bugün

entry'ler (20)

sözlük yazarlarının çektiği videolar

muvaşşahperver talihi

emekçiler için yazmış bulunduğum şiirle selamlıyorum sizleri. çok fazla nur subaşı seslendirmelerine maruz kaldığımdan bir miktar tonlamam kaymış durumda. üç gün üç gece ilhan irem dinlersem nötrleyebilirim gibi.

Tanım: adanalı cesur badanacıların işi değildir.

savaş cebeci kaan kazgan kavgası

tuzla caney meydan muharebesi olarak tarihe geçen kavgadır.

gün geçmiyor ki yeni bir bilgi ortaya çıkmasın... hepimizce merak edilen ilyas'la ilgili o muamma, hugo'da küfreden çocuğun varlığı muammasından çok önce çözülmüştür:

(bkz: savaş cebeci kaan kazgan kavgasındaki ilyas)

savaş cebeci kaan kazgan kavgasındaki ilyas

bilindiği ya da kendi gündemini önemseyenler için bilinebilemediği üzere savaş cebeci ile kaan kazgan arasındaki tuzla caney meydan muharebesi'nde kral'ın eli ve de gönüllerdeki fight club republic'in müstakbel başkanıdır.

- bazı kadim kehanetlerde kara tatarlar gibi taraf değiştirip lanetlendiği söylenegelse de göbeklitepe'deki kimi lahitlerde de barış güvercini olarak resmedildiği unutulmamalıdır.

videoyu izledikten sonra elbette takdir sizlerin:

"savaş cebeci kaan kazgan kavgasının kara kutusu ilyas kimdir?" (video)

(bkz: hoygoygoy tv)

şiir seslendirmek

kelime kelime anlam kazanmaktır bazen; belki de değildir:

baharkarnasyon

yeni bir sayfada sana bakmak

(bkz: deli ve öfkeli ozanlar derneği was here)

ya sen leylağımtırak

adını
yorganımın sarı, kırmızı,
biraz da leylağımtırak desenlerinde
kutsadığım sevgilim.
aldığım nefes adedince
yaşattığım bir hikâyenin
adından öte içeriğisin sen.
sen, sen olmaktan ziyade
kasvetli fatura kuyruklarının
veznelere yansıyan ayazında
uzayan battaniyemsin.
hele bir kalabalık artmayagörsün
üşürüm.
ya sen?

(kaynak: veysel ibrahimoğlu)

kadınlarla erkekler arasındaki fuck you

kadınların el ele tutuşup yürümelerinde bir beis görülmezken, erkekler el ele tutuşarak ancak bilek güreşi yapabilir; o yüzden zaman zaman kol kola (koala koala) yürüdükleri görülür.

kadınlar geç kalmaya meyillidir, erkekler genç kalmaya; ki genç de kalsalar ölüm geç kalmıyor sonuçta.

sonradan sarışın kadınlarımızın sayısı hızla artarken, sonradan barışan erkeklerin sayısı hızla azalmaktadır. boşanmaların temel nedeni de bu ahvâl ve şerâit olsa gerek.

kadınlar detayları gözyaşıyla işlerken, erkekler detaylar karşısında çölde fazıl say’a rast gelen kutup ayısı kadar savunmasızdır.

sosyal aktivite arası ziyâret edilen lavabolarda (siz dilerseniz; helâ, ayakyolu, kenef, tuvalet, memişhâne ya da wc olarak kendi dünyanızda betimleyin.) kadınlar ekürileriyle boy gösterirken, erkekler tek tabanca iş görmeyi sever. çünkü yer yer gök gürültülü sağanak yağışlı, paha biçilemez bir yalnızlıktır sifon sesi.

kadınlar cümle sonlarına konan noktaları imece usûlü ile çoğaltırken, erkekler -teşbihte hata olmasın- sadece nikâh masasında terk edildiklerinde kınalı bir kurt gibi sessizliklerini noktalar.

kısa saçlı kadınların sivilceleri fazla olmasına rağmen îtibarlarında bir azalma görülmezken, saçları hızla dökülen erkeklerin umutları dibe vurur. bundan dolayı hem saç hem de umut ektirirler.

kadınlar hakkında yapılan genellemeler genellenmesin kampanyasına kurban giderken, erkekler hakkında yapılan genellemeler seferberlik kapsamına alınır. işte bu yüzden yaşasın askerlik şubeleri! yaşasın yeni gelin hüznünü tüm hücrelerinde barındıran canhıraş er kişi niyetine!

