bugün

idam cezasina carptırılan kişinin infazını yapan şahıs.
osman aysu'nun bir kitabı
Dolduruyor
Güneşi, ayı, yıldızları, dolduruyor hepsini

Baldıranıyla
Kararıyorlar

Akşamüstünü dolduruyor ve sabahı, kararıyorlar
Denizi dolduruyor

Doldurulmuş kör göğün altına giriyor
Doldurulmuş ışıksız yüzünün üstünden geçip suyun

Irmakları dolduyor, yolları ahtapot kolları gibi
Dereleri dolduruyor, patikaları, damarlar gibi

Karanlık damlıyor musluktan karanlık
Yapışıyor insanın tabanlarına

Aynayı dolduruyor, kupayı
insanın düşüncelerini dolduruyor gözlerine dek

Görülüyor insanın arkadaşlarının gözlerini doldurduğu
Ve elini kaldırıp gözlerine dokunuyor insan

Onun tümüyle doldurduğu
Ona dokunuyor

Ne olduğunu bilmiyor
Artık kendinin olmayana

Herşey daha
insanın gözlerinin açılmadan olduğu gibi *
tabure tekmeleyen, kurşun sıkan, giyotinle ya da kılıçla kelle kesen türevleri görülmüştür tarihte. devletin beslediği ve devletin istediği gibi çalışan, sabah dokuz akşam beş mesaisi olan asgari ücretli katiller *.
yelkovan sırtı gibi
kör bıçak
bir kadının
aşksızlığına mı
sığınacak yine

acı zamana değil de
ete aksın
diye

bu
nasıl bir
cehennem sorgusu demiyeceğim
erkeğin kabusunu
ininde öldüreceğim

acı
kadına değil de
cellata aksın
diye *
(bkz: nikah memuru)
bugün salı
bir ay oldu onu asalı
solmuştur şimdi
karısının, mezarına koyduğu çiçek
vücudu yavaş yavaş çürüyordur
yakında burnu düşecek

oysa
ne bir kötülüğü oldu bana
ne de kendini tanıyorum
birkaç kuruş için geçirdim ipi boğazına
parmaklarımdan utanıyorum *
sadece çingenelerden seçilmişlerdir...
adnan menderes, fatih rüştü zorlu, hasan polatkan, deniz gezmiş, yusuf aslan ve hüseyin inan i asan ama apo yu asamayandır.

cellat sana söylüyorum, artık kim üzerine alınır bu saatten sonra kim üzerinden atmaya çalışır onu bilemem.
başrolde kadir inanır ın oynadığı sinema filmidir.

kötü ötesi bir filmdir. sakın gitmeyin.
- eski türklerde kırbaçla uygulanan dayak cezalarını yerine getiren kişi.

- osmanlıda her türlü ölüm cezasını yerine getiren kişi.

- divan edebiyatında sevgilinin gözleri ve gamzesi aşığın ölümüne neden olacak kadar güzel sayıldığından cellat diye tanımlanır.
"olmaz ol gamze-i cellad gibi bir afed" (nefi)
beddua almasinlar diye dindar ahaliden ayri gomulen ve bos mezar tasina sahip olan lanetlenmis kullardir...
abd de bu sıfatı hemşireler taşımaktadırlar.
(bkz: lethal injection)
osmanlıda mezar taşı olarak kendilerine, üzerinde hiçbir şey yazmayan siyah granit bloklar seçilen ve şehrin çok dışında bir yere gömülen kişilerdir. nedeni ise insanlar isimleri ile beddua etmesinler diye. *
ahmet erhan şiiri.

Sanırım bitiyor artık
Bu serüven, bu yaşam
Eski bir dost kılığında
Ve dönüp bakmadan

Dört yönden, aynı anda
Vuruyor rüzgarlar
Böyle ayakta durabiliyorum ancak
Poyraz, lodos, karayel

Şiirler okuyorum
Yatağında uyuyan oğluma
O bir su damlası gibi
Gülüyor katılırcasına

Artık çok geç
Yağmurun izini sürmek için
Gençliğimin solduğu sokaklarda
Ağır ağır ip sıkıyor cellat
Uyanıyorum
Kendi elim boynumda...
günümüzde idam cezası olsaydı, mutlaka kpss3 puanına bakılarak seçilecek meslek grubuna ait insanlar olurlardı. her iş alanında yığılma var.
topkapı sarayı avlusunda bulunan bir çeşme, kendilerinin infaz sonrası kanlanan ekipman ve ellerini yıkamaları için vücuta getirilmiştir. buram buram tarih kokar. ancak; insanımız burayı hayrat sanıp para atmaktadır, içe dert olmaktadır.
haklarına dair tek kalıntılar; pierre loti tepesi ardındaki bir mezarlıkta konuşlanan, isimsiz mezar taşlarıdır.
Gönül hecesi şarkısıyla bizlere işkence yapan insan. **
http://www.youtube.com/watch?v=PsDRLHGM9u8
Osmanlı'da cellat mezarlarına, yazısız, düz, dikdörtgen taş konurdu. istanbul'da iki yerde cellat mezarlığı vardı ama artık ikisi de tamamen yok oldu.
Osmanlı'da adam asmak, boğmak ve kelle kesme cezasını dilsiz ve sağırlardan oluşan cellatlar yerine getirirdi. infaz şekilleri, yani öldürme şekilleri kişinin konumu, mevkii, rütbesine ve işlediği suça göre değişirdi. Osmanlı sultanları ve şehzadelerinin kanı dökülmez, yay kirişi, ip ve kementle boğularak öldürülürlerdi. Padişah ve diğer yüksek rütbeliler için her an hazır durumda sarayda kadrolu cellatlar bulunurdu. Ölüm cezalarını onlar uygulardı.

