bugün

islamiyette bir ayetin diğer ayetin hükmünü kaldırması.
(bkz: cübbeli ahmet hoca)
inkarında Çok fena dalaverelerin döndüğü mevzu...

Örneğin Sadece Kurancılar konuyla ilgili Bakara 106 ve Nahl 101 ayetleri eski şeriatları kastediyor dese de kelime olarak okunuşu umumu kastediyor...
Elmalılı Tefsirinde değiniyor konuya. Şer'i Usül olarak bu ayetler neshe delildir diye...

Tamam bu ayetler eski şeriatları kastediyor diyelim. Herşey tamam da birbirini nesh eden ayetler açık...
Örneğin Mekkede inen sureler savaşa cevaz vermezken Medinede inenler savaşmayı farz kılıyor.

Hadi hepsini görmezden gelelim şarabı öven ayet var Kuranda...
Zina eden zina edenle ve müşriklerle evlenir diye de ayet var...

Geçen Mehmet Okuyan, Mustafa islamoğlu ve Caner Taslaman bu ayetleri o öyle değil diye çarpıttı.(Halbuki apaçık öyleydi) Ve savaş ayetlerini Kuranın bütününe sununca sorun kalmaz dediler.

Nasıl sorun kalmaz??? Siz Tv'lerde herkes eline kuran mealini alsın ordan dinini öğrensin demiyor musunuz? Eee bu cahil, daha ne okuduğunu anlayamayan halk nasıl olacakta o ayetleri bütüne sunacak ve bütünden anlamını kavrayacak...

ikinci mesele: Kibir ve Ucb...

Kardeşim siz nasıl olurda ümmette 1400 senedir uygulanan bir usüle dini bozuyor gibi hadsizce itham ediyorsunuz...
Siz kendinizi ne sanıyorsunuz???

Ebu Hanife dindar değildi ve dini bozuyordu yanii???
imam Şafii gibi bir zat sizden daha mı az dini umursuyordu??? Artı Şafii Kureyş lehçesine hakimken siz o kırık arapçayla ve içlerinizden bazıları meal üzerinden Kur'an okuyorken Kur'an'ı Şafiiden daha mı iyi biliyorsunuz???

Üçüncü mesele; Metotsuzluk ve ilkesizlik...

Kuranda Neshi inkar edenler yeni bir din anlayışı kurmak isteyen Modernizmden türeyen kesimler. Yani zorlarsan en fazla Muhammed Abduh, Reşit Rıza gibi modernistlere varırsınız...

Bütün ümmet ve alimler Kuranda nesh olduğu konusunda ittifaktadır. (ÇÜNKÜ; neshi inkar edersen Kuran tutarsızlaşır ve iş sebeb-i nüzulu inkarada gelirse işin içinden çıkılmaz bir hale gelir.)

Bu metotsuz ve ilkesizler 1200 yılda neshi inkar eden tek bir alim bulurlar; El- isfahani

El-isfahani bir mutezile alimidir. Amma ve lakin nesh inkarı öyle bu sahte slogan kurancıları gibi basitçe değildir. Ortaya bir metot atmıştır. (Metot için bkn; Kur'anın Mutezili Yorumu)

Dördüncü Mesele; Yalancılık ve Sahtekarlık...

Bütün nesh inkarcıları neshi kabul edenlere göre hadislerin ayeti neshettiğini ve 1200 yıldır bütün alimlerin hadislerle ayetleri neshettiklerini iddia ederler.

Bu iddia ya cahillikten ki hiç ihtimal vermiyorum ya da sahtekarlıktan.

Çünkü Şafii ve Hanbeli kesinlikle karşı çıkmıştır. Hadisi geçtim Sünnet bile ayeti nesh edemez bu alimlere göre.
Bir tek Hanefiler sadece bir mevzuuda (Mirasa vasiyet mevzuu) Hadisin ayeti neshettiğini söyler. O da zaten Kurandaki bir başka ayetle nesh olunmuş ayettir.
http://youtu.be/W-f4EtsA1nE

Sadece Kurancılık propagandası yapanların diğer iddiası mezhep imamlarının Keçi yediği iddia edilen ayetle Kurandaki ayeti nesh yaparak recmi dinin içine sokması...

Ama halbuki Recm bütün sahabelerin şahit olduğu kesinlikle Peygamberin yaptığı uygulamadır. Ve icmayla sabittir.
http://youtu.be/m9g4LS8Ncy8

Beşinci Ve Son Mesele; Slogan Müslümanlığı ve Modernizm Problemi...

Kuran Müslümanlığı söylevi modernizm ürettiği bir söylem. ilk modernistler (Abduh, Reşit Rıza vs.) batılı ideolojileri ve Rasyonalizmi dinin içine yerleştirmek için Kuran Müslümanlığının temeli dediğimiz neoselefi ve neomutezili kırması doktrini oluşturdular...

Yani niyet Protestan reformizmini ve Oryantalist din algısını dinin içine koyup islamı modernitenin ürettiği değerlere uygun hale getirmekti...

Bugün Mehmet Okuyan kadını dövün ayetindeki darabe fiilini sözlükteki diğer anlamıyla değiştiriyor...
Yahut Caner Taslaman Hırsızın eli kesilmesi ayetindeki 'kesin' fiilini fiilin diğer sözlük anlamı 'çizin'le değiştiriyor...

Recmi inkarlarıda dini moderniteye uydurmak için inanın bana...

Bütün Kuran Müslümanları modernizmin ve aşağılık kompleksinin esiri...

Batı onlara kendi kültürü olan Anadolu Kültürünü kötülediği için düşmanlar. Çünkü Anadolu Kültürü Batının ürettiği değer yargılarının tam tersi bir kültür ve medeniyet havzası.

Biz kendi kültürümüzü bırakıp batının kültürünü alıyoruz. Ama din anlayışımız buna engel...
Sadece Kurancılar ve Selefiler işte bu engeli kaldırmak için varlar...

Biraz ufkumuzu genişletirsek meseleyi kavrayacaz...

Eveet. Haftalık vaazın sonuna geldik;)) Okuyanlara teşekkür ediyorum. Görüşmek üzere...
Ek olarak konuyla ilgili faydalı bir video. Tarihselciliğe ve sondaki yorumlara katılmasamda faydalanmak için ideal. Çünkü tarafsızca anlatmış.
http://youtu.be/fK4Z-H1hYRY
savunanların hep "ama geçmişte hep böyle yapılmış yeaa!" diyerek savunduğu. bir de biz hep ezikliğimizden, kültürümüzü(!) aşağılık gördüğümüzden bunları savunuyormuşuz. hatta bu fikrin öncüleri de hep batı hep yahudi ajanıymış.

ulan 2000 yıllık çöl kanunu olan taşla adam öldürmeyi savunup bir de din kisvesiyle sunuyorsunuz, sessiz mi kalalım?

--spoiler--
Onlara, 'Gelin Allah'ın indirdiği Kitap'a ve peygambere uyun' dendiğinde, 'Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter' derler; ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?

(maide/104)
--spoiler--
Kimseye ajan demedim... Ha öyle demesem bile Cemaleddin Afgani, Reşit Rıza, Muhammed Abduhun ne bok oldukları belli.

Acınası durum bu çapsızların, bu hadsizlerin peşinden gidip 1400 yıllık bütün maziye sırtını dönüp eline bir Kur'an-ı Kerim alarak kıt aklıyla tasavvufçulara müşrik, fıkıhçılara bid'atçi ve en büyük iftira dini bozan adamlar iftirasını atan ve bununla sınırla kalmayıp hadislere dayalı bütün rivayet tefsirlerine hikaye yakıştırması yapanlarda...

Sıkıntı ayeti ayetle açıklama deyip binyıllık bütün ayeti ayetle açıklayan dirayet tefsirlerinde yazmayan çarpıtılmış anlamlar çıkartanlarda...

Evet aşağılık kompleksinden çıktı bu Sadece Kur'ancılık... O batı karşısındaki aşağılık hissiyatı sizi mahvediyor. BU yüzden geçmişinizi okuyamıyorsunuz.

Cemil Meriç ne güzel söylemiş;
Zavallı Türk intelijansiyası! Kimlerin peşinden gitmemiş. Düşmanları dost, dostları düşman olarak tanımış. Peygamber’in adını anmağa cesaret edemeyen bir Efgani‘yi Peygamber kadar saygıya layık görmüş.
Bütün internet camiasında büyük ihtimalle Caner taslamana yakın bir site olan kurandakidin.com (istanbul yayınevi ve yayınevindeki tüm kitaplar ve yazarlar birbiriyle alakalı çünkü) isimli sitenin nesihle ilgili yazısı çok meşhur.
Önce yazıyı paylaşayım;

http://www.kurandakidin.c...aga-cevirme-nasih-mensuh/

Dini oyuncağa çevirme... Bak hele bak. Ne güzel bir slogan seçmişler. Bütün herkes dini değiştiriyor. Dinin kurtarıcıları yani bizzat kendileri uydurulan dinden indirilen(tabii ki bu din uydurulandan daha modern) dini kurtarıyorlar...

Slogan başarılı olunca bunun üzerine yeni soslar verilir. Fıkıh alimleri kur'anı eline alıp hadislerle yeni bir din kurmuşlar... Yukardaki bahsettiğim sahtekarlıkları (örn:Recm) tekrarlamışlar...

