bugün

Başrolünde Marcello Mastroianni nin döktürdüğü,1963 tarihli Federico Fellini filmi. Fellini bu filmde yakalanması imkansız gibi görünen bir sinema diline ulaşmış ve hayran olunacak kadar iyi işlenmiş bir hikayeye sahip, sinema sanatının zirvelerinde dolaşan müthiş bir filme imza atmıştır. Ne söylesek azdır, boşuna bu işi bilenler* tarafından her sene, yapılmış en iyi 10 film arasında gösterilmiyor.
çok uzun süredir ondan bundan çeşitli dergilerden gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biri olduğunu duyduğum lakin ancak bugün izleme şerefine erişebildiğim fellini filmi. filmin ilk yarım saati beni oldukça zorladı,ne demek istiyor neler oluyor derken yavaş yavaş fellininin* kendisini anlattığı karakter ile bütünleşmeye hissetiklerini hissetmeye başlamakla birlikte film inanılmaz etkileyici bir hal aldı ve söylenenlere hak vermemi gerektirdi. zaten fellininin bir filmini beğenmemek cesaret ister.
işte filmden mükemmel bir replik. durup kafa yormaya değer:

--hafif spoiler--
filmini çekmekten vazgecen guido'ya; verdiğinin ne kadar doğru bir karar olduğunu anlatmaya çalışan entellektüel,aydın seslenir.

''bizim misyonumuz her gün hayasızca dünya'ya gelmeye çalışan, başarısızlığa mahkum işlerden kutulmaktır. siz de gerçekten ardınızda tamamlanmış bir film mi bırakmak istiyorsunuz? tıpkı bir sakatın bıraktığı deforme ayak izleri gibi; başkalarının sizin hatalarınızın sefil bir kataloğunu görmekten hoşlanacağını düşünmek ne korkunç bir varsayım.''
--hafif spoiler--
1963 yapımı "benchmark film" olarak nitelendirilebilecek üzerinde ciddi anlamda kafa yorulması gereken bir fellini klasiğidir. Avrupalı entellektüellerin ve film yapımcılarının 1987 yılındaki değerlendirmelerine göre de şuana kadar yapılmış en iyi avrupa filmi ve fellini de "en iyi yönetmen" olarak nitelenmiştir. Film salt içerdiği otobiyografik atıflar bir yana aynı zamanda "self-reflexive" özelliğinden dolayı da sanatsal yaratının doğası ve işleyişi açısından çok dikkatli değerlendirilmelidir.

filmin çekiliş zamanı 1963 yılıdır demiştik. 60 yılındaki la dolce vita filminden sonra fellini'nin daha çok içe dönüşünü yansıtan bir filmdir otto e mezzo, bunun için filmde görüleceği gibi hem kendi çocukluk anıları ve fantazilerinin yanında, sinemanın "self-reflexive" özelliğini vurgulaması önemlidir. Bu çeşit bir dönüşüm ise daha çok(daha çok diyorum çünkü fellini freud'dan ziyade jung'dan etkilenmiştir) jungçu psikanalize olan ilgisi bağlamında değerlendirilebilir. Zaten bunun da sonucu olmuştur. (bkz: ana nisi masa)bununla birlikte fellini'nin her zaman "irrasyonale", mantıkdışı olan bir ilgisi de mevcuttur. Bu meyanda bakıldığında, jungçu psikanaliz fellini'nin bu özelliğini açığa çıkarmıştır diyebiliriz. Zaten o da bu süreçten sonra gördüğü tüm düşleri defterine çizmiş ve bu çizdiği resimler onun sanatını ve ilham kaynağını oluşturmuştur. Bununla birlikte, Fellini'nin bu çizimleri erken dönem amerikan karikatürlerinin yanında pre-sürrealist ressam De chirico ile nino za'nın çizimlerinden de etkilenmiştir. Bu anlamda, bu çizimlerdeki seksüalte ve kadınların rolü vs. yanında "sanatsal yaratıdaki kaygı" konusunda da derin noktalara parmak basar.

