bugün

tam 15 yıl önce bugün hayata gözlerini yuman galatasaray'ın unutulmaz futbolcusu , taçsız kral , efsane.
(bkz: bu kalp seni unutur mu)
çıplak gözle görme şerefine nail olamasakta; *bir numaralı, soyutlaştırılmış, en asil kralımız. insan gibi insan.
15 yıl sonra analım derken tarihin en büyük utançlarından birine düşsek de bizi çoktan affettiğine emin olduğumuz, sevgili ile galatasaray arasında seçim yapmak zorunda kaldığında bile galatasaray'ı seçecek kadar sevmiş kralımız.. unutmadık, unutmuyoruz hiçbir zaman..
(bkz: i will always love you)
taçsız kral lakabıyla tanınan metin oktay türk futbol tarihinin en büyük futbolcularından biridir. trafik kazası sonucu hayatını kaybetmiştir.
tanju çolak 1987-1988 sezonunda kendisinin 38 gollük gol krallığı rekorunu kırmasına rağmen, 1996-1997 sezonunda hakan şükür bilerek ve isteyerek 38 golde kalarak bu rekoru kırmamayı yeğlemiştir.
nickinin hakkini sonuna kadar verdigini dusundugum, takimdas yazar.
galatasaray taraftarının gönlünde taht kurmuş saygıdeğer bir ismi kendisine nick olarak seçmiş, sözlüğün ultraslanlarından. yeni sözlük yılında da nice entrylerini görmek dileğiyle. * *
1. yılın kutlu olsun yazarı.
ezik takım taraftarı olmayan baba yiğit.. rezillik görmek isteyenlere tarafımdan bizzat gösterilir, itinaylan.. *
ac milan takımı nın sanal esas yöneticisidir kendileri. * *
ayrıca bir trabzonluya yakışıyor mu galatasaraylılık? *
beni bana bırakın diyerek erkenden ayrılırken aramızdan, ağları yırtıp giden gollerin efsanesi. büyüklerimizin mutluluğu olduğu için sevdik bir kere. daha ne olsun. ruhu şad olsun.
nickinin ağırlığını taşıyabilen yazar. sabah sabah;
(#1310628)
-ahah-
(#1326170) yarmış yazar..
Not: aşağıdaki yazı kaynağını hatırlayamadığım bir siteden alıntıdır. bilen varsa hatırlatmasını rica ediyorum.

"Yumuşacık, yusyuvarlak... Hareketli... Ele-avuca sığmaz... Zıp zıp zıplar, yerinde durmaz. Onunla ilk tanıştığım gün, ayakkabısının bağlarını bile kendi bağlayamayan, yürümeyi yeni yeni öğrenmiş minicik bir çocuktum... 'Sen de nereden çıktın?' der gibi vurdum ona... O ilk vuruşla birlikte, yolum da değişti, hayatımda. (...) Çaresiz, kader bağlamıştı bizi... Ondan ayrılamıyordum... Benim en iyi arkadaşım olmuştu." Metin Oktay meşin yuvarlakla bir yaşam boyu süren ilişkisini bu benzersiz satırlarla anlatıyor. Galatasaray kimlik ve ruhunun yaratılmasında Leblebi Mehmet, Aslan Nihat, Berlin Panteri Turgay Şeren, Eşfak Aykaç, Baba Gündüz, Coşkun Özarı ve adını sayamadığımız nice futbolcunun yanında Metin Oktay'ın apayrı bir yeri vardır. Yarım yüzyıldır süren Metin Oktay efsanesinin canlı tutulması amacıyla üzerimize düşen görevi yerine getirmeye çalıştık. Sarı Kırmızılı takımın ve Türk futbolu'nun gelmiş geçmiş en büyük golcülerinden biridir. 1969 yılında takımı şampiyon ve kendisi de gol kralı olarak futbolu bırakan Metin Oktay'a başka hiçbir futbolcuya nasip olmayan jübile yapılmış, bu unutulmaz futbolcunun uğurlanması istanbul ve izmir'deki karşılaşmalarla, şanına yakışır bir şekilde olmuştur.

1936 yılında izmir'de doğan Metin Oktay, Damlacık kulübünde futbola başlamış, Yün Mensucat takımından sonra geçtiği izmirspor'da kendini göstererek genç milli takıma yükselmiştir.

1956 yılında Galatasaray'a gelen Metin Oktay, italya'nın Palermo takımına transfer olduğu 1961-62 sezonu dışında sürekli Sarı Kırmızılı formayı giymiştir.

Daha izmirspor'da oynarken, attığı 17 golle izmir Profesyonel Ligi gol kralı olan Metin Oktay, ondan sonraki yıllarda da bu ünvanı nadiren başkalarına kaptırmıştır.

Metin Oktay kral olamadığı yıllarda da çok sayıda golle listenin hep ilk sıralarında yer almış, toplam 632 golle bir rekorun sahibi olmuştur. Bir sezonda attığı 38 golle oluşan rekor ise, tam 25 yıl sonra yine Çolak tarafından kırılabilmiştir. Metin Oktay, 36'sı A, 4'ü de genç olmak üzere Milli Takım formasını 40 kez giymiş, 7 kez kaptanlık yaparken, 19 gol atmıştır.

