bugün

ingilizcemin son derece gelişmesini sağlamış olan programdır.
şöyle ki;
-check the garbage (çöpleri kontrol et)
-mop the floor (yerleri paspala)
-take the garbages outside (çöpleri dışarı götür)
-clean the tables (masaları temizle)
-move (yok ol,ayak altında dolaşma)
-go home(evine git,bugün sana ihtiyaç yok)
şu sıralar kmapusdeki tüm binalarda afişi bulunan ve yeni sloganı "what is WAT?" olan mutlaka gitmek istediğim programdır.
bu programa katilarak losenciliza giden bi grup turkun bi homliz ablayi alip; eve goturdukten sonra yikayip; tras etmenin akabinde bi guzel zuktugu rivayet edilir.
araba kirala, niagara'ya kadar bile git, rus bayanlar ile muhteşem bir gece yaşa, mc donalts türkiye de seni nasıl kazıkladıklarını anla, türkiye'de bununla 10 kişi doyar diye düşün, sabah kalk konserve fabrikasında gu deey gaayss diye bağırarak gülümsemeler dağıt. pasaportun olsun 100 sene yaşa, git ve dönme serüvenidir.
bu yıl bizden , uludağ sözlük ankara güruhundan , aangelicaa ve aria galactica'mızı almış organizasyon .
(bkz: sefillik).
nereye gittiğinizden çok nasıl bir firmanın referansıyla gittiğiniz önemlidir. işini iyi yapamayan kişilerce gönderildiğinizde, size koşulsuz taahüt edilen işin söylendiği gibi olmadığını görebilirsiniz. mesela size otelde çalışacağınız vaad edilir ama oraya gittiğinizde otel yetkilileri sizi mülakata tabi tutabilir. ve mülakatı geçmediğiniz takdirde deyim yerindeyse g.t gibi ortada kalırsınız. sonrada büyük ihtimalle sonuçsuz telefon görüşmeleri olur. ister las vegas olsun, sahipsiz olduktan sonra bulunduğunuz yerin güzel olmasının hiç mi hiç mühimmiyeti yoktur.
pic, ibne ve gotos bir olaydir, o adamlara para verip rezil olmayin. elinizin altinda internet var gitmek istediginiz ulkenin bir sirketine mail atin, o sirket size bu adamlardan daha fazla yardimci olur.
sadece üniversite öğrencilerine yönelik çalış-gez programı. söylenilenlerin aksine amerikalılar da aynı işlerde çalışmaktadırlar. fakat türk öğrenciler bu çalışma temposuna ayak uyduramayıp programa b.k atmaktadırlar. 7 farklı ülkeden üniversite öğrencileriyle çalıştığım ve sadece türklerin sorun çıkardığı programdır. ana kuzusu olanlara yaramaz. akıllı bir adamın bütün masraflarını cıkarması olağandır. kesinlikle yaşanılması gereken bir tecrübe.
work kısmının daha ağır bastığı, amerikan hükümetinin üniversite öğrencileri için tasarladığı kültürel değişim ve kişisel gelişim programıdır.eğer ingilizceniz iyi değilse, daha önce hiç iş deneyiminiz olmadıysa ve kendi ayaklarınız üzerinde durabilecek kadar olgun değilseniz kesinlikle katılmamanız gereken bi program.evet bunların hepsi bende var diyosanız, yaz tatiliniz için kesinlikle en güzel seçenek. amerika ya gitmenin ve 3 ay geçirmenin en ucuz yolu.
hic oyle anlatildigi gibi,internette dolasan linklerdeki gibi gezip dolasilan bi program degil, amerikanin modern kolelik sistemini yeniden canlandiran program..hele bir de masraflariniiz ailenize geri getirmeyi soz verdiyseniz vay halinize!

ama her seye ragmen ogrencilik hayatinda yurtdisi gormenin amerikaya gitmenin en kolay yolu,yaz okulunda yada aptal sirketlerde fotokopi cekerek staj yapmaktansa amerikaya gidip hamburger yapmak tercih edilir.