Fellini'nin özellikle 8½ filminin yaratılmasında etkili olan çizimlerinden birisi de düşlerini kaydettiği defterine "12 kasım 1961" şeklinde tarihlendirdiği çizimdir ve bu çizimde fellini kendisini bir karikatür karakteri olan "archie" olarak nitelendirmiştir. bu karakter de 8½'nin Guido Anselmi'si de sanatçıların "yaratıcılıklarının meme yapması", "ilham krizi" bir anda durmaları olarak nitelendirilebilecek bir kavram olan "writer's block" hastalığından muzdariptir. Kendi arkadaşı bu karikatür de sınavı bitirmesine rağmen Archie/Fellini cevap verememiştir. Bu ise karikatürdeki şaşkınlık ve stres belirten bir ifade ile çizim kazandırılmıştır. Bu karikatürün en dikkat çeken özelliklerinden birisi de 8½ filminde olduğu gibi mantıki bağlantılarının çok fazla olmamasıdır[bunun için fellini bir Bozzettista olarak yorumlanmıştır(bu ise daha çok jung psikolojisine güvenmesi nedeniyle intaç ettiği gibi daha da bu durumu irrasyonelleştirmiştir). Ama ne kadar da çok fazla mantıki bağlantılarla örülmemiş olması eleştirilse de sahneler arasındaki bağlantı Fellini'nin dehası ile mükemmel bir şekilde özellikle oldukça dikkate değer bir bilinç akımı ile sağlanmıştır] bununla birlikte hem bu karikatürleri yansıtması açısından hem de 8½'nin oluşumu açısından incelendiğinde bu tip bir film olarak Le tentazioni del Dottor Antonio filmi örnek verilebilir. Bu filmde de 8½ de olduğu gibi, düş sekuanslarındaki ortak karakteristikler ve olaylar dizisindeki mantıki bağlantının azlığı göze çarpar. Bununla birlikte olaylar dizisi Hollywood'da ele alındığı gibi işlenmez; daha farklı bir yol benimsenir.

Filme gelindiğinde ise başrolü Marcello Mastroianni canlandırır. Filmde marcello mastroianni yaratıcılık krizindeki bir yönetmeni-guido anselmi'yi- canlandırmaktadır. Guido'nun çektiği film ise bir bilimkurgu filmidir. Ama bu film hiçbir şekilde ilerlemez, sadece fırlatma rampası inşa edilmiştir. Bu metafor da bir anlamda guido'nun yaratıcılığının tıkanmasının sembolik ifadesidir. Biz de filmin en başından sonuna kadar ana karakterin "düş dünyası" içersinde yol almaya başlarız. Filmde ana tema seksüalite[1963'e kadar çektiği bir çok filmde temel konu olmaya devam etmiştir] olduğu gibi sanatsal yaratıcılık ve irrasyonel olanın bu sanatsal yaratıcılığa olan etkisi esas iştigal mevzuunu oluşturur. Bununla birlikte filmin gelişimi fellini'nin tıpkı guido anselmi gibi yaşadığı sıkıntılar ile paralellik oluşturur. Hatta yapımcıya projenin iptali için bir mektup yazmış olmasına rağmen, hatta hatta karakterlerin hepsi seçilmesine rağmen ekibinden birisi onu şampanya içmeye davet etmiş ve bu aktivite halinde, fellini kendi gemisini terk eden kaptan olarak düşünmüş ve o anda kafasında bir ışık parlamıştır.

Filmin asıl gıcık karakteri olan "bir fransız aydınını" temsil eder daumier'dir. Ciddi anlamda gıcık bir adamdır Daumier. Gaudio ne yapsa beğenmez sürekli eleştirir. Özellikle anlaşılması gereken bir nokta var ki, guido ile daumier'in sinemaya bakışı ve bu alandaki mentaliteleri oldukça farklıdır. Us'un, aklın, entelektin, sanata ideolojik bakış açısının temsilcisidir. Fellini'nin sanat, sanatsal yaratı/cılık ve sinemanın doğasına yönelik olarak tam anlamı ile karşıtını ifade eder[esas karşıtlık bu noktadadır zaten sanatın özünü oluşturan şey ideoloji değildir]. Fellini'nin buna cevabı ise ya geçmişinden/bilhassa çocukluğunun temiz anılarından gelen gerçekliklerle söz konusu olacaktır ya da kurduğu hayallerle. Bu düşsel olanın alanı ya da irrasyonel olanın alanı sanatsal yaratıcılığının ana kaynağıdır ve belki de bu alanın sembolik ifadesi filmin sonundaki geçmişini oluşturan insanların oluşturdukları "büyülü çember"dir. Bunun yanında, Daumier sinema üzerine ideolojik yorum yapan entelektüelleri hatırlattığı gibi aynı zamanda guido gibi o da komik bir figürdür.