(kaynak: veysel ibrahimoğlu)

başı belada mıydı

Özel numaradan biri aradı. Açmayayım, geç oldu dedim. Sonra düşündüm. Ya arkadaşlarımdan birisinin başına bir şey geldiyse? Ya bir yerden güç belâ telefon bulduysa ve ben onun son şansıysam?

Çok heyecanlandım. Tam açıcaktım/açacaktım ki sustu telefon. Tüh dedim yakalandı kesin. Elinden teli aldılar ve artık başı belâda. Bildiğiniz filmdeyim. “Ovv may Gat!” dedim kendi kendime.

Sonra tekrar çaldı telefon. Açtım. Alo dedim; cevap yok. Çat çut sesler geliyor. Dedim film milm değil gerçek bu! Alo dedim tekrar; dıtdıtdıt dedi kapandı tel.

Kimdi lan o? Kimdi? Hangi arkadaşımdı? Başı belâda mıydı? Kötü adamların amacı neydi?

Evet… Çok film izledim ben... Hakket/hakikaten kimdi acep arayan..!

(kaynak: nurşah sanlı)

yarınıma açık mektuplar

okuyacağınız veysel ibrahimoğlu imzalı nâhoş mektuplar, devlet memurlarının amansız çoğunluğu oluşturduğu kadim gogol cumhuriyeti'nde kaleme alınmıştır. gogol cumhuriyeti'nin hangi paralel evrende yer aldığı bilinmemekle birlikte mektupların gerçekle uzaktan yakından bir bağı bulunmayabilir. bulunabilir de...

***

#mektubik ı#

ben var ya ben, senden ve çat kapı rol çaldığın cümlelerden öyle hoşlanıyor, öyle hoşlanıyorum ki hoş olan tüm kehânetlerim olasılık dışı kalıyor. farkında mısın bilmiyorum ama sevimli bir soğanın başını ezip sana sunmak istiyorum. anlıyor musun beni, soğan kokmanı istiyorum sevgilim, en naifinden...

(kaynak: veysel ibrahimoğlu)

özlediğim başka

Yaklaşık bir yıl oluyor... ilişki sürecinde ve sonrasında çektiğim acıların kokusu artık geçmek üzere. Kızgınlığım ve kırgınlığımdı bu acılar. Özlediğim o değil artık. Özlediğim başka...

Sabah ezanı gözyaşı kokuyor. Acı, özlem var o kokuda. Tanıyorum bunu. Özlediğim o değil ama... Özlediğim o anlardaki mutluluğum. Acının bile mutluluğu olurdu bende, tekrar barışma hayaliyle... Olurdu, du...

Sabaha karşı, gökyüzü kızıl. Bahçeye çıkıyorum. Bakıyorum. Çiçekler öyle aydınlık ki... Anneme aldığımız sarılı turunculu çiçekler öyle güzel duruyor ki... Küçük beyaz güller mis gibi kokuyor... Beni okşayan bir rüzgar. Yalnız olmadığımı hissettiriyor. Ama yalnızım...

Aklıma bin türlü şey geliyor. Düşüncelerim yansıyor. Bir damla gözyaşı ısıtıyor rüzgardan soğumuş yanaklarımı... Onu değil, eski mutluluğumu özlüyorum. Onunlayken özgürdüm. Özgürlüğümü özlüyorum...

Gerçekten âşık olunca özgürlüğü hissediyor insan. Özgür olduğun sürece ruhuna işliyor yaşadığın mutluluk...