Ve bununlada kalmamışlar. Şafii ve Hanbelilere göre Sünnet Ayeti nesh edemezken bu arkadaşlar mezheplere göre diyerek bu mezhepleri de kastediyor. Bununla da kalmıyorlar yukardaki entrymde bahsettiğim bir tek hanefi mezhebinde olan ve sünnetin hadise neshedilmesine örnek teşkil eden tek bir olayı hadislerin ayetleri nesh ettiğini söyleyerek sanki birçok böyle olay varmış gibi iddia ediyorlar.

Soslama devam ediyor. Hüseyin Ataydan iktibasla Bakara 106, Nahl 101 gibi ayetlerden Nasih mensuhun çıkarılamayacağını iddia ediyor...
Ah Ankara ilahiyat! ah!!

Yazarların iktibas yaptığı Hüseyin Atay modernist ilahiyatçı yetiştirip ülkenin başına bela etmekle uğraşan Ankara ilahyatın en meşhur hocası...

Zaten modernistlerin fikirlerinin canla başla savunucusu bir adam Kuranda neshi nasıl kabul etsin.

(Ankara ilahiyattaki bir hocayla ilgili bir olay:
http://youtu.be/UQ7uVWrud5k)

Herneyse ayet kelimesinin okunuşu meal okuyanlar için sıkıntı... Çünkü meal okuyanlar direkt ayet lafzını göreceği için neshden bahseden ayetlerden neshi kabul edicekler diye korkarak Kuranın mealinide bozuyorlar.
Evet hızını alamadıkları için zaten çevrilirken bozulan mealide meal ederek(kuranda geçen diğer ayet kelimeleriyle başka bişey kastediyor diyerek yapıyorlar bunu) ayet kelimesini değiştiriyorlar.

işte bu şey onları çökertiyor. Neden mi? Zaten birçok kelime bambaşka bir anlamı kastediyor. Çünkü sebeb-i nüzulsuz okuma başlı başına Kuranj kerimi tahrif eder.
Örneğin kuranda geçen bir ayetteki insan kelimesi bambaşka neyi kastediyor sizce?
izleyin bakalım neyi kastediyor:
http://youtu.be/JIC7g4C3MRI

Bitti mi? bitmedi tabii ki. Bu ayetlerden nesih delili çıkaran bütün tefsirciler mezhepçilermiş ve islam dinini parçalamışlar...

Bu ayetlerin umumundan nesih delili çıkaran elmalılı hamdi yazır ve benzeri Osmanlı ulemasını mezhepçilikle suçlamak tamamen cehaletten. Ya da her modernist gibi geçmişe düşmanlıktan...

Hamdi Yazır tefsirinde birçok Osmanlı uleması gibi hem Eş'arilik hem Matüridilikten iktibaslar yapıyor. Bununla sınırlı değil. Hem Gazali hem ibn-i Sina gibi birbirine zıt insanlardanda yararlanıyor tefsirinde. Üstelik işraki felsefesi ve ibn-i Sina felsefesinide bünyesinde barındırıyor. Ve tasavvuf gibi yoğun metafizik felsefelerede hakim.

Şimdi bu adammı dini parçalamış? Her çeşit dini akıma hoşgörü besleyen Osmanlımı dini parçalamış?
Sünnilikte Ehl-i kıbleyi tekfir eden dinden çıkar diyenler mi dini parçalamış???

Dini parçalayanların modernist ve reformistler olduğu açıkken bu ne iştir...
Bugün modernist islamcı hareketten türeyen terör örgütleri ortadoğuyu kan gölüne çevirirken siz nasıl olurda geçmişi suçlarsınız.

Üstelik gerçek islam bu değil diyerekten. Kusura bakmayın ama mezhepsizlik ve neoselefiliği bünyenizde barındırarak anca kendinizi kandırırsınız... Çünkü o terör örgütleriyle ideolojik olarak bağlısınız.

Hadi eyvallah
Konuya bide taberi tefsirinden yukarda bahsettiğim nasih mensuhla ilgili ayetlerin tefsirinide ekleyeyim. Fırsat bulunca farklı tefsirlerden ekleme yaparım. (Tabii modernist tefsirleri atlayarak)

Nahl 101
101- Biz, bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz 2aman -Ki, Allah ne indirdiğini çok iyi bilir- müşrikler, Peygambere "Sen ancak bir iftiracısın." derler. Hayır, onların çoğu bunu bilmezler.

Allah teala bu âyet-i Kerimede, bir kısım âyetlerin hükmünü kaldırıp neshederek başka âyetleri getirdiğinde, müşrik ve münafıkların, bunu fırsat bilerek Resulullahı yalancılıkla ve Allaha karşı iftirada bulunmakla suçladıklarını bildiriyor ve bunların çoğunun, hiçbirşey bilmeyen cahiller olduklarını beyan ediyor.

Bu âyet-i Celile de, Bakara Suresinin yüz altıncı âyeti gibi, Kur´an-ı Kerimde mensuh âyetlerin bulunduğunu göktermektedir. Bunlar, âlimler tarafından incelenip açıklanmıştır. Bu konuda daha geniş bilgi için usul kitaplarına başvurulmalıdır. [116]
Bakara 106

106- Biz, bir âyetin hükmünü kaldırır veya onu unutturursak daha iyisini veya aynısını getiririz. Allanın her şeye kadir olduğunu bilmez mi­sin

Biz, bir âyetin hükmünü, helali haram, haramı helal, mubahı sakıncalı sa­kıncalıyı mubah şeklinde değiştirirsek yahut da onu değiştinneksizin olduğu gi­bi bırakırsak, bu durumda hemen veya bir müddet sonra, sizden bir zorluğu kal­dırmak veya mükâfaat ve sevabınızı artırmak suretiyle sizin için o âyetin daha hayırlısını getiririz. Yahut da sizler için aynı faydalan sağlayan benzer âyetler getiririz. Ey Muhammed, bilmez misin ki Allah, farz kıldığı bir takım hükümle­ri neshettiği takdirde onların yerine kullan için ya dünyaları veya âhiretleri bakınımdan daha hayırlı olan hükümleri yahut da onlar için, dünya ve âhiretleri bakımından aynı olan hükümleri getirmeye kadirdir

* "Âyetin hükmünü kaldırma" diye tercüme edilen kelimesinin lügat mânâsı, bir meseleyi bir kitaptan kopya edip başka bir yere yazmaktır.

Taberi diyor ki: "Madem ki nesih bu demektir o halde bir âyetin hükmü­nün kaldırılıp lafzının bırakılması veya lafzının da kaldırılması aynı şeydir. Bir kısım âyetlerin sadece hükümleri değiştirilmiş lafızları ise aynen kalmış veya unutturulmuştur. işte bunların hepsi de nesih ifadesinin içine girmektedir. Nite­kim Hasan-ı Basri bu hususta şöyle demiştir: "Peygamberimize Kur´andan bazı âyetler okutuluyor sonra da unutturuluyor ve onlardan bir eser kalmıyordu. Kur´anın bazı âyetleri de vardır ki onlar nashedilmiştir. Fakat halen siz onları okumaktasınız. Yani hükümleri kaldırılmıştır fakat lafızları bakidir."

Müfessirler, "Nesih" kelimesinin mânâsını çeşitli şekillerde izah etmişler­dir. Süddiye göre âyetin neshi, onu alıp götürmektir. Abdullah b. Abbasa göre onu değiştirmektir. Abdullah b. Mes´udun arkadaşlarına ve Mücahide göre âyetin lafzını bırakıp hükmünü değiştirmektir. [278]

Nesih Nerelerde Meydana Gelir

Taberi diyor ki: "Âyetlerin hükümlerini değiştirme mânâsında Nesih, emirlerde, nehiylerde, mubahlarda, men edilen şeylerde ve mutlak hükümlerde olabilir. Fakat haberlerde nesih cereyan etmez. Mesela, Allah teala cennetteki hayatın ebediliğini haber verdikten sonra onu değiştererek cennet hayatının ge­çici olduğunu bildirmez.

Âyet-i kerimede zikredilen ve "unutturursak" diye tercüme edilen ifadesi çeşitli şekillerde okunmuş ve her okunuş şekline göre de farklı mânâlar verilmiştir. Bu okunuş şekillerini ve izahları şu şekilde özetlemek mümkündür.

1- Medine ve Küfe kurlalan âyetin bu bölümünü, Kur´anda tesbit edildiği gibi şeklinde okumuşlardır. Bu kıraat şekline göre âyetin bu kısmına iki türlü mânâ verilmiştir.

a- "Unutturmak" Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: "Biz bir âyetin hük­münü değiştirecek olur veya unutturacak olursak ondan daha hayırlısını veya benzerini getiririz. Abdullah b. Mes´ud, Katade, Übey b. Humeyd, Hasan-ı Bas­ri, Rebi´ b. Enes, Abdurrahman b. Zeyd ve Sa´d b. Ebi Vakkas âyet-i kerimeyi bu kıraat şekline ve bu izah.tarzına göre tefsir etmişlerdir. Mesela, Abdullah b. Mes´ud, âyetin izahında şöyle demiştir: "Sana bir âyeti unutturacak olursak veya hükmünü değiştirecek olursak daha iyisini veya aynısını getiririz."

Katade şöyle demiştir: "Bir âyet, kendisinden sonra gelen başka bir âyetle neshediliyordu. Resulullah o âyeti okuyordu. Daha sonra ise âyet unutturulup kaldırılıyordu. Böylece Allah, dilediğini Peygamberine unutturuyor dilediğini de neshediyordu. Abd b. Humeyd bu konuda şöyle demiştir: "Bu âyetin mânâsı şöyledir "Biz bir âyetin hükmünü değiştirir veya onu kaldırıp elinden alacak olursak daha iyisini veya aynısını getiririz."

