bugün

Sorguladığı psikolojik hali pek yansıtamayan uzun süresi ve gereksiz diyalogları ile sıkan amaçsız bir film. edward Nortonın kaçıncı filmi bilmiyorum ama canlandırdığı karakter ruh gibi olması gerekirken onun oyunculuğu ruh gibiydi.
görsel
kitabı ayrı filmi ayrı güzel olan bir eserdir. tavsiyem önce kitabı okuyun sonra filmi izleyin. izlerken bir garip olacaksınız.
ekşide okudum burada da, hiçkimse david benioff'un harika romanı değilde edward norton'un harika filmi diyor. şuna inanıyorum ki yorum yapan çoğu kişi hatta filmi izleyen çoğu kişi bile bunun bir roman olarak yazıldığından bile haberi yoktur.
Spike Lee' nin yönettiği David Benioff' un yazdığı New York sokaklarında geçen film.

Drama ve suç türündeki film.

Sağlam bir oyuncu kadrosunun baştan başa çok iyi performanslar sahnelediğini söylemek gerekiyor.
Jest ve mimik konusunda Edward Norton haricinde herkes ders veriyor niteliğinde adeta.
Edward Norton yine her zaman ki mimiksiz haliyle bir oyuncu bir rolü ne kadar iyi oynayabilir diye şov yapıyor bizlere.
Değinilmeden geçilemeyecek yüksek performans oyunculuğuyla filme damgasını vuran bir diğer isimde; Anna Paquin. Özellikle gece kulübü sahnelerinde verdiği performans ayakta alkışa değer.

Filmde, Monty Brogan isimli, neredeyse hayatı boyunca bir takım suçlara karışmış olan ana karakterin ispiyonlanması sonucu 7 yıllık hapis hayatına başlamadan önceki son 24 saati anlatılıyor.
Son saatlerini sakin bir şekilde sevgilisi ve arkadaşlarıyla geçirmek isteyen Monty' nin işlerinin tam olarak istediği gibi gitmediğini görüyoruz. Kuşku ve şüphe besleyerek geçirdiği 24 saatinde nasıl bir ruh halinde olduğunu seyrediyoruz.

--spoiler--
Zaman içerisinde filmin ana düşüncesinin bu hikaye olmadığını fark edebiliyoruz.
Aslında 9/11 sonrasında Amerika' lıların psikolojik olarak kalkınma, şüphe ve serzenişlerini göstermekte olan filmde bir çok sahnede 9/11 içerikli veya dolaylı yoldan 9/11' i tasvir eden görüntülere yer verilmiş.

--spoiler--

Spike Lee' yi tanıdığımız kadarıyla tam bir asi olduğunu söylemek aslında çok da yakışı kalmaz bir durum değil bizler için. Sürekli tartıştığı Quentin Tarantino' dan, neredeyse kıdemli bir New York Knicks amigosu olacak kadar büyük bir Knicks tutkunu olduğundan ve Walt Disney Pictures, Quentin Tarantino ve Clint Eastwood' u dava edişinden dolayı rahatça söyleyebiliyoruz sanırım.

Ayrıca New York' u ve az birazda Brooklyn' i biricik evi gibi gören Spike, bu güne kadar çektiği filmlerin neredeyse hepsinde siyahi insanların sert ve zorlu yaşamlarını temsil edici bir yönetmen olarak gösterdi kendisini.
Hatta bir keresinde kendisi için " Siyah Amerika' nın sözcüsü " dediği de varsayılıyor.
Özellikle 9/11' den sonra yabancı uyruklu insanların Amerika' nın toplumu içerisinde yaşayışlarını ve yer edişlerini gözler önüne seren Spike, bu film içerisinde de bir şekilde kendi sinemasının bu özelliklerini yerine getirmiş.

