bugün

sözlük yazarlarının yaptıkları sakarlıklardır. * *
off sözlük hangisinden başlasam hiç bilmiyorum. neyse beni en çok güldüren aynı zamanda en çok üzenden başlıyım. 9. sınıf. liseye yeni başlamışım. arada bi öğlenleri eve gidiyorum. öğleden sonraki derslerin kitaplarını almak, bu arada da yemek yemek için. neyse işte o günlerden birinde bizimkilerle yemk yiyorum. arkamda da sehpanın üstünde çaydanlık var. annemin çayı bitti. cici kızım ya bende* anneme çay doldurcam. neyse çayı doldurdum. çaydanlığı geri koydum. koymamla birlikte bi gürültü, bende bir sıcaklık hissi. evet, otururken iş yapan kişiden ne hayır beklenirki zaten. ben tut çaydanlığı sehpa yerine gazetenin üstüne koy. ee tabi incecik gazete nasıl çeksin o ağırlığı.* neyse ben üstümü sildim filan. bi bakarım çaydanlığın yarısı yok sözlük. ağız yeri kopmuş, gövdeden bağımsız bir halde yatıyor yerde. tabi başladım gülmeye. annem de gülüyor. maalesef servis geldi ve o gülme faslı yarıda kaldı. uzunca bir sürede çaydanlığı sünnet etti nil diye dalga geçildi benlen. * harbiden çelik çaydanlığı nasıl kırmışım ben ya. hala düşünüyorum sözlük. bu yaptığım en büyük sakarlıktı. anneme hala bir çaydanlık borçluyum. endişelenme annecim bir gün sana en güzelinden alıcam. * *
tam bir öküzüm. (bu itiraf oldu ama neyse.ehe)

evet, tekrarlıyorum, ben tam bir öküzüm. çünkü arkadaşımın bilmem kaç yüz Tl.lik telefonunu denize attım. atmadım aslında, elimden kaydı ama sonuç değişmedi, telefon denizin dibini boyladı. oysa sadece fotoğrafını çekmek için telefonunu elime almıştım. durun baştan anlatayım;

bugün arkdaşlarla yemekten sonra deniz kenarında martılara ekmek atalım dedik. hayvanlar hep aç mübarek, doymak bilmiyorlar. hergün kuruyan ekmekleri atmamıza rağmen doymuyorlar. üstüne üstlük nankörler. her şeyin bokunu çıkardığım gibi hayvan sevgisinin de bokunu çıkarmak için, ayhh hadi martılara ekmek atalım da, hayvanlar aç kalmasın, dedim. halbuse ne gerek var iyiliğe di mi? ama yok illa bi bokluk olacak. neyse işte, martılara ekmek atmaya başladım. arkadaşta mübarek sanki dersin profesyonel fotoğrafçı, boyna fotoğrafımı çekiyor. ya bi git çekip durma, dedim beni dinlemedi. hayvansal zekam çalıştı ve telefonu elinden almanın başka yolunu buldum; ver biraz da ben seni çekeyim martılara ekmek atarken, dedim. iki elimde de ekmek parçası, avcumun içine telefonu bıraktı tabi, sevindi garip güzel kareler çekecem diye. ama ben öküz, bi telefonu tutmadım avucumun içinde. zaten avcumun içinde bi şeyleri tutmayı becerseydim, yalnız kalmazdım. bu da aklıma geldi işte, ühühü. o cağnım yüzlerce tl.lik telefon avcumun içinden kayıp denize fırlarken, aynı anda tüm vücudum o buz gibi suyun içine girmiş hissi yaşadım. ama nafile, o his telefonu tutmama yardımcı olmadı. telefon denize düştü ve ben bir çığlık attım. (refleksten anacım o çığlık, düştükten sonra işe yaramayan refleksten) ben denize düşen telefonun arkasından bakarken, göz ucuyla arkadaşımı da görüyordum ve onun hiçbir hayat belirtisi göstermediğini fark ettim. ona doğru döndüm. artık nasıl baktıysam "üzülme ya, altı üstü bi telefon" dedi. bunu dedi ama, ben defalarca özür dilemekten kendimi alamadım. arada "telefona değil de içindeki nuamralar gitti" diye mırıldanıyordu. işte başka bi öküzlük. hem adamın cağnım telefonunu denizin soğuk sularına bırak, hem de özür dile. off benden bi bok olmaz. ühühü.
defalarca özürden sonra, yenisini alırım sana dedim ve olay yerinden uzaklaştık. aradan bikaç saat geçince başka bi arkadaşla olay mahalline gittiklerini, denize girip bir kurtarma operasyonuyla telefonu çıkardıklarını, tamir için verdiklerini öğrendim. ama biliyorum ki yaklaşık 1 saat deniz suyuna maruz kalan o telefondan hayr gelmeyecek. bunu arkadaşım da biliyor aslında ama umudunu kaybetmemeye çalışıyor.

