bugün

madem ilgilenmiyordun,nereden öğrendin de elinle koymuş gibi beni bulup çağırdın o terasta.baktın ki hiç bi şey olmamış gibi şapırdatarak şeftalimi yiyorum, niye durmadan baktın gözümün içine içine.niye dönüp gitmedin gerisin geriye.niye en masum ses tonunla en sıcak titreşimlerinle ruhumu fethettin o sıcak yaz günü.yanına oturduğum iki göz evde bakarken ben sürekli sana neden durdu zaman.neden hiç düşünmedin bunları da yıllar sonra herşeye sıfırdan başlıyormuş gibi yaklaştın.sorular çoktu ama cevap hiç yoktu.öyle bi kesip attın ki o cıvıl cıvıl bahar günü.hiç mi hormonların dur demedi.hiç mi titrek sesin titremedi bir kez daha.hiç mi sormadın kendine"bu çocuk benimle bu kadar ilgileniyorsa mutlaka bana karşı boş değildir"diye.hiç mi aklına gelmedi o sobanın başında oturup çalışmalara yardım edişim.kilometrelerce öteden gelişlerim.minibüslerin arka koltuklarındaki muhabbetlerimiz.
aberystwyth çalar saatin gürültülü bir şekilde çalmasıyla korkarak uyandı...

uykusuzluktan acıyan yumuk yumuk gözlerini aralamaya çalıştı. kafasını ağır ağır çevirerek çalar saatine kızgınca baktı. saatini aldı ve yirmi dakika sonra çalacak şekilde kurdu. minik gözlerini kapattı ve uykuya daldı...

beş dakika sonra, çalar saatin çalmasıyla tekrar uyandı. elindeki çalar saati yatağının içine bıraktı ve sıcacık yatağından kalktı. evin içi çok soğuktu. hemen, bir bacağı kırık olan sandalyesinin üzerinden kazağını alıp giydi. zaman kaybetmeden diğer kıyafetlerini de giyerek odasından çıktı.

dar ve uzun koridoru koşarak geçti ve eskimiş ayakkabılarını giydi. daha sonra kendini dışarı attı.

dışarıda lapa lapa kar yağıyordu ve hava çok soğuktu. aberystwyth, merdivenlerden çıkıp yola ilk adımını attığında, kendisini göğsüne kadar kara gömülmüş olarak buldu. artık daha fazla üşüyordu. bir kaç adım daha atarak yola çıktı.

önce sağına, sonra soluna ve tekrar sağına baktı... hiç kimse yoktu.

kafasını gökyüzüne doğru kaldırarak karın sesini dinledi ve yüzüne düşen kar tanelerinden birini alarak montunun cebine koydu.

sonra, yolun sağından yavaş yavaş yürümeye başladı. bir süre sonra aniden durdu ve soğuktan donmuş burnunu çekerek arkasına baktı...

evini göremiyordu. farkında olmadan evinden çok uzaklaşmıştı. bir anda, yerde, sabahleyin çalar saatinin kendisinden çaldığı on beş dakikasını gördü. eğildi ve üşümüş ellerini uzatarak on beş dakikasını aldı...

uykusu biraz açıldı. gözlerini ovuşturarak çevresine baktı...

yere oturdu ve bir kardan adam yapmaya başladı. cebindeki kar tanesini çıkarıp ufak bir kar topu yaptı. sonra, ufak kar topunu yerde yuvarlayarak büyüttü. kardan Adam'ın gövdesini yapmak için biraz daha kar topladı ve ilkinin üzerine koydu. son olarak, kardan Adam'ın kafası için de kocaman bir kar topu yaptı ve yerine koydu...

geriye doğru adımını attı ve kafasını kaldırarak kardan Adam'a baktı. uykulu gözleriyle gülümsedi aberystwyth...

ama bir şeyler eksikti. mesela bir havuç...

hemen bir havuç aramaya koyuldu. geldiği yoldan geriye doğru koşmaya başladı. dakikalarca koştu. çok yoruldu...

geldiği yoldan aynı şekilde geriye dönmesine rağmen evini bulamadı. başka bir yola girdi ve nereye gittiğini bilmeden koşmaya başladı. koştu, koştu ve koştu...

