bugün

ağır hastaların tedaviye alındığı, sadece hastane personelinin girebileceği yer.
(bkz: acil)
azrailin oralarda sek sek oynadığı, önünde beklemenin insanın ömründen ömür aldığı lanet yer...
ingilizcesi intensivecare'dir.* * *
Yoğun Bakım=Kritik Bakım Üniteleri kritik hastalara hizmet vermek üzere düzenlenen özel ünitelerdir(reanimasyon)
kalp hastalarının hayatlarının kurtarılmasında çok elzem bir bölüm. türkiye de kalp hastalıklarının fazla olması sebebiyle en çok onlarla anılmaktadır.
henüz alacakaranlık
camlarda incecik bir hilal
su yeşili

koridorda kimseler yok
ne bir hemşire ne bir hasta
gece lambaları
can çekişiyor

peki ağlayan kim * *
Taninmayan ucra bir kosede, genisce yapılmıs bir odadir yogun bakım. genelde uzunca bir koridordan gecip, bu dunyayla obur dunyanin dip dibe oldugu sıkıntı dolu yerdir. hastanemizdeki yogun bakımda genelde d.s.s kanrevan icindeyim sarkisi calınır gecenin ufkunda. ex vermedigimiz hic bir nobet gecmez. bir sure sonra o soguklukta o kadar basit gelir ki olumler, duydugunuzda hic bir sey hissetmezsin. epey bi mudahale edersin ama elinden hicbirsey gelmez. ilk baslardaki bu durum belki ruyalarina girer. kaybi yogun bakımın onundeki hasta yakınlarina anlatirken kendini zor tutarsin aglamamk icin. hangi kelimenden sonra hıckırıkların yukselecegini iyi bilirsin. sarılmak istediklerin de olur, kacıp gitmek istediklerin de. bu olay boyle surup gider ve gunun birinde o kadar siradanlasir ki, artık sen o eski sen degilsindir. tum duygularini o soguk genis odada birakirsin.
birgun bindigin otobuste o hasta yakınlarından birileri karsına cıkar. o senı tanımaz ama sen osoguk odayı ve dısındakileri hic unutamazsın. bir gram sohbet ve gözler bırakmışlardır geriye...
Yoğun bakım teknolojisi ne için geliştirilmiştir hala anlayamadığım kavram. Hayat kurtarmak için mi, asla kurtarılamayacak hayatların kaybını geciktirmek için mi?

Daha açıkçası artık sadece tedavi bilgisi ve yöntemi değil, aynı zamanda çok kârlı bir endüstri olan günümüz tıbbı bir tür araf mı yaratmıştır? Geri dönüşü olmayan bu araf ta bekleyenlerden para kazanmak ne kadar etik? modern tıbbın faydalarına diyecek bir tek sözüm bile yok o kadar hadsiz değilim elbette ama yukarıdaki sorularımın cevabını versin biri bana. hatta;

Sağlıklı ve insanca yaşamak nasıl haksa, insanca ölebilmek de bir hak değil midir?

ilerleyen tıp sayesinde umutsuz bir hastalıktan kurtulup,dimdik ayağa kalksaydım, yine aynı mı düşünürdüm o da var tabii. anlatsın biri bana.
her an her hastanın ölme ihtimali olan ünitedir. bu ünitede yatan hastalar umumiyetle, anestezi ile uyutulmaktadır. hastalar entübeli olup, solunum cihazına bağlanmaktadır.
icine bir kere girdigim ve bundan sonra asla girmek istemedigim yerdir.
ingilizce tam karşılığı intensive care unit (icu) tir.
her hasta entübe değildir, kime gerekliyse ona entübasyon uygulanır.
her hasta uyutulmaz, uyutulsa bile bu anestezi değil sedatizasyondur. bu da yine kime gerekiyorsa ona uygulanır.
pek hoş bir yer değildir, işiniz yoksa girmeyin. hele beyin cerrahisi yoğun bakımına hiç girmeyin.
ici gercekten de berbat, hasta yakinlari tarafindan dusunuldugunde ayri bir dert, doktorlar tarafindan dusunuldugunde de ayri bir dert olan yerdir. soguk, elinize gecse, eskiciye bile vermeyceginiz, bir suru dugmesi olan aletler bulundurur; hemsireler girer cikar, ya dedenizden ya babanizdan ya da esinizden sorumlu kisidir, onlarin size soylecegi bir kelimeye bakarsiniz. ama, tarafimca doktorlarin da her ne kadar, bir zamandan sonra makinaya donusse de, her turlu insan oldugu gercegini yuzume vuran bir olaya denk gelmisimdir;

