bugün

Pes... Pes ediyorum. Hayatımda ilk defa bir şeyden pes ediyorum. Saçma sapan umutlarımdan, rüyalarımdan, belkilerimden, beklentilerimden, kendimden bile sakladığım duygularımı anlama çabamdan pes ediyorum. Hiç büyüyememiş duygularımla, hiç var olamamış sana ulaşma çabamı bırakıyorum. Artık tıpkı adın gibi özgürsün. Girdiğin rüyalarımdaki cümleler artık bir romanın dört dakika sonrasında unuttuğum kelimelerinden ibaret. Sürekli verdiğin vaazları artık duymuyorum. Dinlemiyorum çünkü. Artık her an dibinde olacağın bir yük değilim sana. Sen, yalnızlığımın biricik ilacı, özgürsün! Bir hayalden ibarettin, artık bir hayal bile değilsin.
Gör diye, duy diye, bil diye yazıyorum. bıktım, usandım, yoruldum, paramparça oldum sana kendimi, halimi anlatana kadar. Yenildim işte belki sevinirsin, belki kutlarsın. Bırak bu hırsını, bu düşmanlığını, vurdum duymazlığını. Uzat elini barışalım...
Biliyorum yazdıklarımı hiçbir zaman görmüyeceksin ama ben yine de yazma gereği duyuyorum içimde uzun zamandır tutuyorum bu hissi , tutmak zoruma gitmiyor ama beni fark etmemen , görünmezmişim gibi davranman canımı o kadar acıtıyo ki anlatamam bu acıyla nasıl yaşanır daha öğrenemedim , unutmama bir türlü fırsat da vermiyosun ki , her gün rüyalarımdasın ...
Ya kendin gel ya da haber yolla .
Gülüşü istanbul
Gülüşü vapur
Gülüşü martı
Gülüşü acıların en güzel rolü kadın.
Bedenini ruhuma basmak için ruhumdan vazgecerim;
Ama ruhun incinir, buna dayanamam.
Yoksa inan, gülüşüne kurbanlar keser, bayramlar ilan ederim..
Ben senin erken yaşlanmış gençliğinim.
'Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim.'
pek takmıyorum aslında :D
Ya gidişin zamansızdı, ya da sonlar anlamsız.
ya gidişin zamansızdı, ya da sonlar anlamsız.
Cidden ne boktan birisin sen ya 4-5 saat önce arkadaşız diyip sonra takipten çıkarmak da nesi? Bi rengin olsun bi öyle bi böyle yapma. Sana acidikca olan bana oluyor. Yapma. Azcık ofkene hakim olmayı öğren. Ve pişman olup bana yazavaksin biliyorum
Ne yazsam yakışmıyor sana.. ne yazsam yetmiyor içimdekileri anlatmaya.. uykulu olduğumda dökülsem yine sana en kuytularımı, olmaz mı?
Birimiz inatçıyız, diğerimiz oyuncu. Farkındayım çok gülünç, acınacak hale geldik. Ben derim ki bu saatten sonra olmasını istediğim şeyler olsun. Zaten buraya kadar gelmişiz değilmi? Seni sevmek, seninle sevişmek, hatta seninle yatmak için sarf ettiğim çabayı başka bir kadın için sarf etmedim ve ısrarcı olmadım. Devrik günlerimde yanımda oldun ve o günlerde ben başımı yastığıma koyduğumda seni hayal etmekle yetindim yalnızca. Kırmızı dudaklarına dudaklarımı dayamayı ve saatlerce bitmek bilmeyecek hararetli sevişmeyi, düz saçlarını ellerim ile narin biçimde okşayıp sonra başımı memelerine yaslamayı, ardından senin cinsel yönden ilkin olmayı istedim ve bunu sana açık ve net şekilde bildirdim.
(bkz: okumadım).
Bundan sonra sana ya da başka birine , sana olan sevgimden bahsedersem bana da yazıklar olsun.
rengarenk bir yerde uyandı aberystwyth. yumuk gözleriyle çevresine baktı merakla. bir anlam veremedi. neden evinde olmadığı hakkında hiçbir fikri yoktu ve hiçbir şey hatırlamıyordu. yavaşça yerinden kalktı. kendisini çok yorgun hissediyordu...