10 Haziran 1959'da Fenerbahçe kalesinin ağları yırtan golü, Türk futbol tarihine geçen büyük olaylarından biridir.

----------------------------------------------------
METiN OKTAY'IN KENDi KALEMiNDEN ANILAR...
"Sarı-Kırmızılı renklere küçükten beri hayrandım.Galatasaray izmir'e geldiğinde okuldan kaçar, maça giderdim. Bence Galatasaraylılık din gibi, mezhep gibi yerleşmiş, köklü bir inançtır. Galatasaray'ı işte bunun için tercih eder ve Galatasaraylılığımla her zaman gurur duyarım."

"Fenerbahçe 20 bin, Adalet bir yıl için 10 bin lira transfer ücreti teklif ederken, ben Galatasaray ile yıllığına 8 bin liraya anlaşma yaptığım gün mutluluktan uçuyordum..."

"Sahaya çıkmadan önce Allah'a dua eder, sahaya en son çıkmayı uğur sayardım. Aut çizgisini geçerken daima sağ ayağımı atardım. Maça başlamadan önce arkadaşlarım kaleye şut atarken, ben dolanıp durur, oyun başlayıncaya kadar topa vurmazdım... Sakatlandığım zaman, secde ederek iki elim önde 'Allah'ım sen bacaklarımı koru' diye dua ederdim."

"Fenerbahçe'ye attığım ağları yırtan golüm çok konuşulmuştu. Hikayesi ise şöyledir ; Fenerbahçe ile oynayacağımız her maçın havası ayrı olurdu. 1959 yılının 10 Haziran günü oynayacağımız Milli Lig' in ilk Final maçının önemi çok büyüktü. Futbol Federasyonu bu kritik maça Yugoslavya'dan hakem getirmişti. Tansiyon yüksekti. Maçtan bir gece önce Çınar otelde Yugoslav hakemin üç Fenerbahçeli yöneticiyle birlikte yemek yediği görülünce, istanbul'da kıyamet koptu. Galatasaray Kulübünün telefonları ihbarlarla inliyordu: ' Maç Çınar Otel' de masa başında satıldı...Yugoslav hakem Fenerbahçe'yi galip getirmek için ne lazım gelirse yapacak!..'
Bunun üzerine Galatasaray Kulübü hakemin değiştirilmesi için Federasyona başvurdu. Hakem şaşırmıştı. Ve ağlayıp sızlamaya başlamıştı. 'Ne olur Galatasaraylılar' a söyleyin böyle bir sebepten dolayı memleketime dönemem maçı namuslu bir şekilde yöneteceğim.'

Yöneticilerimiz bir toplantı yaptı, hakemi kabul etti ve o Yugoslav hakemle iki takım maça çıktı. 10 Haziran 1959... Dolmabahçe Stadı yükünü almış, ezeli mücadeleyi bekliyor. Sıcağa rağmen tribünler herzamanki gibi rengarenk... Oyun hızlı başlamıştı. Maçı mutlaka kazanmak istiyorduk. Çok hırslıydık... Turgay uzun bir degaj yaptı. Boş top, ceza sahasının üstüne süzülmüştü. Topa kaleci Özcan Arkoç ile birlikte yükseldik.
Özcan topa uzanabilmek için adeta benim sırtıma tırmanmıştı.. Çok yükselmiş, bu sebepten de dengesini kaybetmişti. ikimiz birden yere düştük. Özcan anlayamadığım bir şekilde kıvranmaya başladı.
O anda Fenerbahçe tribünleri benim Özcan'a vurduğumu zannederek küfretmeye başlamıştı. O çirkin tezahüratın ilk defa muhatabı oluyordum. Şaşırmıştım ve utanmıştım. Suçlu olmamama rağmen utanmıştım. O sırada yanıma Fenerbahçeli Nazi Erdem ve Basri Dirimlili geldiler. ikisi de çok sevdiğim arkadaşlarımdı.

Benim kasıtlı bir hareket yapmayacağımı benden iyi bilirlerdi. Ben onlarla konuşurken birden diz kapağıma bir tekme yedim. Acıyla tekmeyi vurana baktım. Bana vuran, kendine Fenerbahçe'de yer edinmeye çalışan Avni idi. O acıyla ben de Avni’ye bir yumruk attım. Yumruğu Avni'nin suratına indirince saha karıştı. Antrenörümüz George Dick, Eşfak Aykaç, Muzaffer Bozok ve menajerimiz Osman incili beni olaylardan sıyırıp saha dışına götürmeye çalışıyorlardı. O kargaşa arasında yöneticimiz Muzaffer Bozok ile Osman incili Yugoslav Hakeme kızıyorlardı. Aradan iki üç dakika geçmiş, saha boşaltılmıştı. Yugoslav hakem hışımla yanıma yaklaştı ve saha dışını gösterdi. O güne kadar hiçbir hakemden bu kararı duymadığım için neye uğradığımı şaşırmıştım. Hırsımdan ağlıyordum. Sahadan çıkmadan önce gidip Fenerbahçe tribünü önünde çakıldım. Ben gidince onlar da şaşırdı. Biraz önce o çirkin kelimeleri bana layık gören insanlardı onlar. Durdum. Bir baştan bir başa o tribünleri süzdüm. Sonra eğildim ve bana küfür edenleri selamladım.