nefes nefese kalmıştı. koşmayı bıraktı. kafası önünde yere oturdu. birkaç boş dakikanın ardından kafasını kaldırdı ve... evinin tam karşısında olduğunu fark etti. hemen merdivenlerden inerek evine girdi. annesi hayatta olsaydı, kızacağını bile bile karlı ayakkabılarını çıkartmadan kendisini mutfağa attı. buzdolabını açtı ve bir havuç aldı.

yeniden dışarıya çıktı ve karanlık yoldan kardan Adam'ın olduğu yere doğru koşmaya başladı. çok geçmeden onu buldu. derin bir nefes aldı. ve kardan Adam'ın yanına giderek burnuna havucu sapladı.

yeniden gülümsedi aberystwyth...

ama...

hala bir şeyler eksikti.

kardan Adam'ın gözleri, ağzı ve kolları yoktu. gözleri için biraz kömür ve kolları için de dal parçalarına ihtiyacı vardı.

aberystwyth, ilk olarak dal parçası aramaya başladı. çevresine baktı, dal parçası yoktu. ufak bir ağaç buldu. ağacın dallarını soğuktan buz gibi olan elleriyle kırdı. sonra elindeki dal parçalarını, kardan Adam'ın yanına giderek onun kollarına sapladı.

hemen hemen her şey tamamdı. tek eksik biraz kömürdü ama aberystwyth çok yorulmuştu. biraz dinlenmek istedi. kafasını, kara gömerek uyumaya başladı...

rüyasında kardan Adam'ı gördü. ürkerek uyandı. hızlıca kalktı ve üstündeki karları silkeledi. kömür aramaya koyuldu. kardan Adam'dan uzaklaştı...

bir süre sonra, karanlığın arasında birini gördü. korkak adımlarla onun yanına yaklaştı. "biri", aberystwyth'e, kendisine birkaç dakika verirse bunun karşılığında biraz kömür verebileceğini söyledi. aberystwyth çaresiz kabul etti... cebinden on beş dakikayı çıkarttı ve ona verdi. "biri" uykuya daldı...

aberystwyth'in de gözleri kapanmaya başladı ama kendisini zorlayarak "biri" nin ellerinden kömürleri aldı ve ağır adımlarla yeniden kardan Adam'ı aramaya başladı.

uzun bir yolculuktan sonra onu buldu. ufak adımlarla yanında gitti. cebinden kömürleri çıkarttı. önce, iki parça kömürü gözlerine sapladı. sonra, cebinden bir parça daha kömür alarak, kardan Adam'ın ağzını oluşturdu.

son olarak, boynundan atkısını çıkarttı ve kardan Adam'ın boynuna sardı. geriye çekildi...

kardan adam, yorgun aberystwyth'e gülümsedi.

aberystwyth, sevinerek ona sıkıca sarıldı...

kardan adam dağıldı...
fiziki dayak yaraları iyileşiyor da, ruh dayak yediğinde kırıklar kalıyor hep, bil istedim.
aberystwyth, kafasını yerinden çıkartarak orta yuvarlağa dikti. iyice gerildi...

yumuk yumuk elleriyle kafasına umutsuzca baktı. elleri doldu ama bu bir şeyi değiştirmeyecekti. bir anda koşmaya başladı ve... kafasına vurdu.

kafası havada ilerlerken, aberystwyth olduğu yere çakılı kaldı. kendisini yere bıraktı...

yaptığından çok fazla pişmanlık duyuyordu. kocaman da olsa, anlaşamasalar da, o, onun kafasıydı. aberystwyth, bir kaç sessiz dakikanın ardından kafasını aramaya koyuldu.

o kadar sert bir vuruş yapmıştı ki, kafası stadyumun dışına çıktı ve havada birkaç dakika yol aldıktan sonra kapkaranlık bir araziye düştü. o sırada orada misket oynayan çocuklar, aberystwyth'in kafasının başına toplandılar. çocuklar, aralarında gülüştüler. çünkü ilk defa o kadar büyük bir kafa görüyorlardı.