üstüne başını silkeledi. yeniden çevresine baktı. uçsuz bucaksız bir yerdeydi. daha da ileriyi görmek için parmak uçlarıyla yükseldi ama bu işe yaramadı. her yerde mavi mavi ağaçlar ve kırmızı taşlar vardı. kafasını kaldırdığında turuncu bir gökyüzüyle, siyah bulutlarla karşılaştı. ufak ellerini uzattı, çiseleyen yağmurun damlalarına dokundu. gülümsedi...

ellerini indirdi ve renklere basarak ilerlemeye başladı. nereye gideceğini bilmiyordu, tedirgindi. mavi ağaçların içinden patika gibi bir yola girdi. girişte durup yolun sonuna baktı, bir şey göremedi. yürümeye başladı, ufak adımlarıyla. hava hala bulutluydu. birkaç dakika sonra yolun ilerisinde bir karaltı gördü aberystwyth. yaklaştığında, karaltının dev, ürkütücü bir duvarın gölgesi olduğunu anladı. eliyle duvara dokundu, soğuktu. yerden siyah bir taş aldı ve duvara bir kapı çizdi, yamuk çizgilerle. bitirdiğinde taşı elinden bıraktı. çizdiği kapıya yavaşça dokundu...

kapı ağır ağır açıldı. kapıdan geçti aberystwyth. kapattı...

duvarın diğer tarafından farklı değildi geldiği yer. tam karşısında göğü delen, masmavi ağaçlar vardı. ağacın yanından da sarı bir nehir akıyordu. nehrin kenarına gidip yansımasına baktı, uzun uzun. elini kaldırdı... nehir aynı şekilde karşılık verdi.

aberystwyth yeniden gökyüzüne baktı, hala turuncuydu ve yağmur çiselemeye devam ediyordu. nehrin kenarından ayrılıp ağacın diğer yanından aşağıya doğru yürümeye başladı. yine uzun, yılan gibi kıvrılan bir yol vardı karşısında...

ve mavi, sarı ağaçlar; kırmızı, mor taşlar, rengarenk kuşlar... her şey büyüleyici bir güzellikteydi...

yaşamın aslında sandığı gibi flu, soluk olmayabileceğini düşündü aberystwyth. bunların nasıl olabileceğini, nasıl gerçekleşebileceğini...

bu büyülü dünyada olmaktan mutluydu... havayı içine çekti. toprağın kokusu geldi burnuna. onu sakladı. yılan gibi kıvrılan yolda ilerlemeye başladı, acele etmeden. yorulmuştu ama bunu o kocaman kafasına takmıyordu. çok geçmeden, biraz ileride bir karaltı daha gördü. bunu beklemiyordu, şaşırdı. durup kafasını kaldırdı...

yine bir duvar vardı karşısında, neredeyse her yeri karanlığa gömecek kadar büyük olan. aberystwyth etrafına baktı. biraz uzağında bir siyah taş gördü. oraya gidip taşı aldı ve duvarın yanına geldi.

bir yol çizmeye başladı duvara, uzun, sonu görünmeyen. bitirdi...

taşı yavaşça elinden bıraktı. çizdiği yola doğru bir adım attı. sonra bir adım daha...

artık yoldaydı. arkasına bakmadı, "yoluna" devam etti. burası da o büyülü dünyanın bir parçasıydı. her yerde bir "renk" vardı. çizdiği yolu da geçtiğinde, kısa ama derin yeni bir yolun ortasında buldu kendisini...

yolun kenarına ve dışına baktığında bazı ağaçların ve taşların renksiz olduğunu gördü. şaşırdı, morali bozuldu. beklemediği bir şeyle karşılaşmıştı. neden böyle olduğuna bir anlam yükleyemedi, belki de yüklemeye gücü yetmedi.

umutsuzca çevresine bakarken, yolun dışında bir şeylerin olduğunu gördü. koşarak oraya doğru gitti...

her renkte boya kutuları vardı. mavi, kırmızı, sarı, mor, siyah... her renkte... bir de boya fırçası.

mavi boyayı ve fırçayı aldı. renksiz ağacın yanına gitti ve fırçayı boya kutusuna soktu. ağacı boyamaya başladı... bitirdi.

bu defa da kırmızı boya kutusunu alıp renksiz taşları kırmızıya boyadı...