Ortalık sakinleşmişti. Ben soyunma odasına gitmeye kara verirken Suat, Turgay ve diğer arkadaşlarım kolumdan tutup 'Dur,hakem kararını değiştirdi galiba" dediler.

Oyun duralı 7 dakika olmuştu ve 7 dakikadan sonra Yugoslav hakem beni sahadan atmaktan vazgeçmişti. Karar değişince Fenerbahçeli futbolcular kahroldular.

Bundan sonra yüz binleri ağlatan tek golü ben atacaktım. 37.dakikada ağları parçalayan bazukayı Fenerbahçe kalesine ben yolluyordum. Allahım rüya gibiydi sanki o an...
Nuri bir pas atmıştı, sola doğru kaçtım. Osman hızla üzerime geldi, onu atlatmak benim için zor olmadı. Aut çizgisine kadar gittim sol ayağımı çizgiye dayayıp topu kepçeledim. En büyük korkum Naci idi. Naci Erdem ekseri bu toplara çift dalardı. Fakat ondan da sıyrıldım. Evet, önümdeki topa çok dar açıdan vurmak zorundaydım. Bu bir an meselesiydi. Bu kısa zaman içinde başımı kaldırdım ve kale içinde bir noktaya tüm kuvvetimle vurdum. Kaleci Özcan, köşeyi kapatmıştı. Buna rağmen top hızla kaleye girdi. inanın topun baktığım noktadan dışarı çıktığını ve ağları parçaladığını sonradan öğrendim. Golden sonra arkadaşlarımın sırtındaydım. Tribünlerden 'Cim Bom Bom..." sesleri yükseliyordu. Halbuki hakem de dahil, golü Dolmabahçe stadındaki kimse farketmemişti. Hakem önce aut vermiş, sonra parçalanmış ağları görünce gole hükmetmişti. Maçtan sonra Fenerbahçe'nin eski kaptanlarında Fikret Arıcan 'Vallahi azizim bizim zamanımızda topa en iyi vuran adam Bekir'di...Ama itiraf edeyim ki Metin daha iyi vuruyor...' diyordu . "

"Eşim ve ailesinin sürekli baskısındaydım. Evliliğimin ilk günlerinde topu bırak diye diretmişlerdi. Gülüp geçmiştim bu komik sözlere. Ben nasıl aç susuz yaşardım ki? Futbol benim dünyamdı. Topu bırak emri yerine gelmeyince bu defa daha komedi bir teklifle karşılaştım ' Galatasaray'ı bırak izmir'e dön...' diye diretiyorlardı. Galatasaray'ı bırakacağım ha? Allah korusun! Allah yazdıysa bozsun! Galatasaray benim
dünyam, Galatasaray benim yuvam. Nasıl bırakırım Galatasaray'ı? Evet izmir'i eşim kadar severim. Ama benim bir de sevdiğim Galatasaray'ım var.
O aralar bizim Rusya seyahatimiz vardı. Eşim Oya, kafasındaki acı planı izmir' de uygulamaya koymuş. Benim adımı ve imzamı kullanarak, Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğüne bir mektup götürmüş...Gazetecilere de 'Metin Galatasaray'da satışa çıkarılmasını istedi ' demiş... Aman Yarabbim... Böylesi görülmüş şey değildi. izmir Bölge Müdürü mektubu almış ve 'Peki efendim' demiş. 'Mektubu hemen Ankara'ya yolluyorum...'
Bu mektubu ciddi zanneden Galatasaraylıları bir telaş almış. Ben Rusya'da iken bir yardım kampanyası açılmış. Amaç para toplayıp benim Galatasaray'da kalmamı sağlamak. Bunu duyunca Oya izmir'den feryadı basmış ' Metin 500 bin liraya bile Galatasaray'da kalmayacak '
Haber bana ulaştırılınca, gazetecilere bir açıklama yapmak zorunda kaldım. Ve şu mesajı ilettim :

'Galatasaray'da kalmaya ailece karar vereceğiz.izmir'i, eşim Oya kadar severim ama benim bir de yürekten bağlandığım Galatasaray'ım var.'
Ama Oya, Topağacı'ndaki evi boşaltıp, eşyaları izmir'e götürmüş. Olacak iş mi? O eşyaların bir çoğunu evlenirken Galatasaraylı taraftarlar hediye etmişlerdi. Ne derdim Galatasaraylı taraftarlara ben ? Rusya'da artık daralmaya başlamıştım. Nihayet Yeşilköy'e inmiştik. Ama gözlerime inanamıyordum, izmirsporlu yöneticiler beni kaçırmaya gelmişlerdi hem de bavul dolusu para ile. Ama Galatasaraylılar da korumaya.

Meğer biz Rusya'dayken komuoyu ikiye bölünmüş, Oya mı kazanacak , ben mi? Ben Galatasaray'ı seviyordum elbette benim dediğim olacaktı. Ve Rüçhan Atlı'nın otomobiline biniyordum. Önce bizim eve gittik. Kayınvaldem 'Buraya Galatasaraylılar giremez ' deyip kapıyı Rüçhan ağabeyin yüzüne kapamıştı. Hava elektriklenmiş eşimle tartışmıştık, yüzüklerimizi atmıştık. Bir basın toplantısı düzenleyerek 'Ben parayı Galatasaray'a tercih etmem ' diyor ve Galatasaray'da kalıyordum.
Avukatım Süha Özgermi Karşıyaka Adliyesindeki üçüncü celsede boşanma işini bitirmişti bile..."