çocuklardan en şişman olanı eğilerek aberystwyth'in kafasını aldı. onu elleriyle havaya kaldırdı ve; "bu misket benim!" diyerek pis bir kahkaha attı. diğer çocuklar, istemeden de olsa şişman çocuktan korktukları için bunu kabul ettiler.

şişman çocuk, aralarında en çelimsiz olan çocuktan misketlerin hepsini dizmesini istedi. çelimsiz çocuk, elleri titreye titreye onun istediğini yaptı. şişman çocuk, aberystwyth'in kafasını eline aldı ve misketlere doğru sert bir vuruş yaptı. aberystwyth'in kafası en baştaki miskete doğru ilerlerken yerdeki bir taşa çarptı ve misketlerin yanındaki yoldan aşağıya doğru yuvarlanmaya başladı. şişman çocuk ve diğerleri panikleyerek onun arkasından koşmaya başladılar. yokuşun başına geldiklerinde, aberystwyth'in kafası çoktan kaybolmuştu...

çelimsiz çocuk buna çok sevinerek gizlice gülümsedi. şişman çocuksa... sinirli sinirli, misketini bulmak için yola çıktı.

aberystwyth'in kafası, uzun yokuşu hızlı bir şekilde geçtikten sonra bankta oturan yaşlı bir adamın ayaklarına çarparak durdu. yaşlı adam, okuduğu gazetesini katlayarak çantasına koydu ve eğilerek aberystwyth'in kafasını yerden aldı. tozlarını, cebinden çıkardığı bir mendille aldı. dikkatlice inceledikten sonra, aberystwyth'in kafasını yanına koydu. uzun bir sessizlikten sonra onunla konuşmaya başladı ama aberystwyth'in kafası yaşlı adama karşılık veremiyordu. yaşlı adam, aberystwyth'in kafasının kendisiyle konuşmamasına çok üzülmüştü. gazetesini yerinden çıkartarak yeniden okumaya başladı. birkaç saniye sonra, aniden gazeteyi kapatarak çantasına attı ve aberystwyth'in kafasını kolunun altına alarak ayağa kalktı. kafayı çantasının içine attı ve eve doğru koşmaya başladı.

yaşlı adam, konuşmamasına rağmen aberystwyth'in kafasını çok sevmişti. eve gittiğinde onun yeniden konuşmayı denemeyi ve onunla birlikte yaşamayı düşünüyordu. ama...

bir anda elinde bir hafiflik hissetti. kafasını hızlıca çevirdi ve çantasına baktı... aberystwyth'in kafası yoktu. çantanın altından düşmüştü...

yaşlı adam, arkasına baktığında da onu göremedi. ağlamaya başladı... daha sonra, arkadaşını aramak için yola koyuldu...

aberystwyth'in kafası bir defa daha kaybolmuştu. yine bir yokuştan aşağıya doğru yuvarlanıyordu. yokuş bittikten sonra yavaşlamaya başladı. tam duracakken, çok uzun bir yokuşa daha girdi ve çok hızlı bir şekilde yeniden aşağıya doğru yuvarlanmaya başladı.

bu uzun yolculuk, aberystwyth'in kafasını iyice yıpratmıştı. her tarafı ezilmişti ama hala yuvarlanmaya devam ediyordu. neyse ki, yokuşun bitmesine az kalmıştı. yokuş bittiğinde, aberystwyth'in kafası bir uçurumun kenarındaydı.

şişman çocuk, koşmaktan nefes nefese kalmıştı. ellerini dizlerine koyarak derin derin nefes almaya başladı. sonra kafasını kaldırıp karşısındaki ilk yokuştan aşağıya doğru koşmaya başladı. şişman çocuk, tam da misketini düşünürken arkasından bir ses duydu. kafasını çevirdiğinde, arkadaşını arayan yaşlı adamı gördü. yaşlı adam, tam da arkadaşını düşünürken arkasından bir ses duydu. kafasını çevirdiğinde... kafasını arayan aberystwyth'i gördü. aberystwyth, panik içinde aynı yokuştan aşağıya doğru koşuyordu...