çok yorulmuştu. olduğu yerde uyuyakaldı... yeniden uyandığından hiçbir şey hatırlamıyordu...

(bkz: yaşamınız ne kadar renkli olabilir? belki de sadece "istediğiniz kadar")
Belki okuyosun belki okumuyosun bilmiyorum ama çok özledim. Sana bi defa sarılmak için elimde avcumda ne varsa herşeyimi verebilirim. Gel artık gel gel. Sende beni seviyosun ilk gün ki gibi hemde neden gelmiyosun. Biliyorum çok üzdüm seni çok kırdım affet herşeyi silip tekrar başlayalım. Herşey yarım sensiz. Sende mutlu değilsin bensiz biliyorum. Eskisi gibi olalım çok özledim seni.
istanbulun soğuk kış akşamlarında koluma girdiğinde sana dönüp dudaklarındaki parıltıyı gördüğümde severdim seni, sana hediye aldığımda içindeki heyacanı hissettiğimde elimi kalbinin üzerinde koyduğumda kalbinin atışının hızlandığını görünce severdim seni...
öyle yada böyle geçmiş bir bir çıkıyor yeniden karşıma. yoksun. geçmedi mi hala?
sana minnettarım. ama daha Kim olduğunu bilmiyorum. muhtemelen de hiç öğrenemeyeceğim.
Ama başkası okuyor. nokta
canımı yaksan da seni çok seviyorum, pamuk kalbine beni almadığın beni şaşırtmadı çünkü ben hep kaybettim. zaten ne olacaktı ki? seninle yanlış zamanda tanıştık, zor zamanlarımdı. babasını kaybetmek üzere olmasına rağmen acısını içine atıp seni eğlendiren genci bilmiyordun, bilmiyordun onun içinde yanan ateşi. seni bu yüzden suçlayamıyorum çünkü seni çok seviyorum. sevgi geçer nefretin önüne.
Yengem olacak yaratık; bir kez daha annemin adını orada burada ağzına alırsan, ağzına bomba sokup patlatırım. Diri diri yakarım lan seni. Erkek çocuk için annenin ne anlama geldiğini biliyorsundur az çok senin de oğlun var çünkü. Akıllı ol. Belanı sikerim.
ey orospu çocuğu dedeler! size yazıyorum bunu. birinizi bir parkta yakalarsam bastonunuzu götünüze sokarım. dedeliğinizi bilin ve bunun gereği olan camiye gidin. şüphesiz ki en hayırlısı budur.
gözlerini yavaşça araladı aberystwyth. tavanı izledi bir süre, sonra duvardan birkaç nokta seçti, gece yatarken yeniden onları bulmak için. kedi gibi gerindi...

yatağından kalkıp dışarı çıkmak istedi ama bunu yapmaya üşeniyordu. ufak elini yataktan sarkıtarak arkasındaki sobaya sobaya doğru uzattı. sobayı açık unutmuştu. eli yandı... diğer eliyle elini tuttu sıkıca. canı çok yanmıştı. kalkmak için yavaşça doğruldu. deniz kenarında bir iskeledeymiş gibi uzun uzun sallandırdı ayaklarını, yatağın kenarından. eli çok acıyordu. yataktan kalktı, bir şeyler yapmak için.

duvardaki saate baktı, ters ilerliyordu.* şaşırdı...

ilk aklına gelen şey, annesinin odasına gidip uyuyup uyumadığına bakmak oldu. uzun ve dar koridordan geçerek odaya doğru ilerledi. odaya gelince ürkekçe uzattı kafasını kapıdan. annesi yoktu. ağlamaklı oldu, yine de kendisini tutmaya çalıştı "umudundan".