(kaynak: nurşan sanlı)

kedilik sanatı

atladı yüksek bir duvardan,
siyah, uğursuz bir kedi.

yavaştan adımlarken sokağı
bir çocuk misketlerini kaybetti.
ve ağlayarak girdi
anasının eteklerine.

caddeye çıktı sonra.
belki biri, bir yudum süt verir diye
acındırdı kendini.

ve arabanın altında kalmaktan
ucuz kurtuldu.
önce ürktü
şişman adamın kullandığı devâsa araçtan.
iğrendi korkusu geçince
ölen insanlıktan.
ve kinle büyüdü gözleri.

işte o anda,
minibüsten indi;
kısa saçlı, ince belli bir kadın.
ve gülümsedi;
siyah, uğursuz bir kediye.

(kaynak: ceyda dağınık)

bir iyilik yap

az önce ile az sonra arası
yani tam olarak
bakışlarımın bulandığı şu an
aşkımı kalbine dayar,
kelimeler saçmasını bekleyebilirim.
hazır aklımı kaybetmişken
bir iyilik yap!
içimdeki seni al ve uzaklaş.
böylece ne seni
ne de kendimi vurmuş olurum...

(kaynak: veysel ibrahimoğlu)

toprağımız bol olsun

biz; insanlar

bizden önce kardeştik.

ki sonrasında

kabirde helalleşirdik.

(kaynak: veysel ibrahimoğlu, adı yok dergisi, sayı 50, sayfa 13.)

bir gece yine yalnızım

yalnızlığın yok sanat müziği hâlini anlatan bir adet ünlü yazar rıza bozkurt repliği.

--spoiler--

bir gece yine yalnızım... kimlikteki fotoğrafıma baktım ve dedim ki:

- çok yalnızım arkadaş..!

sonra kimliğime sarıldım. milliyetçi sanmışlar...

--spoiler--

(bkz: deli ve öfkeli ozanlar derneği)

on numara aranıyor

rıza bozkurt ile yine yalnız olduğu bir gecede 00:00-01:00 saatleri arası radyo uludağ'da dinleyicileriyle buluşacak olan radyo programıdır.

afişi: http://galeri.uludagsozlu...ara-aran%C4%B1yor-168431/

dinlemek için:

http://radyouludag.com/playlist.pls

--spoiler--

Her sabah Afrika'da bir öküz başlı antilop uyanır.

Sonra uyandığına pişman olup tekrar uyumak üzere Cesur Yürek Riçırt'ı arayabilir.

Belli ki son uykusu olacak.

Türkiye'deyse öküz başlı bir süper zekâ göremezsiniz.

Çünkü öküz başlı süper zekâların varlığına inanılmaz pek.

inanılır mı yoksa? inanan varsa da ben bu inananlara inanmıyorum arkadaş!

Afrika'ya geri dönecek olursak en hızlı arslandan daha hızlı koşmasına rağmen arkadaşlarının satışına gelen çok zebra görüldü.

National Geographic şahit. Görülmemiştir diyenin dilini koparırım.

Her sabah Afrika'da bir sırtlan uyanır, mı? Uyandırılır tabii ki.

Uyanacağı yoktur çünkü, ilk cümlesi "bugün de mi mesai var!" olur.

Her sabah Afrika'da bir dişi arslan uyanır.

Şöyle bir Masai Mara'nın eşsiz güzelliğine bakarak "Buralar hep dutluktu, dutlar gitti biz bize kaldık angutlar!" diyerek içlenir.

Arslanmış, sırtlanmış, öküz başlı antilopmuş fark etmez.

Masai Mara'da hipopotamların sözü geçer.

