüktür. Maneviyatını başkalarına iletememenin acısıdır. "Nostalghia" nın kahramanını hasta düşüren illet, dost edinememenin, insanlarla iletişim kuramamanın acısıdır. Bu karakter, maneviyatın özgürce yaşanabilmesi için "sınırların kaldırılması gerektiğini" söyler. Daha genel olarak modern yaşama uyum sağlayamamış karakteri yüzünden acı çeker. Dünyanın sefaleti karşısında mutlu olamaz. Bu toplumsal sefaleti üzerine alır, ama aynı zamanda dünya ile arasına bir mesafe koyarak yaşamak ister. Onun sorunu tamamen merhametinden gelir. Bu merhamet duygusunun canlı örneği olmayı başaramaz. Diğer insanlarla birlikte acı çekmek ister, ama bunu da tam anlamıyla başaramaz.

andrei tarkovski
--spoiler--
saatlerdir internetten izlemek için link aradığım film.
Adam, bataklıktaki adamı kurtarır güç bela cevap ilginçtir ;“Ahmak! Beni niye kurtardın? Ben burada yaşıyorum.”
Andrey Tarkovski'nin kamerayla yazdığı şiirlerdendir. Her karesi ayrı bir mısraya dönüştürülmüş bir şaheserdir.

--spoiler--
Ve elbette bu şiirin taç beyiti ana karakterimizin elindeki mumla defalarca suyun öte yanına geçmeye çalıştığı bitip tükenmez sahnedir.
--spoiler--
roman ya da şiir okuyormuşsunuz hissiyatı yaşatan tarkovsky filmi.
Tarkovsky, her ne kadar filmlerinde kullandığı objelerin ya da mekanların simgesel olmadığını iddia etse de bu koca bir yalan. Yönetmenin ülkesi dışında çektiği bu ilk film de hem sürrealizmden hem de sembolizmden beslenen bir düş gibidir. Tarkovsky’nin öteki eserlerine kıyasla tek bir tema etrafında dolanan Nostalghia, seyirciler için görece daha kolay bir deneyim olabilir. Belki Tarkovsky ile tanışmak için en doğru film olmayabilir ama yönetmenin dilini çözmek için son derece doğru bir başlangıç noktası olabilir!

Filmin analizi:

http://sinemahzen.com/nostalghia/
mesela bazı filmler vardır, sanki böyle izlerken kitap okuyormuş gibi hissedersiniz hatta üzerinden birkaç yıl geçtikten sonra acaba bu film miydi, yoksa kitap mıydı diye düşünürsünüz, çünkü çoğu insan roman ya da hikaye okurken onu beyninde somutlaştırır, yani kitabı filme çevirir, her karakter için bir mizaç yaratır. işte o hissi yaşayabileceğiniz, ortak dilde 'masterpiece', güzel türkçe'mizin argosunda 'baba' filmdir kendisi.

ama elbette edebi bir kimliği var bu filmin, bir ağırlığı... ve tabii ki herkes her ağırlığı taşıyamaz. sokaktan yüz kişi çevirin, doksanı bu filmi izlememiştir, izleyen on kişinin de sadece biri beğenmiştir. insanları suçlamıyorum, eleştirmiyorum, iyi ki böyle, biz nice yönetmenler gördük popülerleştikçe ezilen.

fondip not: taharri örneğimde feriköy civarında çevrilecek insanlar baz alınmıştır. bu örnek küçükçekmece, bağcılar, nişantaşı, taksim havalinde değişiklikler gösterebilir. çevrilen suriyeliler araştırmadan muaf tutulmuştur.
kadın mabede girer ve sadece kadınlar dua etmektedir. neden bu kadar kadın diye sorar gördüğü adama. adam, ondan diz çökmesini ve dua etmesini ister. kadın ise denemesine rağmen başaramaz (belli ki kadın kibrini alt edememiştir). tarkovsky, filmin henüz başındaki bu sahneye ve buradaki diyaloglara aslında bir dünya görüşü sığdırmıştır. kadınların dua etmeye çokça ihtiyaçları vardır. onlar evlat isterler olduğunda ise evlatlarını yetiştirmek zorundadırlar. bu açıklama kadını tatmin etmez ve mabedden uzaklaşır gider. tıpkı modernizmin gelenekten uzaklaşması gibi.

bu film adına yazılan eleştirilerde genellikle filmin delisinden çok şey üretilmiştir( haklı olarak). ama filmdeki bu tercüman kadın tarkovsky nin sosyolojiye ve modern kadına bakışını netlemektedir. hatta bu kadın özelinden bir kadının kendisini nasıl bir obje haline getirebileceğini ince ince vurgulamıştır. sonuç olarak ortaya huzursuz bir kadın çıkmıştır. huzursuz bir kadın huzursuz bir aileyi oluşturmuş. finalinde ise kendini yakan deli duyarsız parçalanmış toplumdan utancını ifade etmiştir.

rus şair ise: kendini ait hissetmeyen kenarda köşede bırakılmış özleyen ve bekletilen kişiliklerimiz, aslında hepimiz oluyoruz.
Andrei Tarkovsky'nin muhteşem filmlerinden bir tanesi.

