bugün

Yalnız yazdıkları ile değil, yaşamıyla da ilgi çekici bir yazar olan Suat Derviş, 1903 istanbul doğumlu. Osmanlı aristokrasisine mensup bir ailenin kızı olarak, yabancı mürebbiyelerden ana dili gibi Fransızca öğrenmiş, Türkçe'sini geliştirmek için özel hocalardan ders almıştı. 1919 yılında Berlin'de konservatuar öğrencisi olarak görürüz onu. Almanca'sını ilerleterek, bir süre Berlin Üniversitesi Felsefe ve Edebiyat bölümüne de devam eder. Bu sıralarda yazarlık kariyerini, istanbul'da yayınlanan romanları ile sürdürmektedir. Almanya'dan 1932 yılında döndükten sonra gazeteciliği seçmiş, 1941'de eşi Reşat Fuat Baraner'le birlikte "Yeni Edebiyat" dergisini çıkarmıştı. Bu sosyalist dergi, dönemin bir çok genç yazar ve şairinin ilk eserlerinin basıldığı yer olarak göze çarpıyor; Orhan Kemal, A.ilhan, A.Kadir, Mehmet Seyda ilk akla gelen isimler. Bu sırada "Devrimci Kadınlar Birliği" ile basın sendikasının kurucuları arasında da yer alan Suat Derviş, yazıları nedeni ile hapse girdi, makaleleri sansüre uğradı ve Reşat Fuat Baraner'in TKP davası nedeniyle tutuklanması üzerine Fransa'da yaşamak zorunda kaldı. On yıl süren bu "sürgünlük" döneminde, yabancı dillere çevrilen eserleri büyük ilgi toplasa bile, Türkiye'de adından hiç sözedilmedi. Fransızca yazdığı, Türkiye'ye döndükten sonra kendi eliyle senaryolaştırdığı "Fosforlu Cevriye" romanının sinemada kazandığı başarıyı gördükten sonra, 1972'de istanbul'da öldü. Suat Derviş'in eserleri üzerindeki sessizlik hala sürüyor.
Eserleri;
(bkz: FOSFORLU CEVRiYE)
(bkz: HEPiMiZ BiRBiRiMiZiN ÖRNEĞiYiZ)
(bkz: KARA KiTAP)
(bkz: Ankara Mahpusu)
(bkz: AKSARAY DAN BiR PERiHAN)
vay be o devirde kadın yazarlarımız varmış dedirten kadın yazar. nazım hikmet aşık olmus ama yuz vermemiş. nazım hikmet gölgesi şiirini ona yazmış.


Gölgesi

Ağlasada gizliyor gözlerinin yaşını;
Bir kere eğemedim bu kadının başını.
Kaç kere sürükledi gururumu ölüme
Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme.
Cevapları öyle heycansız ki onun,
Kaç kere iman ettim, hiçliğine ruhunun.
Kaç kere hissettim ki, yine bu gece gibi
Güzelliğin önünde, dolup, çarpmalı kalbi
Ne mehtabın aksine yelken açan bir sandal
Ne de ayaklarında kırılan ince bir dal
Onun taştan kalbini sevdaya koşturmuyor.
Bir çiçeğin önünde bir dakkika durmuyor...

Dönüyoruz yine biz uzun bir gezintiden
Gönlümün elemini döküyorken ona ben
O bana kendisini gülerek naklediyor
diyor.
Ya bu kadın delidir, yahut ben çıldırmışım
Ben ki.bir çok kereler kırılmışım, kırmışım
Ömrümde duymamıştım böyle derin bir acı
Birden onun yüzüne haykırma ihtiyacı
içimde alev alev tutuştu yangın gibi
Bir dakika kendimin olamadım sahibi
Hiç olmazsa öcümü böyle alırım dedim
Yolda mağrur duran gölgesini çiğnedim.
nazım hikmet