--spoiler--

temsilcilerimiz:

istanbul: dinçer karakoyun, ahmet eren, erdem yavuz

ankara: esma gümüş

izmir: görkem erdemir, akif uluğbey

gaziantep: naz diler

mersin: özge yel

zonguldak: selim selim

doğaüstü antilop iç gücü

terk edilmenin iç dünyasını anlatan bir meriç ırmak yazısı:

--spoiler--

Kimse benim gibi yapmazdı ama herkes onun gibi yapardı. Güçsüz değil, güçsüzlüğünden hiç değil. Bildiği kuralları vardı. Haklıydı, dünyada sevmemek diye bir şey zaten vardı, hakkını verdi, savundu, bunu başardı çünkü o. Benim savaşım farklıydı ve sanırım yenildiğim şey; yendiğim bir şeydi. Hatta inadına yapardı ya insan, tam olarak kendi için yaptığı her şey gibi olsun diye yapar; gururlanırdı.. O yaptı. Sevgisizliğin kötülük sanıldığı dünyada bunu gösterdi, becerebildi. Ben buna içerlemeyi geçtim, yani acıdan geçtim, yani hayallerden geçtim. Ama onun hayatı, hata sandığım şeyleri çoktan öğütmüştü, çünkü herkes yapardı. Tam olarak düşündüğüm kadardı; yani her şey benim düşündüğümün ta kendisiydi ve bunu bana o söyleyip gitti. Kendi bildiği her şeyi benim anlamamı bekledi ve anladığım anda, anlattığı anda gitti.

Ağlattığı anda az biraz da olsa bir kuru gözyaşına kanmayan adamlar olduğunu bildim. Sevmediği zaman bir adam nasıl zafer kazanmış olur gördüm. Kızdığı anda öfkesinin kendine olduğunu anladım, ama ben elimi tuttuğu andaki anları bir kez olsun unutmadım. Ben yanında yürüdüğüm her anı bilgelikmiş sandım. Benimki sevgisizlik cehaletiymiş, neyse onu da yeni anladım. O kendinde buna cesaret edebilecek gücü bulamasa da bana söyletip gitti. Unutmak için dönmedi; sevmeye yeltenmeyecek kadar kibirli olması gibi. insan ülkesiz bile yaşayamıyor; sevdiğinden. Neden her şeyin sonu ve başı sevgiden? "Başıma gelecekleri ben yazmıştım. Olayı da ben çözmüştüm. Onu ben göndermiştim." Bu bana değil, ona yakışandı ve ben bunu bana değil başkasına yapsa gene aynı hisseder gene dert eder gene ağlardım. Neden? Çünkü gene sevgiden! Sevginin gözü çıksın. Sevginin ölmesi için bir büyü yapılsın ve sevmemek dünyaya yayılıp önce bu adam tanrı olsun. Ve sonra ben öleyim, doğaüstü gücüm masal kalsın.

Ve sanırım aşk her şeyi görmeyi engelleyen kocaman bir karanlıkmış da ortasında avazım çıktığı kadar boşa bağırmışım. Ortadan kaybolduğunda yüreğim gitmişti kabul, fakat gördüğüm her an ellerimi uzatıp saçlarını sevebilirdim bu daha yıkıcı. Bunu düşünüp durdum şimdi. Aslında tek bilmediğim beni kırmak istemediği için sevgi göstermiş ama uygulamaya almamıştı. Yani teori harikaydı ama olması imkânsızdı ama pratikte bir sorun bile yoktu. Savaşımızı vermiştik. Ben teori kurbanıyım. Yani ben olsam şimdi yapar mıyım böyle? Yapmam. Çünkü bizim doğaüstü güçlerimiz yok ama doğaüstü bir içimiz var. Öyle değişik ki sevebilmeyi kutsal sayan fikrimiz çoğu zaman seçerken dâhil olduğu her şeye son noktayı koyuyor, sahipleniyor, benimsiyor, eylem gibi. Canlı bomba gibi ve bu kimi zaman insanın canında patlıyor. Ve sanırım bunca gürültü, uğraşlar, çalışmalar, günlük hayat, geçim derdi, çocuk bezi, yemekti, alışverişti; midem gaz yaptı bir soda içeyim geçer derken içinde dönüp durduğumuz kazanın duygularımızı alt üst edecek şekilde güçlü olduğunu anlıyorum. (Sürekli soda içen bir adamı sevemezsiniz. Anlatabiliyor muyum?) Hiç kaybetmeyi istemediklerimi bir bir uzaklaştırdığımda kendimden, fark ettim çoğu şey evrim gibiydi. Uzaklaştırdım sandım. Çünkü adam belki değişiyordu, ama sevgisizliği değişmiyordu. Göç eden antilopların sürüsünü koruma içgüdüsü yoktu adamda ama hep ot yiyor gibiydi. Fakat ben değişiyordum. Hiç bilmediğim şeyleri öğrenmeyi seviyordum. insanların yüzünde görmek istediğim, aradığım tebessümü görünce büyüyordum. Sarsak bir çiçek gibi, sanırım gitgide ananemin yetiştirdiği menekşeler kıvamına gelmiştim. Aslında ben o yüzü istiyordum da sanırım söyleyemiyordum kendime. Ben şu yaşımın en tek düze anlarını derin sularda yüzermiş gibi geçiyordum. Ama balık hafızam yoktu. Suyun altında alamadığım nefesi tutmak istiyordum, balık değildim. Suyun altında duymak istiyordum. Bunu öğrenmeyi istiyordum. Balıklar duyar mı bilmiyordum.