be hey öküz! sen kimsin de o nankör martıları doyuracam diye cebelleşiyorsun. önce aç karnını doyur. (ühühü)
o değil de, acaba arkadaşımın çektiği fotoğrafları kurtabilir miyiz ki?

sakarlığımı tescillemek adına;

(bkz: sözlük yazarlarının itirafları/#6988096)
utanmadan söylüyorum, evet ben sakar bir insanım.
ama her yerde de olmaz ki, olur olmaz her yerde (özellikle benim için önemli olan kişilerin karşısındayken) tutuyor sakarlığım.
beni en çok telaşlandıran sakarlığım şu olmuştur:
yazın bir bankanın genel merkezinde staj yaptım 2 ay boyunca. stajyer ne yapar; pek tabi ki fotokopi çeker ya da sıradan ayak işlerine koşturulur. stajyersin ya kabullenmişsin bunları. kafamda bir bulanık ki o aralar sorma, sözde çalışıyorum ama ruhum başka alemlerde. neyse dostlarım,bir gün fotokopi çekilecek yine, ama nasıl bir fotokopi sanırsın beni beklemiş banka dağ gibi yığdılar önüme. bir taraftan fotokopi çekiyorum, bir taraftan da gayet cool bir şekilde kahvemi yudumluyorum. ne oldu dersiniz? bir fincan kahve fotokopi makinasının içine döküldü.ama nasıl dökülmek, resmen makinanın içine şelale şeklinde aktı güzelim kahvem. o an yüzümün aldığı şekli görmeniz lazımdı dostlarım, yükseklerde dolaşan ruhum birden gerçek dünyaya indi. yandım dedim, kariyerim başlamadan bitti.atacaklar beni kesin, hayır bir şey değil makinede bir arıza olsa nasıl ödeyeceğim lan, zaten aldığım üç kuruş stajyer maaşı. korktuğum başıma gelmedi ama, fotokopi makinesini sildim kuruladım kimseye çaktırmadan. saç kurutma makinesi buldum oradaki arkadaşlardan makinenin içini kuruttum falan.makineyi kurtardım yani, ama o an yaşadığım şok bana yeter.

şu da var ki stajım biterken ordaki yegane dostum olan fotokopi makinesinin yanına gittim son bir veda ediyim deyü. kendisi hala buram buram kahve kokmaktaydı, beni hayatı boyunca unutamayacak sanırsam. *
aklı nerde bu herifin dedirten sakarlıklardır.
hemen kendimden bir örnek vereyim.
final haftası, sınava yetişememek üzereyizdir, otobüste bir grup öğrenci.
ve sonunda durağa yanaşır ve arka kapı açılır, tiki kızlarımız paldır küldür hışımla inerler,
ardından etki ajani iner ve öndeki bir kızın ayağına basar, tikimsi mahluk ayakkabısız koşmaya devam etmektedir.
derken bir ses duyulur, nannn neclaa ayakkıbın çıktı kızıımm alooo,
kız geri döner ve ayakkabılarını giyer tekrar koşar.
arkadaşlarla sınav boyunca kıkırdaşmamıza vesile olmuştur.
harbi çok basarım ben çarşıda pazarda, o kadar tesirli basıyorum ki bot olsa çıkarırım.
(bkz: ayağına sahip çıkamayan adam)
beden eğitimi dersinde kasa üzerinden atlarken kasaya uçarak kafa atmıştım.
hatırladıkça çene kemiğim sızlar.
sürekli bir şeyleri kırma,yere düşürme gibi eylemler sonucu ortaya çıkan durumdur.evet bende sakarım mesela bir sefer de 8 tane bardak kırabiliyorum.*
bulaşık yıkarken en az 2 tabak kırma.
yumurta kırarken yumurtayı yere fırlatma becerisi.
odaya her girişte kapıya toslama.
otobüsten inerken kafayı tavana çarpma vb.
evde yürürken ayak serçe parmağımı her yere vuruyorum. artık kopacak bir gün, yakındır!
Hergün itinayla kolumu kapıya duvara vururum. Kolum birgün çıkıcak yerinden hadi hayırlısı. Artık bağımlılık yaptı yalnışlıkla vurmazsam bilerek vuruyorum o derece.
sevdicek karşısında sandalyede otururken telefona uzanmak itibariyle düşmek ve bacağı sakatlamak en güzel örneğidir. sevgilinin "düştün mü la?" demesi içinize su serper.
aslında bu, huylarımdan biri.
(bkz: sözlük yazarlarının garip huyları/#12600737):
"bir odaya girerken yavaş olamıyorum. hemen açıp girmek istiyorum farkında olmadan. ve bu yüzdendir ki kapının kolunu yeterince aşşağı indirmemiş olduğum zamanlar "kapı açıldı" zannedip abanıyorum hemen üzerine. ve tabii ki o hışımla dalınca ve kapı açılmamış olunca güm diye kapıya yapışıyorum."