2006 senesinin ramazan ayinin basiydi, eylul sonu ekim basi olacak. dedem de, dag gibi dedem, bir ameliyat sonrasi, uludag universitesi tip fakultesi hastanesi nin 3. katinda bulunan genel cerrahi bolumunun yogun bakimi na yatirilmisti; aman allah im, buraya giren cikamaz diyenler mi ararsiniz, yeni gelenler mi, daha benim yasimda olup da, kocasini yogun bakimda bekleyen tazeler. neyse bunlarin hepsine sebebiyet veren, bir nevi basrol oyuncusu olan yogun bakim da, dedem yatmadan once kocasi yatirilan bir abla vardi, ben diyeyim 33 - 34 siz deyin, en fazla 40 yaslarinda ufak tefek bir abla. ama, ne abladir ki, - su an bile tuylerimi diken diken etti - insanlik ayibinin cacik oldugu dusunulurse icerisine umarsizca dogranmis bir salata gibiydi; neyse efendim, kocasini yaklasik 15 gunden beri bekliyormus, ayaga kalkacagi, tepki verecegi ani; belki de eski mutlu gunlerini, ama ablanin konusmalari degismis, ilginc cumleler kuruyor, yattigi yeri goruyorum, bank tarzi oturma yerlerinin arasina sikistirmis bir iki karton - artik nereden bulduysa - hemsireler de anlamislar herhalde halini, yastik yorgan vermisler, yasini yukarida kestirmeye calistigimiz ablanin surat ifadesine gore olan yasi, abartmiyorum 60 a yaklasmis, o kadar cokmus, hep yerlere bakiyor...

iste boyle bir kisa olaydan sonra, ben de uludag universitesi nde okuyup da, her gun dedemin durumunu ogrenmek icin, ziyarete geldigim birgun, yine diger bas rolu paylasan ve de mekaniklesmedigi belli olan doktor bana, dedemin vehametini anlatirken ve de tam ikinci ameliyat icin bir kagit imzalatacakken, o ablanin kocasinin aniden fenalastigi haberi geldi; girdi iki dakika icer, hemen ablayi cagirdi ve - aslinda olanlari yavas yavas soyler gibi -

- abla, kocan fenalasti, simdi mudahele edicem ! dedi, oyle ki, doktorla abla arasindaki iliski doktor refakatci iliskisinden cok abla - kardes gibiydi, ben yogun bakim kapisinin onunde, yanimda kim bilir kac olunun tasindigi mechul olan bos bir sedye, ve hemen onumde abla. neyse efendim, bu doktor abimiz, ellerine o anda eldivenlerini filan gecirdi, kafasina da ilk defa gordugum beyaz bir bone gecirdi, ama digerlerinden farkliydi; onlugu de beyazdi. neyse, doktor iceri girdi, baska hastalarin da yakinlari var, teselli etmeye calisiyoruz, * adam bana da, "ikinci kez deden ameliyat olacak" dedigi icin ben de tedirginim, biraz dolasmistim o anda, sonra yine, ablaya ilk haber verdigi yere geldim, kapi acildi ve de doktor aslinda surpriz son olmasa da, az once kar beyaz olan, ve simdi kan parcalariyla bezenmis eldivenleriyle cikti kapidan, ve kadina cuk diye ama, sut dokmus kedi capinda, boynunu bukerek;

- basin sagolsun abla, abiyi kaybettik. dedi, ki o an ne anlatilir ne de bir yere sigdirilabilir; kelimeler kifayetsiz kalir, o ablanin o anki surat ifadesini hicbir sekilde unutmak da mumkun degildir. benim bile o anda, tuylerim diken diken olmustu ki, gozlerim doldu aniden, teselli etmeye calistik, ama yere dondurmasi dusen cocugu teselli etmiyoruz...