Hasan-ı Basri de şöyle demiştir: "Peygamberimize Kur´anın bazı âyetleri okundu sonra da o âyetleri unuttu."

Rebi´ b. Enes ve Abdurrahman b. Zeyd de âyetin bu bölümünü: "Âyetleri kaldırırsak veya silersek" şeklinde izah etmişlerdir.

b- "Bırakmak11 buna göre de âyetin mânâsı şöyledir: "Biz bir âyetin hük­münü değiştirecek olursak veya o âyetin hükmünü değiştirmeyip aynen bıraka­cak olursak o değiştirdiğimizden daha hayırlısını veya benzerini getiririz."

Abdullah b. Abbas ve Süddi, âyet-i kerimeyi bu kıraat şekliyle ve bu izah tarzıyla tefsir etmişler Taberi de bu görüşü tercih etmiş ve gerekçe olarak ta özetle şunları zikretmiştir. "Allah teala, âyet-i kerimenin baş tarafında, hükmü­nü kaldırdığı âyetlerden daha hayırlısını veya benzerini getireceğini beyan et­miştir. Âyetin devamında da, bir takım âyetleri olduğu gibi bırakacağını beyan etmesi daha münasiptir. Bu bakımdan âyetin bölümünü "Bırakmak" mânâsında almak daha uygundur.

2- Sahabe ve tabiinden bir topluluk ile Küfe ve Basra kurralarından bir cemaat da âyetin bu bölümünü şeklinde okumuşlardır. Bu kıraat şekline göre âyetin bu bölümünün mânâsı "Veya erteleyecek olursak." demektir. Buna göre âyetin mânâsı ise şöyledir: "Ey Muhammed, sana indirdiğimiz âyetlerden bazılannın lafzını bırakıp hükümlerini değiştirecek olursak veya onu neshetmeyip hükmünü aynen bırakacak olursak, biz, neshettiklerimizden daha hayırlısını veya onların benzerlerini getiririz. "Müfessirlerden Atâ, Ebu Neciyh, Mücahid, Atıyye, Ubeyd b. Umeyr, âyet-i kerimeyi bu kıraat şekline ve bu izah tarzına göre tefsir etmişlerdir.

3- Sa´d b. Ebi Vakkas başta olmak üzere, diğer bir kısım müfessirler âyetin bu bölümünü şeklinde okumuşlardır. Bu kıraata göre bu bölü­mün mânâsı: "Ey Muhammed, sen unutacak olursan.." demektir. Âyetin mânâsı ise: "Biz bir şeyin hükmünü değiştirecek olursak veya onu sen unutacak olursan biz o âyetten daha hayırlısını veya onun aynısını getiririz." şeklindedir.

Bir kısım âlimler bu kıraat şekline göre âyete mânâ vermenin doğru ol­madığım zira Resulullah´ın, neshedilmeyen bir kısım âyetleri unuttuğunu söyle­menin caiz olmayacağını, ancak unutup tekrar hatırladığını söylemenin müm­kün olabileceğini, keza Resulullah´ın ve sahabilerin de Resulullah´tan aldıkları âyeti unutabileceklerini söylemenin bütün sahabilere yakiştınlamayacağını soylemisler ve delil olarak ta şu âyet-i kerimeyi zikretmişlerdir. "Yemin olsun ki dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız. Sonra bize karşı, sana yar­dım edecek bir vekilde bulamazsın. [279] Bu âyet-i kerime, Allah tealanın Resulullah´a gönderdiği âyetlerden herhangi birini unutturmadığım ifade etmek­tedir.

Taberi, bu görüşü tercih etmemesine rağmen bu görüşe karşı çıkanlara özetle şu cevabı vermektedir; "Enes b. Mâlik ve Ebu Musa el-Eş-an gibi bir kı­sım sahabiler, önce indirilen bir kısım âyetlerin daha sonra neshedildiklerini ri­vayet etmişlerdir. Bu rivayetler, Allah tealanm, dilediği bazı âyetleri Peygambe­rine unutturma yoluyla kaldıracağını ifade etmektedir. Bu hususta Enes b. Mâlik diyor ki:

Zekvan, Usayye ve Beni Lihyan kabileleri, düşmanlarına karşı Re-sulullah´tan yardım istediler Resulullah ta onlara yardımcı olarak Ensardan yet­miş kişi gönderdi. Biz onları o zaman "Kurralar" diye adlandırıyorduk. Onlar gündüzleyin odun toplayıp nzıklanm tedarik ediyor geceleri ise namaz kılarak geçiliyorlardı. Resulullah´ın gönderdiği bu insanlar, "Bi´ir-i Maûne" denen yere varınca, yardım isteyen bu adamlar yardıma gelenlere.ihanet ettiler ve onları öl­dürdüler. Bu haber Resulullah´a ulaşınca Resulullah bir ay sabah namazında, Ri´l, Zekvan, Usayye ve Beni Lihyanhlara bedduada bulundu. Biz bu Öldürülen­ler hakkında Kur´andan âyet okumuştuk. Sonra bu âyet kaldırıldı. Bu âyet şöy­leydi: "Bizim kavmimize bildirin ki muhakkak biz rabbimize kavuştuk, o, bizden razı oldu ve bizi razı etti..." (Başka bir rivaeyte "Biz de ondan razı olduk" şeklindedir) [280]Ebu Musa el-Eş´avîdiyorki:

"Ben, unuttuğum surenin âyetlerinden şunu hatirlıyormu "Şayet Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa üçüncü bir vadiyi ister.insanoğlunun kanh boşluğnu ancak toprak doldurur... [281]

Taberi diyor ki: "Akl-ı selim bir insan, Allah tealanm, Peygamberine in­dirdiği âyetlerden bazısını unutturmuş olabileceğini imkânsız görmez. Buna karşı çıkanların zikrettikleri: "Yemin olsun ki dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız sonra bize karşı, sana yardım edecek birini de bulamaz[282] âyetine gelince deriz ki: " Allah teala bu âyet-i kerimesinde Peygam­berinden hiçbir şeyi alıp götürmediğini zikretmiyor. Bu âyetle, eğer dilemiş ol­saydı vahyeîtiği şeylerin tümünü alıp götürebileceğini bildiriyor. Allah´a ham-dolsun ki böyle birşey yapmamıştır. Sadece kendilerine,ihtiyaç kalmayan âyetlerini neshedip kaldırmıştır. Nitekim başka âyetlerde şöyle buyurmuştur: "Ey Muhammcd, sana Kur´anı biz okutacağız ve onu asla unutmayacak­sın." "Ancak Allah´ın dilediği müstesna. [283] Allah tealanm, neshederek ve­ya unutturarak kaldırdığı âyetler, işte bu istisna ettiği âyetlerdir.

Âyet-i kerimenin devamında "Daha iyisini veya aynısını getiririz." buyurulmaktadir. Âyetin bu bölümü müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

Abdullah b. Abbas bu bölümü şöyle izah etmiştir: "Size fayda bakımın­dan daha iyisini ve daha yumuşak olanını veya benzerini getiririz."

Katade ise şöyle izah etmiştir: "Size daha hafifini, daha merhametlisini, içinde emir ve yasaklar bulunanları veya benzerlerini getiririz."

Süddi ise, "Neshettiğimizden daha hayırlısını veya neshetmeyip bıraktığı­mızın benzerini getiririz." şeklinde izah etmiştir.

Mücahid ise "Bir âyeti unutturup kaldıracak olursak onun bir benzerini veya daha hayırlısını getiririz" şeklimle izah etmiştir.

Taberi âyetin mânâsını şu şekilde izah etmenin daha doğru olduğunu söy­lemiştir: "Biz bir âyetin hükmünü değiştirir isek veya değiştirmez onun hiikmünü aynen bırakacak olursak, hükmünü değiştirdiğimiz âyetten, sizin için ya he­men yahut gelecekte daha hayırlı olacak olanını veya değiştirdiğinizin külfet ve sevap bakımından aynısını getiririz."

Taberinin izahına göre neshin (Âyetlerin hükümlerinin kaldırılmasının) çeşitleri vardır. Bunların bazıları şunlardır:

a- Dünya hayatı bakımından zor görülen hükmün kaldırılıp yerine kolay hükmün getirilmesi. Gece namazının müminlere farz oluşunun kaldırılması gibi.

b- Dünya hayatı bakımından kolay hükmün kaldıniip zor hükmün getiril­mesi. Bu da müminler için gelecekte daha hayırlıdır. Sayılı günlerde oruç tut­manın kaldırılarak yerine tam bir ay Ramazan orucu tutmanın farz kılınması gi­bi. Böyle bir değişikliğini neticesi, her ne kadar müminler tarafından yapılması zor ise daha sevaph olduğu için hakklannda daha hayırlıdır.

c- Bir hükmün kaldırılıp yerine, zorluk ve kolaylık bakımından aynı olan diğen bir hükmün getirilmesi. Beytül Makdisin (Kudüsün) kıble oluşunun hük­münün kaldırılıp, Kâbe-i Muazzama´nın kıble olduğunu bildiren hüküm gibi. iş­te âyet-i kerimede ifade edilen "Veya aynısı getiririz" den maksat budur. Zira Kudüs veya Kâbeye yönelmenin külfet ve sevabı aynıdır. [284]
A'LA 6-7

6- Ey Muhammcd, sana, (Kur´anı) biz okutacağız ve onu asla unut­mayacaksın.

7- Ancak Allanın dilediği müstesna. Allah, açığa vurulanı da bilir, gizli kalanı da.

