bugün

başrollerinde annette bening ve julianne moore ve mark ruffalo'nun oynadığı 2010 amerikan yapımı film.
altın küre adaylığı da var bu sene. yönetmen lisa cholodenko.

lezbiyen çiftin çocuklarının sperm babalarını arayıp bulması ve sperm babanın aileye girmesiyle değişen hayatları anlatıyor film en kaba tabiri ile ki sperm baba nedir onu da şu an uydurdum ya. neyse...

bence film iyi, seyredilesi. hatta üstüne düşünülesi. bizim ülke için daha erken elbette ama erken diye de düşünmemek saçma elbet.
kısaca film bir kült olmasa da, başarılı. vasatın üzerinde.

http://www.imdb.com/title/tt0842926/
alışık olmadığımız bir konusu var bu filmin, herhalde aldığı 7.4 lük puan da bundan kaynaklanıyor. ama izlenilebitesi yüksek filmlerden diyebiliriz, enteresan konusu sebebiyle.
(bkz: the kids aren t all right)
filmin ilk 15-20 dakikasında konuyu kavrıyorsunuz, şaşırıyorsunuz, az çok beğeniyorsunuz ve film boyu bununla yetinmek zorunda kalıyorsunuz. izle ve unut kabilesinden, konu itibariyle ödül garantili bir acayip film.
68 inci altın küre ödülleri'nde komedi / müzikal dalında en iyi film ödülünü almıştır.
iyi bir film. ama sadece "iyi". bir başyapıt olduğunu söylemek zor. bir kere, fazlasıyla durağan bir film. izleyiciyi heyecanlandırmıyor ve bir sonraki sahnede ne olacağını merak ettirmiyor. filmin başında zaten olayın ne olduğunu anlamak mümkün. ama olayı anladıktan sonra pek bir aksiyon yok. annette bening'in oyunculuğu filmi kurtarmış sanki. bir de karakterlerin psikolojik tahlilleri. filmin konusunun da orijinal olduğunu söylemek mümkün. ama bu filmi izlerken the curious case of benjamin button aklıma geldi. onun da konusu son derece orijinaldi ama filmde bir hareket yoktu. izlerken uykum gelmişti, bunda da uykum geldi.

68 inci altın küre ödülleri;

* komedi / müzikal dalında en iyi film ödülünü aldı.

* komedi / müzikal dalında annette bening en iyi kadın oyuncu ödülünü aldı.

83 üncü oscar ödül töreni;

* en iyi film ödülüne aday. ama bence bu dalda ödülü alması neredeyse imkansız. bu ödüle aday olan filmlerden black swan'u ve inception'ı izledim. bence ikisi de bu filmden çok daha iyi. en azından izleyiciyi kendine bağlayan ve etkileyen filmler. the fighter, the king's speech ve 127 hours gibi filmlerin de çok iyi olduğu söyleniyor.

* annette bening en iyi kadın oyuncu ödülüne aday. bu ödülü kimin kazanacağını kestirmek daha zor ama natalie portman'a gideceğini tahmin ediyorum.

* mark ruffalo * en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülüne aday olarak gösteriliyor.

* film ayrıca, en iyi orijinal senaryo dalında ödüle aday.
oscara aday filmleri izliyorum şu sıralar ve bu film bende geçen seneki the hurt locker filminin etkisini yaptı. umarım oscarı kazanmaz. çünkü akademi böyle yapay filmleri çok seviyor. film herşeyi ile yapay. filmin ana konusu aile olmak için illede kadın-erkek ebeveyn olmasına gerek yok, lezbiyen bir çiftte pek ala aile olabilir. bunu çocukların normalliği ve ailenin yaşadığı sıkıntıların klasik ailelerden farklı olmadığı yönündeki göndermeleri ile ispatlamaya çalışıyor. işte bu noktada bu çift evli değilde örneğin kardeş olsalardı ve anne-teyze olarak çocuklarını büyütselerdi yine çocukları normal göstererek ailenin normal olduğu ispatlanmış mı olacaktı? ya da iki arkadaş olsalardı...diyeceğim odur ki bir ailenin kadın-erkek ebeveynlerden oluşması nasıl o aileyi normal yapmak için tek şart değilse iki kadının bir aileye sahip olmalarıın tek gereği de aynı yatakta yatmaları olamaz.
diğer taraftan filmde çocuklar alabildiğine normal. öyle böyle değil. e ama iki lezbiyen çiftin yetiştirdiği çocukların lezbiyen veya gay eğilimli olmayacaklarını söylemek bu kadar kolay mı? bence bu kadar kolay olmamalı. sonuçta bu bir istatistik çalışması. amerika'da yeterince done vardır bu konuda yargıya varmak için. lezbiyen çiftlerin çocuklarının cinsel eğilimleri tespit edilir ve ülke geneline o oran vurulur. eğer altında veya eşitse sözüm yok ama üstünde ise kimse basit bir filmle bu işi normalleştirmeye çalışmasın lütfen.
korkum the hurt locker nasıl yapay, basit bir amerikan propagandası iken oskarı aldıysa bu filmde kapitalizmin, dolayısı ile amerika'nın dünyaya kendi hastalıklı modernlik anlayışlarını bulaştırmak için çekilmiş bir film olması ve bununla oscara ulaşabilme ihtimali. ha çok da tın oscarı almış almamış orası da ayrı. the hurt locker akademinin onlarca ayıbından birisi olarak orada duruyor.
diğer taraftan burada söz konusu sadece lezbiyen bir aile olması değil, o iğrenç amerikan aile yapısının modernlikmiş gibi gözmüze sokulması. bu filmi izleyince american beauty'un çok yerinde sistem eleştirileri getirdiğini hatırladım. maalesef böyle sistem eleştirisi getiren filmler artık eskisi kadar yok. bizim ve dünyanın da bu yeni modernlik anlayışına ihtiyacı yok. ihtiyacımız olan çocukklarımızı sağlıklı bir toplumda büyütmek ve yetiştirmek. onun yolu da amerikanizmden geçmiyor. onu yolu modern eğitimin yanına anadolu kültürünü entegre etmekten geçiyor. son olarak amerika al modern aileni tepe tepe kullan, bize bulaşma diyorum.
oscar komitesinin lezbiyen ve eşcinsellerden oluştuğunu düşündüren berbat film.
bu yıl en iyi orijinal senaryo oscar adayları arasındaki, bu ödülü hakeden iki filmden biri. diğeri için;
(bkz: the king s speech)