iste boyle olaylarin kim bilir kac defa yasandigi yerlerdir yogun bakim, sonra da yine bir kisi daha olmustu, benden yasca buyuk olan ogluna bas sagligi dilerken, kisa bir muhabbet kurmus, ben de "dede"min yattigini soylemistim, ardindan da,

- buraya giren sag cikmaz kardes ! demis, "hade len, babasi oldu, ona veriyorum ama benim dedem cikacak" demistim "sag - canli kanli" diye. maalesef ki, abiyi hakli cikardi dedem. ama iste boyle bir yerdir yogun bakim, oldurmeyen allah oldurmez derler, ama olum ani disinda gormeyecegimiz azrail her an oradadir.
her girenin değil belki ama birçoğunun sağ çıktığı yerdir.
her an her saniye ölümün soğukluğunu hissettiğiniz,azrailin çok yakınınızdaki ayak seslerini duyar gibi olduğunuz yerdir yoğun bakım.neden mi ?

sabaha karşı herkesin en tatlı uykusunda olduğu bir saatte beş dakikalığına asistan odasına kestirmeye gidip henüz başınızı koltuga dayadığınız bir anda çalan telefonu açıp hemşire hanımın doktor bey koşun hasta arrest oldu demesiyle dörtnala hastanın yanına koştugunuz ve hastayı tekrar entübe edip hemşire hanımlarla hastayı hayata döndürmek için adete zamanla yarıştığınız,1 saat boyunca hastayı ambulayıp müdahalede bulunmaya çalıştığınız bir durup bir çalışan kalbinin düzenli çalışması için atropinleri adrenalinleri peşin sıra yapıp bir yandan da resüste ettiğiniz hastanın monitöründe asistol yazısını görüp ölüm saatini girdiğiniz yerdir yoğun bakım.

ananın,babanın,eşin,kardeşin en içten yakarışı ve çaresizliğidir yoğun bakım.imkansızı istemek,imkansıza inanmak istemektir yoğun bakım.

konjenital kronik bir kalp hastalığı olan 24 yaşındaki burcunun annesinin kızını görmeye geldiği an elindeki su şişesini hemşireye uzatıp ''hemşire hanım bu zemzem suyu,ne olur burcunun dudaklarına biraz sürermisiniz?bir umut belki iyileşir'' deyip hemşirenin gözyaşları içinde,annenin ziyaretinin hemen ardından bu durumu uyguladığı yerdir yoğun bakım.

her zaman kötü değildir yoğun bakım,intoksikasyonla şuuru kapalı kalbi durmak üzere gelen bir hastayı 5 gün sonra yürüyerek ailesine teslim etmektir yoğun bakım.

en nihayetinde zordur yoğun bakım. hasta olmak da,doktor olmak da,hemşire olmak da zordur yoğun bakımda.allah kimseyi düşürmesindir.
sala seslerinin yakınlardan duyulduğu yer.
allah düşürmesin oraya beklerken ömrünüzden ömür gider efendim yaşlanırsınız bikaç gün içinde tüm hayatınızı sanki yaşamışçasına.
kimseyi sevmemek gereken yerlerdir pediatrik yoğun bakımlar.. yoğunca bakar, çokça seversiniz. her gün saçlarını okşar, dudaklarını ıslatır, bazen masal bile okursunuz. siz yoğunca bakarken o yoğun sıkıntılarıyle mücadele eder. bedeninin kaldırabildiğinden fazlasını alt etmeye çalışır. konuşursunuz, dinler. konuşur, bazen sadece gözleriyle anlatır bazı şeyleri. gece, gündüz, alakasız her saatte yan yana olabilirsiniz. kızabilir, sevebilir, bazen görmek bile istemeyebilirsiniz. bir sabah adımınızı atarsınız yoğun bakıma, yatağı boştur. çarşaflar yenilenmiş, makinelerin setleri değiştirilmiştir. kızgınlık, öfke, rahatlama, ne hissedeceğini bilememe arasında gider gelirsiniz. pediatrik yoğun bakımlar kimseyi sevmemeniz gereken yerlerdir; zira siz seversiniz, onlar giderler. göz göre göre, konuşa konuşa, kendini sevdire sevdire, hafızanıza kazınıp öylece giderler.
beklerken de sonrası da zordur zor.
ölümle yaşam arasında ip ince bir çizgi olduğunu gözünü açıp orada uyandığında anladığın yerdir yoğun bakım...
çıkarmak istersin üzerine yerleştirilmiş dört tane kabloyu, uykunun arasında iniltilerinle seni baş başa bırakmak için kolunu sıkan tansiyon ölçme cihazını, pulse oksimetre adı verilen ne işe yarıyor diye öncesinde merak edilen sonra öğrenilen nabız ölçmeye ve oksijen düzeyine bakmaya yarayan parmağını sıkan o tuhaf şeyi ve kolunu uyuşturmuş serumu...
dudakların çatlamış susuzluktan. ölümü beklersin gelmez, yaşamı bekler gibisindir aslında ama bi o kadarda misafir gibi...
iki gece yeter o ilaç kokulu kalp atışilarını bir ekranda görmene yarayan o odadan korkmana ve bir daha girmek istememene...