dogu kisminda binlerce turk var abartmiyorum her taraf turk dolu,herelde orta eyaletlerde az vardir.dogu keyifli ama cok turk var dusunenlere tavsiye olsun.yurtdisinda evrim geciriyoruz haberiniz olsun.
heyecanla katıldığınız, şirketin anlattığından farklı şeylerle karşılaştığınız, zencilerin linçine maruz kalabileceğiniz, işten atılıp abd sokaklarında iş aramak için sokak sokak dolaşabileceğiniz, çok hoş arkadaşlar edinebileceğiniz, ciddi bir hayat tecrübesi katan para kazanma anlamında hayal kırıklığına uğratabilen, herşeye rağmen adrenalin yüklü, eğlenceli ve tavsiye edilen bir programdır.
bu yaz katılacağım program. benim gibi disneyland gibi harikalar diyarında ve eğlence parkında çalı$caksanız tadından yenmeyecek program.
6 haziran itibariyle başlayacağım program. heyecandan bir taraflarım trompet çalsa da sabırsızlıkla bekliyorum. mississippi biloxi taraflarına işi düşen olursa beklerim.
acun firarda programına çıkan iki türk kızının şikayetçi olduğu sistem. yaklaşık 3 yıl önceydi. acun kızlara sordu:
- aileniz mi yolladı tatil için?
+ hayır work and travel la geldik.
- hem para kazanıp hem geziyorsunuz yani. nasıl memnun musunuz?
+ hayır hayır hiç kimseye tavsiye etmiyoruz, türkiye'ye dönecek paramız kalmadı sabah akşam çalışmaktan çok bunaldık, durduğumuz yerden kıpırdayamadık vs vs..

bu diyaloğu izledikten 2 sene sonra giden biriyle konuştum, gezdiğini ama tamamen para kazanma amaçlı bir yolculuk olduğunu söyledi. öyle gezip eğlenmek biraz yalan olmuş, ama farklı kültürleri tanımak ve ingilizce öğrenmek açısından güzel tabii.
bir üniversite öğrencisinin en külfetsiz yoldan yurt dışına çıkmasının yoludur, öyle dil okulu programları gibi rutin bir program değildir, bir cok zahmeti vardır, adamın anasını aglatır ama gelirken annenize güzel hediyeler getirince de güldürür, dilinizi geliştirir,gerçi dil dile değmeden dil öğrenilmez ama gerektiğinde dilinizi de değdirtir,herkesin gitmesi imkansız biraz da olsa ingilizce bilmek gerekir, yoksa vermezler size vize, gittiginiz sirket önemlidir, iyi arastirilmasi gereken bir programdır, kısaca wat denir, aman ucak biletinizi erken alin .... (bkz: academix)
amerikaya hizmet etmenin, onların ayak işlerini yapmanın,üstüne üstelik aşağılanmanın, hor görülmenin diğer adı....
(bkz: hayat boş pompala coş)
http://www.youtube.com/wa...ud3tc&feature=related *
2008 yılının yazını değerlendirmemi sağlayan program. 100 Fahrenheit sıcaklıkta köpek gibi çalıştığınız dakikalarda, çektiğiniz çilenin bir siz bir de Allah tarafından bilindiği; "keşke gelmeseydim, aklıma tüküreyim", "paramızla rezil olduk, şu duruma bak!" yorumlarının sıkça karşılaşıldığı program. ama yine de tavsiye edebileceğim bir olaydır.
kültürel değişim, sosyalleşme adı altındaki sömürü faaliyeti. şiddetle ihtiyaç duyulan ucuz iş gücüne bulunan kılıf.
--spoiler--
üniversite de prof. olan bir hocamızın bu konu ile ilgili yorumu.
afrika dan amerika ya köle olarak giden insanlar bile en azından yol parası vermiyordu.
--spoiler--

bu kadar özet sanırım bu cümle.
gitmeyin arkadaşım. gitmeyin. bu program, ucuz ve kaçak işçiyi legalize etme çabasından başka hiç bir şey değildir.

ben, ringo oluyorum. ikinci arkadaş, şabat. üçüncü arkadaş, immigroş.

part 1

bir gün, yakın bir arkadaşımla bir yere oturduk, kahve içiyoruz. iki saat sonra başlicak dersten önce sohbet edip, gelecek hakkında konuşuyorduk. hayatı boyunca yurtdışına çıkmamış ama bunu gerçekleştirmeyi çok isteyen ben, bu isteğimden söz ettim. fakat kısa süreli bir seyahat değil, uzun süreli bir seyahat istediğimi belirttim. bir haftada hiç bir kültürün içine karışamiyacağımı, tanıyamayacağımı biliyordum. bundan önce onlarca defa yurtdışına çıkmış arkadaşım da yazı değerlendirmek istediğini ve uzun süreli bi seyahat istediğini söyledi. e ne duruyoruz dedik? work and travel?

