bugün

entry'ler (1467)

yazın avratlara kışın oğlanlara meylet

16. yüzyıl osmanlı metinlerinde de yer almış bir deyimdir. hatta bunlardan çok daha fazlası da vardır.

1 ay önce prof olan birisinin rektör olması

ülkemizde de görülebilecek bir durumdur. çünkü son yıllarda yapılan düzenlemelerle rektör olmak için "kıdemli profesör" olma koşulu kaldırıldı. bugün profesör olup yarın rektör olarak atanabilirsiniz. bu konuda artık yasal bir engel bulunmamaktadır.

kelimelerin yanlış kullanımı

alçak gönüllü, kibirsiz anlamına gelen "mütevazı" kelimesi genel olarak "mütevazi" şeklinde kullanılıyor. bir nokta kelimenin anlamını değiştiriyor. mütevazi, paralel demek. şu geometride kullanılan paralel.

berat albayrak

şu an (bkz: ahmet hakan) ile olan programını (bkz: youtube) üzerinden izliyorum. çok ilginç şeyler anlatıyor. bazı gerçeklerin çevresinden çok güzel dolaşıyor gibi gözüküyor. program bitsin, belki düşüncelerimi yazarım.

abdülhamit in hağtıraları

olmayan hatıralardır.

muharrem ince oyları bölecek saçmalığı

bugünkü konuşmasını henüz dinleyemedim. yemek yerken dinlemeyi düşünüyorum. fakat söylendiği kadar oy alabileceğini de düşünmüyorum. hatta abdülkadir selvi'nin bugünkü yazısında bazı şeyleri doğru söylediğini gördüm. siyasi olarak görüşlerimiz birbirini tutmasa da "yiğidi öldür hakkını ver" diye boş yere söylememişler. günümüzdeki durumu tarihteki örneklerini vererek anlatıyor. zamanında (bkz: ismail cem), (bkz: cem boyner) olaylarını anlatıyor. en net sonuç yine parti kurup seçime girmesiyle ortaya çıkar, fakat basının veya çevresindekilerin abartmasıyla veya gazıyla ortaya atılan bu rakamların gerçeklikten uzak, bir iş başarmak için birbirini gazlayan arkadaşların yaptığı hareketin biraz daha ülke geneline duyrulması olarak anlıyorum. tabii ki bu benim şahsi görüşüm.

ayrılma bahaneleri

bütün günü okul, formasyon, hastalık ve uyku ile dolu olan, aynı zamanda ailesinin yanında yaşayan eski kız arkadaşım -ki sanırım evlenmiş, bütün iyi niyetimle söylüyorum, umarım mutludur- "bana vakit ayırmıyorsun, görüşemiyoruz, telefonla konuşmak yetmiyor. okulun benden daha önemli." demişti.

dünya solaklar günü

benim de içine dahil olduğum insanların günüdür. şurada (#43746025) bir kısım dertlerimi paylaşmıştım. bu dertlere ek olarak bir menzilci tanıdığım tarafından sol elle yemek yediğim için günahkar da ilan edildiğimi buraya ekleyeyim.

neyse, (bkz: datça belediyesi)'nin bugün yaptığı paylaşımdaki solak sandalye hoşuma gitti. onu da buraya bırakmak istiyorum: https://twitter.com/datca...tatus/1293797246866198529

sevin bizleri.

saçları sıfıra vurdurma arzusu

üç senedir böyle bir şey yapmak istiyordum. virüs döneminde hazır evden çıkamıyorum diye jiletle kazıdım. bir gün sonra sakallarımı kestim, bıyıkla kaldım. gerçek yüzümüz bambaşkaymış, onu gördüm. şöyle güzel bir yanı var: kimse evden çıkamadığı için kafana şaplak atmaya gelemiyorlardı. kendin de istediğin zaman şaplak atabiliyordun. itiraf ediyorum, otururken birkaç kez kendi kafama vurup gülmüşlüğüm oldu.