çok kötü be sözlük! düşmesin kimseler...
devlet büyüklerinin ellerini kollarını sallayarak girebildiği, aman doktor uyandırmayın lütfen bi bakıp çıkıcaktık diyecek kadar düşünceli olabilecekleri yerler olduğunu yeni öğrendik. ben bu yönünü hiç bilmiyordum .
kokusu va stabil cihaz sesleri sizi ürkütmeye yeter..
içerde bir sürü hasta vardır ve siz kendi hastanızdan başka hiçbir hastayı görmezsiniz.
hastanelerin morg soğukluğunda olan ölüme en yakın yeri.
günde bir iki kere uyandıysan hastalığının o an için iyiye gidiyor olduğuna işarettir.
hemşireler başına elindeki kağıda bakarak yanındaki doktorla konuştuklarında, durumun kötüye gittiğini anlasan bile, sesini çıkarmak istemek aklına bile gelmez. gelse bile çıkaramazsın.
her gün hasta bakıcılar gelir. seni o soğukta, klimalar altında köpürttükleri sularla sağa sola çevirip yıkarlar. içerisi buz gibi soğuk, üzerinde bir çarşafa benzeyen bez vardır sadece. çarşafı ortalayıp, ısınmaya çalışmayı bile beceremezsin. bir de cinsel yerlerini kapatan bir bez. sidik ise sonda yardımıyla bir torbaya akar, bebeklerden bile çaresiz olduğunu o an değil de o anı düşündüğün sonradan anlarsın. çünkü o an bir şey düşünemezsin. sürekli serum bağlıdır. sol orta parmağına nabız ölçme dalga dümeni bağlıdır. ağzından burnundan hortumlar giriyordur. kaldığın 4-5 günün, son 2 gününü hatırlayabilirsin zaten. kısaca böyle bir şeydir yoğun bakım. zordur, kurtulursanız hayat daha kolay gelir. tabi nekahat dönemi sonrasında.
hep televizyonlardan izleriz yoğun bakım servislerini.
kapıda hasta yakınları vardır; bitkin, üzgün ve gözü yaşlı.
o kapı her açıldığında tüm hasta yakınları bi umutla kapıya bakar.
doktordan sizin hastanızla ilgili gelecek en ufak haberi beklerler.
dikkat ederseniz iyi haber demedim. sadece haber dedim.

ve dün o yoğun bakım kapısında idim.
ne bi film ne de başka birşeydi.
bu sefer gerçekti.
o kapı her açıldığında gözleriniz büyür.
içinizde korku ve endişe vardır.
dua etmekten artık peygamber moduna girmişsinizdir.
yoğun bakımda olan birinin durumu ne kadar iyi olabilir ki.
bekliyoruz derler tepki vermesini.
bi durum olduğunda arayacaz sizi derler.
o yüzden her telefon çaldığında içinizi bi korku kaplar.
bi yandan telefonunuzu kapamak istersiniz ama bi yandanda bir organınız gibi yanınızda taşırsınız.
işte böyle birşeymiş yoğun bakım ünitesi ve o kapının önünde beklemek.
frikik veren kadına göz kaçırmadan dikkatlice yapılan bakış şeklidir.