Guido'nun bakışına değinmek gerekirse, Fellini bu filmde herhangi bir teori ortaya koymaz. daha önceki yıllarda sinemanın doğasına yönelik olarak yapılan tanımlamalara ve tartışmalara-bilhassa akademik anlamda yapılan yorumlamalara- karşı gösterilen bir tepkidir[özellikle italya ve fransa'da Fellini'nin döneminde yaygın olan film .kritikleri bu şekildedir] Peter Bondanella da bu konuda şöyle belirtir:

"what Fellini means by his claim is that experiencing 8½ requires no philosophical, aesthetic, or ideological exegesis."(Bondanella, Peter. Films of Federico Fellini.West Nyack, NY, USA: Cambridge University Press, 2002. p 99.)

Bununla birlikte fellini ise daha çok duygulara seslenir. Bunun içinde seyircinin yeni deneyimlere ve duyumsamalara açık olması gerekmektedir. Zaten seyirci ile iletişim kurmasını sağlayan da duygulardır. Filmde Fellini'nin anlatmak istediği şey ise sanatsal sürecin görselleştirilmesi ve tasavvur edilmesidir. Biz burada aslında bir yaratının bir sanat eserinin sürecini izleriz.[ki asla bu sürecin analizi ile ilgilenmez, bunun analizini yapan ve aynı zamanda çok da Fellini'nin fikirlerini yansıtmayan daumier'dir] Evliliğinde yaşadığı sorunlar, çocukluk anıları, dini eğitimin belki de üzerinde neden olduğu seksüel baskının görsel anlamda yansıtılmasıdır. Bunun için fellini açıklamak ya da Daumier gibi analiz etmekten ziyade "göstermek" ister bize. Birçok problem yaşar ve bunlar da seyirciye yansıtılmıştır, örneğin evlilik krizi gibi. Bunların yanında; Fellini'ye göre bilinçaltı sanatsal yaratının asıl kaynağıdır; çocukluktaki yaşadığı deneyimler, seksüel baskı ile La Saragina'nın devasal bacakları vs. bunlara örnek teşkil edebilir.

Dikkati çeken bir gerçeklik ise filmde gerçek ile düş arasındaki sınır film ilerledikçe çok daha da sönükleşir. Bazen ise neyin gerçek neyin düş olduğunu çözmek de zorlaşabilir ve filmdeki düşsel durum ile gerçek bulanıklaşır bir anlamda guido'nun dünyasına girmiş oluruz. bu irrasyonellik, büyülü ve düşsel dünya aynı zamanda sanatsal yaratının da kaynağıdır. Bir çekimden diğerine ya da bir sekuansdan diğerine geçişte de kolaylıkla belirlenemeyen geçişler söz konusudur.
guido ile bağlantılı elde edilen tüm bilgiler irrasyonel anlamda-düşlemi ya da tahayyülü vasıtası ile- sunulur bu ise özellikle daumier ve onun yöntemi ile ciddi anlamda karşıtlık taşır. Bunu özellikle annesini öptüğünde karısına dönüşmesi bu konuda kanıt olarak gösterilebilir bu aynı zamanda kadınlarla olan ilişkisinin doğasına yönelik de ipuçları taşır ki Fellini'nin kadınlarla olan sorunları La città delle donne filminde de ciddi analmda izlenebilir. Hatta 8½'de çocukluğunu hatırlarken yazdığı "a+sa ni+si ma+sa" yani italyanca pig latin oyunu ise bu konuda aydınlatıcıdır. ilk hecedeki harfler birleştirildiğinde ortaya çıkan ise "anima[türkçe'ye "ruh imgesi" şeklinde çevirebiliriz]"dır.