Bir kısım âlimlere göre bu âyet-i kerimeler haber ifade etmektedirler ve izahları şöyledir: "Ey Muhammed biz sana Kur´aNI öğretecek ve ezberleteceğiz. Sen onu unutmayacaksın. O halde onu öğrenmek için acele etme. Ancak Alla­nın sana, hükmünü kaktırıp neshederek unutturdukları bunun dışındadır." Müca­hid bu görüştedir, Taberi de bunu tercih etmiştir.

Diğer bir kısım âlimlere göre âyet emir ifade etmektedir ve manası şöyle­dir: "Ey Muhammed, biz sana Kur´anı okutacağız. Sakın sen onunla amel etme­yi bırakma. Ancak Allanın, amel etmeni bırakmanı istediği hükümler bundan müstesnadır. O bunların hükümlerini kaldırmış, neshetmiştir.

Bir kısım âlimler: "Ancak Allahın dilediği müstesna.", âyet-i kerimesin­den, Allah tealanın, Resulullaha, Kur´andan bazı şeyleri unutulabileceğinin an­laşılması gerektiğini söylemişlerdir. Bunlara göre Allah teala böyle buyurmuş fakat Resulullaha, fiilen herhangi bir şeyi unutturmamışım Bu âyet-i kerime Hud suresinin yüz yedinci ve yüz sekizinci âyet-i kerimelerine benzediğini söy­lemişlerdir. Allah teala bu âyetlerde, cehennemliklerin cehennemde, cennetlik­lerin de cennette, gökler ve yer devam ettiği sürece kalacaklarını beyan ettikten sonra "Rabbinin dilemesi hariç." buyurmuştur. Allah teala müminleri cennetten, kâfirleri de cehennemden çıkarmayacaktır.[16]
Nesih Mensuh çok önemli bir konu. Çünkü yahudiler neshin olmayacağını söylüyor... Yahudiler nesih mensuh inkarıyla hükümleri istediği gibi çevirmişlerdir...

Bu yüzden neshi inkar eden yahudilere benzetilmiştir...

Fahreddin Razi'nin dirayet tefsirinden devam edelim... Burada koca ümmette neshi inkar eden tek alim olan(ki kendisi mutezilidir) Ebu Müslim el isfahani ye reddiye vardır.

Istılah Manasıyla Nesih

Ulema ıstılahında nâsih,şer´î bir yolla sabit olan hükmün artık bundan sonra ortadan kalktığına delâlet eden şer´î bir yoldan ibarettir. Nâsih, mensûh hük­münden sonra gelerek, varlığı ile hükmü yürürlük­ten kaldırır. Buna göre biz "şer´î bir yol" sözümüz ile Allah´dan ve Peygam­ber (s.a.s)´den sâdır olan söz ile, her ikisinden nakledilen fiilleri kastediyoruz. Bu konudaki iki görüşten birine göre "icmâ-i ümmet" bu tarifin dışında kalır. Çünkü icmâ, bu izaha göre şer´î bir yol değildir. Şeriatın aklın hükümlerini neshedici olması gerekmez. Çünkü akıl şer´î bir yol değildir. Mu´cizenin de şer´î hükümleri neshedici olması söz konusu değildir. Çünkü mu´cize Şerîatın tın açıklandığı bir yol değildir. Keza hüküm; bir gaye (müddet), bir şart veya bir istisna ile de kayıtlanmış olmamalıdır. Çünkü bunlarda sonradan gelme şartı yoktur. Allah bize birşeyi emredip, sonra da onu yapmamızı yasakladığı za­man bize bir şey (söylememiz) gerekmez. Çünkü bu nehyin misli nâsih olma­saydı, emrin hükmünün misli sabit olmazdı.[330]

Yahudilerin iddiasının Aksine [Nesih Şer'an ve Aklen Mümkündür]

Nesh bize göre aklen mümkün olduğu gibi, naklen de vâki olmuştur. Çünkü yahûdilerden bazıları, neshin aklen caiz olduğunu inkâr ederler, bazıları ise aklen mümkün görürler, ancak naklen bunun vâkî olmadığını söylerler. Müslümanların bir kısmının

neshi inkâr ettikleri rivayet edilmiştir. Çoğu müslümaniar neshin aklen-caiz olduğuna ve bilfiil vâki olduğuna delil getirmişlerdir. Çünkü deliller Hz.Muham-med (s.a.s)´in peygamber olduğunu gösterir. Onun peygamberliği ise kendin­den önce geçenlerin şeriatının mensûh olduğuna hükmetmekle ancak doğru olur. Binâenaleyh neshin var olduğuna kesin hükmetmek gerekir.

Yine biz deriz ki, yahûdileri susturacak iki delil vardır:

1) Tevrat´ta Allah Teâlâ´nın Hz.Nûh (a.s)´a, gemisinden inerken şöyle vah-yettiği yer almıştır: "Ben, her canlıyı senin ve soyun için yenilecek şey kıldım ve bunu sizin için, kan hâriç, yeşil otlar gibi, mutlak olarak helâl kıldım. Binâe­naleyh siz kanı yemeyiniz." Halbuki sonra Cenâb-ı Hak, Hz.Musâ (a.s)´ya ve isrâiloğullarına pek çok hayvanı haram kılmıştır.

2) Adem (a.s) kızkardeşler ile erkek kardeşleri birbiriyle evlendiriyordu. Halbuki Cenâb-ı Allah, bunu daha sonra gelmiş olan Hz.Musâ (a.s)´ya haram kılmıştır.

Neshi inkâr edenler ise şöyle demişlerdir: Hz.Muhammed (s.a.s)´in pey­gamberliğinin ancak neshi kabul etmekle doğru olacağını kabul etmiyoruz. Çünkü şöyle denilebilir: Hz.Musâ ve isâ (a.s), Hz.Muhammed (s.a.s)´in şeria­tının ortaya çıkacağı zamana kadar insanlara kendi şeriatlarına göre emret­mişler, bundan sonra ise Hz.Peygamber (s.a.s)´e uymalarını söylemişlerdir. Hz.Peygamber (s.a.s)´in şeriatı zuhur edince, o ikisinin şeriatıyla mükellef ol­ma durumu ortadan kalkmış, Hz.Muhammed (s.a.s)´in şeriatına göre mükel­lefiyet söz konusu olmuştur. Fakat bu nesih değil, aksine tıpkı Allah´ın:

"Sonra orucunuzu "geceye kadar" tamamla­yınız" (Bakara, 187) âyetinde olduğu gibidir[331]. Neshin asıl bakımından meyda­na geldiğini inkâr eden müslümaniar görüşlerini işte bu yola bina etmişler ve şöyle demişlerdir: "Kur´an´da, Hz.Musâ ve Hz.isâ (a.s)´ya Tevrat ve incil´de, Hz. Muhammed (s.a.s)´in peygamber olarak gönderileceği müjdesi verildiği O zuhur edince O´nun şeriatına dönülmesi gerektiğinin bildirdiği yer almıştır. böyle olunca ve bu ihtimaller de ortada bulunurken neshin meydana geldiğine kesin hükmetmek imkânsız olur."

işte bu, yukarıda zikredilen iki susturucu delile karşı yapılan bir itirazdır.

Neshi inkâr eden kimseler şöyle istidlal etmişlerdir: Allah Teâlâ HzJsâ (a.s)´nın şeriatını beyân ettiği zaman, bu şeriata delâlet eden lâfız hakkında ya bu o şeriatın devamına delâlet etmektedir veya devamına delâlet etmemek­tedir, yahut da bu şeriatta devam edeceğine dâir veya devam etmeyeceğine dâir bir delâlet yoktu" denilebilir.

Birinci Kısım: Eğer bir şeriatta, onun devam edeceğini açıklamış, sonra da onun devam etmeyeceği ortaya çıkmış ise, bu ilk haber bir yalan olur, bu ise şeriat hakkında caiz değildir, Yine biz bunu mümkün görsek, bizim şeriatı­mızın da, mensuh olmadığını bilmeye dâir bir yol bulamayız. Çünkü bu konu­da söylenecek en ileri söz, şeriatın şöyle demesidir Bu şeriat ebedîdir, hiçbir zaman mensûh olmayacaktır. Fakat biz bu sözün, ikisinin de devam etmeme­siyle birlikte, Hz.Musâ ve Hz.isâ (a.s)´nın şeriatlarinde bulunduğunu görün­ce, bu söze güven tamamen kaybolur. Buna göre şayet, "Devamlı oluşu gösteren lafız zikredilmiş, sonra da kendisinin ileride neshedileceğini göste­ren bir şey eklenmiştir veya eklenmemiştir, ne var ki Cenâb-ı Hak, bunu açık­ça belirtmiş, ancak bu bize, bir nebze olsun ulaşmamıştır, denilmesi niçin caiz olmasın?" denilirse, biz deriz ki bu görüş bazı bakımlardan zayıftır. Şöyle ki:

a) Hem devam edeceğini hem de devam etmeyeceğini kesinlikle bildir­mek, mütenakız bir durum olup tam bir cehalet ve abesiyetten (saçmalamak­tan) ibarettir.