şişman çocuk, yaşlı adam ve aberystwyth, yokuşun sonuna geldiklerinde, kafayı karşılarında buldular. şişman çocuk yeniden pis bir kahkaha attı ve aberystwyth'in kafasına doğru ilerlemeye başladı ama kafanın yanına geldiğinde, ayağı kaydı ve... uçurumdan aşağı düştü.

yaşlı adam, bu olaya oldukça sevinmiş gibi görünüyordu. hemen, aberystwyth'in donuk ve çaresiz bakışları altında kafanın yanına doğru koşmaya başladı. eğildi... tam alacağı sırada, dengesini kaybetti ve uçurumdan aşağı düştü...

aberystwyth, o ana kadar her şeyi izlemişti ama artık, kafasıyla yalnız kalmıştı. aberystwyth, gülümseyerek kafasına baktı ve ona doğru bir adım attı.

aberystwyth'in kafasının gözlerinden bir damla yaş aktı ve... kendisini uçurumdan aşağıya bıraktı...

kayalarından arkasındaki çelimsiz çocuk gülümsedi...
canım ,
hastalandığını duyunca belli etmesem de içim parçalandı. bir haftadır işe gidemiyormuşsun. yanına gelmeyi bu sıkıcı zamanlarını seninle geçirmeyi , çabuk geçmesini sağlamayı o kadar isterdim ki. ama sana bu kadar yakınken bir bu kadar da uzağım işte. yazarken kendimi tutmaya çalışıyorum ama gözümden yaşlar aktı akacak. bana karşı ne düşündüğünü aşağı yukarı tahmin edebiliyorum. o yüzden sana geçmiş olsun bile diyemiyorum.
bu yüzden ben de elimden gelen tek şeyi yaptım. sabah senin için kalktım ve dua ettim. allahtan senin iyileşmeni , ayağa kalkmanı ve gerçekten eskisi gibi yürümeni istedim.
umarım en kısa zamanda sağlığına kavuşursun benim güzel arkadaşım.
Geçmiş olsun.
Senin gibi dingiller ile aynı havayı soluyorum. Ezik, aptal, gerizekalı. Devam et bu kafa ile arşa değer belki başın.
ibrahime;

allah senin belanı versin ibrahim.
Ağlamadık sokak, köşe kalmadı..
ilah-i adalet olsa gerek...

nedense sozlukteki cok kibirli hanimlarin sonu hep boyle oluyor.
Dempatiğe,

Helal kız. (Hesabını silip gitmediği için ve tek başına bir çocuk büyüttüğü için)

insanın çocuğunun olması kötü bir şey değil zaten allah bağışlasın. ibrahimle de ne yaşadıysa yaşadı zaten alt tarafı sözlükte mesajlaşmışlar bu kadar büyütmek neden ben onu anlamadım. ibrahim denen adamın sınır bilmeme kişiliksizliği çoğu şey.

Arifeyi de boşver allah aşkına milletin saçma sapan aşk oyunlarına alet olma. Naparlarsa yapsınlar.
Ben bunu sana yazdım sen gidip ellere...
hangi tarafa ağlıyoruz?
gökyüzü yastaydı. beyaz bulutlar karanlıkta yollarını bulmaya çalışıyorlardı. yanaklarına çarpan kar tanelerinden birini aldı aberystwyth ufak elleriyle. eğilip yere bıraktı yavaşça. eriyişini izledi uykusuzluğuyla, yakalamak için peşinden koştuğu kısa ama uzun hayatı gibi...

kar taneleri yaprakları dökülen yeşil, göğü delen ağaçları sarmalamıştı çepeçevre. tüm günahlarından arınmıştı sanki yaşlı şehir. kimse göstermiyordu kardan daha soğuk yüzünü, kimse kar topu oymak için çıkmak istemiyordu dışarı, orada kimse var mıydı belli değildi.

kızgındı toprağın rengi aslında ve kimse üzerindeki kar tanelerini kaldıracak kadar cesaretli değildi. gitgide daha çok yaklaşıyordu uzağa. kafasını çevirip arkasına baktı, evini aradı, bulamadı. birbirlerinden farkı yoktu evlerin. hepsinin sigara içen bacaları, boşluğa ve bilinmeze açılan kapıları ve pencereleri vardı, tahta parçalarıyla dörde ayrılmış.