solak insanlar

zeki olmadığımızı düşünüyorum. içimizde zeki olanlar da elbet vardır. fakat şunu söylemek istiyorum ki gündelik hayatta sağlaklar düşünülerek üretilmiş bütün ürünleri zorla kullanmak zorunda kalıyoruz. neden zorla dedim? hemen bir örnekle açıklayayım: sağ tarafında yazı masası olan sandalyeleri veya konferans salonlarında koltuk kenarlarındaki masaları düşünün, onların da geneli sağ tarafta oluyorlar. sağlak insanlar oturup rahat rahat yazı yazmak için kullanırlarken biz -aslında ben diyeyim, muhakkak "ben böyle rahatım" diyen de vardır- yamuk yumuk şekillere girmemiz gerekiyor. formasyon alırken böyle bir sandalyeye yan oturduğum için bütün sınıfın önünde hocadan azar işitmiştim. normalde sakin bir insan olsam da orada doğal bir tepki olarak "hocam ben solağım. eğer solaklar için yapılmış sandalyeniz varsa söyleyin de gidip alayım. böyle belim ağrıdı" dedim. -insan burada sınıfın ayağa kalkara seni alkışlamasını bekler fakat öyle bir şey olmadı- pis pis suratıma bakıp ders anlatmasına devam etti. hem azar yedim hem belim ağrıdı. neyse, bizi de sevip düşünün, lütfen.

yazarların şu an okuduğu kitaplar

ayşe nükhet ve nuri adıyeke çiftinin makalelerinden oluşan "fetihten kaybına girit" kitabını okuyorum. halk kütüphanesinden almıştım, süresi de biteli dört gün oluyor. bu gece bitirip, notlarımı alıp yarın geri vereyim de memurdan azar işitmeyeyim.

evde donla dolaşmak

sürekli yaptığım eylemdi. sonradan eylemin şeklini değiştirdim. bol ve ince bir şortu donsuz giyiyorum. o tarz bana daha rahat geldi. söylediğim her arkadaşım bana garip baksa da bir yerden sonra evde don giydiğim zaman kendimi darlanmış gibi hissediyorum.

ama donla dolaşın, acayip rahattır.

osmanlıda fire hydrant olmaması

yangın musluklarının sanatla olan bağlantısını kuramadım ama (bkz: osmanlı)'da yangına kafalarında tencereyle de gitmediklerini gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. evet, modern itfaiye teşkilatı biraz geç kurulmuştur ki bu (bkz: abdülhamid) dönemine denk gelir. fakat bunun ilk örnekleri büyük devletlerle karşılaştırdığımızda çok da geç kaldığı söylenemez. mesela 1714 yılında (bkz: paris)'deki "garda pompa" -evet, ilginç ama yayınlarda ismi böyle geçiyordu- ile eş zamanda osmanlı'da da "didoncular birliği" kurulmuştur. devamında evrildiği (bkz: tulumbacılar ocağı) çok da başarılı olamamışsa da o konuya girmeyeceğim.

gelelim yangın muslukları mevzusuna. osmanlı'da yangın muslukları vardı. hatta bunları kuran (bkz: fransız) bir şirketti ki aynı şirket (bkz: italya)'da (bkz: napoli) ve (bkz: trieste) şehirlerinin su şebekelerini de kurmuştur. şirketin amacı şuydu: (bkz: istanbul)'da su sıkıntısı var, çevre araştırmasıyla birlikte en yakın su kaynağından su getirip çeşmeler ve yangın muslukları yapmak. araştırma sonucunda belirlenen su kaynağı (bkz: terkos gölü)'ydü. tabii bu proje öncesinde osmanlı halkının yangın söndürme konusunda çok daha etkili inanışları vardı -halkın inanışlarına hayranım zaten- "padişah yangın yerine gelirse yangın söner." sanırım sadece inanmak çok da etkili olmamış. neyse, konumuza dönelim. fransız şirket -adını hatırlayamadım şirketin, aramak da zor geldi şimdi. artık bilen söyleyiversin, editleriz- projesini hayata geçirmek için 10 yıl gibi bir süre beklemek zorunda kaldı. çünkü (bkz: 93 harbi) başladı. 10 yıl sonra projeler hayata geçirildi. çeşmeler ve yangın muslukları yapıldı. fakat şirketin göz ardı ettiği bir sorun ortaya çıktı: halk çok fazla su kullanıyor ve yetiştiremiyorlar. sırf bu yüzden -modern itfaiye teşkilatı vardı- pekçok yangın söndürülememişti. çünkü ya su yetmiyordu ya da şirket su ver(e)miyordu. tabii burada dikkat edilmesi gereken bir diğer ayrıntı da (türk şehir yapısı)dır. bazı yerlerde sokakların fazla dar olması -ki insan dahi girmekte zorlandığını söyleyen seyyahlar vardı, tamam bu abartı, ne kadar dar olduğunu tasvir ediyor- itfaiyecilerin yangına ulaşmasını da engelliyordu. sanırım (bkz: osman nuri ergin) yazmıştı -olmayabilir de, kaynağı çok ciddiye almayın-, bazı yerlerde ancak sokağın önemli bir kısmı yandıktan sonra itfaiyeciler girmeyi başarıyorlarmış.

uzun lafın kısası osmanlı'da yangın musluğu vardı. tek cümleyle de söylenebilirdi ama o zaman inandırıcı olmayabilirdi.