Anima/animus'nın/nun da jung psikolojisinde erkek psişesindeki kadın yönü ve erkeklerin kadınlar ile kurdukları iletişimde gerçek anlamda etkin bir yapı olduğu bir gerçek. (bkz: her erkek havvasını kendi içinde taşır). Claudia Cardinale'nin bu filmde oynadığı kadın ise "ruh imgesi" rolündedir.[bilinen örnekleri ise-erkekler için- havva,meryem ve helen en basitinden örnek verilebilir.bununla birlikte "bazen içimizde bizim istediğimizin ve onayladığmızın tam aksini yapan bir yabancı kendisini hissetirir. bu yabancının yapmak istediği mutlaka kötü değildir; iyi olanı da isteyebili, o zaman onu tıpkı bir ilham perisi gibi ilham veren ve yol gösteren daha yüce bir kaynak gibi hissederiz"(C.G.jung psikolojisi, jalonde jacobi çev(mehmet arap) ilhan yayınevi, 2002] Kafasındaki "ideal kadın"dır. Kadınlarla ilişkisi açısından bir başka gerçeklik ise, yapımcının kardinalin fikrini alması konusunda guido'yu kardinalin yanına gönderdiğinde köylü bir kadının çıplak bacağını görmesi onun saraghina ile olan anılarını tasavvur ettirerek geçmişte duyduğu "seks, kadınlar, suçluluk ve utanç arasındaki" bağlantıyı da anlamamıza yardımcı olur. Bunun sonucu olarak guido kadınları iki kategoriye ayırır: "fahişeler ve bakireler" ve bunlardan biri ile evlenir ve diğeri ile de metres ilişkisi yaşar. bu anlamda katolik kilisesi ve onların etkisindeki eğitim bu tip bir sınıflandırmaya insanları maruz bırakmakla suçlanır. Daha önceki filmlerden de anladığım kadarıyla özellikle "moralistik anlamda" ciddi anlamda kiliseye göndermeler yapmıştır fellini.

LA dolce Vita ise kendisini bu anlamda eleştirenlere dikkate değer bir cevap verir. Kadınlarla ile ilgili olan sahneler bununla da bitmez, devamındaki sahnelerde daha ayrıntılı olarak incelenir. Hatta guido'nun haremi bize bu konuda dikkate değer ipuçları verir. Fellini'nin guido'nun fantezilerini sergilemesi ya da görsel anlamda yansıtması aynı zamanda tüm artistik/sanatsal yaratıcılığının temelini sergilemesi/ortaya koymasıdır. Dikkat edilirse de bu ortaya koyulan düşsellikler ya da sergilenen fanteziler genellikle fikirler şeklinde açığa çıkmaz, görsel imgeler şeklindedir ve şimdi içersinde görülen bir resimde, bir ezgide ya da bir kelimede ki bunlar sanatçının psişesinde gizli olanı açığa çıkartan niteliktedir. Bunlar genellikte terbiye edilmemiş olup, yazarın bilinç akımı içersine de ani bir giriş yaparlar ve bunda da herhangi bir düzen söz konusu değildir.

Sanatsal yaratıya olan Daumier yaklaşımı ile fellini'nin yaklaşımı arasında belirli bir karşıtlıktan söz etmiştik. Bu karşıtlık filmin sonunda özellikle vurgulanır; Aslında fellini'nin benimse"me"diği yaklaşım daumier yaklaşımıdır ve filmde de bu tip bir karşı-yaklaşımı guido onu düşlerinden birinde(filmin sonlarına doğru "screen test"inde) asarak göstermiştir. Bununla birlikte maurice'nin "we are ready to begin" sözleri ile artık bu andan sonra daumier'in telkinlerine kulak asmaz. Artık sanatsal yaratıya olan bakışını entellekt ile değil duyguları ile yeni bir temele oturtur. O ana kadar film onun yeteneksizliklerine, içi boşalmışlığına, şüphelerine kafa karışıklığına ayna tutmuştur; ama bu noktadan sonra hislerine güvenmeye başlar ve aynı zamanda hayatına. Kendini, hayatını, geçmişini sorunları ile kabullenir. [bu özellikle Daumier'in eleştrisi ile "What a monstrous presumption to think that others might enjoy the squalid catalogue . . . of your mistakes!" Fellini/Guido'nun buna olan cevabı ile daha çok belirginleşir: "Myself as I am . . . not as I would like to be. And it doesn?t . . . frighten me anymore?" 8½ criterion collection(1963) DVD - Dec 4, 2001] ve peter bondenella'da şu şekilde belirtir bu durumu: "his sudden discovery that acceptance represents the key to his psychological problems as well as the secret of artistic creativity". Bondanella, Peter. Films of Federico Fellini. West Nyack, NY, USA: Cambridge University Press, 2002. p 110.] sanatsal yaratıcılığın Daumier tarafından öne sürülen ideolojik ya da felsefi bir çizgi ile değil, duygular vasıtası ile işleyip harekete geçtiğini öne sürer ya da terennüm eder.