not: bu tanım, en iyi orijinal senaryo kategorisindeki aday filmlerden another year izlenmeden yapılmıştır. saygılar, sevgiler.
bu senenin en iyi film dalında golden globe aldıktan ve oscar'a da en iyi film dalında aday olduktan sonra izlenen fakat fazla beğenilmeyen 10 üzerinden 7'nin bile fazla geleceği düşünülen film. eşcinselliğin çok farklı bir boyutu ele alındığı için muhtemelen bu ödüller verilmektedir, ancak 2006'da en iyi film oscarını alan Brokeback Mountain bundan çok çok iyidir. o dönem pek beğenmemiştim ama gerçekten o duyguyu sonuna kadar vermişti artı gayet de duygulandırmıştı. tabi sakın burdan homoseksüellik iyidir lezbiyenlik ise kötü anlamı çıkmasın sadece iki benzer kategorideki filmler üzerinden karşılaştırma yapıyorum.

--spoiler--
filme gelirsek lezbiyen bir çift var, kadınlardan biri mükemmeliyetçi bir doktor diğeri ise evinin kadını modunda bir mimar. çiftin 18 yıl önce birinin, 15 yıl önce de diğerinin sperm bankasıyla üstelik aynı kişinin spermiyle doğurdukları iki çocukları var. bu arada 1993 yılında sperm bankasının olduğunu bilmek beni şaşırttı. film, 15 yaşındaki erkek çocuğun babasını merak etmesiyle yasal olarak bu duruma yetkili 18 yaşındaki yarı kardeş sayılabilecek kız kardeşin telefon ederek donörle tanışmak istediğini söylemesi ve sperm donörünün yani babalarının da bunu kabul etmesiyle başlar. sonrası ise adamla tanışma dönemine girilmesiyle beraber, yaşanılan olayları konu almaktadır. tahmin edildiği gibi bu gibi filmlerin olmazsa olmazlarından 2-3 yerinde porno tadında sevişme sahneleri var. filmin akılda kalan en ilginç sahnesi ise lezbiyen bu çiftin sevişirken gay pornosu izlemesidir. erkek çocuğun bu filmi izleyip neden izlediklerini ailesine açması karşısında aldığı cevap ise daha ilginçtir. lezbiyen çift, lezbiyen filmlerinde oynayanların rol yaptıklarını, gay filmlerinde oynayanların ise oldukça doğal olmaları sebebiyle daha etkili olduğunu söylemektedir. neyse özetle başı gibi sonu da bir yere bağlanmayan sıkıcı ama aldığı ve alacağı ödüllerle muhtemelen herkesin izleyeceği bir film olacaktır.
--spoiler--
babalık fizyolojik,psikolojik ve biyolojik bir bütündür teması düşündürülmeye çalışılmış zannımca.
Lisa Cholodenko tarafından senaryosu yazılan ve yönetilen 2010 yılı yapımı bir film. konusu kısaca şu şekilde;

Jules * ve Nic * sperm bankasından çocuk sahibi olmuş lezbiyen bir çiftir. bu sıradışı ailenin çocukları joni ve laser yetişkin çağa geldikleri zaman babalarını tanımak isterler. paul * ile ilk karşılaşmalarında her iki taraf da etkilenmiş ve biraz daha kendilerini tanımaya karar vermişlerdir...