ertesi gün araştırmalara başladık. hangi eyalete gideriz, hangi işe gireriz derken, bir üçüncü arkadaşımızın çoktan bu programa başvurduğunu duyunca, soluğu hemen arkadaşımızın anlaştığı şirketin binasında aldık. çalışmak istediğimiz işi ve eyaleti belirlemiştik. san diego, harrah casinolarından bir tanesi. paralar ödendi, formlar dolduruldu, işverenin taaa amerika'dan gelip, mülakat yapması beklendi.

sonunda o gün geldi, mülakata gittik. yaklaşık elli kişi ile tek tek görüşüldü, bunların yirmibeşinin kabul edileceği buyuruldu. bir hafta sonra haber vericez dediler, teşekkür ettik ve otelden çıktık.

bir nefes alalım, buraya kadar her şey ne kadar güzel gidiyor. "san diego ne güzel olucak olm", "üç kişiyiz olm direkt ev araştırmaya başlayalım" gibi diyaloglar. hazırlıklı gidiyoruz ne de olsa, sırf bu yaz için paralar biriktirilmiş. esas amaç 3 ay çalışıp üstüne biriken parayı koyup new yorkhayalini gerçekleştirmek. buraya kadar söz etmemiştim, ama üçümüzün de en büyük hevesi new york'u görmekti. eh, gerçekleştiriyorduk işte, az kalmıştı.

aradan bir hafta geçti, iki hafta geçti, üç hafta geçti, ses yok. e-maillere cevap alamıyoruz. ulaşamıyoruz. sonunda telefonla ulaşabilmeyi başardık aracı şirketimize. (burada ismi üstüne basa basa belirtmek istiyorum; elton yurtdışı danışmanlık.)
- aa meraba bizim mülakat sonuçlarımız hala gelmedi?
-aa nasılsın ringo? haber vermedik mi size?
-yok, vermediniz.
-siz mülakattan çıkar çıkmaz belli oldu sonuçlar zaten. bizden kabul edilen yirmibeş kişinin formlarını alıp gittiler. üçünüz de kabul ediliniz. hayırlı olsun.
-hadi ya, teşekkür ederim. çok güzel oldu bu.

hemen üçlü koalisyon, huhuu, oh be, holey gibi tepkiler. artık yolculuğa tahmini olarak dört ay kalmış, kabul edildiğimiz haberini aldık.

aradan üç ay geçti. formlar tamamlandı. tüm para ödendi. vize görüşmeleri için tarih alındı. bir ay kadar sonra, gidiyoruz. telefon çalıyor, arayan şabat;

şabat: naber?
ringo: iyidir sen?
şabat: haberler kötü. san diego işi iptal.
ringo: ??? o niye?
şabat: bizim danışman aradı, ringo'yu kabul etmediler, o yüzden sen ve immigroş'u da almıyorlar dedi.
ringo: yok artık? o nedenmiş.
şabat: bilmiyorum, böyle dedi ve iş seçmemiz gerektiğini söyledi.
ringo: ??? ...

hemen burada, bu olaya da açıklık getirmek gerek. üçümüzün görüşmeleri de çok iyi geçmişti. şabat'a sorulan sorular hakkında bilgi vermiş, hatta "şu soruyu kesin şöyle cevapla, bayılıyolar bu tip şeylere" demiştim. şabat da bunu uygulamış, mükemmel bir karşılık en üst seviye onaylamayı yazdırmıştı kağıda. yan masada immigroş, ben ve iki çocuk daha mülakatı sürdürürken, en akıcı ingilizceyi konuşan, en rahat davranan, kadına espri yapıp gülmesini bile sağlayan bendim. yandaki diğer iki çocuk isimlerini söyleyemezken, immigroş çok masum bir heyecanla elini titretip panikten şekerin ingilizcesini unuturken.
amerika'ya gidip, türkiye'ye döndükten sonra ortaya çıktı ki, böyle bir durum yokmuş. sadece on üç kişiyi almayı kararlaştırıp, bir çok kişiyi seçtikleri çalışma pozisyonları yüzünden kabul etmeme kararı almışlar. yani, danışmanımız bize yalan söylemiş.
bu yalanın, amerika'ya gitmeden, amerika'dayken, ve döndüğümüzde bile üstümde yarattığı baskıyı, kendime, arkadaşlarıma ve tüm çevreme karşı nasıl hissetmemi sağladığını tahmin edebileceğinizi düşünüyorum.