Galatasaraylılık Ruhu ve Metin Oktay
Ali Kırca'nın dediği gibi,"Galatasaraylılık ruhu, yalnızca Galatasaray'a ait bir kimlik tanımıydı." Spor yazarlığında bir duayen olarak gördüğüm eski Fenerbahçeli futbolcu Halit Deringör de yazılarından birinde Galatasaray'ın bu özelliğine değinmişti: "(...) Ama Galatasaray'da paradan da kuvvetli olan bir şey var. O da Galatasaraylılık ruhu."
"Sevginin Adı"
Ahmet Çakır, Galatasaray Spor Kulübü'nün tarihini anlatan kitabının önsözünde şöyle diyor: "Söylemeden edemeyeceğim başka bir nokta daha var. 'Bu kitabı niçin yazdın, tek sözcükle yanıtlar mısın?' gibi bir soruyla karşılaşsaydım, hemen şunu söylerdim: 'Sevgi'. Evet, bu kitap sevginin kitabıdır. Hatta kaybetmiş olduğunuz bir sevgiliyi yeniden yaşatmak istemenin kitabıdır. O sevgili de, Metin Oktay'dır. Çakır'ın yüreğinin derinliklerinden fışkırıyor bu satırlar.
Göztepe'nin unutulmaz "bombacı"sı Halil Kiraz: "Metin Oktay'ın gollerini, futbolculuğunu anlatmakla bitiremezsin. Bunun yanında da altın gibi kalbi olan insandı. Yanına gittiğimizde, yanımızda yüzü kızararak oturan bir abimizdi. (...) O gün baktım, karşımda artistler kadar yakışıklı, dev gibi bir abimiz var. işte dedim, insan futbolcu olacaksa böyle olmalı" diyor. NEDEN? Nebil Özgentürk'ün hazırladığı 'Bir Yudum insan' belgeselinde yeni kuşağın sahada izleyemediği 'Berlin Panteri' Kaptan Turgay Şeren gözleri dolu dolu ve alt dudağı duyduğu büyük üzüntünün etkisiyle titreyerek şu cümleleri sarf ediyor: "Bana tekrar tekrar Metin Oktay'ı hatırlattınız. Teşekkür ederim." Kaptan'ı böylesine aşırı duygusallığa iten nedir?
"Her şeyden önce olgun ve efendi bir insan"
Bence bu sevginin temelini Abdi ipekçi, Metin'in jübilesinden sonra kaleme aldığı şu satırlarda özlü bir biçimde açıklıyor: "Ama Metin futbol sahalarından çekildikten sonra ona karşı olan sempatimin temellerini arayınca ne onu, ne de bunu buluyorum karşımda. Şimdi Metin deyince, yaptığı işi en iyi şekilde, kendi kuşağının en başarılı adamı olarak yapmış olan gene de şöhretin doruklarında şımarmamış, gurur yüzünden zirveden uçuruma yuvarlanmamış bir insan geliyor aklıma...
Metin deyince, en yüksekte olduğu zaman bile çevresine saygıda kusur etmeyen, şöhretini günlük hayatında ucuz bir koz gibi kullanmaya tenezzül etmemiş olgun bir insan geliyor aklıma...
Metin'i her zaman büyük bir futbolcu, büyük bir Galatasaraylı olarak tanıyorum ve tanıyacağım. Ama Metin benim gözümde hepsinden önce olgun ve efendi bir insan değer sahibidir. Bunu söylerken, futbolu, Galatasaray'ı ve Metin'i seven herkesin benimle aynı fikirde olduğuna kesin olarak inanıyorum."
* * *
Galatasaray Dergisinde yayınlanan bir röportajı sizlere aktarıyoruz:
Servet Oktay: "En Zayıf Yönü Galatasaray'dı"
Metin Oktay'la bizim yaşadığımız ilişki, bir taraftar futbolcu ilişkisi; karşılıklı sevgiye dayanan bir ilişki. Biz Metin Oktay'ı çok sevdik. Siz en yakını olarak bu konuya nasıl yaklaşıyorsunuz?
Bunun böyle olması çok doğal. Metin olağanüstü, bambaşka bir insandı. Derdini kimseye açmayan Galatasaray tutkunu bir insandı. O dönemde futbolcular arasında öyle güzel arkadaşlıklar vardı ki. Ve onlar bugüne göre yokluk içinde futbol oynuyorlardı. Ben çok iyi hatırlıyorum, ayakkabılarını zeytinyağına yatırırdık, yumuşasın diye; yoksa ayakları yara içinde kalıyordu. O zamanlar öyle Avrupa'dan malzeme, ayakkabı getirmek diye bir şey yoktu.
Peki Servet hanım siz N. Özgentürk'ün programında şöyle bir cümle sarf ettiniz:"Metin benim dostum, sevdiğim adam ve kocamdı; hiçbir kadın benim kadar mutlu olamadı." Bence bir kadının böyle hissetmesi çok önemli.
Evet, ben hep böyle düşündüm. Hatta derler ki, evlilik sevgiyi öldürür. Bu doğru değil. Dikkat edin aşk demiyorum, zaten aşk geçicidir.
O zaman sıradışı yıllar geçirdiniz. Söz konusu olan sıradışı bir bağ.
Metin çevresine pozitif enerji salan bir insandı. Karısı olarak bana, fazlasını verdi ki böylesine mutlu oldum.
Futbol, Metin Oktay'ın dünyasıydı. Daha önce de söylemiştiniz.
Evet, hep futbol, futbol.
Futbolu bıraktıktan sonra bir süre yöneticilik yaptı, teknik adam olarak çalıştı...