2011 oscar ödüllerine dört dalda aday gösterilmiş ama ödüllerin hiç birini kazanamamış yapımın 7.3 olan imdb puanına pek fazla güvenmeyin, zira öyle ahım şahım bir tarafı yok.
türkiye'de gösterime girmesine şaştığım film, benim bildiğim mümin arkadaşlar, "batı gençlerimizi zehirlemek için böyle filmler yapıyor" diyerek gösterildiği salonları taşlar her yere protesto yağdırırdı, haberleri olmadı herhalde.
lezbiyen çift nic ve jules yapay döllenme ile çocuk sahibi olmuşlardır. çocuklar büyüyünce sperm vericilerine ulaşır. paul ile irtibata geçen ailenin hayatı değişir falan filan.
genel olarak sıradışı olmasına rağmen film güzelliği taşımayan izlenmeyesi filmdir.
eşcinsellik üzerinden modernize bir tavırla parlayan aile çıkarımı/ dayatısı yaptırarak tempo kaybeden orta karar film.

--spoiler--
şimdi filmin artısına gelelim öncelikle. artısı bir kere lezbiyen çift arasındaki ilişkinin aslında kadın erkek ilişkisinden farklı bir kompozisyon sunmaması. argümanlar aynı ve doğruca. bir taraf mükemmeliyetçi yapısıyla ilişkinin kısmen yıpranmasına sebep oluyor. diğer taraf daha sakin ve kendi halinde. tabi bunların yapısal farklıları çocuklarının yaşayış şekillerine kadar uzanabiliyor. hassas yapıları icabı çocuklarını titiz ve onların üzerine fazlaca düşerek yetiştirmeye çabalıyorlar. fakat filmin burda eksisi diyebileceğimiz nokta, (tabi görece yorumlara açık) çocukların kendi ayakları üzerinde durmaya alışmasının dış etkilerden ve sosyal çevreden bağımsız bir aile mekanizmasıyla sağlanabileceğini ve ailenin baştan sona (eşcinsel de olsa farketmez bileşeni içinde) kutsal olması gereken bir tabu argümanı olarak ele alınmış olması. aile kurumu dış etkilere, kendisini zedeleyeceği, bozacağı kararıyla kafadan karşı çıkıyor. buradan bir tabu ve kutsallık döngüsü sürecinin bilindik kadın-erkek ebeveynler dışında da söz konusu olabilir mesajını çıkarmak mümkün. tabi bu kutsal dayatı kültürü ve marjinal yaşıyorum argümanlarını bir arada ele almak ne kadar çelişmemeyi öngörür bilemeyeceğim. yetiştirme tarzları, özgürlükçü yaklaşımlardan mı beslenecek yoksa tabusal içe kapanıklıkla mı yürüyecek?
--spoiler--

--spoiler--
türk aile yapısına benzer bir üslup filmin son karesinde işlenmiş. evin genç kızının okul kazanarak okulunun yolunu ailesiyle birlikte tutması hatta ailesini gitti zannedip sokağa kendisini büyük bir yalnızlık hissiyatıyla atmış olması kendi ayakları üzerinde durabilmek olgusuna selam çakmakta.
--spoiler--

--spoiler--
izlenilesi bir film eksiklerine kendi içinde muhafazakar döngüsüne rağmen. izleyenler için ilgi çekebilecek olan birkaç cesur sahnenin ötesinde joni mitchell 'in başyapıtı 1971 tarihli blue 'dan övgü dolu sözlerle bahsedilmiş olması ayrı bir keyif katmakta filme dair. leziz bir feribot yolculuğuna daha bi lezzet katan mırıldanarak bitirilesi özel bir albümdür blue.
--spoiler--

10 üzerinden 7,5!
mark ruffalo'nun kalçalarını sergilediği eşcinsellik temalı muazzam bir film. *
(bkz: yine duşa soktun kardeş)
Sperm bağışı sonrasını anlatan film.

Ne ne ne ! Ben onu anladım 2 saatlik filmden.
Sakin filmleri pek sevmem lakin mark ruffalo için izledim. Konusu çok ilginç ve güzel. Durağan olması, heyecanın neredeyse hiç olmaması filmi biraz sıkıcı kılsada izleyiciyi sürekli düşünmeye iten bir senaryosu ile bu sıkıcılığı yıkmak istemişler sanırım. Sonu güzel bitti ama keşke daha farklı bitseydi. Ayrıca filmde keşke baba-çocuk ilişkilerini daha fazla görseydik. Tüm bunlara rağmen bence hoş bir film.

------Konusu-----
Lezbiyen olan bir çiftin suni tohumlama ile dünyaya getirdikleri iki çocugun gerçek babalarını ailelelerinin içine getirmeye çalışmalarını konu alan bu filmde,Paul’ün gelmesi aile düzenini değiştirecek ve yepyeni bir aile tanımının yapılmasına yol açacaktır.