Filmde iki tane muhteşem monologla karşılaşıyoruz. Birincisi filmin neredeyse başlarında gerçekleşen ve çok meşhur olan " ayna sahnesi ". Monty Brogan' ın kendi benliği ve Amerika' nın içerisinde yaşayan farklı toplumlardan insanların çıkardığı sorunları, 9/11' i, siyahileri, dini, ekonomiyi, siyahileri, politikayı ve polisleri, kısacası neredeyse köpeği haricindeki her şeyi konu edinmiş olan bir sorgulama monoloğu. ikincisi de filmin sonunda yer alan ve Monty' nin babasının konuşmasını içeren hem nasihat hemde hayallerin yer aldığı monolog.

Fikrimce; film her yönden sanatsal bir baş yapıt olmakla kalmıyor, Amerikan vatandaşı olmadığımız için her hangi bir empati kuramasak da, kendi yaşadığımız toplum içerikli psikolojik baskıların ve gerilimlerin üstüne hiç yoktan kafa yormamızı sağlıyor.

Spike Lee' in sinemasının bütün özelliklerini gördüğümüz ve fikrimce kendi filmleri arasındaki en iyilerden biri.

--spoiler--
Kendimizi yönetmenin yerine koyarak filme bir göz atacak olursak;

- Polislerle birlikte görüşme odasında olduğu sahnede ışık olarak fazlaca beyaz tonlamaları kullanması film boyunca Monty karakterinin temsil ettiği Amerika' nın ve Amerika' n vatandaşlığının manevi olarak suçsuzluğunu temsil ediyor. Aslında Spike Lee' yi az çok tanıyan herkesinde bileceği gibi, bunu yaparak olaya sarkazm ( istihza ) sanatı kattığını gözlemliyoruz.

- Siyahi polisin gangsta tarzı, insanı gıcık eden konuşmasının verdiği psikolojik hasarları gözlemliyoruz.

- Monty' nin yediği dayaktan sonra ayağa kalktığı sahnede kameranın da Monty ile birlikte sallandığını ve bize dayak yenilmiş hissini kazandırdığını hissedebiliyoruz.

- Çoklu konuşma, diyalog ve monolog sahnelerinin neredeyse hepsini mavi ışık üzerinden çektiğini görüyoruz. Bu konuşmaların mavinin anlamları arasında olan " sınırsızlığın " ve " huzurun " bize içten içe işlediğini fark ediyoruz.

- Monty' nin gece kulübüne girerken ve Jacob' ın gece kulübünün tuvaletinden çıkarken kullanılmış kamera tekniği de duygusal olarak güzel bir betimleme olmuş.

- Ayrıca önemi bir nokta olarak Jacob ve Frank' in gerçekleştirmiş olduğu, Frank' in evinde cam kenarında gerçekleşen, diyalog sırasında arka planda ikiz Kuleler' in kalıntılarını görüyoruz. Diyalogda geçen konuda Monty' i o geceden sonra bir daha hiç bir zaman göremeyecek oluşları.
Dolaylı yoldan yapılmış bir anlatım söz konusu arka planda.

-Filmin sonunda bir ironik bakış açısı daha var. Monty' nin arabaya binip hapishaneye gitmek üzere olduğu sahnede arabanın içerisinden, ayna karşısına geçip sövdüğü ve isyanını dile getirdiği herkesi teker teker görmesi ve bu insanların ona gülümsemesi. Bu sahnede aslında onların hepsinden daha kötü durumda olduğunu anladığını görüyoruz.
--spoiler--
(bkz: 13th moon)
izlediğim en güzel filmlerden biridir. gerek kullanılan renkler, gerek oyunculuklar, gerekse o dingin hava... her seferinde tadı damağımda kalır.

tiradı elbette meşhurdur ve çok iyidir. edward norton resmen oyunculuk dersi verir.

--spoiler--

ancak filmin en güzel yeri sonudur. monty'nin babası öyle güzel bir hikaye anlatır ki, son noktayı koyar.

"this life came so close to never happening."