Bunların dışında filmde çok fazla eleştirilebilecek bir nokta da olduğunu düşünmüyorum zaten olanı da daumier gıcıklığıyla tüketme başarısı göstermiştir.[bununla birlikte Daumier'in hemen hemen söylediği her şey doğrudur. Fakat Fellini'nin yansıttığı ya da yaşadığı ya da seyirciye gösterdiği sanatsal yaratı anlarından sonra, Daumier'in karşıt fikirleri birden yok olur. Fellini bunları anlamsız kılar ]

Filmde ilginç noktalardan birisi de uzay gemisi fırlatma rampasındaki özellikle kendi hayatında etkili olmuş karakterlerin bir düzen halinde ve beyaz elbise ile gezmeleri de dikkate şayandır. Onların bu şekilde beyaz elbise girmelerinin nedeni de aslında onların guido'nun zihninde bulundukları şekli ile yani hayal ettiği şekilde gösterilmiştir. onun bu figürleri(Le saraghina, Carla, vs..] kabulden sonra saflaşmış ve zihnine ve hayallerine tertemiz olarak yansımıştır.

kısacası ilk seyredişte belirli ayrıntılar kaçsa da, hatta belirli anlamda sıkıyor olsa da anlaşılarak seyredildiğinde oldukça güzel bir filmdir.
a) fellini'nin fazlasıyla kişisel bu açıdan sıkıcı da olabilen filmi.
b) tüm sapıklığıyla, saçmalaması ile bir fellini filmi.
c) ama öyle bir şey var ki, -filmi izledikten sonra anlıyorsunuz bunu- bu adam sinema denen şeyi almış, değiştirmiş bir şeyler eklemiş ya da çıkarmış ama tamamen farklı bir ifade biçimine dönüştürmüş. hakikaten başka bir eser, bunu başaran yönetmen sayısı azdır. az değildir aslında, çok çok azdır. ben, öznelliği bu kadar güzelce ifade edebilmeyi şu ana kadar sadece bergman'da görmüştüm.
fellini'nin, tüm kadınlarını kırbaçladığı -tek- filmi.

en iyisi değil. ama yine manyak. yine gerçeğin üstünde. yine hem bulutlarda hem de yerin altında. ama yine de en iyisi değil. hatta yer yer sıkıcı. aynen. ama yine de çağdaş sinema; sizce de fellini'yi fellik fellik aramıyor mu sevgili sinema sevdicekleri? ama yine de.... (eeeh yeter lan!)
muhteşemötesi federico fellini'nin ve muhteşem marcello mastroianni'nin harikalar yarattığı, efsanevi film. fellini çocukluğunda evden kaçıp bir süre sirkte çalışıp yaşadığından mıdır nedir; her filmi büyülü, eğlenceli, derinden düşündüren, rengarenk bir karnaval havasındadır. fellini'nin yaratıcı ruhu her daim işler. onun içindir ki senaryo kullanmaz. filmlerini izlerken aslında yaşarken karşınızda kelimenin tam anlamıyla yaratıcılığının doruklarında gezinen sizi de buralara zevkle uçuran bir sanatçı bulursunuz. işte sekizbuçuk filmi de böylesi bir ruhun eseridir. çocukluk yaşantısına;hem yeni filizlenen cinsel dürtülere, hem dinin dayattığı ahlak baskısına hem de anneye, yapılan vurgular filmin kahramanı, marcello mastroianni'nin yaşattığı guido karakterinin kişiliğinin, hatta erkekliğinin altyapılarını çok sağlam oluşturur. sonra devreye yaratıcılık unsuru, yapımcıların güdümünde bir piyasa ve iki kadın arasında kalmış bir erkeğin yaratıcılık ve kişisel buhranları devreye girer. çok katmanlı bir yapının üstünde fellini bizi dans ettirir. her sahnesi ayrı güzel ve anlamlıdır. ama hem guido'nun hayatındaki tüm kadınlardan hareketle kendi kişilik ve hayata bakış çözümlemesi hem de yönetmen guido'nun büyük masraflarla kurulmuş film platosundaki anarjik tavrı ; çok insancıl, çok felsefik ve çok asi ruhludur. yani tam anlamıyla sanatçıdır hem de bütünlükçü bir yaşam sanatçısı*... bu filmin üstüne kitaplar yazılır, derin psikolojik felsefik çözümlemeler yapılabilir. çünkü herşeyiyle sinema tarihinin şaheserlerinden biridir. felli'ni sihri insanı etkisi altına alır ve unutulamaz harika bir yaşantı olarak insanın ruhuna işler.