artık bir ay vardır, tüm işler seçilmiş, kontenjanlar dolmuştur. biz ise sap gibi açıkta kalmışızdır. çiftlikte housekeeping, alabama'da kuru temizleme seçenekleri arasından, new orleans hilton river side hotel öyle bir parlamaktadır ki, balıkmala atlamak diye bir tabir varsa eğer, o anda üç balık görmeniz mümkündü. blues'un, caz'ın başkenti. müziğin bir numaları şehri; new orleans. aman tanrım. mevcut durumda bundan iyisi olamaz.

vize görüşmesine gidiyoruz, ancak burada da şöyle bir sorunla karşılaşıyoruz. danışmanlık şirketi, immigroş için randevu almayı unutmuş. şabat ve ben görüşmemizi tamamlarken, immigroş sinirli bir şekilde bir hafta sonra dönmek üzere ayrılıyor konsolosluktan. sadece aracılık yapan bir şirketin, yapması gereken tek tük işleri bile doğru düzgün yapmaması gittikçe sinirmizi bozuyor. hatırlamışken şunu da söylemeli; immigroş daha ringo ve şabat başvurmamışken, bu şirketteki danışman tarafından az kalsın kandırılıp, yalan söylenip, çok alakasız bir yere gönderiliyordu. biz bunu çok sonraları öğreniyorduk.

vizeler alındı, belgeler tamamlandı, uçak biletleri alındı, valizler hazırlandı. iki gün sonra uçaktayız. gidiyoruz, nihayet.

new orleans hilton'da çalışmak üzere kabul edilen öğrencilern biri ise bizden çok önce new orleans'a varmış, yerleşmiş. mail grubundan bizi bulup hepimize teker teker mail atıyor, tam iki gün kala. kısaca şöyle demekte; "buraya geldim, danışmanımız halina'yla buluştum ve beni saçman sapan bir yere getirdi. hilton'da iş yok. kandırıldık." şunu da söylemeliyim, bizim asıl anlaşma sağladığımız şirket hcms diye bir şirket. o da aracı yani, hilton'la işi bağlayan o. ama farketmiyor, kapı gibi sözleşmemiz var işte.

bu şok, ağır geldi. hemen telefonlara sarıldık, ertesi gün soluğu şirkette aldık. böyle bir durum olmadığı, o arkadaşın onlara böyle bir mail atmadğını, hilton'la konuşulduğu ve kesinlike böyle bir durum olmadığı söyleniyor. biz ısrar ediyoruz, kesinlikle yok böyle bir şey diyorlar. inanmaktan başka bir çaremiz mi var? inanmasak bile, bir gün sonra yoldayız zaten. yapacak bir şey yok.

uçağa binildi, uçaktan inildi. bir daha uçağa binildi, bir daha inildi ve bir kez daha binilip bir kez daha inildi. saat akşam dokuz, new orleans'tayız. kimse bizi karşılamayacağı için, hazırlıklıyız. rezervasyon yaptırdığımız otele gidiyoruz. halina'yı aradık hemen. telesekreter çıktı. "hi this is hallinaa, if you can't reach me please leave your name and number, i'll call you. see ya." köpek gibi yorgunuz ama, köpek gibi de açız. hemen çıkıyoruz dışarı. soluğu bourbon street 'de alıyoruz. strip clublar, canlı müzik, boncuk verip meme açtırmalar, gayet eğlenceli bir yer.

ertesi gün halina'yı tekrar aradık. telefonda bize fırça atmaya kalktı, siz nasıl hemen beni aramazsınız diye. biz aradık seni halina'cım dedik, telefonun kapalıydı. biz hilton'a üç blok uzaklıktayız, hilton'un önüne gel konuşalım. hilton'a değil, greyhound bus station'a gelin, orada buluşucaz dedi. biz, hiç bir şeye inanmadığımız için, hemen greyhound bus stationun nerede olduğuna baktık. 33 blok ötede!!
- "halina, canım ciğerim, saçmalama hilton'un önüne gel, otobüs terminalinde ne işimiz var bizim. bir saat sonra görüşürüz."
- okeey, see ya there.

hilton'un önünde bekledik. üç saat kadar. ne gelen var, ne arayan. biz arıyoruz, telefonunu açan yok. new orleans'ın süründüren sıcağında otele dönüyoruz. sonunda telefonumuza cevap geliyor, nasıl gelmezsin diyoruz, "gelemedim" diyor. kaltak.

buradan sonra işler iyice sapıtmaya başlıyor. "otelinizin ismini verin, araba yollayıp sizi aldırıcam." "hilton'da çalışamazsınız, sizi buradan iki saat uzaklıkta bir yere göndericem."
"otelde kalamazsınız, çabuk yerinizi söyleyin." artık cephe olunmuştur. kavga başlamıştır. burada şunu da belirtmek isterim, gelen öğrencilerin çoğu bu aşamada sinip, korkup, ne denirse yapıyor. haksız da değiller. bilmedikleri bir ülke, çoğu ingilizce'yi iyi konuşamıyor, kendini ifade edemiyor. çaresizlik var. ama biz öyle yapmadık, bize ses yükseltildikçe biz de yükselttik. iki görüşme daha ayarladık, hilton önünde olmak şartıyla. birinde ekildik, diğerinde mario diye bir lavuk geldi jiple.