--spoiler--
tabi ki o meşhur tiratla akıllarda kalan film.
http://www.youtube.com/watch?v=yXMt4pKRwwY
Spike lee'nin en iyi filmi... Monty'nin ayna karşısında attığı tirat vs. ile akılda yer edinmiştir. Finali ise yürek dağlatır.

--spoiler--
James Brogan: Sen yeter ki iste gideriz, kaçarız!

Monty Brogan: Beni bulurlar. Eninde sonunda bulurlar.

James Brogan: insanları nasıl buluyorlar biliyor musun? Evlerine döndüklerinde. Kaçan insanlar şu ya da bu şekilde evlerine döner ve yakalanır. Kaçacaksan bir daha dönmeyeceksin. Evine asla dönmeyeceksin. Gideceğiz... Sürekli gideceğiz. Tanrı'nın bile unuttuğu yerlere, yolun bizi götürdüğü yerlere. Hiç Philadelphia'dan batıya gitmedin değil mi? Çok güzel yerlerdir Monty, çok güzel topraklardır. Farklı bir dünya gibidir: Dağlar, tepeler, sığırlar, çiftlikler, bembeyaz kiliseler... Bir keresinde annenle batıya gitmiştik. Sen daha doğmamıştın. Brooklyn'den Pasifik'e üç günde gittik. Ancak benzin, sandviç ve kahveye yetecek kadar paramız vardı ama başardık. Her erkek, kadın ve çocuk ölmeden önce çölü bir kez görmelidir. Kilometrelerce çevrende hiçbir şey olmaz. Sadece kum, kayalar, kaktüsler ve de masmavi bir gökyüzü... Tek bir canlı göremezsin, sirenler çalmaz, araba alarmları da. Kimse sana korna çalmaz, sokaklara işeyen, küfreden insanlar yoktur. Çölde sessizlik vardır. Çölde huzur vardır. Çölde Tanrı vardır. Batıya gideriz... Küçük güzel bir kasaba buluncaya kadar gideriz. Çöldeki kasabalar.... O kasabalar neden çöldedir biliyor musun? insanlar başka bir yerden uzaklaşmak istediği için. Çöl yeni bir başlangıçtır. Bir bar bulur ve içki ısmarlarız. iki yıldır hiç içki içmedim ama seninle bir tek atarım oğlum. Oğlumla son bir viski içerim. içkinin keyfini çıkarırsın, arpasının tadını çıkararak içersin. Sonra ben giderim... Bana hiç yazmamanı söylerim, hiç ziyarete gelmemeni. Bu hayatta olmasa bile, annen ve seninle cennette yeniden bir araya geleceğimize inanmanı söylerim. Bir yerde bir iş bulursun, nakit ücret ödeyen bir iş. Soru sormayan bir patronun olur, kendine yeni bir hayat kurar ve asla dönmezsin. Monty, insanlar seni seviyor... Bu bir armağandır, gittiğin her yerde arkadaş edinebilirsin. Çok ama çok çalışırsın, başını eğer, dikkat çekmez ve çeneni kapalı tutarsın. Çölde kendine yeni bir yaşam, yeni bir dünya kurarsın. Sen bir New Yorklusun bu asla değişmeyecek, bu senin kanında var artık. Hayatının geri kalanını batıda geçirebilirsin ama sen yine New Yorklusun. Arkadaşlarını, köpeğini özleyeceksin ama sen güçlüsündür; sende annenin iradesi ve metaneti var çünkü. Sen de onun gibi güçlüsün. Doğru insanları bulur ve yeni belgeler hazırlatırsın. Bir sürücü ehliyeti... Eski hayatını unutacaksın! Çünkü dönemezsin, arayamazsın, yazamazsın! Geçmişi unutmalısın. Kendine yeni bir yaşam kurmalı ve onu yaşamalısın. Beni anladın mı? Hayatını olması gerektiği gibi yaşarsın. Belki de... Bu biraz tehlikeli ama belki birkaç yıl sonra Naturella'i yanına çağırabilirsin. Bir aile kurar ve kendi çocuklarını yetiştirirsin. Duyuyor musun, onlara iyi bir hayat sağlarsın Monty. ihtiyaçları olan sevgiyi verirsin. Bir oğlun olur. Belki de ismini James koyarsın. Güzel bir isimdir. Hatta belki bir gün, bundan yıllar sonra, ben ölüp biricik annenin yanına gittikten çok sonra aileni karşına alır ve onlara bütün gerçeği anlatırsın. Kim olduğunu ve nerden geldiğini. Olan biten her şeyi anlatırsın. Sonra onlara ne kadar şanslı olduklarını biliyorlar mı diye sorarsın".