kim yaşıyordu içlerinde, onlar da yas mı tutuyordu siyah gökyüzü gibi, yoksa gökyüzüne de kar mı yağmıştı siyah renkte...

ilerlemeye çalıştı. kaçmaya çalışıyordu beyaz şehirden kar uzaklara gitmeden, peşinden koştuğu hayatından kaçmak isteyip kaçamadığı gibi. bir yerden yakalıyordu hayat onu, bir şekilde tutuyordu onu ufak ellerinden. her şeyin ortaya çıkmasından korkuyordu kar taneleri göç ettikten sonra yeniden kırmızı, kızgın toprakla yüzleşmekten, yeniden evlerin içinde ne olduğunu görmekten...

gökyüzünün göz yaşlarını tercih ediyordu yaşadığı hayata. bir ses duydu, kulak tırmalayan sessizliğin ardından. yere baktı, kafasını eğerek. eski, yırtık bir uçurtma vardı yerde. uzun bir ip vardı ucunda. yardımcı olabilirdi belki de bu tahta parçası kaçışına...

uçurtmayı yere bıraktı yavaşça. ipini tuttu sıkıca. yürümeye başladı kar tanelerinin içinde, zor da olsa. çizgileri belli olmayan yoluna devam etti. hızlanmaya başladı sonra. adımlarını hızlandırdı gitgide. sonra koşmaya başladı bir anda, ipi elinde, yırtık uçurtması arkasında. dakikalarca koştu...

ve uçurtma havalandı bir martı gibi. gülümsedi aberystwyth, kimse görmedi. koşmaya devam etti. uçurtma çok yüksekteydi artık kimsenin yakalayamayacağı, siyah gökyüzünün içinde kaybolan beyaz bulutlardan başka kimsenin dokunamayacağı kadar yüksek...

aniden kayboldu uçurtma. ipi elinden kaçırdı aberystwyth. nereye gittiğini anlamadı, yaşadığı bir çok şeyi anlamadığı gibi. kafasını kaldırdı, her yere baktı, çevresinde daireler çizerek. rüzgara sordu uçurtmasının nereye gittiğini, cevap alamadı. ipi de kaybetmişti...

bir uçurtması vardı, onu da kaybetti. kaçmaya devam etti yine de. adımları ağırlaşmıştı. fark eden tek şey buydu sadece belki de. uçurtmalı yada uçurtmasız, bir eksik yada bir fazla, bir şey yoktu fark eden.

yolun ilerisinde, şehrin ortasında asılı duran büyük, karanlık bir toprak parçası gördü aberystwyth. karla kaplıydı burası da, aynı geldiği yer gibi. kuzgunların çığlıklarını dinledi. yanında kardan ayak izleri, yolunu izledi...

ileride yıkılmış , taş bir kapı vardı. kapıdan da geçti, çevreye saçılan düşüncelerine ve korkularına basmadan. buz tutan bir kardan adam gibi dondu, kaldı. onlarca uçurtma vardı kapının arkasında. hepsi yırtılmıştı, hepsi kırılmıştı. kendi uçurtmasını aradı, "kaçmak" için. kayboldu uçurtmaların arasında. ve buldu sonunda...

eskiden daha kötü haldeydi. kırılmıştı her yeri. ipinden tuttu sıkıca. önce yürüdü uçuruma doğru, sonra koşmaya başladı. nefesi bitene kadar koştu. uçurumun kenarına kadar geldi, nefes nefese. ama olmadı. havalanmadı bu kez. istediği gibi olmadı...

geldiği yere döndü küçük adımlarıyla. onlarca kırık, yırtık uçurtmayı aldı. taşımakta zorlanmıştı, sıkıca tuttu hepsini. ardından, sonu görünmeyen uçurumun kenarına geldi. yolun sonuna gelmişti, kaçacak bir yeri yoktu....

boşluğa baktı, boşlukta ona...

ve uçurtmalar ellerinde kendini boşluğa bıraktı. savruldu uçurtmalarla birlikte. kimsenin yakalayamayacağı, kimsenin dokunamayacağı kadar uzaklaşırken...

yüzünde gülümseme belirdi, belli belirsiz...
Ulan bi an için heyecan yaptın kabul et.*

Bu başlık yine üste cıktı, acaba yine ne olaylar dönecek diye merakla saldırdın dimi başlığa.*

Yok lan birşey olmadı, 7/24 sözlükte takılmaktan gözlerin kedi götüne dönmüş.