Mutlu olamadı. Bir ara ingiltere'ye oğlumuzun yanına gittik. Her hafta sonu iskoçya'ya giderdik. Gazetecilerin de olduğu bir ortamda Metin'in Türkiye'de çok sevilen eski bir futbolcu olduğu öğreniliyor ve bir penaltı turnuvası düzenleniyor. Metin on penaltının dokuzunu gole çevirince, "Böyle bir stil görmedik, bu senin doğan da var" diyorlar çevresindekiler.
Sürekli futbol oynamak istiyordu değil mi?
Evet. Örneğin, bir yere giderken üç beş çocuk görürdü futbol oynayan. Oyunları bitinceye kadar izlerdi onları. "Ah! Şimdi çocuk olsaydım" derdi.
Biraz eskilere dönelim. Galatasaray'da oynarken bir izmirspor olayı var. Büyük bir para teklif ediliyor Metin'e izmirspor'da oynaması için. Bir iki dakika içinde geri çeviriyor bu teklifi. Olayın tanıkları da var. Yönetici Rüçhan Atlı ve Turgay Şeren gibi. Size bu konudan söz etti mi?
Bu olaydan hiç konuşmadık. Ama ben biliyorum Metin'in para için oynamayacağını, onu Galatasaray'dan hiçbir şeyin koparamayacağını. Her zaman söylerdi, birinci karım Galatasaray diye. Bir de Metin sahada çok mutlu oluyordu. Ben de onu mutlu görünce daha mutlu oluyordum.
Kalp krizi geçirdi doktor istirahat verdi. Ben de alışverişe gitmiştim. Metin balkonda oturuyor, yağmur da çok şiddetli yağıyor. Karşıda bir kadın. Ama çok yoksul, halinden belli. Metin giymiş üzerine yağmurluğunu, arabayı çıkarmış, kadını evine kadar götürmüş. Eve geldim, Metin yok. Çılgına döndüm. "Bir şey olmaz, korkma. O kadın zavallı hasta biriydi" dedi.
Taraftarı, seyirciyi bu denli kendine bağlayan başka bir futbolcu var mıdır?..
1969'un Temmuz ayında futbolu bıraktı. O ana dek hep manşetlerdeydi. Hep göz önündeydi. Demek ki, çok seviliyordu. insan gibi insandı.
Birçok futbolcu gelip geçiyor, birçok futbolcu insanın gönlünde taht kuruyor. Son yıllardan örnek vermek gerekirse, Galatasaray seyircisi Hagi'yi de çok sevdi.
O zamanlar Kadıköy Belediye Başkanı Galatasaraylı'ydı. Fenerlilerin de takımlarına ne kadar düşkün olduklarını hepimiz biliriz. Ve Fenerbahçe Parkı'na Metin'in heykelini dikmesine izin vermişler. Hala orada Metin Oktay'ın heykeli vardır. Heykelin dikilmesinden dolayı, o zamanki Fenerbahçeli yöneticiler "Şeref duyarız" demişler. Herkes seviyordu Metin'i. Bambaşka bir şey bu.
Geçen sene Galatasaray kapalısında, 10 numaralı iki dev forma dalgalandı. Biri Metin Oktay'ın, biri de Hagi'nindi.
Evet bu beni son derece mutlu etti. Galatasaray taraftarının böyle bir şey yapması. Metin, insanları çok severdi. Onun hatırlanmasını istiyorum. Metin'le evlendim ve hamile kaldım. Kızımız erken doğumdan öldü. Ben 100 kilo oldum. Ve biz bir sene boyunca ne bir sinemaya ne de bir gezmeye gittik. Ve bana "Sen artık çocuk doğurma, bu kadar sıkıntı çekme. Çünkü Rıfat'ı bizim çocuğumuz olmasa da, kendi çocuğum gibi görüyorum" dedi. Her erkek bunu yapmaz. Düşünün artık o sevecenliği.
Metin bizim ilahımızdı. ilahların zayıf yönleri olmaz ya da tek zayıf yanları olur. Aşil'in topuğu gibi. Metin Oktay'ın en zayıf yönü neresiydi?
Metin'in en zayıf yönü Galatasaray'dı. Galatasaray'a karşı çok zayıftı.
Rıfat Pala: Metin Oktay hiçbir zaman profesyonel olamadı, hep amatör oldu. Paraya asla önem vermezdi.
Peki Rıfat Bey, siz Metin Oktay'la bir baba oğul ya da ağabey kardeş ilişkisi yaşadınız. Metin Oktay'ı tanımlar mısınız?
Bence dünyanın en iyi insanıydı. Yüreğinde inanılmaz bir sevgi ve saygıyı taşıyordu. Ve her şeyden önce paylaşmayı çok iyi bilir ve bir de güzeli severdi. Maneviyata çok önem verirdi. Bunları iyi biliyorum çünkü 30 yıl aynı evde yaşadık.
Servet Oktay: Bir gün Kilyos'ta kamp yapıyorlardı. Metin aradı ve "Servet gel, özledim sizi" dedi. Annemle birlikte Kilyos'a gittik ve Metin yanımıza gelerek "Servet, bir şey söyleyeceğim. Ben futbolu bırakıyorum" dedi. "Hayırlı olsun" dedim ama çok üzüldüm. Ertesi gün kapımıza gelen gazeteleri elime alıp, 'Metin futbolu bırakıyor' başlıklarını görünce, ağlamaya başladım. Ve o duygu seli jübilesine kadar devam etti.
Rıfat Pala: Onu rahmetli Figo yetiştirmiş. Eskiden Karşıyaka'da antrenman yaparlarmış. Antrenmandan sonra Figo bisikletle Metin koşarak dönerlermiş. Metin Oktay tüm yaşamında parayı daima ikinci planda tuttu. izmir'de Haldun abimizle birlikte paraya sıkışıyorlar ve bir senet kırdırıyorlar. Yanımızda bir kesekağıdı dolusu para, Kordon'da bir şeyler içmeye gittik. Adamın biri yanımıza geldi ve Metin'in kulağına bir şeyler söyledi. Bu çıkardı bütün parayı adama verdi. "Ya ne yaptın?" dedim. "Olsun oğlum, onun paraya benden daha çok ihtiyacı var" dedi.