şimdi kolay ulaşılabilen bir kaynaktan - (bkz: wikipedia)- baktım da yangın musluğu kavramı da 1600'lü yıllara kadar geri gidiyormuş. böylelikle yeni bir bilgi daha öğrenmiş oldum. teşekkür ederim.

pamukkale üniversitesi ndeki müthiş tesadüf

maalesef çoğu üniversitenin rektör ve yakın çevresi (yardımcı, genel sekreter vs.) benzer durumda. sadece haber olmuyorlar. üzücü bir durum. özellikle yıllardır akademiye girmek için uğraşan insanlar için bu haberleri görmek daha da üzücü. duyduğum ve okuduğum benzer haberler bir ara neredeyse beni de akademiden soğutma noktasına getirmişti. gerçekten söylenecek çok şey var, fakat ne kadar söylense de karşılığında bir şey yapılmıyor.

tekne ile mağaraya gidip yazı yazan vandallar

gerçekten insanın anlamakta zorlandığı bir durum. böyle bir şey aklına nereden gelir? neden yaparsın? bir de tırmanıp tepeye "sea rosa" yazmışlar. tarihe adını bırakmak böyle bir şey değil. bu olsa olsa nesiller boyunca kendine küfrettirmektir. bunları bulsan kesin "biz elit kesimiz" diye gezen gruptandır. üzülüyorum.

sinirlenince aklıma geldi, bir de (bkz: çeşme kalesi)ne "seni seviyorum neriman, sibel servet" falan yazmışlardı. hatta (bkz: tarsus)da (bzk: aziz pavlus) kilisesi'nin girişinde sağ tarafta kalan pencerenin hemen üzerinde, ki burada güvenlik de var, "mustafa" adlı bir arkadaşın binbir zahmetle bıraktığı ismi var. insan ismini kazımak için neden yukarı tırmanır? benzer bir durum (bkz: aydın)da (bkz: tralles)de "üç gözler" diye adlandırılan kalıntıların içerisinde de var. hatta 1980'lerden kalma tarihler de vardı. sinirlendikçe aklıma geliyor. küfür etmeden bitiriyorum.

porno izlemeyen erkek

nofap falan yapanlar var, onlar izlemiyordur. çok ilginç, daha iyi gördüğünü falan söyleyen var. sanırım bilgisayarı ağzına yaklaştırıp izliyordur, yoksa görmeyi etkileyeceğini düşünmüyorum. her an patlamaya hazır bir depoyla gezmek de zor değil mi? zaten yenilenmediği için küf falan tutar. aman, karışık mevzular. izleyen izlesin, ama düzenli izlesin, istemeyen de izlemesin. kimsenin hür iradesine karışacak halimiz yok.

4 ağustos 2020 tuğba ekincinin pozu

son şarkısının reklamını yapmak için mabadını paylaşmıştır. neden böyle bir reklam yapma gereği hissetti? çünkü son şarkısının sözlerini incelediğinizde, ki neslihan oyal'a aittir, önemli konulara değindiğini görürsünüz. work diye vurgulayarak çalışmanın öneminden bahsediyor. ardından güncel meselelere, maske sorununa ve ayrıca binbir gece masallarına atıfta bulunarak kültürel değerlerimizin ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. lütfen dinleyelim ve dinletelim.