Ben çok seviyordum sürekli. Balıkları da. Antilopları da. Ben hep seviyordum. Ben kendime değen her gözü, her yüzü, elbiseyi, kokuyu sevebiliyordum. Aslan filan hak getire. Ben kokuyu hiç unutmuyordum. Sorun o değildi, ben avımdan uzak değil; yakındım. Doğaüstü içim bildiği tüm kuralları bir kenara koyup olduğu yerde kendine bakınca gördüğü şeyi tanımlayamıyordu, her şey bilmediğimdendi ve öğrendiğim her şey benimdi. Bu güzeldi; olumlu veya olumsuz her şey benimdi. Sevilmemek, âşık olduğunuz adamın sizi sevmemesiydi. Çünkü anneniz küsse de sever, babanız sevmese de babanızdır. Buna değişim süreci, evrim diyebilir miyiz bilmiyorum, çünkü antiloplar efendi hayvanlardır. Bu olası şey yıkım gibi, üstelik bu sana "Sen yemek yapamazsın, git!" demek, bu sana "Sen çocuk yapamazsın, git!" demek, "Anne olamazsın!" demek. Hatta "Git bana bir soda kap." demek. Hayatınızda bir kere bulduğunuzu sandığınız duygunun kurgulu yaratıcısı, tek kişilik kadrosuyla tek başına, ki yakındalığınızı ona sevdiremiyorsunuz. Bu iyilik gibi olan sevgi hürmetim bunu bildiğimden beri lanete dönüştü. Beni içine hapsetti ve dünyanın durduğunu sandım.

Sudaki mantar kapmış balıktım. Bir dalgalıydım; duruldum. Aslında bunu onun için hissetmiş olabilmeyi dilerdim. Çünkü gitmişti, bitmişti, dinmişti ve ben de duracak değildim ama bir şartım filan yoktu, antilop hiç yememiştim, bir umudum var mıydı bilmiyorum. Soda içmeyi sevmiyordum. Yani insan böyle şeyleri sevemez. Bir insanı sever, sodayı sevse gerek yok üstelik. Sonra her şey bir sabahın köründe gülen bir bebek gibi özlem dolu olabilirdi. Bu onun olabilirdi. Ben mutlu olabilirdim. Olmalıydım; sebeplerim vardı. Benim öğrenmek için delirdiğim dünya kocamandı ve içimde doğaüstü bir güç vardı. Bu doğaüstü gücümle sonsuza kadar balık olabilirdim, berrak bir şeyler arardım en azından.

