bugün

entry'ler (69)

emily dickinson

Finding is the first act,
the second, loss.

-

the bustle in a house
the morning after death
is solemnest of industries
enacted upon earth -

the sweeping up the heart
and putting love away
we shall not want to use again
until eternity -

-

selahattin özpalabıyıkları'ın çevirisi de önsözü gibi, samimi. sizi içine alıyor. emily dickinson - düşünüldüğünde öyle uzak coğrafyaların kadını olmadı, olamadı belki ama şiirlerindeki deniz ve öteler vurgusu öyle güçlü ki. kendi içerisinde gururlu bir ağırbaşlılık. hiçbir pişmanlığa, kötülüğe, haksızlığa göz açtırmadan öylece sessizliğe adanmış bir an. kendi dizesiyle;

soundless as dots -

italo calvino

- .. genç Bayan Zwida, deniz kabukları topluyor ve bunların resimlerini yapıyor; benim de yıllar önce yetişme çağımda güzel bir deniz kabuğu koleksiyonum vardı ama daha sonra hiç ilgilenmedim ve sınıflandırma, biçim bilgisi, değişik türlerin coğrafi dağılımı gibi bilgilerin tümünü unuttum; Bayan Zwida ile konuşursak söz kaçınılmaz bir biçimde deniz kabuklarına gelecekti ve ben o zaman nasıl bir tutum içine gireceğime karar veremiyordum: bu konuda kesinlikle cahilmiş numarası mı yapacaktım yoksa uzak geçmişte ve belirsizlik içerisinde yitip gitmiş bir deneyimden mi söz edecektim; bu deniz kabukları konusu, sonuçlandırılmayan ve yarı yarıya silinen şeylerden oluşan hayatımı yeniden gözden geçirmeme neden oluyordu, işte beni kaçmaya yönelten huzursuzluğum da bundan kaynaklanıyordu.

Buna ek olarak kızın deniz kabuklarını çizmesinde, dünyanın da ulaşabileceği, bu nedenle ulaşması gereken bir kusursuzluk arayışı içinde olması var; ben ise bir süredir bunun tam tersine kusursuzluğun ayrıntısal ve rastlantısal olarak üretildiğine, bu nedenle ilgi görmeyi hak etmediğine, nesnelerin gerçek doğasının yalnızca çöküntü durumunda ortaya çıktığına inanır oldum; Bayan Zwida’ya yaklaştığımda onun resimlerine ilişkin birkaç yorum yapmam -görebildiğim kadarıyla son derece zarif çizim yapıyor- ve bu nedenle aslında ilk anda reddettiğim ahlaki ve estetik ülküye uygunluğunu dile getirmem gerekecek ya da ilk ağızda onu yaralamayı göze alarak duygularımı ortaya koyacağım. -

çünkü, Calvino, insanlarla konuşmak gerçekte de bu kadar zor.
ve bütün poetika bir yana Calvino, "i think i made you up inside my head". deliliğimden yüz bulup kalbimdeki tahribe bir suret uydursaydım, başka kim olabilirdi?
birileri seni bulmuş, birileri adını söylemiş, birileri okumuş seni ve sen aslında deliliği; bir oyun gibi, insanlığın kibri için sadeleştirmişsin de kimse, neye katıldığının farkına bile varmamış -zira insanlık bunun için fazla gururlu, fazla aptal!- ama herkesin aklına yatırmış, içimize sindirmişsin.
şişt, onlar daha deliliğin tanımını, kelimelerin yerini değiştirerek söylediğimizde yine de ayırt edemiyorlar. ama madem ki ilacı var - tanımını kim ne yapsın? benimki de laf.
ama kalsın böyle.
"böyle seviyorum."

(bkz: bir kış gecesi eğer bir yolcu)

the breakfast club

kısaca; the breakfast club = overrated
bazı noktalarda hakkını vermek de gerek - güldürüyor, düşündürüyor, üzüyor. hepsinden önemlisi önyargılarla ilgili ciddi bir eleştiri. birbiriyle hiç alakası yokmuş gibi görünen insanlar, bir şeyleri birlikte yaparak bile ortak alan yaratabilirler, buna amenna. ancak, özellikle sonlara doğru ciddi bir kopukluk var. örnek olarak, başlangıçta bender ve andrew arasındaki çekişme ya da o herkesin oturup bir nevi kendi hikayelerini anlattığı kısımda claire ve bender arasındaki hır gür bir noktada sıkıyor çünkü diyaloglar bir enerjik, pozitif, dostane iken birden tersine dönüyor. kurguyla ilgili bir hata diye düşünüyorum.
belki de içim çürümüştür benim - bu da mümkün.