nino rota'nın etkileyici tema müziği de filmin ruhuna çok uygundur. hafif hafif lirik meltemlerle yükselen; tepe noktasında tam bir karnaval havasında son hız uçuşan geçen cinsten; bir başkadır.

http://www.youtube.com/watch?v=nWqC6kRCLjI&feature=share

filmdeki bazı çarpıcı replikler:

--spoiler--
Mutluluk kimseyi üzmeden daima doğruları söyleyebilmektir.**
--spoiler--

--spoiler--
Her şeyi ardında bırakıp hayata baştan başlayabilir miydin? Elinde onu sonsuz kılıcak bir güç olsa bir şeyi seçip tek bir şeyi seçip ona bağlı kalır mıydın? Ya da herşeyi barındıran, herşey olabilecek bir şeyi varoluş nedenin yapabilir miydin? *
--spoiler--

--spoiler--
Hayır bu adam böyle bir şeyi yapamaz. O her şeyi almak istiyor. Her şeyi kapmak istiyor. Hiçbir şeyden vazgeçmiyor. Her gün yolunu değiştiriyor. Çünkü doğru yolu kaybetmekten korkuyor ve kan kaybederek ölmekten.
--spoiler--

--spoiler--
guido:içimi titreten bana güç veren, hayat veren, bu ani mutluluk dalgasının nedeni nedir? Sizden özür dilerim sevgililerim anlamamıştım. Bilemiyordum. Sizi kabullenmek ne kadar doğru bir şey, sizi sevmek ne kadar basit. Louisa kendimi öyle özgür hissediyorum ki. Her şey iyi görünüyor, her şeyin bir anlamı var. Her şey gerçek. Kendimi anlatabilmeyi ne kadar çok isterdim. Ama yapamıyorum. Işte her şey başa dönüyor. Her şey yine karmakarışık. Ama bu karmaşa benim,ben; benim olmak istediğim değil ve artık korkmuyorum. Gerçeği söylemekten, bilmediğimi, aradığımı henüz bulamadığımı söylemekten. Yalnızca bu şekilde canlı olduğumu hissediyorum ve sadık gözlerine utanç duymadan bakabiliyorum. Bir şenliktir hayat birlikte yaşayalım. Sana başka ne diyebilirim bilmiyorum louisa. Ne Sana ya da diğerlerine. Mümkünse beni olduğum gibi kabul et. Birbirimizi bulmanın tek yolu bu.*

Louisa: anlattıkların doğru mu bilemiyorum ama yardımcı olursan deneyebilirim.
--spoiler--

ve muhteşem la saraghnia ve rumba sahnesi...
http://www.youtube.com/watch?v=PBf7d_LpTwk&feature=share

kesinlikle haklısın fellini, guido; Bir şenliktir hayat birlikte yaşayalım.*

sinemasal not: rob marshall'ın nine müzikal filmi; büyük ölçüde sekizbuçuk'un yeni çevrimidir. (#13292980)
rüya sahneleri nazarımda çekilmiş en iyi rüya sahneleridir. bunuel bile bu kadarını yapamadı.
bu kadar az entry girildiğine şaşırdığım şahaser. lütfen izleyiniz.