Kapat sözlüğü de, Git yat uyu hadi iyi geceler.
Hayatımda yaptığım yanlış şeyleri haklı çıkartmaya çalışacak kadar karaktersiz bi' insan olmadım. Varlığımda yaşattığım kötü şeylerin ve yanlışların etkisinin kolay geçmesi dileğiyle. işe yaramayacağını bilsem de herşey için özür dilerim...
Şuan hayatımın en tuhaf hissini yaşıyorum. evet mutluyum sevgilim ama içimde öyle bir hüzün var ki dokunsalar ağalayacağım. hüzünlü gelmişim ben bu dünyaya dünyanın ağır yüküne. belki de çoğu insanın hayalini kurduğu hayatı yaşarken hayallerime sığmayan küçük mutluluklar istemişim. olmadı. sonra aniden sen çıktın karşıma çok eskilerden hiç eskimeyen bir sen olarak hiç beklemediğim bir anda tuttun elimden yürü dedin. bir kaç hayat geç kaldık biz birbirimize. hiçbişey böyle olsun istemezdim. zaten böyle de hayal etmemiştim hiçbirşeyi. küçücük anlardan anılar çaldım ben seninleyken. ve o anılarla avundum gecelerce. bugün bana beni seviyorsan sigarayı bırakırsın dedin. sigara ile kendi değerini bir tutup onu seçmeme sinirlendin. ah be sevgilim, bu hayatta neleri bıraktığımı bilsen benden fazla sigara içerdin. bu hayatta nelerden vazgeçtiğimi bi bilsen... ama kendini sigara ile bir tutma o benim her zaman yanımda seninle ruhumu onunla bedenimi öldürüyorum yavaş yavaş. Hayat bize mutlu olma şansı vermedi. o yüzden tek dayanağımı senin için bırakamam. sende benim için hiçbirşey bırakma biz seninle hiçbir zaman o mutlu aşklardan yaşayamacağız çünkü. hiçbirşeyi feda etme bana. hayatta keşke demeyi sevmem demem tek keşkem olacaksın. nerede olursam olayım...
Ne de olsa okumayacaksın verdiğim kitabı.

Ne de olsa dinlemiyorsun yolladığım müzikleri.

Ne de olsa umursamıyorsun hayallerimi.

Ne de olsa sen de anlamıyorsun beni..

Neyse, sanırım artık üzülmeme değmez.
Artık bir şey paylaşmayacağım.
Canın sağolsun.
ilk defa bu başlıkta sana yazacağım. Yazmak içimden geldi. Az önce bir şarkı gördüm sözlükte, senden öğrenmiştim. Bir kere kavga ettiğimiz de twittera yazmıştın.

Az önce o şarkıyı görünce bi anda içime battı. Tam da şiir kısmında ki gibi davrandığını farkettim.

“durucam burda gidişini seyredicem
kıpırtısız sakin gibi görünecem
kavgasız olucak fırtınasız olucak
saçma sapan olucak
organlarım birbirine vurucak
arkandan sessiz bakıcam
ben yine salağı oynayacağım”

Çok yorulmuştum ben seni terk ettim ve sen hiç itiraz etmedin. Pişman değilim hiçbir gün olmadım beni o noktaya sen getirdin fakat ilk defa senin yerine kendimi koydum. Canım acıdı.

Nolursa olsun geçen günlere ve sana saygı duyuyorum bu yüzden de mutlu ol istiyorum. Bana çok kızgınsın bunu biliyorum çünkü seni tanıyorum. Hiçbir zaman empati yapıp beni anlamak istemedin.