karnı acıkmıştı ama annesi olmadan bir şey yapamazdı. saatine baktı, hala ters ilerliyordu.* ne olduğunu anlamaya çalışmadı, belki de çalışamadı.
mutfağa doğru ilerlemeye başladı, küçük adımlarıyla. buzdolabına doğru elini uzattı. kapısı ters taraftaydı.* bir anlam veremedi, verseydi de anlamsız olacaktı.

buzdolabının kapısını açtı, annesinin aldığı peynirden başka yiyecek bir şey yoktu. canı bir şey istemiyordu zaten. peyniri alıp tabağına koydu. çevresine baktı ve ışığı kapatıp çıkmak için kapıya doğru yürüdü. ışığı kapatırken anahtarın ters olduğunu fark etti...*
salona geçti. elindeki tabağı masanın üstüne bıraktı. hala üşüyordu. odasına dönüp battaniyesini almak istedi ama bunu yapacak gücü yoktu. kendisini iterek odaya kadar gitti. battaniyesini bir bacağı kırık olan sandalyesinin üzerine bırakmıştı. odadaysa ne sandalyesi vardı, ne de battaniyesi. bulamadı. kafasını çevirip arkasına baktı, ikisi de oradaydı. sessizce aldı battaniyeyi. dar ve uzun koridordan bir defa daha geçip salona gitti, elindeki battaniyeyi yere sürterek. bu yok onu fazlasıyla yoruyordu...

salona gelince peynirini yemeye başladı, üşüyen elleriyle. çok uykusu vardı ve dışarı çıkmak istemiyordu ama gitmek zorunda olduğunu biliyordu. ağır ağır tabağındakileri bitirdi.

boşlukta hissediyordu kendisini, aynı bir kar tensi gibi yavaş yavaş yere düşen, eriyişini bekleyen.

isteksizce yerinden kalktı... odasına gitti yeniden. kırık çekmecesinden atkısını ve eldivenlerini aldı, sıkıca giyindi. sonra salonun yanındaki hole gitti. aklından, sabah kafasından işaretlediği noktaları geçirdi, onları nerede bıraktığını hatırlamaya çalıştı... ayakkabılarını giymek için kapının önündeki hasır tabureye oturdu. ayakkabılarının bağcıklarını bağlarken gözü duvardaki aynaya takıldı!

duraksadı bir an...

elindekileri bıraktı aniden aniden. aynanın karşısına geçti...

derin derin baktı, uykusuzluktan şişmiş gözleriyle. yansımalarını izledi. aynanın diğer tarafında ne olduğunu merak ediyordu. elini açarak aynaya dokundu yavaşça. kendisi de ona dokundu.

birden eli aynanın içine girdi. korkmuştu, kolu omzuna kadar aynanın içindeydi. kendisini çekmeye çalıştı... kurtuldu.

donakaldı... derin derin nefes alıyordu korkuyla, kalbi yerinden çıkacak gibiydi. bir adım attı geriye doğru. aynanın diğer tarafına geçebilirdi. kendisiyle savaşıyordu bunu yapmak için.

yanık elini, titreyerek uzattı aynaya doğru yeniden.

aynaya dokundu. eli, sanki bir bataklıktaymış gibi aynada kayboluyordu. derin bir nefes aldı ve aynanın içine doğru atıldı bir anda, tamamen aynanın içine girdi bu kez...

artık aynanın diğer tarafındaydı. saatine baktı. normal ilerliyordu...

(bkz: belki de yaşamanız gereken yer burası değildir)
Biraz önce instagramda gezerken "senin için öneriler" kısmında hesabını gördüm. Fotoğrafına Baktım , baktım , daha uzun baktım. istek gönderemedim , bu kadar yakından tanıdığın , o istese ciğerini bile verebileceğin bir insanın gün gelip yabancı olmasının da garip bir his olduğunu anladım. Sustum , bir şey yokmuş gibi yine devam ettim.
tam 1 sene ve 3 ay oldu. nasıl bir boşluktu bıraktığın . ne kadar yalnızım.