e kitap varken kitaba para veren insan

içerisinde yer aldığım gruptur. matbu eserden daha fazla e-kitap arşivim de bulunmaktadır. fakat imkanım olduğu sürece matbu eser almayı tercih ediyorum.
peki neden?
bilgisayardan veya herhangi bir ekrandan bir şeyler okumak beni daha fazla yoruyor. bir yerden sonra gözlerim yaşarmaya başlıyor. aynı sorunu kitaplarda yaşamıyorum. bunun için illaki bir çözüm yolu olabilir. fakat hiç araştırma ihtiyacı hissetmedim.
e-kitap okurken dilediğim karalamaları yapamıyorum, kenarına istediğim gibi notlar alamıyorum. matbu eserde bu durum çok daha kolay oluyor. sadece kalemin olması yeterli. bu benim için bir nevi kitapla alışveriş haline olma durumu. o an aklımdan geçen düşünceleri paragrafın kenarın hemen yazabiliyorum. bunu bilgisayar veya çeşitli e-kitap okuyucalar ile de yapmak mümkün olabilir. fakat yazdığın şey silinebiliyor olması, yazdığın hatalı kelimelere hemen müdahale edebiliyor olman daha az düşünmene, kelimeleri dikkatli seçememene neden oluyor. gerçi teknolojinin, benim için, bir yeniliğiyle karşılaştım. örneğin ipad yedinci nesillerde kalem yardımı ile el yazısıyla not alınabiliyormuş. bu özellik denenebilir. tabii ipad fiyatlarına bakıp vazgeçmek de mümkün.
kobo, kindle tarzı e-kitap okuyucular var. abim kullanıyor ve oldukça rahat olduğunu da söylüyor. fakat bunlarda da şu risk bulunuyor, satın aldığın kitabın yayıncısı ile kitaba erişimini sağlayan şirket arasında herhangi bir anlaşmazlık çıkması durumunda kitabı kaldırabiliyorlar. yakın bir zaman önce (bkz: 1984) kitabı için böyle bir durum yaşandı. kitap, yayıncı ile erişim sağlayıcı arasında yaşanan anlaşmazlık sonucunda sanal kitaplığından kaldırıldı. böylelikle para vererek aldığın kitaba erişim ihtimalin ortadan kalktı. matbu halini almış olsaydın, istediği kadar sorun yaşansın, hatta (bkz: ölüm pornosu) gibi baskılarının toplatılma kararı çıkmış dahi olsa, o kitabı alıp kitaplığına koyduğun için senin dahilin dışında hiçbir etki o kitabı oradan yok edemez.
şimdi burada akla pdf siteleri gelebilir. bu siteleri yoğun bir şekilde ben de kullanıyorum. fakat telif ihlallerine ve etik haklarına girmek istemiyorum. önemli bir yayınevinde editör olarak çalışan bir tanıdığımın gününün büyük bir kısmının bu sitelerde, çalıştığı yayınevine ait kitapların pdf hallerini aramaya ve yasal yollara başvurarak kaldırmaya ayırdığını biliyorum.
son olarak da kendi hocamın söylediği bir laf vardır: pdf sanal sex gibidir, ama matbu öyle değil, o gerçek sevişmedir. asıl zevk oradadır.

range rover duası

bu sıralar aydın'da duası kabul olan insanlar sanırım çoğaldı. çünkü sadece bulvarda park halinde duran üç dört tane range rover görmeye başladım. şehirde zenginler var da, birden bu hale gelmeleri de insanı şaşırtıyor. ben de discovery duası ediyorum, sanırım duamın "uzaktan görme" kısmı kabul olacak.

ömer hayyam

tam adı ebü’l-feth gıyâsüddîn ömer b. ibrâhîm el-hayyâm'dır. genel olarak rubaileriyle bilinse de büyük bir matematikçi ve astronomdur. (bkz: selçuklu) sultanı (bkz: melikşah) döneminde (bkz: isfahan)'a davet edilmiştir. burada oluşturulan bir heyetin başına getirilmiş ve o yıllarda kullanılmakta olan (bkz: yezdicerd) takvimini düzenlemeleri istenmiştir. hayyam başkanlığındaki bu heyet takvimi düzenlemektense yeni bir takvim yapmayı tercih etmişler ve çok küçük bir hata payı bulunan (bkz: celali takvimi)'ni oluşturmuşlardır.

ay üzerinde bulunan kraterlerden birisine de hayyamın ismi verilmiştir.
(bkz: omar khayyam) https://www.google.com/ma...562,644704m/data=!3m1!1e3

yazdığı rubaileriyle de oldukça üne kavuşmuştur. hayyam'a ait olduğu tespit edilen rubai sayısı farklı araştırmacılara göre değişmekle birlikte 100 ila 200 arasında değişmektedir. bunların dışında binlerce
rubai de ona atfedilmişse de başkaları tarafından kaleme alınmıştır. batıda özellikle on dokuzuncu yüzyılın ortalarında (bkz: edward fitzgerald)'ın çevirileriyle yaygınlaşmıştır. ülkemizde ise tarihsel süreçte pek çok tercümesi bulunsa da, özellikle günümüzde (bkz: sabahattin eyüboğlu) ve (bkz: abdülbaki gölpınarlı) tarafından hazırlanan eserler çok daha başarılıdır.

biraz daha detaylı bilgi içinde şu linki buraya bırakıyorum. makale iki bölümden oluşuyor: ilk bölüm âlimliği, ikinci bölümde edebî yönü üzerinedir.

https://islamansiklopedisi.org.tr/omer-hayyam