Üzerimde uygalıdığın psikolojik şiddetten dolayı da ben sana çok kızgınım aslında ama bilmiyorum ilk defa belki de sana haksızlık yaptığımı farkettim. Beni affet. Hakkını da helal et. Ben benimkini edemiyorum çok yıprattın beni. Ama sen et.
canım sıkıldı birden. bir şeyler karaladım. her zaman olduğu gibi, yine sana yazdım.

bu arada, siz de okusanıza. şuradan:
https://bveagibi.tumblr.c...%B1zm%C4%B1%C5%9Fs%C4%B1n
Kaç satır ile ifade edebilirim emin değilim.
Bir yerde duymuştum iyi kadınlar ile iyi adamlar ancak filmlerde bir araya gelir, bir gün herhangi bir zaman diliminde burayı okuyacağını biliyorum sende hep var olan araştırmacı ruhuna güveniyorum aslında, halen mümkün iken arasam mesaj atsam ruh halin anlamayacaktır.

nerede hata yaptığımı sanırım anladım şaşmaz kaide imiş sevdiğini söylersen acıtmadan bırakmazlarmış.
Herşey nede güzeldi ilk defa seviyor seviliyordum, eliyüzü düzgün biriyimdir ama benim seviliyor olmam nekadar muazzam bi duygudur anlatamam.

Şu sıra içinde bulunduğun ruh hali (kişilik) daha düne kadar verdiği sözleri nasılda ezip geçebildi anlamak zor, yüzüne baktığımda huzur bulduğum ZD yi geri istedim ben. Sana senın gözyaşlarını döktürenler cennet yüzü görmesin demiştim , peki ya benim gözyaşlarım ? çizdiğim o sert tehlikeli imaja rağmen çokmu değersiz
Asla beddua etmiyorum, edemem ki nasıl kıyabilirim sana ?

Bana silah çekildi ölmedim, namlunun ucunda gezdim ölmedim sen onların yapamadığını yapmaya en yakın adaysın , umarım mutlu bir yaşamın olur.

Sana hep aşkın yaşı 17 dir ben hep 17 yaşındayım derdim ya Sayende bugun 18 ime bastım.

Var emaçopen Şuri , Maçven guri.( Nefes alamıyorum Kalbim acıyor)
Nasıl kaderin üzerinde bir kader varsa, mesafelerin ötesinde de bir his vardır. ister londra da ol, ister lozan da. Saniyenin binde birinde ulaşır sana.
Unutma ki gülüm bu şarkı burda bitmez.
Okursun okumazsın bilmem ama belki de uzun zaman sonra ilk kez sana yazacağım. 8 ocak benim değerli gördüğüm bir tarih. Seni ilk kez gördüğüm gün. Üzerinden seneler geçti ne o koku ne o beni kalabalık içerisinde arayışın ne ilk sarılışın ne de o dakikaları hiç unutmadım.

Hiç sevmediğim istanbul’u sevdirip bir şehirden daha çok kalbimin başkenti yaptın. Ben Sana geleceğim günleri sayarken bile seni sevmenin güzelliğini görmüşüm. Zor zahmetli günler geçirip öyle çekip gitmen hala beni üzse de bugün bir günlüğüne seni affediyorum. Her sene bir gün yani bugün hep seni anacağım. Elimde beyaz şarapla beraber.

Zor zahmetli bir süreçten sonra tam oh be diyeceğimiz zaman beni bıraktın. Canın sağ olsun diyemiyorum ama keşke bırakmasaydın. Layığını bulmuşsundur diye tahmin ediyorum ama bir yanım hala sana kıyamıyor çünkü gerçekten güzel sevdim seni. Kendimden beklenmeyecek bir entryle bunu göstermem de cabası.

Diyecek çok şey var ama ben daha fazla bir şey demeyeceğim. Beni dediklerimle değil demediklerimle hatırla. Her nasip vaktine esirdir demiştim. Bizim vaktimiz bu kadarmış.

Son olarak diyeceğim holmasaydı sonumuz böyle. Evet.

https://m.youtube.com/watch?v=VEKnYLHhYVg
Bir Karadeniz türküsünde düşlemek var seni , bu öyle sıradan bir şey değil.

https://m.youtube.com/watch?v=hluVrTixQwI
bunu yazan tosun okuyana kosun.