Nerdeyse hiç gerçekleşmeyecekti, bu yaşam nerdeyse hiç gerçekleşmeyecekti!
--spoiler--
spiker lee'nın şimdilik en iyi filmidir. oldboy'u da izledikten sonra herhalde en iyi filmi olmayada uzun bir süre devam edecektir.
http://www.youtube.com/watch?v=VhuGD20x8io
bir dram şaheseri.
türkçesi, 25. saat. edward norton'ın canlandırdığı torbacı karakterinde, ayna karşısında önce kendisinden başlayıp, ilerleterek bush dahil pek çok insana küfrettiği uzun sahnesi ile dikkat çekmiş, spike lee filmi.
açıkçası film ne kötü ne de çok iyi,vasatın üstünde izlenebilecek fakat ne bir başyapıt ne de illa izlenilmesi gereken filmlerden biri değil.Film hapishaneye giricek bir uyuşturucu satıcısının hapishaneye girmeden önceki son gününü anlatıyor,aslında filmde çok fazla olay olmamasına rağmen fazla öne çıkarmadan işlediği temalar filmi düşünüdürücü kılıyor,mesela filmde dostluk,sadakat,pişmanlık gibi temalar fazla seyircinin gözüne sokulmadan karakterlerin diyalogları aracılığıyla seyirciye aktarılmak istenilmiş gibi.Filmde fazla olay yaşanmamasına rağmen nerdeyse baştan sona sürükleyici ve seyirciyi kendinden koparmayan bir kurgusu var fakat film tam olarak hangi türün filmi olduğuna karar veremiyor gibi yani bana biri 25th Hour'un türü ne dese söylemekte zorlanırım çünkü film zaman zaman Edward Norton'ın karakterinin psikolojik bunalımını izlerken zaman zaman da Philip Seymour'un esprili hikayesine odaklanıyor ama genel olarak filme baktığımda bir psikolojik dram filmi diyebilirim bu yüzden izlerken sizi çok heyecanlandıracak bir film beklemeyin zaten pekte öyle bir film değil yavaş tempoda ilerliyor fakat ben izlerken pek sıkılmadım aslında biraz da seyircinin filme bakış açısıyla ilgili olan bir durum.Oyunculuklar gayet başarılı Edward Norton'ın dışında yardımcı oyunculuklar da oldukça başarılı,filmin müzikleri fena değil bu arada Edwart Norton'ın karakterinin kimin yüzünden yakalandığı da şaşırtıcı olmuş diyebilirim.Son olarak film vasatın üzerinde olmasına rağmen bence "zaman geçirmelik" film dediğimiz filmlerin üzerine çıkamıyor,fazla beklentiniz olmadan izlerseniz beğenebilirsiniz.

6.5/10
henüz şimdi izledim bilmem kaçıncı kere... defalarca izledim ve mütemadiyende izlemeye devam edeceğim filmdir...

ve burada her izlediğimde yazmayada devam edeceğimdir....

hayatımdaki birçok şeyden hatta çok fazla şeyden daha çok sevdiğim filmdir...

sevdiğim zannettiğim yanılsama bir çok şeyden daha fazla sevdiğim filmdir...