b) Bu takdire göre Cenâb-ı Hak Hz.Musâ ve Hz.isâ (a.s)´nın şeriatlarının mensûh olacağını beyan etmiştir. Neshin meşru olduğu naklolununca, bu du­rumun da nakledilmesi gerekir. Çünkü bu keyfiyyet nakledilmeden şeriatın as­lını nakletmek caiz olsaydı, bunun aynısının bizim şeriatımız hakkında da olması caiz olurdu ki, bu durumda bizim şeriatımızın mensûh olmadığına dair kesin hüküm vermek mümkün olmazdı. Çünkü bu, nakledilmesi için her türlü sebe­bin mevcud olduğu mühim hadiseler cümlesindendir. Böyle olan şeyin şöhre­tinin, tevatür derecesine varmış olması gerekir. Aksi halde denebilir ki, belki de Kur´an´a muaraza edilmiş, ama bu nakledilmemiştir; belki de Hz.Muhammed (s.a.s) bu şeriatı değiştirmiş, ama bu, nakledilmemiştir. Bu keyfiyetin te­vatür yoluyla nakledilmesinin vâcib olduğu sabit olunca, biz deriz ki, şayet Cenâb-ı Hak, Hz.Musâ ve Hz.isâ (a.s) zamanında şeriatlarının neshedileceği­ni açıkça bildirseydi bu tevatür ehli arasında meşhur ve zarurî olarak da onla­ra malûm olurdu. Eğer durum böyle olsaydı, büyük bir cemaatin bu hususta ihtilâfı imkânsız olurdu. Biz, yahûdi ve hristiyanları bunu inkâr hususunda mutabakat halinde gördüğümüz için, şeriatlarının neshedileceğine dair herhangi bir sarih açıklamanın bulunmadığını anlamış olduk.

ikinci Kısım: Bu da Allahu Teâlâ´nın, Hz.Mûsâ (a.s)´nın şeriatı hakkında onun şeriata devam etmeyip, sonunun geleceğine delâlet eden bir kayıt koy­muş olmasının söylenmesidir ki bu geçersizdir. Çünkü, eğer durum böyle ol­saydı, bunun tevatür ehli tarafından zarurî olarak bilinmiş olması gerekirdi. Bunun doğru olduğunun kabul edilmesi durumunda da bu bir nesh değil, tam aksine bir sürenin sona ermiş olması olur.

Üçüncü Kısım: Allahu Teâlâ´nın Hz.Mûsâ (a.s)´nın şeriatı hususunda açık bir beyanda bulunup, onda, onun devam edip etmeyeceğini beyan etmemiş olmasıdır. Buna göre biz deriz ki, usûl-i fıkıhta mücerret emir, tekrar ifâde et­mez. Tam aksine, tek bir defayı ifade eder. Mükellef bir kere emri yerine ge­tirdi mi, o emrin mesuliyetinden kurtulmuş olur. Bu sebeple, bundan sonra diğer bir emrin gelmesi, birinci emri neshetmiş olmaz. Bu sebeple bu taksime göre, nesh´in varlığına hükmetmenin imkânsız olduğu ortaya çıkmış olur.

Bil ki, bu cümlemizi usûl-i fıkıh konusundaki, "Kitabu´i-Mahsûl" adlı ese­rimizde izah ettikten sonra, neshin mevcut olduğu hususunda Allahu Teâlâ´nın ´´Biz neshettiğimiz veya unutturduğumuz bir âyetin, ya ondan daha hayırhsmı yahut onun benzerini getiririz" (Bakara. 106) âyetine sarılmıştık. Aslında bu âyetle de istidlal etmek zayıf kalmak­tadır. Çünkü âyetteki, şart ve cezayı ifâde eder. Nitekim, senin, "Sana kim gelirse, sen ona ikram et!" sözün, gelme işinin tahakkuk ettiğini göstermez. Tam aksine, o ne zaman gelirse, ikram etmenin zaman vâcib olduğunu gösterir. Bunun gibi âyet de, neshin bilfiil tahakkuk ettiğini göstermez. Tam aksine, neshin meydana gelmesi durumunda, ondan daha hayırlısının getirilmesinin vâcib olduğuna delâlet eder. Buna göre, nes­hi isbat hususunda en kuvvetli olan hususun, bizim, Cenâb-ı Hakk´ın şu âyetterine dayanmamızdır: Biz, bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimizde" (Nahl, 101); ve:

o dilediğini siler, (dilediğini de) bırakır. Kitab´ın anası O´nun yanındadır" (Rad, 39). Allah en iyisini bilendir. [332]

Neshin Kur´an´da Câri Olması

Âlimler, Kur´an´da neshin bulunduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Ebû Müslim ibn Bahr, Kur´an´da neshin bulunmadığını söylemiştir. Cumhûr-u ulemâ, Kur´an´da neshin bulunduğuna dair birçok delil ge­tirmişlerdir.

a) Cenâb-ı Hakk´ın: âyetidir. [333]

Ebu Müslim´in Nesih Hakkındaki Âyeti, Anlayışı ve Tenkidi

Ebû Müslim buna, birçok bakımdan cevap vermiştir:

1) Neshedilmiş âyetlerden murad Tevrat ve incil gibi eski kitaplarda bu­lunan ve Allahu Teâlâ´nın hükümlerini bizden kaldırarak başkasıyla teabbûd etmemizi emretmiş olduğu şeylerden olmak üzere, cumartesi yasağı ve doğu ve batı cihetlerine yönelerek namaz kılmak gibi, dinî ahkâmdır. Çünkü yahûdi ve hristiyanlar, "Ancak, sizin dininize tâbi olan kimselere imân ediniz" diyor­lardı. Böylece Allah, bunu, bu âyetle, onların aleyhine olmak üzere yürürlük­ten kaldırmıştır.

2) Neshten murat, onun Levh-i Mahfuz´dan nakledilip, başka kitaplara aktarılmasıdır. Bu, tıpkı: "Ben kitabı istinsah ve naklettim" de­nilmesi gibidir.

3) Bu âyet nesh´in vaki olduğuna delâlet etmeyip, tam aksine nesh vuku bulmuş olsaydı, mensûhtan daha hayırlısı olana doğru olacağına delâlet eder.

Bazı âlimler, Ebu Müslim´in birinci itirazına şöyle cevap vermişlerdir: Âyet kelimesi, mutlak olarak zikredildiği zaman, bununla kastedilen Kur´an âyetle­ridir. Çünkü, bizim alışmış olduğumuz şey budur.

ikincisine ise şu şekilde cevap verilmiştir: Kur´an´ın Levh-i Mahfuz´dan nakledilmesi, O´nun bir kısmına has bir durum değildir. Halbuki nesh, Kur1-an´ın bazı kisımlarıyla ilgilidir. Birisi red için getirilen bu maddelerden birincisi için şöyle diyebilir: "Âyet lâfzının Kur´an´a has olduğunu kabul etmiyoruz. Tam aksine bu tabir "her türlü delil" hakkında umumi olan bir sözdür. ikincisine de, âyette zikredilen neshin Kur´an´ın bir kısmına has olduğunu da kabul et­miyoruz. Daha doğrusu ifâdenin takdiri şöyledir:

-Allah en iyisini bilir ya- "Levh-i Mahfuz´da neshettiğimiz şeylere gelince, biz bundan sonra ondan daha hayırlısını getiririz" demektir.

ikinci Delil: Kur´an´da neshin bulunduğunu söyleyenlerin ikinci delili şöyledir: Allahu Teâlâ, kocası ölmüş kadına tam bir yıl beklemesini emretmiştir ki, bu husus Cenâb-ı Hakk´ın:

"Sizlerden geriye eşler bırakarak Ötenler, eşlerinin, yılma kadar faydalanma­larım vasiyyet etsinler.."(BaKara.240) âyetinde bahsedilen husustur. Sonra bu, "dört ay on gün" hükmüyle neshedilmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak:

"Cariye zevceler bırakarak Ölenlerin eşleri kendi kendilerine dört ay on gün beklerler" (Bakara. 234) buyurmuştur. Ebû Müslim şöyle demiştir: Bir yıl bekle­me işi, tamamıyla ortadan kalkmamıştır, çünkü, kadın şayet hamile olursa, ki onun hamlinin süresi tam bir yıldır, onun iddet süresi tam bir yıl olmuş olur. Bu hüküm bazı durumlarda devam edince, bu nesih değil, bir tahsis olur. Bu­na şu şekilde cevap verilir: Hamilelik iddetinin süresi, çocuğu doğurmakla so­na erer. Gebeliğin bir sene veya daha az veyahut da daha çok süre içinde olması fark etmez. Buna göre bütün bir seneyi, iddet süresi kabul edmek ta­mamıyla zail olur.

Üçüncü Delil: Cenâb-ı Allah: Ey imân edenler. Hz. Peygamberle gizli söyleştiğinizde, söyleşmenizden önce bir sadaka veriniz" (Mücadele, 12) âyeti ile Hz.Peygamber (s.a.s)´le fısıltı ile konuşmadan önce, sadaka vermeyi emretmiş, sonra da bunu neshetmiştir.

Ebû Müslim şöyle demiştir: Bu hüküm, sebebinin kalkmasıyla ortadan Kalkmıştır. Çünkü bu âyetle ibâdetin emredilmesinin sebebi, sadaka verme­yecekleri için, münafıkların mü´minlerden ayırdedilmesidir. Bu gaye tahakkuk edince, bu hükümle ibâdet de düşmüştür.

Buna şöyle cevab verilir: Eğer hal böyle olsaydı, bu durumda sadaka ver­meyen herkes münafık olmuş olurdu. Bu ise bâtıldır. Çünkü, rivayet edildiğine göre, Hz.Ali (r.a)´den başka kimse sadaka vermemiş (yani ondan başka bu hükümle amel eden olmamıştır). Cenâb-ı Allah´ın:

Madem ki siz bunu yapmadınız, Allah sizin tevbenizi kabul etti" (Mücâdele, 13: âyeti buna delâlet eder.

