bugün

martı adlı fantastik romanın baş kahramanı.kendini sürüden ayırıp mükemmel olmak için çalışmış.zorluklarla karşılaşmasına rağmen yılmayıp hakettiğini kazanmış bir martıdır.bir ara kısa süreli ahbaplığımız olmuş benim kadar iyi uçamadığı için üzülmüş kadın meselesi yüzünden aramız açılmış kuştur...
sürüden ayrılanı kurt kapar sözünün her zaman doğru olmadıgını ıspatlayan martıdır
(bkz: martı jonathan livingston)
karıncalar gibi biteviye bi araya toplaştığımız, terli-nemli yaz zamanlarının saçmalığını ayrımsayamadığımız, abuk sabuk küçük mut parçalarını tevekkül edip yaşamak güzel şey be kardeşim, deye mırıldandığımız, hiç tatmasak da aahh aşk, deye dilimize pelesenk ettiğimiz sanrı sözcükleriyle kumsaati ömrümüzü tükettiğimiz, biz insancıkların -serinlemek için en azından- şiddetle okuması gerek amerikalı bi pilotun yazdığı başkaldırı manifestosu.
yeni bir yazar.

(bkz: hoş geldiniz)
denemekten yılmayan, düşe kalka öğrenen...
havacıların kutsal kitabı addettikleri martı kitabının konusu yüce martı.

ayrıca nick olarak kullanılması için umarım duyulan sempatiden ötesi mevcuttur yoksa ayıp olur kitabın başındaki metne.

--spoiler--
"içimizde yaşayan gerçek martı jonathanlara..."

richard bach
--spoiler--
"siz gidin ben sonra gelirim" diyerek yalnız kalma isteğini belirtti. ve onu kurtaran da bu cesaret cümlesiydi.
#3124020 no'lu entrysi neticesinde attığım kahkahalardan, kısa süreli bellek kaybı yaşamama neden olan yazar. hoşgelmiş, zaten buradaymış.
çıkarcı martı.
edit: yazar olana söyledim ben bunu, niye kötülüyorsunuz ki?
uçmak istiyordu,
martılarında yükseklerde uçacağını ıspatlamak ve en önemlisi
kendini aşmak istiyordu!
özel mesajdan tacizlerini sürdürmesi halinde uçan kaplanlara, uçaklara benzeyen kartallara sms çakacağım adamdır.

cumartesi gecesi boğazda rakı bardaklarımızı tokuşturacağızdır, alacağımız 25 yeteleler yeter de artar bile. * * *
"hadi be aslanım yürüüüü, seni kim tutar " nidalarımla okuduğum harika kitabın, harika kahramanıdır ki saygım sonsuz kendisine.
özgürlüğün bir başka adı.

iki ktap karakteri vardır benim için; biri bu deli martıdır.
diğeri başka bir delidir: (bkz: olric)
özgür kuş. inatçı kuş. asi kuş. başına buyruk kuş. nirvanaya ermiş kuş.

özellikle üniversite öğrencileri olarak almamız gereken çok büyük dersler vardır jonathan ın aşağılarda yemek peşinde koşmayı bırakıp yükseklere uçmak isteyişinde. kaçımızın cesareti var böyle birşeye? benim yok. olsaydı şimdi konservatuarda olurdum.
Ve farkındalık hissettirmişti artık kendini. Bir hücresi keşfedince öğrenmenin ve özgür olabilmenin tadını, durduramadı kimsecikler, ailesi bile. Üzülmedi dışlandığına ya da topluluktan farklı olduğuna, tek üzüldüğü şey vardı o da öğrendiği yararlı şeyleri onlara öğretemeyecek olmak. Varlığının bir yararı olsun diyeydi oysaki tüm çabası. Sevdiği, hayatının tutkusu olan şeye zaman ayırmaktı tek istediği. Denedi, istemediği şeyleri de yapmayı denedi sırf ailesi üzülmesin diye ama kısacık bir zaman dilimi kadar dayanabildi benliğini yitirmiş olabilmesine çünkü o, gerçek o değildi. Onu mutlu eden uçmaktı. Uçarken özgürdü. Uçarken yaşıyordu tüm iliklerinde ve uçarken gerçekti her şey.
Gocunmadı hiç düşmekten, yara almaktan ve tekrar denemekten. Biliyordu ilk denemede pes etse buralara gelemeyeceğini. Yaralarını sarıp baştan başladı denemeye. Her deneme bir öncekinin izini taşısa da hatalarını azaltıyordu git gide. Biliyordu ve inanıyordu, yapacaktı o en çok istediği şeyi. inancın yaşamda ne değerli bir duygu olduğunu da biliyordu ve ne olursa olsun azalmayan inancını büyük tutkusuna bağlıyordu her zaman çünkü tutkuları kendisine inandığı zaman gerçek olabilirdi. Bunun bilincinde olacak kadar tanımıştı hayatı.
Evet, başarmıştı, yapmıştı onu. Artık hayalden ibaret değildi hiçbir şey. Ama yapabilmek durdurmadı onu sadece hedeflerinin büyümesinde büyük rol oynadı o kadar. Artık kendi sınırlarının nereye kadar olduğunu ölçme isteği bürüdü bedenini. Bu sefer de sınırları zorlamaca oyunu oynayacaktı. Hem o oyunu oynayacak hem de bildiklerini anlatacaktı çünkü biliyordu ki bilgi anlatılmadığı ve aktarılmadığı sürece bir hiç olarak kalacaktır. Anlatmalıydı ama aynı zamanda daha büyük denemeler yapmaya da devam etmeliydi. içindeki öğrenme arzusunu, sınırları genişletme ve keşfetme duyusunu hiç öldürmemeliydi çünkü onlarla anlamlıydı hayatı. Onlarla mutlu oluyordu.
Sonunda anladı gerçeği. Aslında sınır diye bir şey yoktu. Gerçek doğanın, bilinen tüm rakamları aştığı, zamanın ve mekanın ötesine geçtiği zaman yaşanabileceğini bilmek en önemli şeydi ve başarmak için önemli olan şey inanmak değil, ne yaptığını bilmekti, yani bilincinde olmaktı.