Bu filmin var olduğunu bilmek, yeterdir. öteki yanım, öbür hayatım. gerçek olmayan aslında gerçek olan hayattır benim için...

sevgisiz hayatı olan benim için, bilinçaltımın tatmin edicisi filmdir...
herkes bahsetmiş ama ben de bahsetmeden geçemeyeceğim. şu ayna karşısındaki monolog gerçekten muhteşem ve etkileyici. sadece o sahne için bile izlenmesi gereken bir film.
her şeyiyle mükemmel, efsane olmaya aday bir film idi benim için. ta ki son sahnesine kadar.

sen o kadar güzel film çek, 2 saat 15 dakika boyunca izleyicinin dikkatini yakalamayı başar ama çok boktan bir sonla filmi bitir. oldu mu bu müdür! olmadı! yakışmadı!

o kadar güzel bir film izledikten sonra o son ile hayal kırıklığına uğradım.

fuck you sahnesi ve diğer akılda kalıcı sahneler oldukça güzeldir.

hatta ve hatta fuck you sahnesinde edward norton'ı gördükten sonra ikinci bir fight club vakası mı geliyor diye düşünmedim değil.

edward norton harika oynamıştır ama bana göre filmin asıl yıldızı barry pepperdır.
hayır bir ben mi kör cahilim, mahkemenin hüküm kararından sonra kim dışarı salınmış. "sana 7 yıl verdik ama sen git dolaş ailenle falan vedalaş, çok gelmek istemezsen kaçarsın olur biter, unutmadan bizim hapishanelerde bebek yüzlü çocukları orospu yerine kullanırlar." bu neyin kafası amk. diyaloglar, monolog falan iyi tamam. çok zeki biri sayılmam, dolayısıyla anlayamadım arkadaş.
(bkz: user guide of the world)
edward norton'un monolog sahnelerinde ne kadar iyi oldugnu fuck me? fuck you! ile başlayan ve yaklaşık 5 dakika süren monoloğuyla anlayabilirsiniz.

son derece kaliteli ve etkileyici, objektif bir hollywood filmi.
son 20 saniyesindeki kısa muzik için.
http://inciswf.com/25thhour.swf