"atlayın gençler!" dedi, atladık. sizi greyhound'a götürüyorum dedi. "hahaha" dedik. "yanımızda hiç bir eşya yok. götüremezsin." "tamam o zaman, otele gidelim alalım eşyalarınızı." "mario, sen bizi kenarda indir. halina'ya da söyle, bu iş burada bitmedi."

bundan sonra jipten inip, direkt otele gittik. halina'yı aradık. bağırıp çağırdık. şöyle de bir avantajımız olduğunu hatırladı immigroş; 70 küsür yaşında, amerikalı bir bilim adamı tanıdığı vardı. david isimli bir adam. onu aradı. o bizden halina'nın telefonunu aldı. halina'yla konuştu. halina bizi aradı. "i'm done with you" dedi. "alın size joe'nun telefonu." he's the boss." bir yandan da aileler türkiye'dek şirketle kapışıyor. elton yurtdışı danışmanlık şirketi ise, ailelerimize yalan söylemekle meşgul. immigroş'un annesi arayınca, "biz ringo'ya yeni iş bulduğumuzu söyledik, biz öyle iş istemeyiz dedi." gibi yalanlar atıyorlar. benim ailem arayınca, "şabat önerdiğimiz işi kabul etmedi." diyorlar.

biz joe'yu aradık. david joe'yu aradı. şirketin merkezi chicago'daydı. chicago'da size iş veriyorum öyleyse dedi. tabii bunu hemen söylemiyor. david arayıp, bir amerikalı olarak başka bir amerikalı'ya fırça atıyor. sözleşmemizden söz ediyor, dava açmaya hazırlandığımızı belirtiyor. joe da hemen bize iş sunuyor. dava açma konusunda da yalan söylemedi david. avukata gösterdik sözleşmemizi. şirketi kapattırma şansınız çok büyük dendi avukat tarafından.

biletlerimizi joe karşılıyor, new orleans'tan chicago'ya, yani en güneyden en kuzeye geçiyoruz. chicagodayız.
part 2

oh be, her şey yolunda. yırttık. galiba. verdikleri eve yerleşiyoruz. ilk kira ve depozitoyu ödüyoruz. * eve yerleşiyoruz. oak park bizim kalmak istediğimiz yerdi. aynı şirketin bir yerde daha yeri vardı, sanırım downers groove, orayı kabul etmemiştik. downtowna çok uzak, ve bomboş bir yerdi. oak park ise güzel bir yer, üstelike downtowna on beş dakika mesafede. ısrarlar sonucu oak park'a yerleşiyoruz, beş güne kalmaz işe başlicaz. eve üç kolombiyalı geliyor. iyi adamlar, ama ne pis herifler. beş gün geçiyor, iş yok. on gün geçiyor, iş yok. on beş gün geçiyor, iş yok. param bitmek üzere. ve sinirlerim sonuna kadar zorlanmış, müthiş gerginim. buradaki danışmanımız ise juan isimli bir costa rika'lı. iyice tanıdıktan sonra, "amerikan ordusu sempatizanı, iguana kılıklı costa rika'lı cüce" demeyi tercih ettim. telefonlar, türkiye'deki şirketle kavgalar, juan'la, joe'yla kapışmalar. sonunda işe başıyorsunuz deniyor. ama bir şartla. sizi başka eve taşımak zorundayız. konsolosluğu arayıp şikayette bulunuyoruz, burada elli kadar insan daha var diyorlar, şikayetçi olan. ya taşının, ya da siktirip gidin deniyor, juan ve joe tarafından.