işte özetlenince bu tür düşüncelere sahip olan kültürlü martıdır kendisi.

büdüt: imla
indigo'nun 3. albümüdür.
uzak kayalıkların martısı.
görsel
martı fletcher'e şöyle der aykırı martımız;
--jonathan--
gözlerinle gördüklerine inanma gördüklerin sınırlı olandır. bir de sezginle bak ki öğrendiklerinin bilincine varabilesin.
--jonathan--
ne güzel demiş değerli hayvanımız.
martıdır martı.
indigo'nun, hakkında şunları dediği albümüdür;
görsel
liderliğin kitabını yazan kuş.
anarşisttir.
Jonathan her gün daha çok öğrendi.

O artık yaşamak için, balıkçı tekneleri ve bayat ekmek artıklarının peşinde değildi.

Bir gün Jonathan yükseklerde uçarken yıldız gibi parlayan iki martı gelerek, ona, seni daha yükseklere, yuvaya götürmeye geldik dediler.

Ve martı Jonathan Livingstone kapkara bir gök yüzü içinde yıldız gibi parlayan iki martıyla birlikte gözden kayboldu.

Demek cennet bu diye düşündü ve kendisine gülümsedi.

Burada da durmadan, dinlenmeden yeni uçuşlar öğreniyordu.

Bir gün öğreticisiyle uçuş eğitimi yaptıktan sonra, kum üzerinde düşünürken eski dünyasını hatırladı.

Gıdaklamalar, gaklamalar yerine sessizliğin diliyle sordu.

Ötekiler nerede?

Bizlerden olan niye yok?

Ne tuhaf, benim geldiğim yerde... binlerce vardı.

Biliyorum diye başını salladı Sullivan ve devam etti.

Sana şu kadar söylerim ki, sen milyonda bulunansın.

Gelecek dünyamıza bu dünyadan öğrendiklerimizle biçim verebiliriz.

Hiçbir şey öğrenmezsen gelecek dünyan önceki ile aynı olur. Sınırlı, yenilenmeyen bir hayat, kurşun gibi ağır ve anlamsız olur."

- - - - -

Jonathan bir akşam kumda dinlenirken en yaşlı martı Chiang'ın yanına yaklaştı.

-Chiang burası cennet değil değilmi? Diye sordu.

Yaşlı martı ay ışığında gülümsedi. Yine öğreniyorsun martı Jonathan dedi.

-Peki bundan sonra ne olacak? Nereye gidiyoruz? Cennet diye bir yer yok mu?

-Hayır Jonathan öyle bir yer yok.

O NE BiR YER , NE DE BiR ZAMAN. CENNET, KENDiNDE KUSURSUZLUĞU BULMAKTIR.

Bir an sessizlik oldu.

-Sen çok hızlı uçucusun değil mi?

-Ben ben hızı çok severim dedi.

Kusursuz hıza eriştiğin an cennetin kapısına yaklaştın demektir Jonathan.

Ve bu ne binlerce kilometre hızla, ne de ışık hızı ile uçmak demektir.

Çünkü her hangi bir sayı sınırdır. Ancak kusursuz hızla olunabilir. Ancak kusursuz hızla orada olunabilir.

Birden Chiang kayboldu ve aynı anda on beş metre ilerideki su kıyısının yanında belirdi.

Bunlar bir an içinde olmuştu.

Tekrar kayboldu, bu defa Jonathan onu omuz başında gördü.

Şaşkınlıkla cennet meselesini unutmuştu.

Nasıl yapıyorsun bunu?

Ne hissediyorsun?

Ne kadar uzağa gidebilirsin?

istediğin herhangi bir yere, istediğin zaman gidebilirmisin?

Ben aklımdan geçen her yere ve zamana gittim dedi, yaşlı martı.

Kusursuz bir hızı öğrenme uğruna her şeyi, her şeyi feda edenler, her yere gidebilenlerdir.

Hatırla Jonathan, cennet yer ve zaman değildir.

Bunlar o kadar anlamsız ki.

Jonathan heyecanla " Bana öyle uçmayı öğretebilirmisin? " diye sordu.

Chiang genç martıyı dikkatle süzerek

"Düşünce kadar hızlı uçmak için, gideceğin yer neresi olursa olsun şimdiden oraya vardığını inanarak başlaman gerek. " dedi.

Chiang'a göre bu işin kuralı Jonathan'ın kendisini yüz beş santimlik kanat açıklığı olan ve uçuş rotası belli bir gövdenin sınırları içinde görmemesi idi.

Bu işin kuralı öz yapısının, adı konmamış bir kusursuzlukla zaman ve mesafenin ötesinde, her yerde aynı anda yaşadığının bilincine varmaktır.