[alıntı değildir]
--spoiler--
canın cehenneme!
senin de canın cehenneme. senin, bu koca şehrin ve içinde yaşayan herkesin canı cehenneme.
arkamdan gülümseyen dilencilerin canı cehenneme.
arabamın temiz camlarını kirleten çekçekli adamın canı cehenneme. git de kendine bir iş bul!
hurda taksilerini son sürat süren, derilerinden yayılan köri kokulu, günümü berbat eden sih ve pakistanlıların canı cehenneme.
teröristler, yavaş gidin!
penisimi büyütmeyi düşünüyorum. parklarımda oral çeken kanal 35'te penislerini sallayan tüysüz göğüslü ve iri pazılı chelsea oğlanlarının canı cehenneme. fahiş fiyata plastiğe sarılı
meyve ve çiçek satan koreli manavların canı cehenneme.on yıldır buradalar, hala ingilizce bilmiyorlar.
brighton beach'teki rusların canı cehenneme. kafelerde oturup, ağızlarında kesme şekerle küçük bardakta çay içen gangsterlerin canı cehenneme.dolandırıcılar.geldiğiniz yere geri dönün!
kirli gabardinler içinde 47. sokakta dolanıp güney afrika elmasları satan siyah şapkalı hasidlerin canı cehenneme.karın bunu hak ediyor.
wall street simsarlarının canı cehenneme. kainatın efendileri. çalışkan insanları gözü kapalı soymaya çalışan michael douglas/gordon gekko olmak isteyen piç kuruları. o sorumsuz piç kuruları ömür boyu hapiste yatmalı!
sizce bush ve cheney
bunu bilmiyor muydu?
tyco. imclone. adelphia. worldcom.
bir arabaya 20 kişi binen puerto ricalıların canı cehenneme.hepsi devletten yardım alıyor.en berbat gösteriler onlarınki.
dominiklilerden hiç söz etmeyeyim.
puerto ricalılar onların yanında iyi kalıyor. defol buradan!
saçları briyantinli, naylon spor ceketli ve st. anthony madalyonlu ellerinde jason giambi beysbol sopası olan, "sopranolar"ın elemelerine katılan bensonhurst italyanlarının canı cehenneme.
o kahrolası kafanı yaracağım!
bensonhurst! bensonhurst!
hermes eşarpları olan ve balducci'den $50'a enginar alan üst doğu yakası kadınlarının canı cehenneme.
aşırı besili yüzleri gergin ve parlak görünecek şekilde çekilip gerilmiştir.
aslında, kimseyi kandıramıyorsun, tatlım!
banliyödeki zencilerin canı cehenneme. pas atmaz, defans oynamaz, potanın yakınından basket atmaz ve her şey için beyaz adamı suçlarlar.
kölelik 137 yıi önce sona erdi. artık geçmişi unutun! anüse cop sokan, 41 el ateş eden, yanlış yapan meslektaşını koruyan yoz polislerin canı cehenneme.güvenimize ihanet ediyorsunuz!
elini bir çocuğun pantolonuna sokan rahiplerin canı cehenneme. onları koruyan, bizi kötülüğe yönelten kiliselerin canı cehenneme. konu açılmışken, isa'nın da canı cehenneme. paçayı ucuz kurtardı. çarmıhta bir gün, cehennemde hafta sonu boyunca kaldı ve meleklerin ilahileri sonsuza dek onun için söylenecek.
otisville'de yedi yıi yaşamayı denesene isa.
usame bin ladin, el kaide ve mağaralarda yaşayan bütün piç kurusu kökten dincilerin canı cehenneme. ölen binlerce masumun adına 72'şer fahişenizle sonsuza kadar cehennemde jet yakıtından alevler içinde kavrulmanız için dua edeceğim.
irlanda kraliyeti'nden kıçımı öpün havlu kafalı deve binicileri!
"bir zamanlar baskının birer kanıtı olduğunu düşündüğüm jacob elinsky'nin canı cehenneme.
şeyin ne kadar çok olduğunu fark ettim sürekli sızlanır.
sevgilimin kıçına bakarken beni yargılayan dostum francis slaughtery'nin canı cehenneme.
naturelle riviera'nın canı cehenneme. ona güvendim, ama beni sırtımdan bıçakladı.
beni ihbar etti. kahrolası kaltak! barın gerisinde durup, soda içen itfaiyecilere viski satan,
bronx bomberlara tezahürat yapan sürekli üzgün babamın canı cehenneme.
gösterin kendinizi yankeeler! bu şehrin ve içinde yaşayan herkesin canı cehenneme.
astoria'daki sıra evlerden, park caddesindeki çatı katlarına kadar bronx'un tipik evlerinden,
soho'daki tavan arası evlere kadar. alphabet city'deki kiralıklardan park slope'deki kumtaşı evlerden staten island'daki dublekslere kadar pemle parçalansınlar.alevler arasında kalsınlar.
şehir kül haline gelsin, sular yükselip, farelerin kuşattığışehri sular altında bıraksın.

hayır.
hayır,
senin canın cehenneme
montgomery brogan. canın cehenneme.
--spoiler--

edward norton'un tuvalet aynasına bakarken geçen repliklerdir. otisville'de yaşayan brogan'ın içinden geçen düşüncelerdir.

replik haricinde film çok kaliteli olmasa da izlenebilir. bazı yerleri sıkıcı da olsa yine piyasada ki çoğu filmden iyidir.
sırf ettiği küfürü merak ettiğim için izlediğim film. ulan adam ne sövüyor be.
çok iyi bir hikaye.kitabı da çok iyi, film de.
Bana ölümden sonraki ilk saati çağtıştıran ve henüz izlemediğim, fragmanını görmediğim, eleştirisini okumadığım bir film(miş).

(bkz: kendini uzaylı hissetmek)