Dördüncü Delil:

"Artık şimdi Allah sizden (tekliü) hafifletti ve sizde za´af olduğunu bildi. Buna göre sizden sabırlı yüz kişi otur iser bunlar ikiyüz kişiye gâlib gelirler" i, 66) âyeti ile neshetmiştir.

Beşinci Delil: Allah Teâlâ´nın; "insanlardan birtakım beyinsizler, "Onları, Önceki kıblelerinden çeviren (se-beb) nedir?" diyecekler..." (Bakara, 142)âyetidir. Cenâb-ı Allah sonra müslümanları, "Vazûnû Mescid-i Haram taraüna çevir" (Bakara, 144) âyeti ile ilk kıblelerinden döndermiştir.

Ebû Müslim şöyle demiştir: Kıble hakkındaki öbür hüküm tamamıyla kal­dırılmış değildir. Çünkü kıbleyi tayin etmek müşkil olduğunda veya cihet bilin­diği halde yönelme hususunda bir Özür bulunduğunda o (eski) kıbleye yönelmek caizdir.

Buna cevabımız şudur: Senin zikrettiğin durumlarda Beyt-i Makdis´e yönelmek ile diğer cihetlere yönelmek arasında hiç bir fark yoktur. Binâenaleyh Beyt-i Makdis´i, başka yönlerden ayıran özellik tamamen yok olmuş demektirki, bu da bir nesihtir.

Altıncı Delil: Allahu Teâlâ´nın: "Biz bir âyetin yerine diğer bir âyet tebdil ettiğimizde,-ki Allah neyi indirece ğini çok iyi bilir- onlar, "Sen ancak bir iftiracısın" dediler" (Nam, 101) âyetidir Tebdil, kaldırmayı ve bırakmayı içine alır. Kaldırılan şey ya âyetin okunan lâfz veya hükmüdür. O halde bu nasıl kaldırma ve neshetme olur?

Biz bu delilleri enine boyuna inceledik. Çünkü bunların herbiri bir nebze neshin olduğunu göstermektedir.

Ebû Müslim şöylece muhakeme yürütmüştür: "Allah Teâlâ kitabı Kur´an´ı, "Ne önünden´ ne ardından (Kur´an´a) hiçbir bâtıl gelmez" (Fussilet, 42) diye vasfetmiştir. Eğer nesh söz konusu olsaydı o zaman O´nun Kitabına bâtıl yanaşmış olurdu.

Buna şu şekilde cevap veririz: Bu âyetten maksad bu kitaba kendinden önceki semavî kitaplarda onu iptal edecek herhangi birşey gelmediği gibi, ken­dinden sonra da onu iptal edecek herhangi birşey gelmeyecektir. [334]

Neshin Çeşitleri

Mensûh (neshedilen) ya sadece âyetin hükmü, ya sadece âyetin okunan lâfzı, veya âyetin hem okunuşu hem hükmüdür. Mensûh olanın sadece hüküm olması durumuna gelince, bunlar yukarıda zikretti­ğimiz âyetler gibidir.

Sadece tilâveti (lâfzı) neshedilmiş olan âyetlere gelince bu, neshedildiği Hz.Ömer (r.a)´den rivayet edilen şu âyettir. O şöyle demiştir: Biz "recm"ayetini; "Yaşlı erkek ve kadın (evliler) zina ettikleri zaman, Allah´dan, ibret verici bir ceza olmak üzere, o ikisini mutlaka recmediniz. Allah aziz ve hakimdir"´diye okurduk.

Şu da, lâfzı neshedilmiş olan âyetlere misâl olarak rivayet edilmiştir:

"insanoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, onlara bir üçüncü vadi dolusu mal katmayı ister. insanın karnını ancak toprak doldurur. Cenâb-ı Allah tevbe ede­nin tevbesini kabul eder..."

Hem hükmü hem de metni mensûh olan âyetlere gelince, bu Hz.Aişe (r.a´nin bildirdiği şu hükümdür: Rıdâ, yani süt emmekle hasıl olan mahremi­yet hakkında, Kur´an´da ilk nazil olan hükme göre malûm olan on emme ile hürmet hasıl olundu. Bu sonra "beş emme" hükmü ile neshedildi".[335] Şu hal­de on emme meselesinin hem tilâveti hem de hükmü neshedilmiştir. Beş em­menin ise tilâveti neshedilmekle beraber, hükmü kalmıştır.

Ahzâb sûresinin es-Sebu´t-Tıvâl (itk yedi uzun sûre) gibi, hatta onlardan daha uzun olduğu, fakat sonradan bazı âyetleri neshedilerek kısaltıldığı riva­yet edilmiştir. [336]

Vahyedilen Âyetin Unutulması Mümkün ve Meşru Mudur?

Müfessirler, Cenâb-t Hakk´ın: "Biz bir âyeti nesheder veya unutturursak..." âyetinin izahı hususunda ihtilâf etmişler; bir kısmı, "nesh"i, "izâle etmek" mâ­nasına alırken, bir kısmı da "Kitab´ı istinsah etmek" mânasına almışlardır. Bu ikinci görüş, Atâ ile Sa´id b. Müseyyeb´e aittir.

Birinci görüşün sahipleri, görüşlerini birkaç türlü izah etmişlerdir:

1) Âyet "Sizin okuduğunuz bir âyeti nesheder veya daha önce aranızda okumakta olduğunuz bir âyeti unutturursak..." manasınadır. Bu Hasan el-Basri, Esâm ve çoğu kelamcıların görüşüdür. Bunlar, kısmını, metni değil de hükmü neshedilen âyetfere, kısmını da hem lâfzı hem de hükmü neshedilen âyetlere hamletmişlerdir. Buna göre şayet "Unutmanın olması, âklen ve şer´an imkânsızdır. Âklen imkansız oluşu, Kur´an´ın mutlaka tevatür derecesinde sayıları çok kimseye ulaşmış olması gere­kir. Halbuki bu sayıda insanın hepsinin unutması imkânsızdır. Şer´î delile gelince bu Allah´ın:

"Zikri (Kur´an-ı) biz indirdik ve onu biz koruyacağız" (Hicr, 9) âyetidir denilir­se, birinciye iki bakımdan cevap veririz:

a) Unutma, Allah´ın Kur´an´dan çıkarılmasını, okunmasını, namazda tilâ­vet edilen ve hüccet getirilen şeyler cümlesinin dışında bırakılmasını emret­mesi ile mümkün olur. Kendisiyle ibâdet etme hükmü kalkıp, aradan uzun zaman geçince o şey unutulur veya hatırlansa bile ancak haber-i vâhid sevi­yesinde hatırlanır. işte bundan dolayı hafızalardan silinmiş olur.

b) Bu Hz.Peygamber (s.a.s) için bir mu´cize olur. Bu konuda bir haber rivayet edilir: Bu habere göre müslümanlar bir sûre okuyorlardı, ertesi gün hepsi bunu unutuyorlardı.

Onların ikinci delillerine ise, bunun Cenab-ı Hakk´ın,

"Sana okutacağız da, Allah´ın diledikleri hariç, sen onları unutmayacaksın" (A´lâ, 6-7) ve, "unuttuğun zaman, Rabbini an" (Kehf, 24) âyetlerine muarız olduğunu söyleyerek cevap veririz.

2) Âyetin mânâsı "O âyeti değiştirirsek, biz onun ya sadece hükmünü, sadece lâfzını veyahut da her ikisini değiştiririz" demektir. Allah´ın ifâdesinden maksad ise, ."Onu olduğu gibi bıraktr, değiştirmeyiz" demektir. Biz "nisyan" (unutma) nın, olduğu hâl üzere bırakmak manasına da geldiğini izah etmiştik. Buna göre âyetin nihâi mânası şöyle olur: "Biz de­ğiştirdiğimizin yerine daha hayırlısını veya dengini getiririz.

3) ifâdesi, "Biz âyeti indirdikten sonra onu kaldırırız" manasınadır. ifâdesini ise hemzeli olarak şeklinde oku­yarak, "Biz o âyeti Levh-i Mahfuz´dan indirmez, tehir edersek..." mânasına almışlardır. Veyahut da bu ikinci kelimenin mânası, "O âyetin neshini ertele­dik, şu anda neshetmiyoruz, ama fayda bakımından onun yerini tutacak şeyi indireceğiz" demektir.

4) ifâdesindeki âyetten maksad, hem hüküm hem de lafız bakımından neshedilecek âyetlerdir. "Yani olduğu gibi bıra­kırız" denilen âyetlerden murad ise hükümleri neshedilen âyetlerdir. Bu gibi âyetlerin lâfzı mensuh değildir, okunmaya devam edilirler.

ikinci görüşte olan müfessirlere gelince, onlara göre, ifâdesinden maksad, "Onu Levh-i Mahfuz´dan istinsah edersek..." mânasıdır, ifâdesinden maksad ise, "veya onu tehir edersek..." mânâ­sıdır. Ama bu ikinci kelimeyi, şeklinde kıraat etmeye gelince, bu­nun mânası "Onu olduğu halde bırakırız, yani onun istinsahını bırakır, istin­sah etmeyiz" demektir.