imkanı yok diyoruz, eve bok gibi masraf yaptık, temizlik yaptık, o kadar yiyecek aldık. masraflarımızı karşılıyorsanız, eyvallah. tamam tamam diyorlar, oturun. "para falan vermeyiz.
üç gün sonra arıyoruz sizi, başlıyorsunuz." yaklaşık bir hafta daha geçiyor, sonunda arıyorlar. işe başlıyorsunuz. ama downers groove'da. oraya taşınıcaksınız. artık her şey o kadar inada binmişti ki, kabul etmiyoruz dedik. gerekirse ulaşımımızı biz sağlarız, ama ta-şın-mı-yor-uz.

oak park'tan downers groove'a ulaşım çok zordu. yine de katlandık. işe başladık. iş, kesinlike bir work and travel işi değildi. inanılmaz yorucu, inanılmaz ağır ve yıpratıcı bir iş. yani, mcdondals'ta çalışmak tatil köyünde tatil yapmaya benziyordu, samimiyim. sabah dört'te kalkıp, işe gidiyor, çalışıp akşam eve dönüyor, anında uyuyup tekrar sabah 4te kalkıyorduk. başka hiç bir şey yapamaz olduk, ama katlanıcaktık. new york'taki güzel tatilimiz için.

dördüncü iş gününde, son acı gerçekle karşılaştık. ilk bir ay maaş ödenmeyecek. sebep ne? 4 aylık ev kirası otomatik olarak alınıcak. son bir haftayı cebindeki 7 dolarla geçiren ben, artık yeter demek zorunda kaldım. kuru kuruya demedim bunu. oturdum, hesap yaptım. bir ay boyunca maaş almasam, arkasından bir ay maaş alsam, çalışma sürem bitiyor ve tatil yapma günlerim başlıyor. ama o kadar az para kazanmış oluyorum ki, new york'ta maksimum dört, bilemedin beş gün konaklama parasını karşılayabiliyorum. ayrıca bu sebepten dolayı uçak biletimi yakın bir tarihe aldırmam gerekiyor ki, bu da iki yüz elli dolarlık bir fark ödemek demek. yani, o beş günü bile tatil yaparak geçirmem imkansız. tüm para dönebilmek için uçağa gidecek.

şabat ve immigroşa döndüm. gençler, bana müsaade. ben dönüyorum dedim. onların maddi konuda sıkıntıları yoktu. hem yanlarında benden çok daha fazla paraları vardı, hem de ailelerinden new york tatili için tekrar para alacaklardı. "yapma abi, ailenden para al, tatile geçelim" dediler. ama ben ailemden para alamazdım. istesem de alamayacacktım. sadece bilet farkını ailemden rica ettim, dönmem için o parayı yolladılar ve türkiye'ye tek başıma döndüm.

şabat ve immigroş ise new york'a gitmek üzere yola koyuldular. üç-dört hafta kadar tatillerini yaptılar. onlar adına ne kadar sevinsem de, nasıl hissettiğim hakkında da fikir sahibi olduğunuza eminim.

işte, alın size work and travel. şunu bilmenizde fayda var, bu yaşananlar bana özel bir durum değildi. orada tanıştığım onlarca insan da aynı sorunlarla boğuşuyordu. yani, work and travel'da istisna şanssızlıklar değil, işinizin yolunda gitmesi, eğlencesi. yine de gidicem ulan derseniz, yolunuz açık olsun.
bu yaz tamamlamış olduğum aktivite. herkesi mutlu eden bir dalga değil tabii. çok mutsuz olsan da var keyifden dört köşe olanda. ben mississippi de hard rock casino da çalıştım. hani kölelik yapıyorsunuz diyor ya bazıları. yaptığım iş türkiyede olsun üniversiteyi faslan bırakır o işi yapardım. 3 öğün çok lezzetli yemek verilen, yöneticiler anlamında kusursuz olan, iş şartları bakımından son derece rahat olan kusursuz bir işti. türkiyede hiçbir iş yerinde kulağımda kulaklık günde 2 saat uyuyarak iş yapabileceğimi sanmıyorum. üstelik aylık 1250 dolar kazanırken. yemeğe hiç para vermediğim düşünülürse kazandığım para bana hava da karada yetti. 3 ay boyunca çalıştığım bölge eğlence açısından vasat olsada istenilince yapılacak tonla şey bulunabiliyordu. program sonunda gerçekleştirdiğim 10 günlük new york tatil kısmı da işin kaymağı idi. son derece eğlendim ve çok büyük keyif aldım. şahsi fikrime göre bu programdan alacağınız keyif çalışacağınız yerin kalitesine bakıyor. yani bilen bilmeyen yazıyor ama tek birkez aşağılanmadığımı belirtmek isterim. düşünenlere şimdiden hayırlı yolculuklar *
güncel Önemli Başlıklar