Uslu olursam büyürdüm. Aslan olabilirdim, savunduğum bir yaşama alanım olurdu. Sanırım yapacak şey olmadığından ve yapamadığımdan, gidemediğimden, beceremediğimden, antilopların liderini bir gün bile yağmur düşmemiş kurak, uzun otlakların arasından izleyebilirdim gün boyu. Ben savaşta ne taraftaydım bilmiyorum. Kokuyu unutmuyordum. Bu halimle zaten yenilmiştim. Antiloplar olaya nereden dâhil oldu bilmiyorum. Kendimi aslan gibi gördüğüm kesin. Çok az bir his; buna küpe arkasının kaybolması da diyebiliriz, en sevdiğimiz pijamamızın annemiz tarafından toz bezi yapılması da. Buna çok şey diyebiliriz, güçler çatışması da diyebiliriz, felaket şeyler diyebiliriz, ama özet geç diyemeyiz. Çünkü benim her sözümü minnetten sayan bir adama bir şey anlatmışlığım hiç olmamıştır, yalnızlık telaşı bu da, özensiz bir duygu, duyu yok, duygular var da karmaşık. Zaten belgeseller karmaşık olur. Üstüne soda içecek okuyanım hiç olmayacak belki. Gülecek, sevinecek, üzülecek; okuyan olmayacaktır da. O da belki. işte ben sebeplerin sebeplerime uymamasını anlıyorum da, kuralları kuralsızlığıma denk getiremiyorum. Aklımda bir şey kalmıyor. (Antiloplar hariç.)

Bu su gibi geçen yazı bir su güncesi olarak; antilop adamların, hayatımıza kattıkları yaratıcılığı olamayan denemeler sürecini bize anlatıyor. Gülmeyeceğim, çok gülersem kusuyorum. Midem bulanınca kendime üzülüyorum. Kusmayı sevmiyorum.

--spoiler--

kaynak: http://aracilar.wordpress.com/2011/04/18/dogaustu-antilop-ic-gucu

ilker yasin doğarken

emre altun'un aracılar cumhuriyeti'nde arz-ı endam etmiş yazısı:

--------spoiler--------

Futbol zevkimizin yarım asırdır doruklarda gezinmesini borçlu olduğumuz şahsiyettir ilker Yasin. Çünkü O, en zevksiz ve can sıkıcı müsabakaları dahi keyifli hâle getiren, âdeta çuhayı ipek gösteren yüce bir değerimiz. Bu sebeple haşmetli spikerimiz ilker Yasin'in başköşemizde yeri olduğunu düşündük ve sizlere bu kutsî yeteneğin doğuşuna yakın ve doğarken meydana gelen bazı hikmetâmiz olaylardan bahsedelim istedik.

1951 yılında dünyamıza teşrif eden ilker Yasin'in spiker olacağı daha doğmadan âşikârmış. Gerek aşk ve şevk ile dünyaya gelmesini bekleyen anne ve babasının, gerek birtakım ermiş zevatın, gerekse devlet erkânının başındaki isimlerin gördüğü birtakım işaretler, O'nun henüz doğmadan ne kadar ulvî bir şahsiyet olacağının habercisiymiş.

O'nun dünyaya teşrif buyuracağı sene zemheri bitmek bilmemiş, don yüzünden şehir içi vapur seferleri iptal edilmiş, Turkcell Süper Lig'e uzun bir ara verilmiş, boğaz donduğu için OGS satışları durmuş ve Ziraat Bankası tarihinin en büyük zararını açıklamış. Yine o senenin yazında kavurucu sıcaklar öyle bir hâl almış ki; fırıncılar ekmek üretemez, dönerciler döner kesemez olmuş, âdeta Çorum leblebisi gibi kavrulmuş insanoğlu.

O sene devrin başbakanı Adnan Menderes bir gece rüyasında 11 yıldız, 11 ay ve bir güneşi raks ederken görmüş. Sonunda da 11 yıldız ile 11 ay, güneşe secde ediyorlarmış. Başbakan derhâl devrin şeyhülislamına, nam-ı diğer Diyanet işleri Başkanı'na, bu rüyasını yorumlatmış:

"Müsterih olunuz devletlim! Dualarınız kabul oluyor. Allah, Türk milletine yakışır bir spiker bahşedecek. Allah devletimize ve milletimize zeval vermesin."