Cenâb-ı Allah´ın: "Hiçbir âyeti" ifâdesine gelince, Ebû Müs­lim dışındaki bütün müfessirter bunu, "Kur´an´dan hiçbir âyet" mânasına an­lamışlardır. Ebû Müslim ise bunu, Tevrat ve incil´e hamletmiştir. [337]

Daha Hayırlısını Veya Benzerini Getirmenin Mânası: Vahyin Bazısı Daha Hayırlı Olur mu? Başa Dön

Hak Teâlâ´nın: "Ondan daha hayırlısını veya mislini getiririz" buyruğu ile ilgili iki görüş vardır:

a) "Hüküm olarak daha hafif olanını,

b) Daha faydalı olanını getiririz" demektir Bu ikinci görüş daha evlâdır. Çünkü bu görüş, mükellefi, tabiatına daha kolay gelen şeylere değil, faydası­na olan şeylere sevkeder. Buna göre eğer, "ikinci gelen hüküm birincisinden daha faydalı olsa, birincisinin faydası noksan olmuş olurdu. Binâenaleyh Al­lah bunu nasıl emreder?" denirse, biz deriz ki: Birinci gelen hüküm o âyetin geldiği zamana göre daha faydalı idi. ikinci gelen âyet ise daha sonraki zamana göre daha faydalıdır. Böylece suâl zâi! olmuş olur. Bil ki âlimler, bu âyet­ten birçok nesh meseleleri çıkarmışlardır. [338]
Bu giriş Caner Taslamanın şu videosuna reddiyedir
http://www.dailymotion.co...rof-caner-taslaman_school

Şimdi Caner Taslaman muhammed esedden iktibasla islamda neshin olmadığını kesin bir şekilde kabul ediyor.

Peki muhammed esed kim?

işte soru burda. Hadisleri israiliyyat gerekçesiyle reddeden taslaman Bir yahudiden evet hemde dine nesh inkarı gibi nice yahudi adetini koyan belki de bir yahudi ajanının tefsirinden hareketle neshi inkar ediyor...

Sayın Taslaman severler. Bir sorun bakalım bu işte hadi Taslamanı iyi niyetli sayalım ama bir mantık görebiliyormusunuz?

Yalanları bununla sınırlı değil. imam Şafii kesinlikle bir mütevatir hadisin bile Kur'andaki herhangi bir ayeti neshedemeyeceğini şiddetle savunan bir alim...

Recm ise bütün sahabelerin ittifakta olduğu bir uygulama. Kurandaki sopa ayeti zaten bekarlaR içindir. Yani keçi yediği iddiasıyla kimse kurandan ayet inkar etmiyor...
Recm hadislerle değil sünnet ve icmayla sabit bir kaidedir.

Son kez yazıyorum recmin nesih mensuhla alakası yoktur. Bu iddiayı ortaya atan Taslaman gibi şarlatanlardır. Keçi hadisi ise değerlerndirmeye bile alınmaz bu mevzuda. Çünkü konuyla alakasızdır.

En büyük yalan. Savunma harici savaş yasakmış Kurana göre....
O zaman Hz. Peygamber Mekkeyi fethederken Kurana aykırı davrandı. O zaman Hz. Ömer Sasanilere, Bizanslılara cihat ilan ederken Kuranı hiçe saydı...

Bir şunu düşünün yalanın büyüklüğünü görün. Hiç kıvırmayın. Savaşmayan bir millet ortaçağda yok olmata mahkumdu. Orta çağı geçtim şimdi bile ayakta kalamaz... Yeri gelir savunma yeri gelir saldırı.
Bu adam bu kadar basit bir hakikati güya zor durumda olan Allahın kitabını kurtarmak için inkar ediyor...

Bu 7 dakkalık videoda o kadar çarpıtma var ki.

Diyor ki; Hz. Prygamberden başkasına güvenemeyiz. Bu yüzden hadisler uydurmadır...

Peki Kur'anı bize kim aktardı????
Taslaman şarlatanlık mı yapıyorsun hala???

Kur'an'ın değişmediğini ispat edebilir misin? Madem Sahabelere güvenmeyecez. Kime güvenecez...

Taslaman çok güzel hocalık taslıyorsun. Ama mezheplerin çatışamayacağını çatışanın iktidar olacağını anlayamayacak kadar cahilsin.

Şeyhülislamlar bugünkü anayasa mahkemesinin başkanlarıdır. Şimdi bu şarlatan diyorki anayasa mahkemesine bakmayacaz. Hepimiz anayasa metnine bakarak kafamıza göre içtihat yapacaz...
Burdan şuna gelmek istiyor. Osmanlının tüm fethleri ve şeyhülislamların cihat fetvaları dine aykırıdır.
Tek nefret geçmiş nefreti...

Daha bir sayfa yazı yazılır şu 7 dakikalık video için. Herneyse son olarak şunu ekleyeyim
Cihat fetvalarıyla Terörize olmuş din anlayışının uzaktan yakından alakası yok...

Işid bugün Küresel cihat kavramı ve terörize olmuş din kırması bir ideolojiyi savunuyor.
Ama bu ideoloji Taslamanın iddia ettiği gibi mezhepçi olamaz. Çünkü selefilik bir mezhep değil mezhepsizlik hareketidir. Ki Işidin selefiliği hariciliğe kaymıştır.

Bu harici zihniyet bu gün sadece Kurancıların akıl hocalarından türemiştir. Bu sadece kuran diyen tektipçi ütopik anlayış doğrudan Seyid Kutp- Mevdudi - Abduh tan türemiştir.

Tani Taslamanın zihniyetiyle Işidin zihniyetinin kökeni aynı: Modernizm.
Taberi ve Fahreddin Razinin tefsirlerinden sonra Elmalılı merhumun tefsirinden iktibas yapıyorum.

Nahl 101
101- Bir âyetin yerine diğer bir âyetin, getirilmesi nesihtir. Önceki âyet mensuh (neshedilmiş), sonraki âyet ise nasih (nesheden)dir. Kâfirler, nesih meselesini Hz. Muhammed'in peygamberliği hakkında bir şüphe gibi ileri sürmek

istemişlerdi ki, zamanımızda da hâlâ bunu takip eden kâfirler çoktur. Bu âyet, onlara cevaptır. Yani bir âyeti neshedip (hükümsüz kılıp) yerine diğer bir âyeti bedel olarak getirdiğimiz vakit ki Allah, ne indirdiğini, ne indireceğini daha iyi bilir. Onun neshi ve değiştirilmesi haşa bilgisizlikten değil, ilim ve hikmetindendir. Önceki âyet de sonraki âyet de ilâhî hikmet ve kulların menfaatleri gereğince iner. Bir zaman için faydalı olan, diğer bir zaman için zararlı olabilir. Bunun tam tersi de vardır. Çünkü dünyadaki durumlar, değişiktir. Şeriatler ise dünya ve ahirette Allah'ın kullarının faydaları ile uyumludur. Halbuki yüce Allah, Hz. Muhammed'in şeriatını kıyamete kadar değişik asırların yararlarına hakim olması için indirmiştir.

Yüce Allah, ne indirdiğini ve indireceğini bilip dururken bir âyeti başka bir âyetle değiştirdiği zaman sen, peygamber değil, bir iftiracısın dediler. Bu Kur'ân'ı kendin uyduruyorsun da Allah'a iftira ediyorsun. Bu Allah sözü olsaydı değiştirilir miydi? demeğe kalkıştılar. Rivayet edildiğine göre, önce şiddetli bir âyet, sonra da ondan yumuşak bir âyet indi mi, Kureyş kâfirleri şöyle derlerdi: "Muhammed ashabı ile eğleniyor. Bugün birşey emrediyor, yarın da onu yasaklıyor. Mutlaka onları, o kendiliğinden uyduruyor da Allah'a iftira ediyor" Hayır onların çoğu bilmez. içlerinde bilen ve bildiği halde, inat ve kibir edenler bile varsa da çoğunun bu yaptıkları bilgiye yakışmaz. Kur'ân'ın hakikatini, nesih ve değiştirilmesinin fayda ve hikmetlerini bilmezler.
Bakara 106 - Elmalılıdan devam

Şer'î usûl bakımından neshin dine uygunluğunu isbat eden bu ayetin sevki, eski kitapların bazı hükümlerinin neshindeki cevaz hakkında ise de söyleniş bakımından kelimesi umum ifade ettiğinden, bazı Kur'ân âyetlerini de açıkça içine almaktadır. Şu halde Kur'ân âyetlerinde de nâsih ve mensûh vardır. Bunun aksini iddia etmek, nassın zâhirini inkâr etmek olur.

Nesih lügatte değiştirmek, yani bir şeyin yerine başkasını geçirmek, halef yapmak demektir. Nitekim (Nahl, 16/101) âyetinde nesih, tebdil olarak ifade edilmiştir. Bununla beraber bu mânâ bazen o şeyin kendisinde itibar

edilir ki, buna izale, ilga, iptal denilir: "güneş gölgeyi neshetti" demek onun yerine geçti, onun yerini aldı demektir ki, buna, izale etti ve iptal etti de denilir. Bir başka âyette "Allah, şeytanın attığını derhal iptal eder." (Hacc, 22/52) nesh işte bu anlamdadır. Bazen de o şeyin yerinde itibar edilir ki, buna da nakl ve tahvil denilir. Nitekim "nesahtü'l-kitab" kitabı istinsah eyledim demek, bir kitaptakini diğerine geçirdim, ona nakletttim demektir. Yazıda nesih, mirasta münasahe," ruhlarda tenasuh tabirleri de bu mânâyadır. "Siz her ne yaptıysanız biz onları istinsah etmiştik." (Câsiye, 45/29) âyetindeki istinsah da yine bu mânâya gelmektedir. Özetle, lügat bakımından nesih, izale ve nakil mânâlarında müştereken kullanılır ise de her iki mânânın da esası tebdil demektir.