Servet Oktay: Rıfat ile birgün bir simitçi görmüşler. Ağlıyormuş simitçi. "Simit tablamı aldılar, ben şimdi patrona ne söyleyeceğim" diye. Ne kadar simit? Şu kadar. Cebindeki bütün parayı simitçiye veriyor. "Rıfat senin cebinde ne kadar var?" diyor ve Rıfat'ın cebindeki tüm parayı da simitçiye veriyor.
Aydın Aksan: izmir'de işlettiği "Gol Pub" adında bir yer vardı. Bir gün birlikte oraya gidip bir haftalık hasılatı aldık. Ben bir günlük hasılatı Metin abiye verdim, altı günlük hasılatı da arabamın torpido gözüne koydum. Göz de açılmıyor. Yani istese de açamaz. Çünkü biliyorum altı günlük hasılatı dağıtacak. "Metin abi seni bir bara götüreceğim çok beğeneceksin" dedim. O sırada bir arkadaş geldi ve "Karşısı tenis kulübü, oraya gidelim" dedi. Kulüp'te de düğün varmış. "Metin Oktay gelmiş" diyen yanımıza geliyor ve imza istiyor. Yanımızda kağıt yok. Metin abi o zamanın en büyük parası olan 10 bin liraları imzalıyor ve dağıtıyor. Gelenler hem imzayı, hem de parayı alıyorlar. Kuyruk da uzadıkça uzuyor. Bir süre sonra Metin abı bana döndü ve "Para bitti, efendi" dedi. Ben de kendisine yüz ve beş yüz liralıklar verdim. Bana doğru eğildi ve "Efendi, ayıp olmaz mı?" dedi. "Abi önemli olan senin imzan" dedim. Kuyruk da böylece daha tenhalaştı.
* * *
Kendi kaleminden "Sahadaki Metin"
(...) Maça çıkarken, büyük bir gerilim içersine girerdim. Tünelden sahaya çıkıncaya kadar kimseyle konuşmazdım. Kendime göre bir ibadetim vardı. Kendime göre inançlarım vardı.
Bu gerilim sahaya çıkınca biterdi. Çünkü artık orada seyircimle bütünleşirdim. Onlar beni iyi tanırlardı. Onlar benim sevgilim, ben de onların sevgilisiydim. Penaltı kaçırsam da, gol atamasam da, beni yalnız bırakmazlardı. Hep yanımda, hep beynimde olurlardı. O seyircide, o sevgililerde Metin Oktay olarak büyük kredim vardı.
Sahanın herhangi bir yerinde topu ayağıma aldığım zaman, düşünce olarak hazır olduğum için, kimin nerede durduğunu, kimin kaçtığını, kimin kaçacağını bilir, görürdüm. Top bana gelmeden önce veya geldiği zaman ne yapacağımı düşündüğüm için, pas hatalarım azalırdı. Şuna inanmıştım: Bir futbolcu sahaya çıktığında ya gol pası atmalı ya da gol atmalıydı. Her pasın gole götüren bir değeri bulunmalıydı.
Kendimi düşünce olarak buna hazırlardım. Maçı sahadan önce, beynimde oynamaya çalışırdım. Oyunda doğabilecek pozisyonları, bu durumlarda benim ne yapmam gerektiğini düşünürdüm. Devamlı araştırdığım için, hem takım arkadaşlarımın, hem rakip oyuncuların karakterlerini bilirdim.
Hani Arayacaktın Metin Ağabey
Tarık Öcal
Tarih 13 Eylül 1991. Yer Ortaköy Ziya Restoran. Saat geceyarısına yaklaşıyor. Tarık Öcal ve arkadaşları mutlu bir rastlantı sonucu Metin Oktay'la son hasbıallerini yapıyorlar ve ortaya 14 Eylül'de Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan nefis yazı çıkıyor. Biz de bu unutulmaz yazıyı bilenlerin hatırlaması, bilmeyenlerin ve genç kuşakların ise tekrar tekrar okuması için yeniden yayınlıyoruz.
Uğursuz 12 Eylül'ün, 13'e bağlandığı saatlerde, piyanist arkadaşım Pepe ile Ziya Restoran'ın aşağı barında Sonbahar yalnızlığını çorba içerek yaşarken sanki barda ceketini unutmuş bir tavır ile Arda Uskan içeri girdi. Ortalığı toplayan komilere torpil geçip kendisine bir rakı ısmarladı. Kara mizah sohbet sürerken, birden bir ışığın düştüğünü hissettik. Sessiz sedasız yanımıza gelip, içkisini yudumlayan adam Metin Oktay'dı. Birdenbire benim ve Arda'nın hatta Rossi'yi de futbolcudan saymayan Pepe'nin gözlerinde ışıklar parladı. Alın size nostaljinin Allah'ı. Otuz yıldır barlarda restoranlarda gitar çalarak geçiririm hayatımı. Kimin ne kadar alkollü olduğunu ben bilmezsem kim bilir? Metin Oktay yanımızdaydı. Raporlar ne derse desin, biz üçümüz kişiliğimizi koyarak söyleyebiliriz ki Metin Oktay önceki gece içkiliydi, ama sarhoş değildi. On bir yıl önce 12 Eylül gecesi, bütün Türkiye sarhoş muydu sanki?