Annesi O'na hamileyken, bir gece canı acur turşusu çektiği için kalkıp mutfaktaki turşu kavanozuna doğru yöneldiği sırada, portmantonun karşısındaki "Bismillahirrahmanirrahim" lafzını kendine arka fon olarak seçen bir pîrifânînin kendisine şöyle seslendiğini duymuş:

"Yakın zamanda öyle bir spiker gelecek ki, ardışık 3 neslin futbol zevkinin içine etmekle kalmayıp dimağlarda onulmaz yaralar açacak, futbol tarihimizde bir sembol olacak. Büyüyünce Messi'ye Ali Tandoğan, Tabata'ya Tabiat Ana, Gökhan Zan'a Gökhan Özen, Sergen'e raf, Rahim'e de Rahman diyecek."

Bunu duyan kadın durur mu? Futbolla uzaktan yakından ilgisi olmayan kadın, bu sözlere bir mânâ veremediği için derakap devrin ileri gelen yüce âlimlerinden bir zat-ı muhteremin makamına vararak pîr-i fânînin sözlerinin hikmetinden sual eylemiş. Kadını dinleyen zâhit şöyle tâbir buyurmuş:

"Hasat vaktine kadar bir oğul edinecek, O'nu okutup büyüteceksin. O'ndan büyük hayırlar göreceksin. O ki olmayanı olduracak, verilmeyeni verdirecek. O'nun ne halefi ne de selefi olacak. işte bu zat senin çocuğun olacak."

Bu yorumu belleyen kadın "Ya nasip!" diyerek evinin yolunu tutmuş. Akşam evde olanları kocasına anlatmış. Kocası bu habere çok ama çok sevinmiş. ikisi de bütün gece bu hayırlı haberin şükrünü edâ etmişler.

O'nun doğduğu gün semâ her zamankinden farklı hâllere bürünmüş. O günün sabahı güneş başka bir yönden doğmuş. O gece kaporası verilerek ay tutulmuş. Yıldızlar 9 günlük bayram tatilini fırsat bilerek bütün gece kaymışlar. işte o an herkes anlamış bu gecenin kutlu bir gece olduğunu, hasretin hüzzamlarının yeryüzünden bu gece terk-i diyar eyleyeceğini.

Üstelik o gece Görüntülü Konuşma Teknolojisi sayesinde mânâ âlemiyle bağlantı gerçekleştiren Başbakan, O'nun geleceğini kamuoyuna ilk kez Başbakanlık binasındaki basın toplantısında duyurmuş. Fox TV'de Bez Bebek, Star TV'de ise Çocuklar Duymasın yarıda kesilerek bu flaş gelişme "Son Dakika" başlığıyla kamuoyuna duyurulmuş.

O dünyaya geldikten sonra yurdumuzun dört bir yanında ve dünyanın muhtelif merkezlerinde, yedi gün yedi gece insanlar bu kutlu zatın küre-i arza teşrifini coşkuyla kutlamış.

Netice-i kelâm, o gün bir yerlerde birileri o mübarek kadını döndürmüş.

O gün bugündür biz de ağız tadıyla bir Şampiyonlar Ligi maçı izleyemez olmuşuz.

Seni seviyoruz ilker Yasin.

--------spoiler--------

kaynak: [http://aracilar.wordpress...0/02/ilker-yasin-dogarken]

dördüncü şahsın şiiri

ben üçüncüyü sevmiştim;

o birinciyi seçmişti.

sadece basit bir ikinciydim;

batakta kaybettim dördüncüyü.

(kaynak: veysel ibrahimoğlu)

rıza bozkurt

deli ve öfkeli ozanlar derneği filminin başkarakteri. var olmasaydı yine var olurduk. gözünüzde çok büyütmeyin.

Devamı için:

http://www.aracilar.org

aracılar cumhuriyeti

yayın adresi: http://www.aracilar.org

ilk sayısını indirmek için farklı kaydedin: tıklayınız

***

Bizler, "genç olduğu kadar hür" bireylerin aracılarıyız.

Bizler, bütün renkleri hızla kirletip birinciliği beyaza verenlerin aracılarıyız.