güzel bir film ama 7,9'luk da değil. (bkz: imdb)

florence welch

birtakım psikolojik rahatsızlıkları olduğunu okumuştum -disleksi, dispraksi?- ancak o şarkılar öyle sağlıklı bir insan tarafından yazılamazdı. söyleyecek pek bir şey de bulamıyorum aslında, o şarkıları dinlediğim zaman, insanın bu dünyanın üstesinden gelemeyeceği aşikar ama yine de bir şeyleri inşa etmek üzere insanın hiç iflah olmayan bir umudu var; işte o umuda dair bütün gelgitleri düşündürüyor bana welch. bunları böyle cüretkarca ifade edebilen ve sadece kelimeleri değil sesini de dize getirebilen yegane sanatçılardan.
(bkz: howl)
http://www.youtube.com/watch?v=ucFHDxhCVwE

(bkz: girl with one eye)
http://www.youtube.com/watch?v=OyKgx5S4Mv0

en iyi film müzikleri

santa esmeralda - dont let me be misunderstood (kill bill)
http://www.youtube.com/watch?v=HYJJC2wYTLo&hd=1

khaled mouzanar - Zaghloul el Hamam (caramel)
http://www.youtube.com/watch?v=tXMcY9SrWm8&list=PL5106C25B9FEC9640&hd=1

roxy - if there is something (flashbacks of a fool)
http://www.youtube.com/watch?v=FOHwuF3oD30

pirates of the caribbean - davy jones
http://www.youtube.com/watch?v=ZDIns7pDIio&hd=1

por una cabeza - scent of a woman'dan o muhteşem sahneyi de bir kez daha şöyle iliştirelim
http://www.youtube.com/watch?v=KXCiLub8DZg

blood diamond - i can carry you
http://www.youtube.com/watch?v=SCPccmYKpmI&hd=1

daha vardır muhakkak da ilk elden aklıma bunlar geliyor.

şiirlerin en can alıcı mısraları

adamlar eski adamlar değil ne yazık
eskisi gibi ölseler de

-/-

seni seviyorum
bu bir yerde yanlış yapıyorumun arnavutçasıdır

furkan çalışkan
kabahatler kanunu

bellek

"Yaşam, belleği icat etmekle gaddarlık etmiş. En eski anılarını ayrıntılarıyla içlerinde taşıyan ihtiyarlar gibi, ölümün kıyısına gelmişken belleğim, güneşin çevresinde dönüyor ve neleri aydınlatmıyor ki o güneş! Her şey mevcut, hiçbir şey yitmemiş. Tıpkı size daha da canlılık verecek, içinizi acıyla zonklatan gizli bir güç gibi: Hiçbir gelecek olmadığının kesinliği karşısında geçmiş büyüyor, kökleri genişliyor, bendeki her şey bir köktabaka halinde, renkler her tabakada saydamlaşıyor, en ufak görüntü mutlaklaşma eğiliminde, yürek kreşendo atıyor."

(bkz: frida kahlo)
(bkz: aşk ve acı)

mary elizabeth winstead

(bkz: pure beauty) (bkz: smashed)
makyajsız da güzel olan kadınlar : checked!

smashed

2012 yapımı komedi-dram filmi. Başrollerinde Mary Elizabeth Winstead ve Aaron Paul oynuyor. Çok bilinmeyen, sakin, hafif bir haftasonu filmi olabilir. ilk başlardaki heyecanı ve ironiyi ilerde yakalayamıyorsunuz ancak gene de film sizi sıkmadan akıp gidiyor. Başka rehabilite filmlerine oranla farklı gibi başlayıp onların düzeyine iniyor. Büyük replikler, harika bir görsel de söz konusu değil. Öyleyken böyle.

hepinizden zekiyim

Ama çalışmıyorum.

yazarların en sevdiği klipler

Zoot woman - memory.

öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna

Bir çocuk demiş.

şiirlerin en can alıcı mısraları

Yoksa kurallarını mı bozuyoruz dünyanın zaten denge sıfır.

Ertan yılmaz.

şiirlerin en can alıcı mısraları

Bak bu olacak şey mi kömür beni vurdu.
Ayaklarım aldı başını gitti.
Ellerim kaldı duvarda.
Kalk ne olur pencereyi aç.

Uzun saçlar yakışırdı sana uzun yıllar,
Bir gökyüzü bitince öteki başlardı.

Arif damar

sofie nin dünyası

ölü filozoflar kahvesi isimli kitabın ansiklopedik hali gibidir. bilemiyorum, felsefeye ilgisi olan insanlara çok şey katacağını sanmıyorum ama felsefeye başlamak için olabilir.

intihar etmek için tek neden

"moron değilseniz böyle bir dünyada iyi olunamayacağını bilirsiniz."

nicki uzun yazarlar

bir de benimkini espiri sanıyorlar, bildiğin şiir dizesi lan. ertan yılmaz şiiri hem de. oy.

127 hours

özellikle sabahları güneş doğduğunda ışığa ayağını uzatışı, gündüzün her anını belleğinde sindirişi. franco'yu da nasıl severim hem!

tek cümleyle kadın

hangi cümle?

başarının sonu yalnızlıktır

http://www.youtube.com/watch?v=pUlw3ACdN5s

bir daha söyle!