Bizler sanattan konuşuyorduk ya. Onun da gözlerimle seyrettiğim birçok golünün bir sanat eseri olduğunu söyledim. 1960'taki efsanevi maçta iskoçya'ya attığı golü, istanbul'da bir AKG maçında iki taraftan iki kişi koluna girdiği halde, arkası kaleye dönükken, 90'a taktığı golü anlattım. Ve bunların sırrını sordum. "Ellerini uzat" dedi. iki elimi uzattım. Avuçlarım yere dönüktü. O da ellerini avucuna aldı. "Şimdi" dedi, "istediğin elini çek ben yakalayacağım." Ellerimi, Metin Oktay'ın avucundan kurtaramadım. "işte" dedi, "bu reflekstir bana o golleri attıran." Sonra ben de ona parmaklarımla bir gitarcı numarası yaptım. Benim ona şaşırdığım gibi o da benim tek elle alkış sesi çıkarmama bayıldı."Bunlar işin fizik tarafı" deyip bir şiir okudu. Hiçbirimiz ummazdık. Tabii ummamak, bizim suçumuz. "işte bu şiiri bilmeyen ne top oynar, ne gitar çalar, işin özü bu kardeşim" deyip boynuma sarıldı. Meğer biz futbolculara nasıl bakarsak onlar da biz müzisyenlere öyle bakarmış, Ne çok ortak noktamız varmış oysa ki. Kartımı istedi. "Yarın seni arayacağım" dedi. Öpüşerek ayrıldık. Gitme vakti gelmişti. Yorgunduk. Metin Oktay'ı, yarım kalmış içkisiyle barda bırakıp Arda, Pepe ve ben çekip gittik.
Sabah telefon çaldı. Metin Ağabey diye açtım. Pepe'ydi. Pepe'nin güzel sesinden ilk defa nefret ettim. Metin Oktay'ın ölümünü haber veriyordu. Senin karşında son golü yiyen kaleci olmak isterdim, Metin ağabey, ama son öptüğün insan oldum. Ben yine telefonunu bekliyorum. Sen aramazsan ben nasıl olsa arayacağım.
* * *
Taçsız Kral'ın Öyküsü
2 Şubat 1936'da izmir'de (Karşıyaka-Çiftefırınlar) doğdu.
Karşıyaka Soğukkuyu ilkokulu, Alsancak ilkokulu, inönü Lisesi ve Mithatpaşa Erkek Sanat Enstitüsü'nde (Mobilya bölümü) okudu.
15 yaşında Damlacık Kulübü'nde 8 numaralı formayı (8 numaralı forma çok sevdiği Sait Altınordu'nun forma numarasıydı) giyerek futbola başladı.
Adnan Suvari'nin futbolcu-antrenör olarak görev yaptığı Yün Mensucat'a transfer oldu ve yeni forması altında 14 gol attı ve Genç Milli Takım aday kadrosuna çağrıldı.
11 Nisan 1954'te Belçika maçında ilk kez milli oldu ve 4-0 kazanılan maçın 2 golünü attı.
Aynı yıl izmirspor'a transfer oldu ve bu forma altında 17 gol atarak gol kralı oldu. izmirspor da Mahalli Lig'i şampiyon bitirdi.
1955'te 19 yaşında Galatasaray'a transfer oldu.
Galatasaray formasıyla ilk kez (28 Ağustos 1955) Beyoğluspor'a karşı oynadı ve ilk golünü attı.
1956 yılının Şubat ayında Millilerimiz Macarları 3-1 yenerken, 2 golü Lefter 1 golü Metin attı.
29 Ocak 1959'da izmir'de Oya Sarı ile evlendi.
10 Haziran 1959'da Fenerbahçe ile oynanan Türkiye Ligi finalinin ilk maçının 37. dakikasında rakip kaleye ünlü "ağları yırtan gol"ünü attı.
22 Haziran 1959'da babasını yitirdi.
Transfer döneminde izmirspor'un o gün için çok büyük bir tutar olan 300.000 TL'lik transfer teklifini reddederek çok sevdiği kulübünde kaldı ve bu nedenle eşinden ayrıldı.
18 Aralık 1960'ta inönü Stadı'nda oynanan maçta Galatasaray Fenerbahçe'yi 5-0 yendi ve Metin 4 golün sahibi oldu.
Temmuz 1961'de italya'nın Palermo Kulübü'ne transfer oldu.
Haziran 1962'de yeniden Galatasaray'a döndü.
12 Mayıs 1965'te istanbul'da Servet Kardıçalı ile evlendi.
Aynı yıl "Taçsız Kral" filminde başrol oynadı.
9 Şubat 1966'da Zeynep adını verdikleri bir kız çocuğu oldu ama Servet ve Metin Oktay çiftinin "prenses"i ancak 6 saat yaşadı.
1969'da Galatasaray şampiyon, kendisi de gol kralı olduktan sonra, istanbul ve izmir'de yapılan jübilelerle futbolu bıraktı.
13 Eylül 1991'de bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrıldı.
Futbol yaşamı boyunca rakip fileleri tam 608 kez havalandırdı.
1 kez izmirspor'da, 10 kez Galatasaray'da şampiyonluk gördü.
10 kez gol kralı oldu. (Biri izmir Profesyonel Lig'de.)
* 1956-57 istanbul Profesyonel Ligi 17 gol.
* 1957-58 " " " 19 gol.
* 1958-59 " " " 22 gol.
* 1959 Türkiye Ligi 11 gol.
* 1959-60 Türkiye Ligi 33 gol.
* 1960-61 Türkiye Ligi 36 gol.
* 1962-63 Türkiye Ligi 38 gol.
* 1964-65 Türkiye Ligi 17 gol.
* 1968-69 Türkiye Ligi 17 gol.
Maç başına 1.46'lık gol ortalaması kırılamadı.
40 kez milli oldu (4'ü Genç Milli Takım). 7 kez kaptanlık yaptı ve toplam 17 gol attı.
galatasaray forması ile ilk kez beyoğluspor a karşı oynamış ve o maçta galatasaray adına ilk golü atmış efsane futbolcu.
taçsız kral. krallığı yalnızca attığı estetik harikası gollerle değil, aynı zamanda krallara özgü asalet kavramını da barındırmasındandır.
geçenlerde bir filmine rastgeldim, çektiği ilk ve tek film olma özelliğini taşıyan taçsız kral' a. ajda pekkan' ın canlandırdığı karakter ile tartışıyordu.