Bizler, pimi çekilmiş militerliğin vicdanımızda patlatılamadığı bir kardeşliğin aracılarıyız.

Bizler, "Yol her zaman beklediğinizden uzun sürer." gibi aforizmalarla beklenen yolun sürgün edildiği haberini alanların aracılarıyız.

Bizler, değerler üzerinden değerler ($) toplayıcılığı yapan sivil, asker ve bilumum çeşitlerinin karşısında dik duranların aracılarıyız.

Bizler, bağlama familyasına mensup, sapı kısa bir muhalefet arzu etmeyenlerin aracılarıyız.

Bizler, bir de Küba'da kaçak puro satıcısı olsam, diyerek Orhan Veli'ye selam çakanların aracılarıyız.

Bizler, geviş getirmelerde bir miktar dil-bilgisi gerektiğine kanaat getirenlerin aracılarıyız.

Bizler, canları gibi ülkelerini sevenlerin bir sorunla karşılaşıp kapatılmalarını sindiremeyenlerin aracılarıyız.

Bizler, kaygılarını kaygılarıyla örten bir gençliğin kenef kapılarına anayasa yazdığı bir dönemin tanıklarının aracılarıyız.

Bizler, edep yüklü bulutlarıyla yolculuk edenlerin aracılarıyız.

Bizler, feylesoflarla şeylesofları aynı derede yıkamayanların aracılarıyız.

Bizler, zorunlu seçmeli pert olarak "Çok Severim Ben Üniversiteli Gençleri Emlak"a yolu düşen mahzunların aracılarıyız.

Bizler, bayatlayan ekmeklerin gerçekliğini değil tadını yitirdiğine inananların aracılarıyız.

Bizler, "Fotosentez Bayramı"nı kutlayanların ya da kutlayamayanların aracılarıyız.

Bizler, "Ne zaman efendi olduk, kaybettik." felsefesiyle efendileri dize getirenlerin aracılarıyız.

Bizler, kulak kiriyle kabızlığı bir tutmayanların aracılarıyız.

Bizler, "Buralar hep dutluktu, kırmızı rugan ayakkabılılar geldi ve her şey bitti." gibi özdeyişlerle yetişen meydanların aracılarıyız.

Bizler, bir şarkıyı kesik kesik defalarca dinleyerek üzerine şiirler yazabilenlerin ya da yazamayabilenlerin aracılarıyız.

Bizler, Altar'ın oğlu Che Guevara'nın Gelevera Deresi'nde ne yaptığını merak edenlerin aracılarıyız.

Bizler, "sıfır yedi büyüktür sıfır beş" gerçeğini anımsatanların aracılarıyız.

Bizler, Aylık Akbil'inden sadece sizler için feragat edenlerin aracılarıyız.

Bizler, "iyi kazandığımız dönemler vardı." yumurtasını kapıya dayandırmayanların aracılarıyız.

Bizler, ıslak siyasetlerine başlamadan önce, peteklere emanet edilmiş bir çift çorabı ellerine alıp o duru, o sıcacık, o tiken tiken hâllerine bakıp kurban olanların aracılarıyız.

Bizler, kira ücretini minyatür kalelere vaktinde şutlayamayan zamansız öğrencilerin aracılarıyız.

Bizler, tekeri patlayan otobüsten inen yolcuların muavine küfreder gibi baktıkları bir arzuhâlin aracılarıyız.

Bizler, "Ben sana gülüm derim; yaz saati uygulaması başlar." düsturunu ilke edinmişlerin aracılarıyız.

Bizler, Sahlep kentinde Tarçın kadar cömert bir vapur seferinin aracılarıyız.

Bizler, sefer saati gelip de jeton kuyruğuna giren nesillere vapurdan el sallayanların aracılarıyız.

(kaynak: veysel ibrahimoğlu)

hürriyet e yollanabilecek en iyi irtica haberi

2 yaşında hacca giden çocuktan şok açıklamalar: agu bagu hac gu gu iyyi.