Şeriat ıstılahında da nesih, herhangi bir şer'î hükmün aksine sonradan başka bir şer'î delilin delalet etmesidir ki, ilâhî bilgiye nazaran evvelki hükmün müddetinin sonunu beyan, bizim bilgimize nazaran da zahiren bâki görünen o hükmü değiştirip ortadan kaldırmak demektir. Her iki bakımdan da nesih, bir değişikliği bildirmek anlamına gelmektedir. Bunda hiç bir zaman Allah'a nazaran caymak veya bilememek mânâsı yoktur. Bunun içindir ki, ebediyet kaydiyle mukayyed (bağlı) hükümlerde nesih cereyan etmez. Nesih ancak emirler ve yasaklar gibi inşâî bir mânâyı içeren vakıaya ilişkin bir ihbar ve ilâm olmayıp, sırf icad olan ve yalnız bir iradeyi gösteren, bununla beraber ebediyyeti nassa bağlanmamış bulunan konularda ve hükümlerde cereyan eder. Cenabı Allah, varlık âleminde bu gün yarattığını yarın yok ederek, diğer bir şeye dönüştürmekle ilmine, kudretine, iradesine hiçbir noksanlık ârız olmayacağı gibi, şeriate ait âlemde de başka başka zamanlarda başka başka şer'î hükümler inşa etmekle, mesela; geçmiş zamandaki bir emrin yerine, şimdiki zamanda yasak koyan bir emir inzal buyurmakla ilminde ve iradesinde haşa bir noksan değil, belki her birinde bir hikmetinin tecellisini ve kemalini göstermiş olur. Ve bunda caymak mânâsını düşünmek bile kabil değildir. Allah katında kararlaşmış bulunan herşey ve her hüküm yerli yerinde gelmiştir. Ve hakikatte hiçbir kelimesi değişmiş değildir. Yaratılışta her anın ayrı bir emri olsa ilahî ilmin zerre kadar değişmesini gerektirmez. Hasılı iman hakikatleri, itikat esasları gibi, ihbarî olan ilmî ilkelerde nesih mümkün değildir. Bunların bir anlık zamana bağlı olanları bile ezelî gerçekler hükmündedir. "Şu şöyledir, filan vakit, filan şey oldu veya olacak." denildi mi bu haberler, bu hükümler artık ezelden ebede doğrudurlar.

O vakitte o şey olmadı veya olmayacak denilemez. Lakin "su iç, şarap içme, nikah yap, zina etme" gibi inşâî olan şer'î hükümler, açıkça ebediyet kaydıyla kayıtlanmadıkça nesihleri mümkündür. Bunlar bir an için meşru, başka bir an için gayr-i meşru olabilirler. Bunların ebediyetleri zorunlu değildir, nesihleri de müddetlerinin açıklanmasına bağlıdır. Önceki kısımlarda Kur'ân, Tevrat'ı ve diğer ilahî kitapları tasdik edici, teyit edici ve destekleyicidir, ayrıca daha fazlasıyla tefsir edici ve açıklayıcıdır. ikinci kısımda ise Kur'ân, onlardaki birtakım hükümleri kaldırarak, her zamana göre uygulanacak hükümleri ve teşri (kanun koyma) usullerini içeren yeni ve mükemmel bir hoşgörülü şeriat getirmiştir. Şurasının unutulmaması gerekir ki, tevhid inancı gereğince yaratılış âleminde olduğu gibi, teşri âleminde de icat ve inşa, ancak Cenab-ı Allah'a ait bir sıfattır. Kullar nihayet O'nun yaratmasıyla ve O'nun gösterdiği âyetlerin ve delillerin ışığında kendi bilgi kapasitelerine göre bir tasarrufa izinlidirler. Yoksa Allah'ın yaratmış olduğu kanunlar, kul iradesiyle kaldırılamaz. Neshin şeriat ıstılahındaki bu tarifi de yine bu âyetin delaletidir ve bu konunun tafsilatı "Usûl-i fıkıh" ilmine aittir. Gelelim âyetin mânâsına:

Yahudiler, Allah nesih yapamaz ve şu halde böyle yeni yeni hükümler getiren bir vahiy indiremez mi diyorlar? Yalan söylüyorlar ve yanlış biliyorlar. Zira Allah nesih yapabilir ve yapar, yapmasında da kendisi için hiçbir noksanlık söz konusu değildir; şânına noksan gelmez. Aksine O'nun yaptığı nesihte hayır ve hikmet vardır. Çünkü Biz azamet ve kudretimizle herhangi bir âyeti kısmen veya tamamen ve mesela mânâsındaki bir hükmünü veya lafzının hükmü olan tilavetini veya her ikisini bizzat kitabımızla neshedersek veya diğer bir kırâete göre; resulümüze sünnetiyle neshettirirsek, yahut onu unutturur, hafızalardan silersek veya yine diğer bir kırâete göre; onun hükmünün uygulanmasını tehir edersek, ondan daha hayırlısını, veya en azından onun mislini ve dengini getiririz. işte şer'î nesih bu usul çerçevesinde cereyan eder. Bunların hiç biri abes değildir, hiç biri yokluğa, ihmale ve hatta noksana yönelik şeyler değildir.
Şimdi gelelim nesh inkarcılarına. Yukarda söylediğim gibi neoselefi akidesini ve modernist temayülleri dinin içine yerleştirip bunlar üzerinden slogan müslümanlığı türetenlere.

Kuranda açıkça nesh olduğu yazarken ve neshedilen ayetlerde ortadayken mesela mehmet okuyan neden nesh inkarı için bütün nesh edilen ayetleri efendim o arapçada öylE değil, şu ayet başka bişey anlatıyor diye kıvranıyor.

Evet belki siz o sloganlı konuşmaya bakıp ve kendinden emin herkesi ithamlarınada bakıp haklı görebilirsiniz. Belkide mesele bu:
Kendinden emin olmak!!!

Bütün son yüzyılda ortaya çıkmış modernist ve neoselefilerin ortak özelliği kendinden emin olmak!!

Gene mehmet okuyana gelelim. Adam kabir azabı gibi bir konuyu nasıl inkar ediyor biliyor musunuz???
Efendim Allah bizi hesaba çekicek zaten ne gereği var Kabir Azabının diyerek...

Bu tarz kendi aklına güven tüm modernist hocalarda sırıtıyor.
Ama mesela elmalılı hamdi yazırın tefsirinin önsözüne bakın. Adam Allaha tevbeler ederek başlıyor. Kendi kulluğunun bilincinde birisi olarak başlıyor...

Demiştim ya kendine güven. Şu kaideyi unutmayın Sadece Korkaklar Kendilerine Güvenirler

işte Nesih inkarcılarının kendilerine güvenerek konuşmalarının altında bu korku ve teslimiyetsizlik yatar.

Kuranda nesh olduğunu kabul ederlerse sadece kuran yeter söylevleri bitecek ve önemsizleştirdikleri sebeb-i nüzul önemlileşecek.

Buda onların Kuranda büktüğü tüm ayetleri meydana çıkaracak. Kendi neoselefi fantezilerini dayadıkları Kur'anın kur'an müslümanlığı söylemiyle herkesten gizledikleri esas bağlamı ortaya çıkacak.

Son yüzyılda kaç meal yazıldı sizce? Yazılan modernist tefsirler acaba ne kadar bağlama önem veriyor?

Bakın basit bir ayette yapılan operasyonu izleyin:
http://youtu.be/JIC7g4C3MRI

Devam edecek
Bu giriş sorularlaislamiyet nam sitedeki nesih, nesih konusuna kısa bir reddiyedir. Konu tekrar etmesin diye fazla uzatmadım...

Kur'andaki nesihle ilgili ayetleri çarpıtmakta aşmak deseler sizi gösteririm.

Kuranda nesh olduğu tartışmalı bir konu değildir sayın Nurcu ve bilimselci veysel güllüce bey.
El-isfahaniye ait bir görüş sanki kabul görmüş gibi lanselemek nedir??

Muhammed Abduhtan iktibas yapacaksın ve o iktibasla kuranda neshi tartışmalı bir mevzuya sokacaksın.

Yalancılıkta aşmak sizin adetiniz olmuş. El-isfahaniye reddiye yapan Fahreddin Razi , Nesih inkarcılarına yahudi diyen Raziyi sen nasıl El-isfahaniyi destekler konuma sokarsın.(inanmayanlar yukarda Fahreddin Razinin tefsirinden aldığım iktibasa baksınlar)

Tabii siz Allahtan korkmadığınız için Allahın ayetleriyle tıpkı hocanız muhammed abduhun oynadığı gibi oynadığınız gibi Alimlerin metinleriylede oynamaya başladınız...

Bütün tefsirlerde o ayetlerin nasıl anlaşıldığı apaçık ortadayken muhammed abduh, muhammed esed gibi ne olduğu meçhul adamların tefsrini doğru olarak gösterin bakalım...

Neoselefi takiyeciliğine son gazla devam edin bakalım. Sonunuz nereye varacak....
Müellefet-ül kulüb meselesi hakkında
http://cinskafa.blogspot....aglara-kar-nasl-yagd.html

Ebubekir Sifil hocamız aslında Mustafa Öztük hocamızın Hz. Ömer üzerinden tarihselci yaklaşımını silmiş bir nevi.
Yazıdaki arkadaşta Tarihselci olduğu için üzülmüş.
Nasih mensuh hakkında mustafa islamoğluna tenkid;

http://ahmednazif.blogspo...-kabul-eden-alimleri.html
islamda asla yer almayandır.