--spoiler--
'Hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz suları kirletmeden.' der Tarkovsky
Bir delinin haykırışı sahnesi.
http://www.youtube.com/watch?v=7Aljq_hqU3A
--spoiler--
benim için izlemeden dahi filmden gördüğüm sahnelerle büyüleyen izlemediğim filmi bu kadar tanıdığım film.Aslında geçen hafta izleme fırsatı yakaladım ama yarım kaldı biraz şartlardan biraz benden.Ama kıyamadım. Çünkü final sahnesi diye tahmin ettiğim ama kesinlikle o değilse bile ana fikri veren sahneyi izlediğim için bi de büyülü kalsın diye. Lakin dayanamacağım galiba bugün biter.
şiirsel ve epik anlatım üslubundan ötürü seyrederken ara ara daral getiren film.

rus bir şairin, müzisyen bir rus vatandaşını aramak adına gittiği italya seyahatini ve bu araştırma esnasında inceden balataları yakıp, eşini çocuklarını özlemesini anlatır.

tarkovsky eserleri genelde yavaş olur, ince ince işler, görseli muhteşemdir. replikler yerinde ve dolu doludur. mekanlar çok güzel tasvir edilir vesaire. Nostalji'de konu pek matah olmasa da, klasik otobiyografi kontenjanı arasından tercih edilebilir.
“Bir damla, bir damla daha iki damla etmez, daha büyük bir damla eder.”

görsel
1983 yapımı harikulade büyüleyici güzellikte bir tarkovski filmi. bir film düşünün ki, şiir gibi olsun. filmin her karesi harikulade bir fotoğraf niteliğindedir adeta.

ayrıca, bir delinin gerçekleştirdiği şu meşhur söylev sahnesiyle de hafızalara kazınmıştır. ki bu rolü canlandıran da, bergman filmlerinin vazgeçilmez oyuncusu erland josephson'dur. filmde erland josephson'u görünce şaşırmıştım epey.

görsel
her sahnesinin bir tablodan farksız olduğu tarkovsky filmi ve aynı adı taşıyan bir nilgün marmara şiiri. daktiloya çekilmiş şiirler kitabından :

introduction-

olmak kış konuklarından bu yeryüzünün ve beklemek...
güzün utancımızı örttüğümüz yapraklarımızı düşürdük karşılıklı, kış çırılçıplak geçti -örtünülmesi gerek bir dahaki güze kadar-
geri dönmüyor yapraklar yerine, kapanmıyor yaralar, açık her şey bu üzüntü bedeninde, yeniden varolduğunu mu sanmalıyız yaprakların? bir ansıma penceresi asla diye yanıtlar; arzusu kış çıplaklığıdır, uzkaşmacı örtünme değil, yalın bir şimdilenmesidir üşümenin. utanç sıcaklığı değil hiçbir zaman.

allegro-

kendinden başka her neni geri iten ve titreten öz: oluş doğrusu, çemberin içkinliği... saydam yankılanışlarda sunar düşündürücü sevincin ateşini. ak bedeni kuştüyünün yeniden ve yine her konmayışı toprağa, uçucu teması onun suyla, geri dönüşü bir gökkuşağına. karanlık ruhu özlemin, ışıltı yüklendikçe o densiz din bölgesine, ay dansı acının yayılır geçmişten sonsuza doğru...
incecik uluyarak ince çağrısı yaralı köpeğin, kıpırtısız göl ve çevresi ve dönen [teker] mandala gözle gök arasında. sular sular sular. kızıl, mor, kahverengi, yeşil, mavi, kalın ağır sular... biriktirilen artmayan bir akış... nurdan çehresi yağmurun, kasnağın tepinişi kendi bağnaz çevriminde; çekilişi bir o yandan bu öbür yana yalnızlık [i]srarıyla. una.. una.. una é una çığlığıyla o olanın o olmayanı yadsımasından dağılan yaş bağışıyla... sürdürülen can evi yıkımı, sis, buhur ve ıslaklık yemini. bu bir içim su tığıyla, işlediği dantellerle sonlunun çukurunu sonsuzla dolduran kayra yükü.
coşku külü, ben yangınından sonra doymuş inancın kanıtı.
Bir damla, bir damla daha iki damla etmez, daha büyük bir damla eder.
An itibariyle izliyorum..
Bir andrey Tarkovsky şaheseri.

Filmi bitirince bir roman bitirmiş gibi oluyorsunuz.