bu huydan dolayı elimde çay/ kahve bardağıyla odama girmeye her kalkışım, bardakla birlikte kapıya yapışmam ve bardağın yarısı boş bir halde odaya giriş yapmamla sonuçlanıyor.
tüm gece tek bir plan üzerinde çalışıp sabaha karşı çizimin üzerine kahve dökmek.
et bıçağıyla ayva kesecem diye ayvanın birden yarılmasıyla işaret parmağını kemiğe kadar kesmek.
dengesiz bir adımla izmir mavişehir' de, bir alışveriş merkezinin içindeki bankı yerinden oynatmak. bir kez oldu ama hiç unutmam.
Bir self servis lokantada iki tabak karpuz almıştım. derken birden dengem bozuldu. tabaklardan biri düştü, onu tutayım derken de ikinci devrildi.
bi nevi sakarlık sayılır... bi başlık açmıştım ''4 yıllık üniversite hayatının getirileri'' diye ama ''üniversite'' yerine ''niversite'' yazmışım. yazmaz olaydım. bi insanın üstüne bu kadar gelinmez birader sanki israil'e savaş açtım.
(bkz: alişan-ikimize birden yükleniyorlar)
benimkisi kirli çok gür değil ama hafif esmer. uzatmıştım bi ara ama sonra çok kaşındırdı kestim.

(bkz: !!!!!!)
yere düşen şeyi almaya çalışırken elindekileri, dahası çantadakileri dökmek sonra uzun bir seramoni ve içten seranatla toplamak.
an itibariyle dudağımı vantilatöre çarptım ve dudağım şiş şuanda bunu benden başka yapabilecek sakar yazar varmıdır bilmiyorum.
Yemek yerken, çataldaki yiyeceği bazen ağzıma götüremeden düşürmek gibi acayip sakarlıklar yapıyorum.
öğrenci evinde bulaşık yıkarken kırdığım çay bardağını çöpe attım. bir süre sonra mutfakta işim bitince etraftaki gazeteleri, kağıtları falan da çöpe attım, sonra da kabarık durmasın diye elimle bastırayım derken, haşırt! cam olduğu gibi baş parmağım ve işaret parmağımın arasına girdi.

sonuç; 20 metre ötedeki hastaneye gidene kadar kaybettiğim 4 avuç dolusu kan ve 9 dikiş.

işin kötüsü camı kıran ben, çöpe atan ben, unutup eliyle üstüne basan ben.

yazarken bile bi tuhaf oldum lan, ıyyy.
kırk yılda bir olup can yakandır.

yahu arkadaş nasıl bir insan diş ipliği ile temizlik yaparken diş kırar. anlayamıyorum yanıyorum.*
dikiş makinesine parmağımı kaptırmak.
sonra da şoktan dolayı anlayamamak,ağlayamamak.
Okul yemekhanesinin tam orta yerinde ,ayağın kayması ve akabinde eldeki demir tabldotu havada taklalar atarak yere düşürmek ve bana gelen masum kızarıklık.
üniversite yemekhanesi bir de binlerce kişi..
Leptoba pilav dökmek. Elimle toplıyım derken tüm tuşları yağ içinde bırakmak.