--spoiler--
ajda pekkan: ya ben ya galatasaray...
metin oktay: galatasaray.
--spoiler--

verdiği o yanıt, bir filmin repliğini kapsasa da, içten bir yanıttı. endrüstriyel futbolun maddi getirileri ile amatör coşkusunu kaybeden futbol dünyası için, mükemmel bir örnektir.
bir de kendisiyle ilgili bir anı vardır ki, insanın ağzını açık bırakacak cinstendir:

tanju rekor kırarak gol kralı olduğunda, bir gazetenin spor müdürü, aynı gazetede çalışan metin oktay' a, daha önce bu kadar çok gol atan olup olmadığını sorar. metin oktay, gülümseyerek: ' bilemiyorum hayatım. ' yanıtını verir.
sonradan araştırılır, öyle biri vardır, o kişi de metin oktay' dır. *
sözünü sakınmayan, hem bilgi hem fikir sahibi olduğu için söylemek istediğini çatır çatır yazıp çizen insan. kendisi hakkında girdiğim entry'lerin neden silindiğini anlayamadığım yazardır ayrıca...
şukelası bol yazar
metin oktay
tek aşkı galatasaray
senin gibi cimbomluyu
artılamaz mı bu yazarlar.. * *
1962-1963 sezonunda türkiye birinci liginde 26 maçta 38 gol atarak en yüksek gol ortalamasıyla gol kralı olmuş unutulmaz futbolcudur. kendisine galatasaray'ın teklif ettiği paranın yaklaşık 4 katı para teklif eden izmirspor'a gtimemiş ve herşeyin para olmadığını göstermiştir. tanju çolak onun gol rekorunu kırmıştır fakat 38 maçta 39 gol atmıştır.eğer metin oktay 26 maçta 38 gol atarak rekor kırdığı sezon bu kadar maç yapsaydı bugün kırılamayacak bi rekorun sahibi olacağını düşündüğüm futbolcudur.
galatasaraylılar olarak unutamadığımız insan. 10'u özlüyoruz.
galtasaraylı olduğunu tahmin etmek için einstein kadar zeki olmanızı gerektirmeyen uuser.
güncel Önemli Başlıklar