infazın Topkapı Sarayı Bahçesinde, Cellatlar Çeşmesi'nde yapıldığı ileri sürülüyor. infazdan sonra kanlı baltalarını ve ellerini yıkadıkları anlatılır. Çeşmenin etrafında ibret taşları vardı. Bunların üzerinde kesilen başlar sergilenirdi. Öldürülen kişinin üzerinden çıkan kıymetli eşyalar ve kıyafetleri celladın olurdu. Cellatların, cesetleri yakın akrabalarına sattığı da anlatılıyor.

Osmanlı'da cellatlar normal mezarlıklara alınmıyordu. Gece ve gizlice gömülüyorlardı. Mezar taşlarında, isim ve tarih yoktu. Dikdörtgen, düz taştan ibaret mezar taşlarında hiçbir işaret bulunmamasının sebebi, öldürülen kişinin geride kalan yakınlarının, bunları mezar taşlarından bulup tahrip etmemesi düşüncesiydi.

istanbul'da iki yerde cellat mezarlığı olduğu biliniyor. Haldun Hürel, "istanbul'u geziyorum gözlerim açık" adlı eserinde bunlardan birinin, Edirnekapı'dan Ayvansaray'a inen kara surlarının Eğrikapı civarında olduğunu yazar. Fakat bu mezarlıktan geriye hiçbir şey kalmamış denilebilir.

Diğeri de Eyüp Sultan Mezarlığı'ndaydı. Pier Loti yakınlarında, diğer mezarlıklardan uzakta kurulan cellat mezarlığı da tamamen yok olmuştur. Uzun aramalardan sonra tek tük cellat mezar taşı bulunmuştur. Dünyada bir başka örneği olmayan mezarlığın açık hava müzesi olan kullanılması bir dönem istense de bu gerçekleşmediği gibi mezar taşları da korunamamıştır.
kılıçlarının ucu küt, tokmaklı olurmuş. diğer kılıçlara göre biraz daha ağır kılıçları vardır.
umumiyetle hırvat dönmeleri veya çingenelerden seçilen cellatlar, 15. yy dan itibaren kullanılmaya başlanmıştı. 16. yy da padişahın özel koruması olan dilsizler, aynı zamanda cellat vazîfesini de ifa ederlerdi. dilsizler, padişahın en küçük bir işaretinin dahi ne anlama geldiğini çok iyi bilirlerdi. sağır ve dilsizlere bu vazifenin tevdî edilmesi, mahkumun son çığlıklarını duyup etkilenmemesi ya da kurbanın yalvarmasıyla merhamete gelmemesi içindi.
görsel
eski devirlerde, kılıç veya balta kullanılarak yapılan infazlarda, bir süre sonra kullandıkları materyallerinin aşınmasından şikayetçi olurlardı. hatta 1600'lerde bir cellat, suçlunun başına tam "29 defa" balta indirmesine karşın, gövdesinden ayırma başarısını gösterememiştir. benzer durumlar nihayetiyle, zanlı yakınlarının kendilerine "suçlunun canını acıtmaması için" para teklif ettikleri bile oluyormuş. anne boleyn'in idamı için kocası kral henry'in en tanınmış cellatlardan birisini, yüklü bir parayla görevlendirdiği bilinir.
tüm bunlar, muhalif sindirmek isteyen iktidar sahiplerini, daha ölümcül ve pratik ölüm makinaları icat etmeye itmiştir.
türkiye cumhuriyeti döneminde gerçekleştirilmiş infazların hemen hemen tamamında devlet cellatlık görevini çingenelere yaptırmıştır.
devlette hiçbir zaman cellat kadrosu olmadı. infazlar gerçekleştireleceği zaman çingenlerden birine yapacağı infaz kaşılığında yevmiye verilirdi.
eli kanlı devlet adeta çingeneleri kiralık katil olarak kullanıyordu.

bu konuya nazım hikmet'de bir şiirinde yer vermiştir.
söz konusu şiirin söz konusu kısmı şöyledir:

ölüm
bir ipte sallanan ölü
bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm
fakat emin ol ki sevgilim
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer ipi boğazıma
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar nazım'a!
osmanlı döneminde cellatlar genellikle hırvat ve çingeneler arasından seçilirmiş. bu seçilen cellatların arasında atılan çığlıkların duyulmaması ve celladın etkilenmemesi için sağır ve dilsiz olanları ön planda olurmuş. ün sahibi olan kişileri ise rütbeli cellatlar öldürürmüş. o dönemde yaşayan insanlar cellatları hiç sevmezmiş ve lanet okurlarmış. ayrıca cellat mezar taşında ise herhangi bir yazı bulunmaz. 1.5 metrelik yazısız düz taş görürseniz bilin ki cellat mezarıdır.